Alim ormanlık alana bakan camekanın önünde bir masaya oturmuş mönüyü inceliyordu. Kulağına giden eslerimizle geldiğimizi fark etti. Çatık kaslarıyla oğlanları azarlamaya hazırlanıyordu ki arkalarından beni fark etti. Bir saniyeliğine ağzı açık kaldı. Sonra kaşları önce gevşedi sonra yukarı kalktı. Yüzüne gördüğünü beğenmiş bir tebessüm yayıldı. Ayaklanıp masaya ulaşmamızı bekledi.
“Vaay bizim çirkin ördek kuğuya dönmüş, canımın içi bu ne güzellik?” Bir kolunu omzuma sararak yanaklarıma tüy gibi birer öpücük kondurdu.
“ Abartmayın lütfen”
“ Yok yok en iyisi biz bu aksam gözlerimizi dört açalım, birileri seni çalmaya kalkar falan başımız derde girmesin sonra” gözlerimi devirmekle yetindim, cevap verdikçe uzayacaktı çünkü. Benden ayrılınca Periye de hoş geldin dedi. O mesafeli bir tebessümle karşılık verdi. Arkadaş gibi olmasalar da ortamın gerilmesine izin vermiyorlardı.
İkizler çoktan masanın bir tarafına kurulmuştu. Biz de diğer tarafa oturduk. Alim baş köşeye oturmuştu zaten. Ben de yanına oturdum.
“ Sizi beklerken mönüyü inceledim, geçen seferkine nazaran tatlı çeşitlerini arttırmışlar, ana yemek köfte, ızgara falan var ama ben balık yemek istiyorum.” Deyip bizim istediklerimizi sordu. İkizler karışık ızgara istediler, peri tavuk ızgara istedi ben balık istiyordum ama muhtemelen bitiremeyecektim. Rahatsız kıpırdanmalarımdan derdimi anlayan Alim
“ Sen ne arzu ediyorsan iste prenses, bitiremezsen kalanını dışarıdaki hayvanlara veriyorlar, ziyan olmuyor.” Dedi. Ben de balık istedim.
Yemeklerimiz geldi, herkes acıkmış olmalıydı neredeyse hiç konuşmadan bitirdik. Ben bile neredeyse bitirmiştim tabağımı, taze balık gerçekten lezzetliydi. Annem bana ulaşamayınca Periyi aramış. Ben de bitirdiğim tabağın resmini çekip attım, bu kadar yediğime inanamadı.
Çaylarla beraber tatlılar da geldi. Ben bir de tatlı yiyemem deyip hiçbir şey istemedim. Alim kendi tabağından kendi çatalıyla yedirmeye çalıştı, kusmakla tehdit ettim. Sanırım çatalından tiksindiğimi düşünüp biraz bozuldu, tiksinmezdim ama bunu bilmesi gerekmiyordu.
Yemek sonrası ikizler film izlemek istedi. Peri bütün gün ders çalıştığı için yorgun olduğunu söyleyip müsaade istedi. Benim tüm gün uyuduğumu biliyorlardı, ellerinden kurtulamadım. Bari üzerimi değişeyim dedim.
Peri kaçamak bakışlarla nasıl olduğumu kontrol ediyordu. Göz göze geldiğimizde cesaret bularak sordu
“ Meleğim istemiyorsan gitme, başımın ağrıdığını tek bırakmak istemediğini falan söyleriz” dedi. Gözlerinden uyku akıyordu.
“ Hayır sorun değil, her zaman olan şeyler, ben alışığım “ dedim. Benim peşimden ta buralara sürüklenmişti, daha fazlasını istemek haksızlık olurdu.
Eşofmanlarımı giyinip anahtarı alarak yan tarafa geçtim.
Orta sehpanın üzeri atıştırmalık dolmuş. Koltuğun önüne minderler yerleştirilmiş, televizyona tablet bağlanmış hazır vaziyette beni bekliyorlardı. Alim ve Hasan birer tekli koltuğa oturmuşlardı. Ben de üçlü kanepenin bir ucuna tüneyerek dizlerimi kendi altıma topladım. Hüseyin de filmi açıp diğer köşeye oturdu.
Birazdan Hasan uzak kaldım deyip üçlü koltuğun ortasına geldi, Hüseyin sıkıştık deyip tekliye geçti. Alim bir ara kayboldu, üzerini değiştirmiş salaş beyaz bir tişört, gri eşofman altı ile geldi. Koltuğun minderlerinden birini alıp önümde yere oturdu.
Sırtı dizime yaslanıyordu. Sehpadan cips tabağını alıp bana uzattı. Şimdi ben ona yukarıdan bakıyordum gözlerimiz, yüzlerimiz ne kadar yakınsa , kalplerimiz o kadar uzaktı birbirine. Şirin şirin tebessüm edip tabağı elime alarak filme döndüm.
Hayatımda ilk defa görmüş gibi cips yiyordum burnuma dolan çam kokusunu engellesin diye.
Yağa buladığım ellerim bir karış ötesindeki saçları okşamak istiyordu.
Dalgalı kabarık saçlar parmaklarımdan akarken ölmek bile güzel geliyordu. Yağlı ellerimi bile sürsem geri çektirmezdi, başını avucuma daha da yaslar kedi gibi mırlanırdı.
Yapamazdım.
Hayallerim daha fazla raydan çıkmasın diye kendimi bir hızla yan tarafa atarak ayaklandım.
“ Ayh dizlerim uyuştu, sen de bunu verdin elime bağımlı gibi ye ye bitmiyor. Battı ellerim gidiyorum ben.”
İtiraz saniyesinde geldi.
“ Ne gitmesi kızım burada su yok mu, yıka ellerini otur işte.”
“ Yok film de sarmadı zaten, gideyim en iyisi.”
“ Tamam bekle ben geçireyim seni.”
Üzerimi gözden geçirip hoşnutsuzca yüzüme baktı.
“ Sen böyle mi gelmiştin”
“ Hı hı, şurdan şurası zaten üstüm kalın üşümedim.”
Daha lafımı bitirmeden odaya girdi. Kendi üzerine eşofman üstünü almış, diğer elinde de sabahki hırkası. Yanıma yaklaşıp omuzlarımın etrafından sardı.
“ Hasta olursan yengemin dırdırından kurtulamam, güzelce saralım seni rüzgar çarpmasın.”
Bebek gibi kundakladı beni, burnuma dolan kokusunu umursamamaya çalıştım. Beraberce kapı önüne çıktık. Anahtarımla kendi kapımızı açacaktım.
“ Meleğim üşümeyeceksen biraz yürüsek mi?”
Tam kurtuldum diyorum başka bir şey çıkıyor. Ne kadar hevesli baktığını görünce kıyamadım.
“ Olur soğuk değil, yürüyelim”
Omuzlarımdaki hırkanın kollarını giydirip önümü ilikledi. Birer karış uzun gelen kolları ile palyaço gibi gözüküyor olmalıydım.
Dudakları yanlara kıvrılmaya hazırlanıyordu .
“ Gülersen tekme atarım “ dedim.
“ Ne gülecek mişim?” derken ağzı kulaklarındaydı
“ İçeri giderim” dedim. Birden ifadesini toparladı. Girmemi istemiyor, hatta korkuyor gibi.
Yavaş yavaş göl kenarındaki parka doğru adımladık. O böyle zamanlarda elini kolunu etrafıma dolardı. Uzak hallerim cesaretini kırıyor, belki de eskisi kadar sevmiyordu beni.
Neyse sarılıp durmasın zaten ne yapacağımı şaşırıyorum.
Parkta bir kaç çift vardı. İkimiz de konuşmaya yeltenmeden göl kıyısından yürümeye devam ettik.
Biraz ilerimizdeki bankta oturan çift oldukça samimi duruyordu. Gözlerimi üzerlerinden çekmeye fırsat bulamadan öpüşmeye başladılar. Ne olduğunu anlayamadan kocaman bir el gözlerimi kapattı. Kolumdan tutup beni kendine çevirdi ve başımı göğsüne sakladı. Kalp krizi geçirmeden kaçmam kurtulmam lazımdı. İşi çirkefliğe vuracaktım.
“ Noluyo be, bırak beni nefes alamıyorum.”
“ Şu tarafa doğru yürüyelim, bırakacağım söz”
“ Ya gördüm zaten her şeyi, bebek miyim ben , bıraksana”
“ Bebeksin tabi, gördüm diyor birde , kıpırdanma, az daha uzaklaşalım.”
“ Tamam söz önüme bakacağım, çek şu elini.“
“ Tamam çektim ama sen yine de önüne bak, bak yapraklar falan çok güzel onları seyret.”
Bebek gibi beni avutuyordu. Ses etmeden dediğini yaptım. Yaprakların ayağımın altındaki çıtırtısına odaklanırsam belki gece vakti, burada baş başa gezdiğimizi unutabilirdim. Etrafta çiftler sarmaş dolaş gezinirken kolay değildi, ama deneyecektim.
Boş bir banka yaklaştık.
“ Gelsene biraz oturalım.”
“ Olur.”
“ Sen yine de etrafa çok bakma.”
Uyarılarına gözlerimi devirip homurdandım.
“ Tamam tamam, meraklısı değilim zaten.”
“ Baloya gideceğin zaman öyle söylemiyordun ama.”
Çok güzel, hatırlat da iyice utanayım. Üste çıkmak için hızlıca savunmaya geçtim.
“ O lafın gelişiydi, yapmadım sonuçta.”
Bir müddet sessiz kaldıktan sonra aklına gelmiş gibi merakla sordu.
“ Ee arıyor mu Ahmet, konuşuyor musunuz?”
“ Yoo, numaramız bile yok. Okulun başarı listesinde gördüm gitmiş istediği okula. Başka bir şey bilmiyorum. “
“ Hiç merak etmedin mi?”
Bu kadar irdelemesi sinirime dokunuyordu. Son kez iyice anlasın diye gözlerine bakarak konuştum.
“ Merak edilecek bir alakamız yoktu bizim onunla. “
Bu kez gözlerini önümüzde uzanan göle çevirdi.
“ Çok katısın. Çocuğa acımadım desem yalan olur.”
Şu konu nerden kapanıyordu?
“ Ya ben ne yapabilirim ki, ben mi dedim gel bana tutul diye.”
“ Yanında başkasını görsen üzülmezsin yani?”
Üzülürüm ama Ahmet’in yanında değil, senin yanında.
“ Üzülmem, bilakis önüne baktığı için memnun olurum, o iyi biri, mutlu olsun.”
Bu kez şaşkın bir gülüşle baktı yüzüme.
“ Senin aşk konusunda daha duygusal düşündüğünü zannediyordum.”
Beni yargılayana da bakın.
“ Pek duygusal sayılmam, bence aşık olmak kişisel bir problem, karşındakinin suçu yok.”
Tek kaşını havalandırıp iyice yüzüme eğildiğinde öleceğim sandım.
“ Problem demek, sen aşkı problem olarak mı görüyorsun?”
“ Tabi, hem de büyük bir problem.”
Gözlerimi belerterek verdiğim tepki komik gelmiş olmalıydı, gamzesini göstere göstere bir müddet güldü.
“ Bence sen çok abartıyorsun, geçende de söyledim. Bir grup hormonun yoldan çıkmasından ibaret aşk. Farklı anlamlar yüklemek sadece gereksiz mesai.”
“ Öyle diyorsan öyledir.”
Durup da ona aşkı övecek değildim, başıma bu kadar derdi açmışken hem de.
“ Aslolan sevgi bence. Zamanla yok olmayan bir şey. Bir annenin çocuğuna olan sevgisi, iki arkadaşın sevgisi, kardeşlerin sevgisi, paha biçilemez bir hazine. Mesela sen, benim için dünyadaki herkesten kıymetli olabilirsin. Hasan ve sen denize düşseniz ben seni kurtarırdım.”
Gözleri pırıl pırıl kocaman bir gülümseme eşliğinde söyledikleri ok ok kalbime batarken böyle uzun sohbetlerin benim için hayati tehlike arz ettiğini bir kez daha anladım.
Hayatta kalmak için tüm gücümle oyuna devam etmeliydim. Beklemediği anda koluna vurdum.
“ Beni kurtaracaksın tabii, Hasan yüzme biliyor.”
“ Kırdın kolumu küçük cadı, öpmen lazım yoksa geçmez.”
Eyvah kafayı taktıysa öptürmeden bırakmaz.
“ Git Hasan öpsün seni” deyip oturduğum yerden fırlayarak evlere doğru koştum. Tabiki peşimden geliyordu.
“ Ne öptürecekmişim kendimi o deveye.”
“ Banane ben de öpmem.”
“ Kolumu acıtırken düşünecektin, derhal gel buraya.”
Ben koştursam da o sakin adımlarla ilerliyordu, yine de aramızdaki mesafe kapanmak üzereydi.
Nerede olduğuna bakayım derken ayağımın takılması ile havalanmam bir oldu. Gözlerimi yumup zemine çakılmayı bekledim.
Fakat aksine yerden daha fazla havalandım. Alim bir elini belimin, bir eli dizlerimin altına dolamış kucağında tutuyor, yüzünü yüzüme iyice yaklaştırmış nefesi tenime değiyordu.
Allah’ım sen beni neyle sınıyorsun!