Sabah uyandığımda kasıklarımda hafif bir sızı hissettim. Dün gece göğsüne sığındığım adamın düzenli nefes alışları, odadaki tek ses kaynağıydı. Gözlerimi, içeri süzülen güneş ışığına direnerek araladım. Başımı, esmer göğsünden yavaşça kaldırıp yüzüne baktım.
Derin uykudaydı. Uyurken o kadar masum görünüyordu ki... Ama uyanıkken bu masumiyeti yalnızca bana gösterirdi. Diğerlerine ise sert ve acımasız bir yüzle yaklaşırdı.
Yan taraftaki komodinin üzerinde duran telefonuna gözüm takıldı. Sessizce doğrulup telefonu aldım ve saate baktım. Saat 11’e geliyordu. Gözlerim dehşetle büyüdü.
Buradakiler en geç 10’da kahvaltıya otururlardı. Hemen kalkmam gerektiğini fark ederek telefonu yerine bıraktım. Ancak ne olduğunu anlayamadan, hayvan herif bir hamlede beni tekrar altına aldı.
"Ayy!" diye tiz bir çığlık çıktı ağzımdan.
Mahmur gözleriyle bana baktığında yeni uyandığı çok belliydi.
“Günaydın,” dedim, sevimli görünmeye çalışarak.
“Günaydın, yavrum. Ama sen daha gün aymadan yanlış yerleri uyandırmak istiyorsun, herhalde,” dedi çapkın bir gülümsemeyle. Ne demek istediğini hemen anladım ve yüzüm kızardı.
“Civan, ne diyorsun sen ya? Kalk üstümden, saat kaç olmuş, ayıp olacak insanlara,” diye sızlandım hafifçe.
“Bir şey olmaz, beklesinler. Zaten geç geleceğimizi biliyorlardır,” dedi, umursamaz bir tavırla. İçimden sabır çekerek derin bir nefes aldım.
“Civan, tamam hadi kalk! Bak, geç oldu,” dedim, onu ikna etmeye çalışarak.
“Peki, tamam,” dedi nihayet. Ancak o rahat tavrını elden bırakmadan, “Kalk da karıma güzel bir banyo yaptırayım. Sonra da ağrın varsa güzelce krem süreriz,” diye ekledi, sırıtarak.
“Ne? Hayatta olmaz, Civan! Ben kendim yıkanırım,” dedim, hızla itiraz ederek. Dün gece onun karşısında tamamen çıplak durabilmiştim ama şimdi? Buna cesaret etmem mümkün değildi.
"Berin",dedi ve ardından kaşlarını çatarak bana baktı. “Dün gece altıma yatmıştın, hatırlatırım. Hâlâ utanıyor musun?” dedi, sabırsız ve sinirli bir sesle.
Ne diyeceğimi bilemedim. Yapacak bir şey yoktu; alışana kadar böyle davranmaya devam edecektim, bu belliydi. Ama nasıl utanmayayım ki? Bu adam gerçekten kafayı yemiş olmalıydı.
“Utanıyorum işte, Civan!” dedim, aynı sinirle ona karşılık vererek.
“Öyle mi?” dedi, tek kaşını kaldırarak.
Sadece kafamı salladım, daha fazla bir şey söyleyemedim. Ardından bir anda üstümden çekildi, ama ben rahat bir nefes almadan önce beni kucağına aldı. Yan bir şekilde taşınırken anadan üryan halde onun kollarındaydım. Utançtan yerin dibine girecektim.
“Civan! Ne yapıyorsun ya? Bıraksana beni!” dedim, sinirle ve utanarak.
“Sus, hatun!” dedi kısa ve net bir şekilde. Hiç itirazımı umursamadan beni bırakmadan banyoya doğru yürüdü.
Banyoya girer girmez, geniş omuzlarıyla neredeyse her yeri dolduracak şekilde bizi birlikte duşakabine soktu. O an bütün dünya daralmış gibiydi. Aşağıya bakmamak için kendimi zor tutuyordum. Orada hiç iyi şeyler yoktu, bundan emindim.
Civan suyu açtı ve bir anda soğuk su tepemizden aşağı doğru akmaya başladı. Bedenim ürperdi anında. Refleks olarak ona sıkıca sarıldım, dişlerim birbirine vuruyordu.
“Civan, sıcak suyu açsana!” dedim sinirle.
Ama o benim aksime keyif alıyor gibiydi. Gülerek, “Böyle bana sığınmışken hiç açasım yok şu an,” dedi alaycı bir tonla.
Soğuk su hâlâ üzerime gelirken sinirle dişlerimi sıktım ve kendimi geri çekerek, “Çekil!” dedim kararlı bir şekilde.
Civan bir anlığına durdu ve ne yapacağımı görmek ister gibi kenara çekildi. Hemen musluğa doğru uzanıp sıcak suyu ayarladım. Su ısınır ısınmaz vücuduma dolan sıcaklıkla rahatladım. Suyun bedenimden aşağı akışını hissederken gözlerimi mutlulukla yumdum. Ama çok kısa sürdü bu huzur.
Gözlerimi tekrar açtığımda, Civan’ın elleriyle beni duvara hapsettiğini fark ettim. Bedeni, arkamdan bedenime yapışmıştı. Göğsümden karnıma kadar hissettiğim sıcaklığı nefesimi keserken, kalçam kasıklarına dayanmıştı. O an yerimden kıpırdayamadım.
“Civan…” diye fısıldadım, ne diyeceğimi bilmeden. Ama o hiçbir şey söylemeden, sadece bana daha da yakınlaştı.
“Seni bu banyoda sikmemem için bir neden söyle bana,” dedi tahrik edici bir sesle. Gözleri o kadar keskin ve kararlıydı ki, ciddiyetini hissetmemek imkânsızdı.
Azmıştı bu adam yine. Düşündüm; en iyisi alttan almaktı. Yoksa dediğini yapardı burada ve şimdi, zaten yeterince geç kalmışken buna hiç gerek yoktu.
Kolları arasındaki bedenimi yavaşça ona döndürdüm. Ayak uçlarımda yükselerek yanağına hafif bir öpücük kondurdum. “Kocam benim, herkes bizi bekliyor. Şimdi olmaz,” dedim, sesi tatlılaştırarak.
"Ulann" dedi ve derin bir iç çekişle ikna olmuş gibi göründü. Bunu fırsat bilip elime şampuanı aldım ve ona döndüm. “Gel, saçlarını yıkayayım,” dedim. Bir an şaşkınlıkla baktı ama sonra başını eğdi. Ben saçlarına şampuanı dağıtırken, o da bir şişe şampuanı alıp benim saçlarıma sıktı.
“Civan, ne yapıyorsun?” dedim gülümseyerek.
“E, ben de seni yıkıyorum. Adil olalım, değil mi?” dedi alaycı bir tonla.
Saçları arasında parmaklarımı gezdirirken içimdeki huzuru bir kez daha hissettim. Parmaklarım onun siyah saçlarını tarar gibi dolaşıyor, arada sıcak suyun etkisiyle buhar yükseliyordu. O da aynı özenle benim saçlarımı temizliyordu. Garip bir şekilde, bu basit an bile bizi birbirimize daha da bağlıyordu.
Bedenlerimizi temizledikten sonra Civan abdest alıp banyodan çıkmıştı. Onun ardından ben de abdestimi aldım ve odaya geri döndüm.
Odaya girdiğimde gözlerim ona takıldı. Lacivert bir kumaş pantolon ve siyah bir kazak giymişti. Görünüşü o kadar etkileyiciydi ki gözlerimi ondan alamıyordum. Kazağı her ne kadar geniş olsa da sıkı bacakları ve belirgin kol kasları açıkça belli oluyordu. İri yapısı zaten dikkat çekiciydi.
"Süzmeye devam edecek misin hâlâ?" dedi alaycı bir ses tonuyla.
"Hıı?" dedim şaşkınlıkla, söylediklerini tam anlamayarak. Ama o anda ne yaptığımı fark ettim. Resmen dikilmiş, onu izliyordum! Hemen kendimi toparlamaya çalıştım ve bakışlarımı ondan çekerek dolaba yöneldim.
Dolabın kapağını açıp giyecek bir şeyler aradım. Zümrüt yeşili bir elbise gözüme çarptı. Elime alıp altına da siyah topuklu bot seçtim. Siyah bir iç çamaşırı takımı da aldım. Ona arkamı dönerek bornozumun altına çamaşırlarımı giymeye başladım. Sonra, kaçınılmaz bir şekilde, bornozu çıkardım ve elbisemi giydim. Botlarımı da giydikten sonra makyaj masama oturdum.
Saçlarımı kurutup düzleştirdim, ardından sade bir makyaj yaptım. Günlük kullandığım altın kolyemi ve bileziklerimi taktım. Yeni gelinlerin altınlarını takması gerektiği bir gelenekti. Bu yüzden takılarımı tamamladıktan sonra nihayet hazırdım.
Civan'a döndüm ve "Hazırım," dedim sakin bir sesle.
"Hele şükür," dedi alaycı bir şekilde. Sanki onu saatlerce bekletmişim gibi söyleniyordu.
Oturduğu koltuktan kalktı ve dolaptan bir yüzük kutusu çıkardı. Bana doğru birkaç adım attı ve yüzünde hafif bir pişmanlık ifadesi vardı.
"Yavrum, biliyorum hiçbir şey istediğin gibi olmadı. Bir evlilik teklifi bile edemedim, ama yüzüksüz dolaşma etrafta," dedi içtenlikle. Sözlerinde pişmanlık ve üzüntü vardı, bu durumun içine nasıl dert olduğunu görebiliyordum.
Ama benim için bunlar önemli değildi. Onunla birlikteydim ve bu, bana yetiyordu.
"Seninleysem, geri kalan hiçbir şeyin önemi yok ki," dedim omuz silkerek.
Civan gülümsedi. "Gel öyleyse, yüzüğünü takalım kadınımıza," dedi.
Seke seke yanına vardım. Kutuyu açtı ve içinden vintage bir pırlanta yüzük ile zarif bir alyans çıkardı. Yüzüğe bakar bakmaz gözlerim parladı. O kadar güzeldi ki hayranlıkla inceledim.
"Civan, bu yüzük inanılmaz güzel," dedim heyecanla.
"Senin kadar değil," diye karşılık verdi, gözleri bana sevgiyle bakarken. Ellerimi tutup alyansı ve pırlanta yüzüğü parmağıma taktı. Alyansın içinde küçük harflerle yazılmış ismini gördüm, bu detay beni daha da duygulandırdı. Parmağıma yüzüğü taktıktan sonra elime nazik bir öpücük kondurdu ve geri çekildi.
Yüzümde güller açıyordu artık. Bu adam yanımdayken hep böyleyim, içim kıpır kıpır.
"Gidelim mi?" diye sordu yumuşak bir sesle.
"Olur," dedim nazlı bir şekilde, hafifçe gülümseyerek.
Ellerimi sıkıca tuttu ve odanın kapısını açtı. Oda tertemizdi; ben elbiselerimi giyerken Civan odayı toplamış, hatta kanlı çarşafı bile ortadan kaldırmıştı. Sanırım çöpe atmıştı.
Bu adamın her detayı düşünmesi beni daha da etkiliyordu.
Saat kaçtı, bilmiyordum, ama bakmaya da gerek duymadım. Konakta ortalık oldukça sessizdi, herhangi bir hareketlilik yoktu. Civan’la birlikte alt kata indik ve salona girdik. Ali Amca, Derya Teyze, Asmin ve Emrah koltuklara yayılmış, koyu bir sohbete dalmışlardı. Asmin’in gülen yüzünü görmek içimi ısıttı. Onun mutsuz olmasını istemezdim.
“Hayırlı sabahlar,” dedi Civan içeri girerken.
"Günaydın," dediler diğerleri hep bir ağızdan. Ben ise utana sıkıla, hafif bir sesle, "Günaydın," diyebildim.
Civan’la ayakta duruyorduk hâlâ. O sırada Derya Teyze beni çağırarak, "Kızım, ne utanıyorsun, gel hele yanıma," dedi.
Bu söz işime geldi, hemen Civan’ın elini bırakarak Derya Teyze’nin yanına oturdum.
Derya Teyze yüzüme sevgiyle baktı. "Yavrum, Asmin benim için neyse, sen de osun. Eskiden de severdim seni, bilirsin, ama şimdi gelinim oldun ya, daha bir sevdim. Sen de bizi anan baban bil, sakın çekinme hiçbir şeyden. Önceden nasılsan yine öyle davran, olur mu kızım?" dedi tatlı bir ses tonuyla.
İçimden, "Yerim ben bu kadını," dedim ve gülümseyerek, "Tamam, Derya Teyze," diye karşılık verdim.
Teyze lafı hiç hoşuna gitmemiş olacak ki, "Teyze yok artık, ana diyeceksin kızım," dedi sahte bir alınganlıkla.
Gülümseyerek, "Tamam, ana," dedim.
Sonra Asmin’e döndü. "Kızım, git Seher'e söyle, abinle yengene kahvaltı hazırlasınlar," dedi.
"Hiç gerek yok, ben hallederim," diye itiraz ettim, ama dinlemedi.
"Olur mu öyle şey, sen otur, ben söylerim," dedi Asmin. Beni gayet anlayışla karşılamaları hoşuma gitmişti. Yeni biri olarak tavır görmeyi beklerken sıcak karşılanmak içime su serpti.
Bu sırada Civan, Emrah ve Ali Amca da kendi aralarında sohbete dalmışlardı. Etrafımda dönen bu samimiyet ve sıcaklık, içimde tatlı bir huzur yarattı.
"Zehra Nine nerede?" diye sordum Derya Anne'ye. Yeni bir alışkanlık kazanmak için "anne" demeye çalışıyordum.
"Odasında dinleniyor kızım," dedi derin bir iç çekerek. "Yaşlandı artık, üzülüyorum hâline."
Ben de üzüldüm bir an. Zehra Nine’nin hâli içimi burkuyordu ama elimizden gelen bir şey yoktu. "Allah başımızdan eksik etmesin," dedim içtenlikle. Ona bir şey olursa şüphesiz çok üzülürdüm.
"Amin yavrum, amin," dedi Derya Anne de, sesi hafifçe titreyerek.
Bu sırada Asmin içeriye girdi. Gözleri direkt beni buldu. Hafif bir gülümsemeyle, "Berin, gelsene benimle," dedi.
Niye çağırıyordu ki beni? Kötü bir şey söyleyecek diye korktum ama yüzü gayet normaldi, sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu.
Civan, kaşlarını kaldırarak ve alayla gülümseyerek Asmin’e döndü. "Hayırdır?" dedi, Asmin’e göz kırparak.
"Abi, yengemle mutfağa geçeceğiz, abartma hemen," dedi Asmin, kardeşlik şakalaşmasıyla. "Kızı kaçırıyorum sanki!"
Onun bu sözlerinden sonra Civan bir şey diyemez sandım ama yanılmıştım. Ses tonunu biraz sertleştirerek, "O niye gidiyor ki? Kızlar hazırlasın," dedi, bu sefer ciddiyetle.
O anda herkesin dikkatleri üzerimize çevrildi. Bu yaptığıyla beni daha da utandırıyordu. Daha yeni alışmaya çalışıyordum, ama o tam tersine beni zor durumda bırakıyordu.
Derya Anne, oğlunun bu tavrına pek dayanamadı. "Oğlum, elleşmesene, bırak gitsinler. Kızlara karışma!" dedi, bizi destekleyen bir tavırla.
Kendi kendime, "Öldüreceğim bu adamı," diye düşündüm. Beni bilerek mi utandırıyordu, yoksa farkında olmadan mı yapıyordu, emin değildim. Ama içimden bir şeyler mırıldana mırıldana Asmin’in peşine takıldım.
Civan’a sert bir bakış atmıştım, ama onun umursadığı falan yoktu. Gayet rahat bir şekilde diğerleriyle sohbete devam ediyordu.
Asmin, benim bu halimi görünce kahkaha atarak, "Berin, Allah sabır versin. Abimle nasıl dayanacaksın?" dedi şakayla karışık.
Bu kez ben de hemen karşılık verdim: "Asıl sen abimle nasıl dayanacaksın?"
Sözler ağzımdan öylesine çıkıvermişti, hiç düşünmeden. Ancak söylediklerimin etkisini fark ettiğimde çok geçti.
Gülümseyen yüzü bir anda soldu. Ne yaptığımı o an anladım. Biz en azından birbirimizi seviyorduk; onlar ise öfke ve nefretin içine hapsolmuşlardı.
"Asmin, öyle demek istemedim," dedim yerimde huzursuzca durarak.
O ise gülmeye çalışarak, "Sorun değil," dedi. Ama bu, içten bir gülümseme değildi. Zoraki bir tebessümle durumu geçiştirmeye çalışıyordu ve bu beni daha da kötü hissettirdi.
"Lanet gibi üstüne düştüm resmen," diye düşündüm içimden. "Asmin, her şey için özür dilerim. Ben böyle olmasını istemedim," dedim, samimiyetle.
Onun kırgınlığını düşündükçe içim daralıyordu. Abimi düşündüğümde ise aynı etkiyi hissetmiyordum. Zaten Abim her koşulda Asmin’den daha iyisini bulamazdı. Oturup kalksın, güzel görümceme dua etsin.
Asmin ellerimi tuttu, samimi ve sıcak bir şekilde gözlerimin içine bakarak konuştu:
"Berin, üzülmene gerek yok. Abim ve senin adına çok mutluyum. Serhat da benim kaderimde varmış demek ki… Olmuşla ölene çare yok, sen de üzülme olur mu?" dedi içtenlikle.
Bu kız melek gibiydi. Gerçekten içten ve tertemiz bir kalbi vardı. Hatta bu ailede herkes melek gibiydi. Bir de bizim aileyi düşünecek olursam… Her türlü şeytanlık, entrika, yılanlık vardı. Bu masum kız bizim ailenin içinde ne yapacaktı? Bu kadar temiz kalpli ve iyi niyetli biri onların arasında nasıl hayatta kalacaktı?
Düşüncelerimi bir kenara bırakıp kendime çektim onu. Sıkıca sarıldım ve kulağına, "İnşallah siz de çok mutlu olursunuz," dedim aynı onun içtenliğiyle.
Asmin hafifçe gülümsedi ve sessiz bir mırıltıyla, "İnşallah," dedi. Ama sesi o kadar cılızdı ki… İçindeki umutsuzluğu saklayamıyordu.
Asmin, koluma hafifçe vurduktan sonra yüzünde alaycı bir ifadeyle, "Hadi Berin, valla abim açlıktan yemek niyetine seni yer," dedi.
Gözlerimi devirip gülerek, "Sus kız," dedim ve onun kolunu cimdikledim. Gülüşmelerimizi susturmaya çalışarak beraber mutfağa doğru ilerledik. Konağın mutfağı oldukça büyüktü, çalışanlar içeride sabah kahvaltısını hazırlamakla meşguldü.
"Kolay gelsin," dedim hepsine samimi bir şekilde.
Hepsi birden dönüp bana baktılar. Kimi sahte bir gülümsemeyle, kimi ise içtenlikle, "Sağ olun, hanımım," dediler. Yüzlerindeki ifadeleri anlamaya çalıştım ama zamanla tanıyıp, kim nasıl biriymiş, anlarım diye düşündüm.
Asmin, genç bir kıza doğru dönüp, "Seher, hallettin mi masayı?" diye sordu.
Kız bizim yaşlarımızdaydı. Başına yazma bağlamıştı, uzun saçları ve duru bir güzelliği vardı.
"Hallettim, sadece çay ve şu tabaklar kaldı," dedi bal ve kaymak dolu tabakları işaret ederek.
"Tamam, biz hallederiz onları da," dedi Asmin, çayları alırken. Ben de işaret edilen tabakları aldım. Avludaki masaya doğru yürüdük. Sabah güneşi yavaşça ısınıyordu ama bulutlar çoğalıyordu. Kış başlamadan önce, dışarıda son bir kahvaltı yapıyor gibiydik.
Asmin, "Ben abimi çağırayım," dedi ve üst kata doğru gitti. Yaklaşık iki dakika sonra, Civan ve Asmin birlikte aşağı indiler. İkisi de gülerek gelince, benim yüzüme de bir tebessüm yerleşti. Onlar gelene kadar ben çayları doldurmuştum.
Civan masanın başına otururken, "Kurt gibi açım," dedi. Hemen sağ tarafına ben, sol tarafına ise Asmin oturdu.
"Afiyet olsun, abicim," dedi Asmin imalı bir şekilde gülerek. Civan, onu hiç takmadan ne bulduysa yemeye başladı. Gören, yemek vermiyorlardı sanırdı.
"Yavaş, boğulacaksın," dedim gülerek.
"Ben boğulmam, da sen açlıktan ölecek gibi duruyorsun, yesene şunlardan," dedi ve çilek reçelini ekmeğin üstüne koyup, ağzıma uzattı. Gülerek ağzımı açtım ve yedim.
"Abi, kıza kilo aldırmak mı niyetin?" dedi Asmin Civana.
"Evet, baksana kuş kadar kalmış," dedi Civan, normal bir şeyden bahseder gibi.
"Neresi kuş kadar? Berin, kilo falan alma, böyle fiziğin çok güzel," dedi Asmin bana tavsiye verirken. Haklıydı, seviyordum fiziğimi. Ama pislik Civan hiç durur muydu? Asla.
"Kızım, ben karımın fiziğini bilmiyorum, baksana maşallahı var," dedi, normal bir şeyden bahseder gibi ama bana imalı imalı bakıyordu.
Onun o imalı bakışları her seferinde beni biraz daha gerginleştiriyordu.
Civan'ın yüzündeki ifade aniden değişti ve telefonu sıkmaya başladı. Merakla ne olduğunu sordum, içimde bir endişe yükseldi. "Ne oldu?" dedim, "Bir anda böyle sinirlendiren ne vardı?"
Civan, gözleri öfkeyle parlayarak, "Öldüreceğim o orospu çocuğunu," dedi ve telefonu masaya fırlattı. Sonra da hızla ayağa kalktı.
O an, telefonu fırlattığı yere baktım ve ekranda gördüğüm mesaj beni şok etti. Mesajda şunlar yazıyordu:
"Evlenmiş olman benim için hiçbir şey değiştirmez küçük hanım. Eğer istersen, gelip şimdi bile seni düşürdükleri durumdan kurtarabilirim. 'Evet' de, saniyesinde gelip alayım. Bu arada, Adar ağa ben, seni herkesten çok seven adamım."