Odaya girdiğim anda tüm gözler üzerime çevrildi. Beyaz elbise ve başımdaki şal ile beni bu şekilde ilk kez görüyorlardı.
Elbise bir şekilde kabul edilebilirdi belki ama saçlarımı örten bir şey takmak...
Daha önce hiç yapmadığım bir şeydi. Sevdiğim adam için başımı örtmek tuhaf bir şekilde hoşuma bile gitmişti, ama yine de üzerimde hissettiğim bakışlar midemde bir düğüm oluşturuyordu.
Dedem, çekingenliğimi fark etmiş olmalı ki yumuşak bir sesle, “Gel kızım,” dedi ve yanına oturmam için işaret etti.
Odada fazla kişi yoktu: annem, babam, babaanem, dedem, Civan, Civan’ın babası ve imam. Zeynep dışarıda bırakılmıştı; çok kalabalık olmasın diye. Adımlarımı yavaşça atarak dedemin yanına geçtim.
Otururken, farkında olmadan Civan’ın gözlerinin üzerimde olduğunu hissettim.
Bir anlık bir cesaretle ona baktım, ama bakışları beni daha da huzursuz etti. Ona kızgındım; ama o, bana bakmaktan annemin ona olan öfke dolu bakışlarını fark etmiyordu. Annem, sanki Civan abimi öldürmüş gibi davranıyordu. Oysa her şey farklı olsaydı, Civan da böyle bir şeyin olmasını istemezdi. Baran abimle Civan’ın ne kadar yakın olduğunu hatırlıyordum.
Başımı önüme eğdim ve sessizce beklemeye başladım. İmamın sesi odada yankılandı:
“Gelin kızımız da geldiğine göre başlayabiliriz.”
İmam yere oturdu. Civan, koca bedeniyle yerinden kalkıp onun karşısına geçti ve diz çöktü. Babaanem, oturmam için bakışlarıyla beni uyardı. Sessizce yerimden kalktım ve Civan’ın yanına geçerek imamın karşısına oturdum. İçim ürperirken ellerim farkında olmadan kucağımda birbirine kenetlendi.
“Şahitleriniz kim?” diye sordu imam.
Odada şahit olacak kimse yoktu. Dedem, anneme dönerek, “Zerya’yla Fidan’ı çağır gelsinler,” dedi. Amcamın kızı Fidan ve Zerya, bize şahitlik yapacaklardı. Annem, dedemin sözünü ikiletmeden yerinden kalktı ve salonun kapısını açarak çıktı.
Bu sırada, babamın bana bakan kırgın gözlerini fark ettim ama bakışlarını karşılamaya cesaret edemedim. Civan’ın babası Ali Amca da üzgün görünüyordu. Onun da haklı olduğunu düşünüyordum; sonuçta kızı, bu şekilde evlenmeyi kabul etmek zorunda kalıyordu.
Yanımda oturan Civan da sessizdi. Zaten böylesine düşmanlık içinde bir araya gelmek mucize gibi bir şeydi. Onları bir arada görmek, kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.
Birkaç dakika sonra annem, Fidan ve Zerya’yla birlikte odaya döndü. Şahitler, yanımıza oturduklarında artık nikah için her şey hazırdı.
“Kızım, adın nedir?” diye sordu imam bana.
“Berin,” dedim, odada ilk kez konuşarak. Daha sonra annemin ve babamın isimlerini de sorduktan sonra kağıda yazdı.
Sıra Civan’a geldi. Adını, anne ve babasının isimlerini söyledi. İmam, şahitlerin isimlerini de aldıktan sonra konuşmaya devam etti.
“Kızım, mehir olarak ne istersin damattan?” dedi.
Hiçbir şey istemiyordum ondan. Zaten maddi bir şeye ihtiyacım yoktu. Ailem bana her zaman sahip çıkardı. Ama geleceği düşünerek bir şey istiyordum.
“Talak hakkı istiyorum,” dedim kararlı bir sesle.
Odada şaşkınlık dolu bir sessizlik oluştu. Herkesin maddi bir şey isteyeceğimi düşündüğü çok belliydi.
“Olmaz öyle şey!” dedi yanımdaki Civan, sesi sinirden yükselmişti. Ona dönerek, “Şartım bu,” dedim sert bir bakışla.
Gözlerimizi birbirimize dikmiş, inatla birbirimize meydan okuyorduk. Onun tek korkusu, bu hakkı kullanarak ondan ayrılacak olmamdı.
İmam, araya girerek, “Damat bey, gelinin isteğini kabul etmezsen nikah kıyılmaz. Kabul ediyor musunuz?” diye sordu.
Civan, gözlerini benden çekip başını öne eğdi. Sinirini bastırmaya çalışarak, “Kabul ediyorum,” dedi sonunda.
“Başka bir şey istiyor musun kızım?” diye tekrar sordu imam.
“Hayır,” dedim net bir şekilde.
O sırada Civan konuştu:
“Kilosu kadar altın ve İstanbul’daki ev... Ayrıca şirketteki hisselerimin yarısını da yaz, imam efendi.”
Şaşkınlıkla ona döndüm. “Gerek yok,” dedim ama beni dinlemiyordu.
“Sen yaz,” dedi sert bir şekilde. İmam, onun söylediklerini de kağıda geçirdi.
Civan’ın bu isteği odadaki herkesi şaşkına çevirmişti. Gözler farkında olmadan ona çevrilmişti. Ne yapacaktım o kadar şeyle? Onun, kendi bildiğini okuyan tavrına sinirlenmiştim ama belli etmedim.
İmam, birkaç dua okuduktan sonra bize döndü ve gözlerini üzerime dikerek sordu:
“Kızım, Ali’den olma, Derya’dan doğma Civan’ı kocalığa kabul ettin mi?”
Bu soru, her şeyin dönüm noktasıydı. Vereceğim cevapla, o benim kocam olacaktı. Garip bir histi. İki gün içinde bu kadar şey yaşanmış olması, aklımı allak bullak etmişti. Bir yanım hâlâ şaşkın, diğer yanım ise adeta bir girdabın içindeydi.
Derin bir nefes aldım, gözlerimi yere indirerek, “Ettim,” dedim sonunda. Sesim titrek çıkmıştı ama bu cevabı verebilmek için tüm cesaretimi toplamıştım.
İmam, bu soruyu üç kez tekrar ettikten sonra Civan’a döndü.
“Sen oğlum, Tahsin’den olma, Leyla’dan doğma Berin’i zevceliğe kabul ettin mi?”
Civan, benim gibi düşünmek için beklemedi bile. Kararlı ve net bir sesle, “Ettim,” dedi. Onun için her şey çok basitti. O istemişti ve olmuştu. Hiçbir tereddüt göstermemişti.
İmam, ona da üç kez aynı soruyu sorduktan şahitlere de şahitlik edip etmediğini sordu. Sonra bir dua daha okudu ve nikahımız resmen kıyılmış oldu.
Artık helaldik birbirimize. O, benim kocamdı ve ben onun karısıydım. Düşüncesi bile inanılmazdı. Kalbim hızlıca çarparken, bir yandan da bu yeni gerçekliğe alışmaya çalışıyordum.
Hayatımda yepyeni bir sayfa açılmıştı, ama bu sayfanın beni nereye götüreceğini hâlâ bilmiyordum.
Nikahın kıyılmasıyla birlikte odada bir anlık sessizlik hakim oldu. Sanki herkes ne diyeceğini, nasıl tepki vereceğini bilemiyordu. O an etrafıma bakarken annemin yüzündeki taş gibi soğuk ifadeyi gördüm. Babam ise düşünceli ve kırgın gözlerle yere bakıyordu. Dedem, gururlu bir duruşla olanları izliyordu. Dedem niye mutlu gibiydi ya anlam veremiyordum.
Civan’ın babası, oğluna doğru dönerek onun omzuna hafifçe dokundu; bu hareketle, her ne olursa olsun yanında olduğunu belli etti.
Yanımda oturan Civan’ın bakışlarını üzerimde hissettim. Gözlerini benden bir an bile ayırmıyordu. Kendimi toparlamak için derin bir nefes aldım ve usulca yerimden kalktım. Odaya girerken hissettiğim ağırlık yerini tuhaf bir boşluğa bırakmıştı. Artık geri dönüş yoktu, bu gerçeği kabullenmek zorundaydım.
Civan, arkamdan ayağa kalktı. Dedem sesini yükselterek konuştu:
“Haydi, gençler. Nikah tamamlandı. Şimdi bir Fatiha okuyalım da Allah bu birlikteliği hayırlı kılsın.”
Herkes başını eğdi ve Fatiha okunmaya başlandı. Dualar bitince dedem tekrar konuştu:
“Berin kızım, Civan oğlum. Allah size bir ömür boyu huzur, sağlık ve mutluluk versin. Evliliğin sorumluluğu büyüktür; birbirinize her daim sahip çıkın.”
Söyledikleri içime dokunmuştu. Gözlerimi yere indirip sessizce başımı salladım. O sırada Civan, yanına yaklaşan babasına döndü. Ali amca oğlunun kolunu sıkarak, “Hayırlı olsun,” dedi ve bana dönerek ekledi, “Hoş geldin ailemize kızım."
“Hoş bulduk,” diyebildim zor da olsa. Sesim neredeyse duyulmayacak kadar kısık çıkmıştı.
Annem hâlâ sessizdi. Babam ise beni yanına çağırdı. Tereddüt ederek yanına gittim. Ellerimi tutup, “Berin... Umarım bu yol sana mutluluk getirir. Ama unutma, ne olursa olsun, biz her zaman buradayız,” dedi. Sesindeki kırılganlık içimi sızlattı. Sadece başımı sallayabildim.
Babamın elini öptüm, ardından dedeminkini. Sonra sırasıyla babaannemin, Ali amcamın derken anneme geldim. Elini uzatmasını bekledim ama bir türlü uzatmadı. İçimde buruk bir his oluştu. Kırılmıştım. Bu, zaten zor bir günü daha da ağırlaştırmıştı.
Babam annemin yanında duruyordu, ona doğru eğilip bir şeyler söyledi. Ne dediğini duyamadım, ama babamın sözleri etkili olmuş olmalı ki annem, gözlerini başka bir yere çevirerek sonunda elini uzattı. Hafifçe eğilerek öptüm elini. Ama o hala mesafeli duruyordu.
Civan da arkamdan ilerleyerek odadaki herkesin elini tek tek öptü. Dedemin gözlerinde bir parça memnuniyet seziliyordu, ama diğerlerinin yüz ifadeleri pek de dostça değildi. Annem, Civan’a elini bile uzatmadı. Onun bu soğuk tavrı odadaki gerginliği iyice artırmıştı. Civan, bir an duraksadı ama annemin tavrını önemsememiş gibi yaparak başka bir yöne döndü. Üzerine gitmemeyi tercih etmişti.
Dedemin derin bir nefes alarak, "Haydi, gidip diğer nikahı da kıyalım," demesiyle herkes salondan çıkmaya başladı. Kalabalık biraz dağılmıştı, ama ortamda hala gergin bir hava vardı.
“Serhat nerede?” diye sordu babam, anneme dönerek.
“Arabada bekliyor,” dedi annem, memnuniyetsiz bir tonda.
Dedem bu cevaba pek aldırış etmeden, “Hadi gidelim, hadi,” diye tekrarladı.
Babam, dedem ve Civan, Ali amcalarla birlikte konağı terk ederken, annem, Zeynep ve ben başka bir plan yapmıştık.
Biz, çarşıya gidip Asmin ve annesiyle buluşacaktık. Ama öncesinde bu kıyafetlerden kurtulmam gerekiyordu.
Kocam ve ailem konaktan ayrılmıştı. İçimden "kocam" diye tekrarlıyordum, dilim alışsın diye. Ama bu kelimeyi söylemek bile garip geliyordu.
Hızla odama çıktım ve dolabıma yöneldim. Rahat bir şeyler giymek istiyordum. Mavi bir kot pantolon ve siyah bir bluz seçtim, üstüme geçirdim.
Üzerine siyah bir trençkot da alıp aynanın karşısına geçtim. Dalgalı saçlarımı açık bırakmıştım; hafif bir makyajla yüzüme renk kattım. Sade olmayı severdim, ama bu kadar da sıradan görünemezdim. Annem ve Zeynep de odalarına çıkıp hazırlanıyorlardı.
Karnım açlıktan gurulduyordu. Sabah hiçbir şey yememiş, doğrudan nikah için aşağı indirilmiştim. Bu yüzden mutfağa gitmeye karar verdim. Zerya’dan bana bir şeyler hazırlamasını istemiştim, sağ olsun, zengin bir kahvaltı sofrası hazırlamıştı.
“Kolay gelsin,” dedim mutfağa girerken.
“Sağolun hanımım,” dediler bir ağızdan. Ama aralarından biri, her zamanki gibi soğuk bir ifadeyle bakıyordu bana.
Berfin... Bu kızla hiçbir zaman yıldızımız barışmamıştı. Ona karşı bir önyargım yoktu aslında, ama bu defa sinirli bakışlarıyla beni huzursuz etmeyi başarmıştı.
“Çayımı doldur, Berfin,” dedim, biraz sinirle. Sabah sabah bu tavrı çekmek zorunda değildim.
Berfin, isteğimi yerine getirirken masaya oturdum. Hızlıca birkaç lokma atıştırmaya başladım. Derken telefonuma bir mesaj geldi. Numara kayıtlı değildi, ama mesajı görünce kimden olduğunu anlamam uzun sürmedi.
"Karıcığım."
Sadece tek bir kelime. Dalga geçer gibi yazmıştı sanki. Numarasını değiştirmiş olmalıydı, çünkü eski numarası hâlâ aklımdaydı.
"Efendim," diye kısa bir cevap yazıp gönderdim. Soğuk bir mesaj...
Aramızdaki gerilimi hissetmesini istiyordum. Evlendik diye her şey düzelmiş sayılmazdı.
“Çıktınız mı?” diye başka bir mesaj geldi.
“Hayır,” yazıp gönderdim. Cevap vermek istemiyordum aslında, ama yine de kısa bir cevap verdim. Telefonu masaya bırakıp kahvaltıya devam ettim. O sırada bir mesaj daha geldi, ama bakmadım.
Zeynep mutfak kapısından seslendi: “Abla, hadi çıkıyoruz.”
Doymuştum zaten. Çantamı aldım, masadan kalktım ve mutfaktan çıktım. Gözüm telefona ilişti, ama mesajı kontrol etmek içimden gelmedi. Şimdi onunla uğraşacak durumda değildim.
Konağın adamları bizi götürecekti. Biz hazırlanırken, Asmin ve Serhat’ın nikahı çoktan kıyılmıştı bile. Asmin’in hâlini düşünmek istemiyordum şu an. Hayatı birkaç saat içinde tamamen değişmişti. Bu durum bile içimde bir sıkıntı yaratmaya yetmişti.
Babam, arayıp haber vermişti. Çarşıda bir kafenin önünde buluşacaktık. Anneme de Asmin’e kötü davranmaması için bol bol uyarı yapmıştı. Tabi bu detayları babamdan değil, Zeynep’ten öğrenmiştim. Annem, babamın sözlerini ne kadar dikkate almıştı, orası da ayrı bir meseleydi.
Arabaya bindik, şoför arabayı çarşıya doğru sürmeye başladı. Yol boyunca sessizlik hâkimdi. Herkes kendi düşüncelerine dalmış gibiydi.
Derken telefonum çaldı.Çantamdan telefonumu çıkardım, kimin aradığına bakmak için ekrana göz attım.
Civan.
Telefonu görmek istemediğim biri gibi hemen kapattım. Ama bu hareketim annemin dikkatinden kaçmadı. Karşımda oturuyordu, gözlerini bana dikti ve alaycı bir ses tonuyla konuştu:
“Kocan mı arıyor?”
Doğru tahmin etmişti, maalesef. Ama annemin yanında onunla konuşmaya hiç niyetim yoktu.
“Hayır,” dedim, yalan söyleyerek. Sonra da telefonu sessize alıp çantama geri koydum. Annemin o bakışları ve sözleri varken onunla konuşamazdım. Ne söylesem dalga geçilecekti zaten.
Bir süre sonra araba durdu, nihayet çarşıya gelmiştik. Arabadan indiğimiz anda başka bir araba daha yanımıza park etti. O arabadan Derya teyze, Asmin ve tanımadığım genç bir kız indi. Allah bilir hangi taraftan akrabaydı. Tanışmaya fırsat kalmadan Asmin’in yüzüne baktım.
Gözleri boştu, bir şey söylemek ister gibi, ama aynı zamanda susmayı tercih eder gibi... Bu hâli içimi burktu.
Derya teyze, anneme yaklaşarak bir şeyler söylemeye başladı. Asmin ise sessizce arabanın yanında duruyordu.
Ona nasıl yaklaşacağımı bilemiyordum. Yanına gidip bir şey söylemek istedim ama dilim tutulmuş gibiydi. Bu kadar kırılgan ve çaresiz görünmesi bana fazla gelmişti.
Derya teyze ve annem konuştuktan sonra, Derya teyze bana doğru yöneldi.
Hâlâ dinç ve güçlü görünüyordu. Bu kadına hayran olmamak elde değildi. Ne olursa olsun ayakta kalmayı başarıyor, ayakta kalmak için bir şekilde bir yol buluyordu.
“Hoş geldiniz, Derya teyze,” dedim hafif bir gülümsemeyle. Elini öpmek için eğildim. Bana ters davranmaması, suçlamaması o an iyi hissettirmişti.
Derya teyze gülümseyerek elini omuzuma koydu. “Hoş bulduk,” dedi nazikçe.
Sonra da kızına döndü ve “Gel kızım, ananın elini öp,” dedi, annemi işaret ederek. Asmin biraz çekingen bir şekilde anneme doğru ilerledi. Annem elini uzattı, Asmin de nazikçe öptü. Sonra Asmin ve Zeynep sarıldılar, birbirlerine biraz daha yakın hissettikleri belliydi.
Asmin bana geldiğinde bana da m sarıldı. Ama ben bu kadarını hak etmiyordum.
Gerçekten… Ona zarar vermiş olsam da, bana bu kadar yaklaşmasına anlam veremiyordum. Kızsa, bağırsa ve suçlasa yeriydi belki. Ama yapmıyordu. O yüzden bir garip hissettim. Utandım.
“Hadi kızlar, gidelim,” dedi Derya teyze.
Hepimiz, annem ve Derya teyzenin peşinden takıldık. Annem bugünlük düşmanlığı bir kenara bırakmış gibiydi.
Ama nasıl devam edeceğini, sonra nasıl davranacağını kestiremiyordum. Onun gerçek tavrı ne olacaktı? Bunu zaman gösterecekti.
İlk önce altınlar alınacak, ardından kıyafetler, iç giyim ve en son gelinlik seçilecekti. Plan belliydi.
Annemin direktifiyle, bizim sözde akraba olan bir kuyumcuya girdik. Annem Asmin’e alacak, Derya teyze ise bana set alacaktı.
“Hoş geldiniz, hanımım,” dedi kuyumcu adam saygıyla.
“Hoş bulduk Yusuf, çıkar bize en özel setlerini de gelinime ve kızıma bakalım,” dedi annem.
Hem "gelinim" hem "kızım" demesi hoşuma gitmişti. Nefret etmiyor muydu yoksa benden? Yoksa bu sadece bugünlük bir rol müydü?
Kuyumcu en özel setlerini çıkarmaya başladı. Asmin, annemin yanına geçti.
Derya teyze de yanıma geldi.
“Kızım, hangisini beğendin?” diye sordu bana.
Tüm setler birbirinden güzeldi, seçim yapmak zordu. Düğün için gösterişli bir Hint seti aldım; bilezikleri, kolyesi, küpesi tam takımdı. Bunları günlük hayatta kullanamazdım elbette. Günlük için de şık bir altın kolye seçtim. Diğer hediyeleri Civan halledecekti. Kilom kadar altın sözünü yerine getirmesi gerekiyordu!
Asmin ise pek hevesli görünmüyordu. Annemin ve Zeynep’in yardımıyla benim setime benzer bir şeyler seçti. Annemler, Asanbaşlar gelinlerine "sadece bu kadar mı altın aldı" dedirtmezdi. Yıllar önce Gülistan yengeme aldıkları hâlâ aklımdaydı.
Altın alışverişini tamamladıktan sonra, ismini yeni öğrendiğim Sevda isimli kız, acil bir işi olduğunu söyleyip yanımızdan ayrıldı. Zaten pek bir işe yaradığını söyleyemem.
Sıra kıyafet alışverişindeydi. Birçok kıyafet seçip aldık ve hepsini çok beğendim. Ancak sırada iç çamaşırı vardı ve bu kısmı düşünmek bile midemi bulandırıyordu. Bu kadar insanla nasıl seçim yapacaktım?
İçeri girdiğimizde annem ve Derya teyze de kendilerine bir şeyler seçmeye başladı. Neyse ki karışmamışlardı.
Asmin’in de bu konuda pek hevesli olmadığını fark ettim. Zeynep ise arsızca her şeye bakıp bir şeyler seçiyordu. Bir ara elinde kan kırmızısı bir gecelikle yanıma geldi.
“Abla, bunu da al! Eminim eniştem bayılır,” dedi imalı bir şekilde.
Sesi herkesin dikkatini çekti. Annem hoşnutsuzca önüne dönerken, Derya teyze çaktırmadan gülüyordu. Sinirle, “Bırak şunu Zeynep!” dedim ama içten içe seçtiği gecelik hoşuma gitmişti.
Elinden alıp diğer aldıklarımın arasına koydum. Herkes işini bitirdikten sonra ödemeyi yapıp oradan çıktık.
Artık sıra gelinliğe gelmişti. Sabahtan beri alışveriş yapıyorduk ve hava kararmıştı. Yorulmuştum. Oldukça lüks bir gelinlikçiye girdik ve kendimizi yorgunlukla koltuklara attık.
“Hoş geldiniz,” diyerek yanımıza geldi çalışanlardan biri. Mecburen ayağa kalkıp modelleri incelemeye başladık. İlk baktığımız gelinliklerin çoğu aşırı dekolteliydi. Civan’ı düşününce bu modelleri giymem mümkün değildi.
Sonunda biraz daha uygun modellere geçtik. Parlak taşlı, kabarık bir gelinlik seçtim. Kolları tüllerle süslenmiş, V yakalı, oldukça şık bir modeldi. Hayran kalmıştım. Asmin ise benimkine göre daha sade bir model seçti. Çalışanların yardımıyla gelinlikleri denedik. Hem biz hem de annelerimiz çok beğendi.
Seçimlerimizi yaptıktan sonra alışverişi tamamladık. Fazlasıyla yorgunduk ve hâlimiz kalmamıştı. En azından bu uzun gün sona ermişti.