Annem gitmişti ama sözlerinin yarattığı etki odada hâlâ yankılanıyordu. Ne yapacaktım ben? Nereye kadar böyle devam edecektim? Civan bir yere kadar dayanacaktı, sonrası malumdu. "Neden?" diye soracaktı mutlaka. O zamana kadar direnmeliydim. Mecburdum.
Annemin çıkmasının ardından Zeynep ve yengem tekrar odaya girdiler.
"Abla, annem ne dedi?" diye sordu Zeynep merakla.
"Boş ver, Zeynep," dedim, konuyu geçiştirerek. Kimseye söyleyemezdim. Söylemeye cesaretim yoktu.
Zeynep, gözlerini kocaman açarak o meşhur "yavru köpek bakışları"nı yapmaya başladı. Her zaman bu bakışlarla istediğini yaptırırdı. Ama bu kez umursamamaya çalıştım.
Yengem araya girdi:
"Hadi avluya inelim, gelirler birazdan " dedi sakin bir sesle
Çok gergindim. Yengem beni rahatlatmaya çalışarak ekledi:
"Sakin ol, canım. Derin bir nefes al. "
Onun dediğini yapıp derin bir nefes çektim içime. "Tamam, gidelim," dedim sonunda.
Gelinliğimi tuttum, Zeynep de arkamdan kuyruğunu kavradı. Yengem kapıyı açtı ve birlikte odadan çıktık.
Merdivenlerin başına geldiğimizde hepimiz aynı şeyi düşünüyorduk: Bu gelinlikle bu merdivenlerden nasıl inecektik?
"Ha gayret, abla," dedi Zeynep, moral vermeye çalışarak.
Derin bir nefes daha aldım ve adım atmaya başladım. Zorlanarak da olsa, Zeynep’in desteğiyle o merdivenleri indik. Baştan sona küçük bir mücadeleydi ama başarmıştık
Avluya indiğimizde tüm ailemi toplanmış bir şekilde buldum. Bugün bu aileden ayrılıp başka bir ailenin parçası oluyordum. Bu, hem garip hem de içimi hüzünle dolduran bir histi.
Gözüm hemen dedemlere takıldı ve yanlarına doğru yürüdüm. Dedem beni gördüğünde ellerini uzattı. Saygıyla eğilip ellerini öptüm. Başımı tutup alnımdan öptü, uzun uzun.
"Güzel torunum," dedi sesi derin bir hüzünle doluydu.
"Yuvandan uçuyorsun diye üzülüyorum ama çok mutlu ol inşallah. Rabbimden tek dileğim bu. Yüzün daima gülsün."
"İnşallah, dedem. İnşallah," dedim, gülümsemeye çalışarak.
Dedemden ayrılıp babama yöneldim. Onun da elini öptüm, ardından sımsıkı sarıldım. Kolları beni sararken içindeki burukluğu hissedebiliyordum.
"En ufak bir şey olduğunda bil ki baban her zaman arkanda olacak, kızım," dedi.
Sesi titrekti; belli ki duygularını bastırmaya çalışıyordu.
"Biliyorum baba," dedim, gülümsemeye çabalayarak. Ancak gözlerindeki hüzün benim içimi de dağlıyordu. Her an oturup ağlayacak gibi bir hali vardı. Daha fazla dayanamayacağımı hissedip hemen babaanneme yöneldim.
Babaannemin ellerini öpüp ona da sarıldım. O da dua edip beni uğurladı. Ardından anneme yaklaştım. İçten bir şeyler görmek istiyordum, ama annemin yüzündeki soğuk ifade beni bıçak gibi kesmişti.
Elini uzattı, ama hareketleri zoraki gibiydi. Ellerini öptüm, ama ne sarıldı ne de bir sevgi gösterdi. Sadece kısık bir sesle, soğukça, "Dediklerimi unutma," dedi.
Diğer akrabalarla da tek tek vedalaştım, ama erkek kuzenlerime dokunmadım. Yeni evli bir kadın olarak öyle davranmam yakışık almazdı.
Sonra Zeynep’in ağlama sesini duydum. Canım kardeşim kendini tutamıyordu. Gözyaşları yüzünden süzülüyordu.
"Ağlama, uzağa gitmiyorum. İstediğin zaman yanıma gelebilirsin," dedim onu teselli etmeye çalışarak. Ama bu sözler onu daha da hıçkırıklara boğdu.
"Pes doğrusu," diye mırıldandım şaşkınlıkla. Beni yolcu etmesi gereken oydu, ama şu an benden daha duygusaldı. Fidan, Zeynep’i hemen çekip arkaya götürdü onu sakinleştirmek için.
Tam o sırada dışarıdan korna sesleri yükseldi. Gelenler vardı. Geliyorlar...
Ardışık arabalar konağın önünde sıralandı.
Konağın kapısı gelenlere açıldı. En önde Civan olmak üzere Yıldıranlar konağımıza girdiler.
Gözlerim hemen Civan’a kaydı. Kalabalık içinde dikkatimi ilk çeken o olmuştu elbette.
Siyah bir smokin takımı giymiş, siyah rugan ayakkabılarla görünümünü tamamlamıştı. Ama asıl dikkatimi çeken ceketinin cebine yerleştirilmiş olan papatyalar oldu.
Papatyalar... En sevdiğim çiçek. Her zamanki gibi oldukça yakışıklıydı, ama o papatyalar, ona bambaşka bir çekicilik katmıştı.
"Hoşgelmişsiniz," dedi dedem, gür sesiyle.
"Hoşbulmuşuz, Şerif Ağa," dedi Ali Ağa, aynı saygıyla karşılık vererek. Ardından tokalaştılar.
Geriye sadece kuşağımın bağlanması kalmıştı. Sonrası ise... Artık bu evden, bu hayattan ayrılıyordum.
Yengem elindeki kırmızı kuşağı abime uzattı. Abim yanıma geldi ve, "Bismillah," diyerek kuşağı belime bağlamaya başladı. İki defa bağlamış gibi yapıp çözdü, sonra sıkıca bağladı. Başımı ellerinin arasına alıp alnımdan öptü.
"Çok mutlu ol, güzelim," dedi, sesi içtenlikle doluydu.
Ama gözlerim birini aradı, Serhat Abimi... Gelmemişti. Kırgın olduğunu biliyordum ama bugün yanımda olması gerekmez miydi?
Abim geri çekildikten sonra babam yanıma geldi. Koluma girdi, adımlarını usulca benimkine uydurarak beni Civan’a doğru götürdü. Yengem, annemin ilgisizliğini telafi edercesine, kafama kırmızı bir örtü atmıştı.
Babam, Civan’ın önünde durdu ve sesini biraz yükselterek, ama bir yandan da tehditkâr bir naziklikle konuştu:
"Evlat, kızıma iyi bak. Onun tek bir damla gözyaşı için alayınızı yakacağımı unutmayın. Ben her zaman kızımın arkasındayım. Artık onun kocası sensin. Kızım önce Allah’a, sonra sana emanet. Emanetine iyi bak."
Civan, babamın sözlerinden rahatsız olmuş gibi görünse de ters bir tepki vermedi. Saygıyla, "Emanetiniz başımın tacı, gözümün nurudur," dedi.
Sonra bana döndü, kolunu açarak girmem için bekledi. Ürkek bir şekilde koluna girdim. Aileme son bir kez baktım. Ve işte o an... Gerçek anlamda her şeyin değişeceğini hissettim.
Adımlarımız konağın kapısına yöneldi. Ailem geride kalırken, yeni hayatımın ilk adımlarını atıyordum.
Emrah hemen arabanın kapısını açtı. Civan’ın yardımıyla araca bindim. O da hiç beklemeden yanıma yerleşti.
Direksiyonun başına ise Emrah geçti, yanında Devran vardı. Devran, Civan’ın çocukluk arkadaşıydı, ayrılmaz bir ikili gibiydiler. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi, bunu hep duyardım.
“Sür şu arabayı, çıkalım buradan, Emrah,” dedi Civan, hafif gergin bir ses tonuyla. Onun da biraz tedirgin olduğu belliydi.
Biz bindikten sonra diğerleri de arabalarına geçtiler ve uzun bir araç konvoyu oluştu. Herkes organize olmuş gibiydi; sessiz, planlı bir şekilde hareket ediyorlardı. Konvoy halinde düğün salonuna doğru yola çıktık.
Başımın üstündeki kırmızı örtü, içimde bir sıkışıklık yaratmıştı. Tam o sırada Civan hafif bir gülümsemeyle örtüye uzandı.
“Yavrum, çıkar şunu, bunalacaksın,” dedi.
Sözünü dinledim, örtüyü başımdan çıkarıp kucağıma koydum. Kendimi biraz daha rahatlamış hissettim. Civan’ın yanında otururken, dışarıdaki araç konvoyuna baktım.
Araçlarda bulunan kadınlar camlardan renkli mendilleri çıkarıp sallıyor, korna sesleri bu şenliğe eşlik ediyordu.
Camdan dışarıyı izlerken başımı çevirdiğimde, birden Civan'la göz göze geldim. Beni izlediğini fark etmemiştim.
"Çok güzel olmuşsun, gözlerimi alamıyorum senden," dedi, kısık bir sesle.
Emrah ve Devran’ın varlığından dolayı sesi oldukça alçaktı. Ardından yüzümü avuçlarının arasına aldı ve alnımdan öptü. Dudaklarını alnımdan çekmeden bir süre öyle kaldı. Şaşkınlıkla titrek bir şekilde kollarına tutundum. Civan derin nefesler alıyor gibiydi.
Tam o sırada bir öksürük sesiyle irkildik. Civan dudaklarını alnımdan çekti ve Devran’ın sırıtkan yüzüyle karşılaştık.
"Aile var kardeşim burada," dedi Devran, gülerek. Onun da mutlu olduğu her halinden belliydi.
Bu sırada Devran dönüp bana baktı. "Hayırlı olsun, Berin. Sonunda kavuştunuz, sizin adınıza çok mutluyum," dedi, hem saygıyla hem de hafif bir şakayla.
Civan kaşlarını çatıp uzandı ve Devran’ın ensesine bir tokat attı. "Berin ne lan, puşt! Yenge diyeceksin," dedi, sertçe.
Devran alnını ovuştururken itiraz etti. "Lan Civan, Berin benim arkadaşım!" dedi, aynı sertlikle.
Gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Çocuk gibiydiler.
Devran bu kez bana döndü. "Haksız mıyım, Berin?" diye destek istedi.
"Haklısın," dedim hafifçe gülerek.
Civan bu kez bana döndü, gözlerinde sinirli ama bir o kadar da tatlı bir bakış vardı. "Bu it yenge diyecek sana!" dedi kararlılıkla.
Omuz silktim. "Ben karışmıyorum. İstediği gibi seslenebilir," dedim dudaklarımı büzerek.
Civan’ın gözleri bir an dudaklarıma kaydı, ama hemen ardından yutkunup bakışlarını uzaklaştırdı. "Tamam lan, tamam. Ağlama, yenge deriz," dedi Devran, geri adım atarak. Civan’ın sinirlendiğini anlamıştı.
Civan bu kez rahat bir şekilde geri yaslanıp, "Aferin," dedi.
Tam o sırada Emrah araya girdi. "Abi, ceketinin cebine çiçek koyanı ilk kez görüyorum," dedi, kahkahasını bastıramadan. Emrah, Civan’ın ceketindeki papatyaları işaret ediyordu.
Devran da Emrah’a eşlik edip kahkahayı patlattı.
İkisini anlamadım; bu kadar komik olan neydi ki? Hem o papatyalar Civan’a çok yakışmıştı.
"Kıskanmayın kocamı, hem papatyalar çok yakışmış," dedim, hafif bir sinirle. Papatyalarıma laf ettirmeye niyetim yoktu.
Emrah ve Devran gülmelerini durdurmaya çalışsalar da pek başarılı olamadılar.
Civan elimi tuttu, hafifçe bana sokuldu ve ikisine döndü. "Karımı duydunuz, lan. O siktiğim ağzınızı kapatın!" dedi, küfürle karışık sert bir uyarıyla. Küfürü duyunca hayretle Civan’a baktım. Son zamanlarda bu huyu iyice artmıştı.
Emrah şaşkın bir şekilde, "Abi, ayıp oluyor," dedi, ama Civan aldırış etmedi.
"Hadi kardeşim, hadi. Çok konuştunuz," dedi, ikisini sustururken.
Arabanın içinde sessizlik hâkim oldu. Sadece arada bir Emrah’ın korna çaldığını duyuyordum. Yol boyunca elindeki zarfları çocuklara atan Emrah, bu sessizliği bir şekilde renkli hale getiriyordu.
Sonunda düğün salonuna varmıştık. Geldiğimiz gibi arkamızdaki araçtan kaynanam Derya teyze ve Asmin indi. Onlar hemen bizim arabaya yöneldi. Kapıyı açtılar ve bu sefer de onların yardımıyla indim.
Derya teyze, ağır ve zarif bir yeşil yöresel kıyafet giymişti. Bu parça, onun asil duruşunu daha da belirginleştiriyordu.
Asmin ise su yeşili bir yöresel elbise seçmişti ve gerçekten çok yakışmıştı. İkisi de dikkat çekici bir şıklığa sahipti.
Arabadan indikten sonra, kırmızı örtüyü tekrar başıma attılar ve Civan’la kol kola düğün salonuna doğru ilerledik. Arkadan alkışlayanlar, şarkı söyleyenler ve neşeyle eşlik edenler vardı. Bu kadar neşeliydiler, sanki aralarında hiç düşmanlık olmamış gibiydi.
Bizim için hazırlanan alana geçip oturduk. Oturduğumuz anda başımdaki kırmızı örtüyü çıkardılar; bir süredir bunalıyordum zaten.
Salona girişimizle birlikte halaylar başladı. Renkli kıyafetler ve ahenkli figürlerle halay çekenler adeta görsel bir şölen oluşturuyordu.
Halayı her zaman sevmişimdir, ancak bu halimle gidip oynamam mümkün değildi. Şimdilik sadece hayranlıkla izlemekle yetiniyordum.
"Benj bile böyle izlemedin," dedi Civan, kulağıma eğilerek. Müzik yüzünden söylediklerini zar zor duyuyordum.
"Seni niye izleyecekmişim? Hem hâlâ sana dargınım," dedim hafif bir sinirle.
"Sebep?" diye sordu, kaşlarını çatıp merakla.
"Yaptıklarını unuttun herhalde, kocacığım," dedim alaycı bir ifadeyle.
"Ne yapmışım ki ben?" diye sorarken gözlerindeki masum ifadeye gülmemek için kendimi zor tuttum.
"Tadımız kaçmasın şimdi, sonra konuşuruz," dedim. Böyle bir günde gerginlik çıkarmaya hiç gerek yoktu.
Bir süre sonra yanımıza Zehra nene geldi. Civan’ın babaannesi olan Zehra neneyi çok severdim. O geldiği gibi hemen ayağa kalktım.
"Oy benim yavrum, ne kadar güzel olmuşsun maşallah," dedi yanıma yaklaşıp.
"Sağ ol, ninem," dedim gülümseyerek ve eğilip elini öptüm.
"Yavrum, hastaydım diye gelemiyordum hiçbir yere. Nasıl mesut oldum bir bilsen," dedi içten bir şekilde.
Ardından Civan’ı işaret ederek, "Allah yukarıda şahit, bu haytanın yanına senden başkasını istemiyordum. Rabbim dualarımı duydu," dedi sıcak bir gülümsemeyle.
Civan hemen sırıtıp belimden tutarak beni kendine biraz daha yaklaştırdı. Bu kadar insanın içinde gözler üzerimizdeyken bile rahat durmayı başaramıyordu.
"Ben sana karım yapacağım demiştim, ninem. Niye şaşırdın?" dedi şakayla karışık bir ifadeyle.
"Eşek sıpası, üzme kızı," dedi Zehra nene beni işaret ederek.
"Ayıp ediyorsun, nenem," dedi Civan sahte bir alınganlıkla.
"De hele, lo! (Yürü git !)" dedi nene, kahkahalarla. Ardından Derya teyze onu alıp bir yere oturttu. Biz de Civan’la tekrar yerimize döndük.
Bir süre böyle oturduk. İnsanlar yemeklerini yiyor, sıra takı törenine geliyordu.
Takı töreni başladığında uzun bir kuyruk oluşmuştu. Para takanlar isimlerini yazıp zarflara koyarak bize teslim ediyordu. Altın takacak olanlar da ayrı bir sıradaydı.
Kaynanam, daha önce aldıklarının dışında bir sürü altın takmıştı. Civan da söz verdiği gibi 56 kilo altını getirmişti. Şimdi bu kadar altın ne kadar para ediyordu kim bilir? Resmen bir günde zengin olmuştum. Bizim aile de takılarıyla epey katkıda bulunmuştu. Artık üstümde yer kalmamıştı takıların asılacağı.
Takı töreni bittiğinde sonunda bir köşeye geçip oturabildim. Yaklaşık bir saattir ayaktaydım. Herkes gelip tebrik ediyor, sarılıyor ve mutluluklar diliyordu. Ne kadar güzel olsa da artık çok yorulmuştum.
Sonunda nikâh memuru gelmişti ve düğün yavaş yavaş sakinleşmeye başlamıştı. Resmi nikâhı da bugün yapacaktık, sonradan uğraşmaya gerek yoktu.
Hazırlanan masaya geçip oturduk. Nikâh memuru yerini almıştı. Civan, şahit olarak Devran’ı, ben ise Fidan’ı seçmiştim. İkisi de yerlerine oturdu, fakat Devran’ın gözleri sürekli Fidan’a kayıyordu. Benim masum kuzenim ise her zamanki gibi gülümseyerek beni izliyordu.
Nikâh memuru prosedürü hızlıca başlattı. İlk olarak bana dönüp, “Civan Bey’i eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?” diye sordu.
Sesimi ne çok yüksek ne de çok alçak çıkararak "Evet," dedim. Sıra Civan’a geldiğinde, o koca bir özgüvenle yüksek sesle “Evet!” dedi. Ardından şahitlere de sorularını yöneltti. Onlar da onay verdikten sonra nikâh memuru, nikâh defterini uzatarak imzalamamızı istedi.
Defteri imzaladıktan sonra, “İpekyolu Belediyesi’nin bana verdiği yetkiyle sizleri karı koca ilan ediyorum,” dedi ve kırmızı evlilik cüzdanını bana uzattı. Salondan yükselen alkış tufanı neredeyse salonu inletecek kadar güçlüydü.
O sırada Zeynep ve Fidan, bana Civan’ın ayağına basmam için işaret ediyorlardı. Onları kırmayarak topuklu ayakkabımın sivri ucunu Civan’ın ayağına bastım. “Hay sikeyim!” diye dişlerinin arasından küfür etti ama sesini kimseye duyurmadı. Gülmemek için kendimi zor tuttum.
Ayağa kalktık, Civan alnıma doğru eğildi ve usulca öptü. “Hayatıma, ömrüme hoş geldin,” dedi tebessümle. Sadece gülümsemekle yetindim. Herkes bizi izliyordu ve bu kadar ilgi altında utanıyordum.
Ardından her şey hızlı bir şekilde gelişti. Zar zor da olsa Civan’la el ele halay çektik. Normalde halaya katılmayı düşünmüyordum, ama o Elvan denen sarı çıyanın bakışları beni buna teşvik etmişti.
Kudursun diye içimden geçirdim, belki de amacıma ulaştım. Civan’ın elini sımsıkı tuttum ve halayda en coşkulu şekilde yerimi aldım.
Halaylarımızı da çektikten sonra düğünün sonuna gelmiştik. Artık yorgunluktan ayakta duracak halim kalmamıştı. Ailemle vedalaşmış, herkes kendi evine dağılmıştı. En çok da Serhat abimin gelmesi içimi rahatlatmıştı. Bana ne kadar kırgın olursa olsun burada olması yetmişti. Zeynep'in ısrarıyla bir ara Asmin'le halay çeken Serhat abi, Asmin'in yanında gülümsemeye başlamıştı. Maşallahları vardı, doğrusu yakışıyorlardı da.
Artık yeni ailemle eve doğru gidiyorduk. Civan ceketini çıkarmış, arka koltuğa atmıştı. Ben ise ön koltukta uyuyakalmamak için zor direniyordum. Ama unuttuğum bir şey vardı; bu gece henüz bitmemişti.
"Yoruldun mu?" diye sordu Civan, yumuşak bir sesle.
"Hı hı," diye mırıldandım gözlerimi kapatarak.
Civan, hafifçe gülümseyerek, "Yavrum, uyumayı düşünmüyorsun değil mi? Gecemiz daha yeni başlıyor," dedi. Sözlerinin ima ettiği şeyin ne olduğunu anladığım an gözlerim fal taşı gibi açıldı. Üzerimdeki yorgunluk bir anda buhar olup uçmuştu sanki.
Civan, bu hâlimi heyecanıma yormuş olacak ki keyifli bir şekilde arabayı sürmeye devam etti.
Ben ise kafamın içinde türlü düşüncelerle boğuşuyordum. Bu gece birlikte olmayacağımızı ona nasıl açıklayacağımı düşünüyordum. Bunu söylemek sandığımdan çok daha zor olacaktı.