13. Sonsuz Çekim

2123 Words
Sonunda araba Yıldıran Konağı’nın önünde durdu. Yol boyunca gerginlikle dudaklarımı ısırıp durmuştum. Benim derdim neydi, bu adamın derdi neydi, anlamıyordum. Civan, beklemeden arabadan indi ve hızla kapımı açtı. Ben de koca gelinliğimi toparlayarak aşağı indim. Hâlâ üzerimdeki gerginliği atamamıştım. Arkamızdan üç araba daha peş peşe konağın önünde durdu. İkisinde yeni ailem , diğerinde ise korumalar vardı. Gecenin yorgunluğu üzerime çökmüş olsa da konağın heybeti ve etraftaki hareketlilik dikkatimi dağıtıyordu. Diğerleri de arabadan inmeye başlamıştı. Civan yanımda dururken, Emrah Zehra Ninenin koluna girmiş, onu nazikçe yürütüyordu. Zehra Ninenin elindeki bastonla zar zor adım atabildiğini görmek içimi burktu. Yaşlılığın getirdiği bu zorluklar ona hiç yakışmıyordu. Asmin ise sessiz ve içine kapanık bir şekilde yürüyordu. İki gün sonra onun düğünü olacaktı ve belli ki düşüncelerinin ağırlığı altında eziliyordu. Kendi düğünümün yoğunluğu arasında, onun bu durgun hâlini fark etmek beni ayrıca endişelendirmişti. "Haydi bismillah, konağımıza, evimize hoş geldin gelin hanım!" dedi Ali Amca gülerek. "Hoş bulduk Ali Amca," dedim ben de hafif bir tebessümle. "Amca mı? Yok artık kızım, ben de baban sayılırım, bana baba de!" dedi, gözlerinde sıcak bir ifadeyle. Hafifçe gülümsedim ve başımı salladım. Sonra bismillah diyerek konağa giriş yaptılar. Gelenekler böyleydi, itiraz etmek gibi bir lüksüm yoktu. Herkes sırayla içeri girdiğinde ben de adımlarımı dikkatle attım. Konağa girdiğimde büyüklüğü ve ihtişamı bir kez daha dikkatimi çekti. Bu konak, bizim aile konağı gibi üç katlıydı. Daha önce, Civan’ın odasının üçüncü katta olduğunu biliyordum ama düğün öncesi bir değişiklik yaptığını da duymuştum. İçten içe dua ettim; umarım yine üçüncü katta değildir. Gelinlik içinde o kadar merdiven çıkmak düşüncesi bile yorucuydu. Civan’a yaklaşıp sessiz bir şekilde sordum, "Oda hangi katta?" Aynı sessizlikle, hafif bir tebessümle cevap verdi: "İkinci katta." İkinci kat, üçüncü kattan daha iyiydi diye düşündüm. Sonuçta bir kat daha az çıkacaktım. Küçük bir rahatlama sebebi olsa da bu bile yetiyordu. Civan’ın aniden, "Ana, gelsene bir," dediğini duyunca ne söyleyeceğini merak ettim. Derya teyze şaşkınca, "Ne oldu oğlum?" diye sordu. "Gel sen, ana," dedi Civan, ardından mutfak olduğunu tahmin ettiğim yöne doğru ilerledi. Derya teyze de merakla peşinden gitti. Bu sırada Asmin yorgun bir sesle, "Ben yatıyorum, iyi geceler," diyerek yukarı çıktı. "Allah rahatlık versin kızım," dedi babası sevgi dolu bir gülümsemeyle. Onların birbirine olan bağlılığı, her hâlinden belli oluyordu. Babasının bakışlarında, Asmin’e duyduğu sevgi açıkça görülüyordu. Bu gelinlikle oturmaktan artık iyice sıkılmıştım. Bir an önce kurtulmak istiyordum. İki-üç dakika sonra Civan ve Derya teyze geri döndüler. Emrah abi ise o sırada Zehra nineyi en alt kattaki odasına yerleştiriyordu. İşini bitirince, "İyi geceler," diyerek kendi odasına çıktı. Şimdi avluda sadece dört kişi kalmıştık. Civan yanıma geldi ve sessiz bir kararlılıkla, "Hadi, çıkalım yukarı," dedi. O an içimi bir utanç dalgası sardı. Herkesin bakışları üzerimdeymiş gibi hissettim. Odaya gidince ne olacağını herkes biliyordu ve bu düşünce beni daha da huzursuzlaştırıyordu. Yine de kaçış yoktu. Gecenin kalanında beni bekleyenlerle yüzleşmek zorundaydım. Derya teyze bana bakıp gülümseyerek, "Allah rahatlık versin," dedi. Utancımdan kıpkırmızı olmuş bir şekilde, "Size de, Derya teyze," diye mırıldandım. Civan, gelinliğimin eteğini tutarak bana yardımcı olurken sessizce üst kata doğru yürüdük. Kalbim hızla atıyordu; her adımda hissettiğim utanç ve heyecan birbiriyle yarışıyordu. Zorlana zorlana üst kata çıkıyorduk. Ayaklarımın artık beni taşımakta zorlandığını hissediyordum. Dayanamayıp topuklu ayakkabılarımı da çıkarıp Civan’ın diğer eline verdim. Şimdi bir elimle gelinliğimi tutuyor, diğer elimle de Civan’ın koluna tutunuyordum. "Yavrum, bilsem odayı bir alt kata yaptırırdım," dedi Civan, halime bakıp gülerek. "Asıl ben bilsem bu gelinliği giyer miydim sence?" dedim, hafif alayla ona bakarak. Civan, kaşlarını kaldırarak hafif bir kahkaha attı. "Hayır, ben anlamıyorum zaten. Niye bu kadar ağır bir şey seçtin ki? Gece boyunca dikkatimi dağıtıp durdun zaten," dedi ciddi bir şekilde. "Ben ne yaptım ya? Beğenmiştim sadece," dedim, biraz mahcup ama savunur bir tavırla. Civan bir an durdu, bana döndü ve gözlerimin içine bakarak, "Zaten güzelliğin başımı döndürüyordu, sıkıntı orada," dedi, derin bir tebessümle. Bu sözleri duyunca ne diyeceğimi bilemedim. Yüzümde istemsiz bir sıcaklık hissettim. Kalbim bir an için yerinden çıkacak gibi oldu. Adımlarımızı ağır ağır atmaya devam ettik ama söylediklerinin etkisinden kurtulamıyordum. Sonunda ikinci kata vardık. Civan, konağın sağ tarafında yer alan bir odanın önüne yönlendirdi beni. Ahşap bir kapının önünde durduk. Kapıyı açtı ve beni içeri davet etti. İçeri girer girmez odayı aydınlatan ışık, dekorun zarif güzelliğini ortaya çıkardı. Krem rengi tonlarında özenle dekore edilmiş odada, yatak tam karşımızdaydı. Yatak örtüsü gri bir atlas kumaşla kaplanmış, odaya modern ve şık bir hava katmıştı. Duvardaki ince işlemeli çerçeveler ve pastel tonlardaki aksesuarlar odaya sıcak bir his veriyordu. Gönderdiğimiz eşyalar yerli yerindeydi. Makyaj malzemelerim özenle makyaj masasının üstüne dizilmiş, birkaç kişisel eşyam ise köşedeki şık bir sehpanın üzerine yerleştirilmişti. Her detay düşünülmüş gibiydi. "Beğendin mi?" diye sordu Civan, yüzünde hafif bir tebessümle. Bir an durup etrafı süzdüm. "Evet," dedim, sesimde hafif bir hayranlıkla. "Tam da hayal ettiğim gibi olmuş." Civan, üzerindeki ceketini çıkarıp bir sandalyenin arkasına astı. "Senin için her şeyin en iyisi olsun istedim," dedi içtenlikle. Odanın sıcak atmosferi içimde bir rahatlık hissetmeme sebep oldu, ancak yine de üzerimdeki gerginlik tam anlamıyla geçmemişti. "Teşekkür ederim," dedim içtenlikle. Odayı gerçekten beğenmiştim ve bir teşekkürü hak ediyordu. Civan, alaycı bir ifadeyle, "Güzelim kocaya teşekkür edilmez bilmiyor musun sen?" dedi. Gülümsedim ve yüzümü eğdim. Bu adamın her sözü beni ya utandırıyor ya da güldürüyordu. Bir anda sesi ciddileşti. "Berin," dedi derin bir nefes alarak. Gözlerimi kaldırıp ona baktım. O ise birkaç adım atarak tam yanıma kadar geldi. "Şu gelinliği çıkaralım artık, yoruldun sen de," dedi, gözlerini üzerimde gezdirerek. Ama o anda aklıma bir şey geldi: yüz görümlüğü. "Olmaz!" dedim, kaşlarımı çatarak. Civan hafifçe gülümseyerek, "Kızım, daha ne kadar kalacaksın o şeyin içinde? Hem korkuyor musun yoksa?" dedi, alaycı bir tonla. Ne kastettiğini anlamıştım. Yaşanacak şeylerden korkacağımı ima ediyordu. Ama öyle bir şey olmayacağı için korkacak bir sebebim yoktu. "Korkacak bir şeyim yok!" dedim, biraz sinirle. "Ama yüz görümlülüğümü verdin mi ki gelinliği çıkarıyorsun?" Civan, bir an durup düşündü ve kaşları kalktı. Ardından gülümseyerek, "Haa, o mesele," dedi. "O kadar altın getirdim sana, hâlâ yüz görümlülüğü mü istiyorsun sen?" Omuzlarımı silkerek, "Bana ne, o ayrı bu ayrı," dedim kararlılıkla. Civan, beni baştan aşağı süzerken dudaklarını ısırdı. Gözlerinde alaycı ama bir o kadar da hayran bir ifade vardı. Sanki üzerimdeki gelinliği değil de beni çıplak bir şekilde görüyor gibiydi. "Sen iflah olmazsın," dedi, alayla başını sallayarak. Ardından dolaba yöneldi. Elbiseleri hafifçe kenara çekti ve arkasında bir kasa ortaya çıktı. İçinden küçük, zarif bir kutu çıkardı. Gözlerimi kısıp şaşkınlıkla ona baktım. "Bu odaya kasa mı koydun gerçekten?" dedim inanamayarak. Civan kutuyu eline alıp bana doğru döndü. "Evet, güzelim," dedi gülerek. "Senin gibi altın seven bir kadına sahip olunca, her ihtimale karşı hazırlıklı olmak lazım." “Tamam, boşver kasayı. Ne aldın bana?” dedim heyecanla. Çünkü gerçekten çok merak ediyordum. Onun bana yıllar önce aldığı kolye hâlâ boynumdaydı ama o fark etmemişti galiba. Kutuyu açtı ve içinden papatya şeklinde pırlanta bir kolye çıktı. İnanılmaz güzeldi. “Her zaman altın takıyorsun, belki bunu da seversin,” dedi gülerek. “Çok güzel, çok teşekkür ederim,” dedim. Adam, papatyalara olan zaafımı biliyordu; her fırsatta bunları kullanıyordu. Gerçekten çok zekiydi. Sonra kutunun ağzını kapatıp makyaj masasının üstüne bıraktı. “Gel, artık şu gelinliği çıkaralım,” dedi. Tamam, dedim ve yatağa oturdum. Yanıma gelip oturdu. Hafifçe arkamı döndüm, düğümleri açması için. Civan, arkamdan bakarken hafifçe homurdandı, "Yok artık, amına koyayım," dedi. Ben de sessizce kıkırdadım. "Berin, bu ne? Kim açacak bu kadar düğümü?" dedi sinirli bir şekilde. Sinirle, "Sen demedin mi, bu adamda sabır yok, dayanamaz diye?" dedi. Biraz gülümsedim. "Bu zaten kocanın sabrını ölçmek için yapılır," dedim, "Bakalım ne kadar dayanacaksın." "Ulan, seni sabaha kadar sikmeyen Civan'ın..." diye başladı, ama cümlesini tamamlamadan durdu. Şaşkınlıkla, "Terbiyesiz, ne diyorsun?" diye çıkıştım. Ettiği küfür karşısında şok olmuştum. Ardından, üzüntüyle düşündüm, Hayır, bu gece hiçbir şey olmayacaktı da ... Bari bu kadar heves etmeseydi. Civan, arkadan yaklaşarak boynuma doğru derin bir nefes aldı. Dudakları, omzuma usulca dokundu. "Güzelim, niye terbiyesiz oluyorum ki? Sadece yapacağım şeylerden bahsediyorum," dedi ve bir öpücük daha kondurdu. Beni yoldan çıkarmaya çalışıyordu, ama bu defa dikkatli olmalıydım. İpin ucunu kaçırırsam, kendimi bir anda onun altında bulurdum ve geri dönüş olmazdı. "Rahat dur da, şu ipleri çöz," dedim, sesimin titrediğini fark ederek. "Haydi bismillah," dedi Civan ve ipleri çözmeye başladı. Tam 40 düğüm atmıştım. Her bir düğümü açtıkça bir küfür savuruyordu. Artık küfürlerinden kitap yazılacak gibiydi. Arsızdı. Yaklaşık yarım saat sonra, düğümleri çözüp, saçımda kalan tel tokayı alıp yerleştiriyordu. Sanırım bu yüzden bu kadar çabuk bitirdi işi. "Yarabbim, çok şükür," dedi, son düğümü çözerken. Ben ise gelinliğimin göğüs kısmını ellerimle tutuyordum. Eğer açılırsa, bu adam görseydi, düğümleri bırakıp direkt oraya yoğunlaşırdı. Sonunda düğümleri bitirdiğinde ayağa kalktım. "Ben bir duş alayım," dedim, titrek bir sesle. Her şeyin sonuna gelmiş gibi hissediyordum. Koşarak banyoya girdim ve kapıyı kilitledim. Çünkü ne olacağı hiç belli olmazdı; pat diye içeri girebilirdi. Banyoya girdikten sonra gelinliğimi çıkardım. O kadar ağır gelmişti ki, çıkarınca inanılmaz bir rahatlama hissettim. Aynanın karşısına geçtim, saçımda kalan tokaları da çıkardım. Ardından duşakabine girdim ve sıcak suyu ayarladım. Bedenim yavaşça gevşemeye başladı. Sıcak suyun altında rahatlıyordum. Orada yaklaşık yarım saat kadar oyalandım. Aslında ne diyeceğimi düşünüyordum; Civan’a söyleyeceklerimden sonra delirecekti. Duşakabinden çıktım, sonunda ellerim soğumuştu. Duşa kabinden çıktığımda kapının tıklama sesini duydum. "Berin?" diye seslendi endişeli bir şekilde Civan. "Efendim?" dedim, kapıya dönerek. "İyi misin? Ses vermeyince korktum," dedi. "İyiyim," dedim, sonra banyoda bulunan bornozumu alıp üstüme geçirdim. Kendime giyecek bir şey getirmemiştim, mecburen böyle çıkacaktım karşısına. Şansıma, bornozum da kısaydı; uzunlardan değildi. Adamın iradesini mahvedecektim bu gece. Kapıyı yavaşça açıp dışarı çıktım. Civan zaten kapının önünde duruyordu. Uzun beyaz bacaklarım, bornozum kısa olduğu için görünüyordu. Bakışları üstümdeydi, adeta delip geçiyordu. Gözlerini bir defa alttan üstte doğru inceledi, Adem elmasının aşağı doğru hareket etmesiyle odada derin bir yutkunma sesi duyuldu. “Hayal görüyorum yine, değil mi?” dedi kendi kendine. Benim cevap vermemi beklemeden, “Tabi lan, hayal görüyorsun,” diye ekledi. “Civan,” dedim, ona kendine gelmesi için seslenerek. “Gerçeksin,” dedi, emin olmak ister gibi. Bir adım daha yaklaşarak, “Gerçeğim,” diye fısıldadım. “Hayal gibi geliyorsun hala, sanki uyansam yok olup gidecekmişsin gibi,” diye fısıldadı. Onun bu hâlini görmek içimi burktu. Bu kadar kötü olduğunu bilmiyordum. Kıyamıyordum ona, en ufak şeyde bile her zaman affetmeye hazırdım. Yüreğimdeki yeri o kadar büyüktü ki, buna engel olamıyordum. Bu yüzden ona kızamıyordum; ne derse kabul ediyordum. Parmak uçlarımda yükseldim ve kollarımı boynuna doladım. Beklemeden kollarını belime sardı, bedenlerimizi birbirine yapıştırarak. Dudaklarına yaklaşarak, “Buradayım,” diye fısıldadım. Ardından elimizi aramızda kaldırıp kalbine yasladım. Kalbi sert bir şekilde atıyordu, adeta oradan çıkıp elime ulaşmak ister gibiydi. “Ve buradayım,” dedim, elimi kalbine bastırarak. Kalbine yaslı duran elimin üstüne elini koydu, “Sen ordan hiç ayrılmadın ki, hep oradaydın,” dedi büyülü bir sesle. Bu söz, bende buruk bir tebessüme yol açtı. Elimi çektim ve hemen, “O yüzden mi başka bir kadınla evlenme yoluna girdin?” dedim fısıldayarak. Fakat bu fısıltım sinirli ve öfkeliydi. Bedenimi bir anda geri çektim. O da şaşkındı, bu konuyu kapattığımı sanıyordu herhalde. Kırgınlığın olduğum için yapıyordum bunları. Geçmiyordu o kırgınlık. “Ulan, ben çok mu meraklıydım, o kadınla evlenmeye mecbur kaldım anasını satayım!” dedi, sinirle. Geri adım attım, ancak o bir adım atarak mesafeyi kapattı. “Sen benden gittiğinden beri bir kadına bile bakmadım,” dedi. Sonra kalbini işaret etti, “Bu yürek bir senin adını bilip var etti. Zorunlu olan bir kadını almadı, almayacak da,” dedi sinirle. “Peki o kadın bana çarşıda, herkesin içinde ‘orospu’ derken, neredeydi aklın?” dedim, geri adım atarak, aramızdaki mesafeyi açmadan. Ben geri gittikçe, o da bana yaklaşmıştı. Sinirli bir gülüş dudaklarına yerleşti. “Sen,” dedi, bastırarak. Bir adım daha geriledim. “Kocanı hiç tanımamışsın,” dedi. Bir adım daha attım, o ürkütücü bir şekilde yaklaşırken, bir adım daha geldi. “Niye?” diye sordum, titrek bir şekilde. “Elin kızı kalkacak, herkesin arasında, benim karıma, sevdiğime hakaret edecek, ben de buna sessiz mi kalacağım sence?” diye sordu. Bir adım daha attım, sırtım duvarla buluştu. Gidecek yerim kalmamıştı. “Kalmadın mı? Herkesin içinde bana bağırıp, o kadını savunmadın mı?” dedim, ben de geri adım atmayarak. “Tabii ki kalmadım! O kadına neler söylediğimi bir bilsen, varya! Sana söylediklerine pişman olmuştur. Bir daha da sana öyle bir şey söyleyemez. Hele bir söylesin, bu sefer neler olacak, biliyor o,” dedi. Söylediklerinden sonra kırgınlığım uçup gitmişti. Sevdiğim adam hâlâ aynıydı. Kafamı eğdim, gülümsememi gizlemeye çalıştım. Nedense mutlu olmuştum. “O güzel gülümsemeni benden mahrum etme,” dedi, eğdiğim kafamı kaldırarak. Gülümsememe engel olamıyordum, sırıtıyordum. Gözleri, dudaklarıma düşmüştü. Kafasını eğdi ve dudaklarıma baskılı bir öpücük kondurdu. Dudaklarını geri çekip, “Ohh,” dedi. Ağzım açık bir şekilde ona baktım. Kollarını biraz daha duvara dayayıp, daha da yaklaştı. “Sence de bana ait olma zamanı gelmedi mi, yaban gülü?” dedi, boğazından gelen bir sesle. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Bir yanda annemin söyledikleri, bir yanda ise benim için ölmeye hazır bir adam. Hangisini tercih edecektim?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD