1. Kırılma noktası
Bütün hikayeler karakterin mutlu bir sabaha uyanmasıyla başlar sanırdım. Benim hikayem de öyle başlasaydı keşke.
Maalesef benim hikayem küçük kalbime çöreklenen boyumdan büyük sevda ile başlıyor. Rengi her geçen gün daha da kararan, yasak bir sevda.
Aslında sevdiğim kişi için çok önemliyim. Benim için canını verir. Ona sorsam beni kıracağına kolunu kırar. Beni herkesten çok seviyor tabi kardeşi olarak.
Amcamlar ile aynı bahçenin içindeki iki villada karşılıklı yaşıyoruz. Üç erkek kuzenim var. İki de ağabeyim. Beş çocuk içinde tek kız olunca prenses olmak kaçınılmaz oluyor.
Etrafim Yumak yumak sevgi ile kaplı. Ben ise bütün şımarıklığım ile sadece bir kişinin sevgisini istiyorum.
Öyle ki bir tek beni sevsin istiyorum. Sen benim birtanemsin derken gerçekten bir tanesi olayım istiyorum. Onu kimse ile paylaşmayayım istiyorum.
İşte dört yıldır kıvrım kıvrım kıvrandıran kalp ağrımın sebebi bu.
Ali'm.
Beş yaşındayken kucağına verilmişim, annem benden dört ve iki yaş büyük ağabeylerimin peşinde koştururken benimle ilgilenmek hep ona düşmüş.
Ali abi diyemeyince Alim demişim.
Yıllar geçtikçe değişen pek bir şey olmadı, benimle ilgilenmek için hep o gönüllü oldu.
Ta ki ben on beş yaşındayken uzanamadığım eriğe ulaşayım diye kucağına aldığında dengemizi kaybedip yuvarlanıncaya kadar.
Üzerime düştüğünde beş saniye göz göze kaldık. Kendini yan tarafa atıp dünyanın en komik şeyini görmüşcesine gülmeye başladı.
O anı size tarif etmem çok güç. Sanki zaman durmuş da ben o beş saniyede hapis kalmışım gibiydi.
Baktığım her yerde kapkara gözleri, bütün dünyamı kaplamış gibi.
Neden sonra benim gülmedigimi fark edip doğruldu.
"Miniğim ne oldu, canın mı acıdı. Tabi ya hayvan gibi düştüm üstüne, ezildin dimi" derken bir yandan da ayağa kalkarak, tutmam icin bana elini uzattı.
Tuttum.
Elektrik çarpmış gibi, kor ateşe değmiş çekmem bir oldu. Bir anda, yada beş saniyede her şey bambaşka birşeye dönüştü sanki.
Düştüğümden zannettiğim kalbimdeki gürültü beş katına çıktı. " Elin mi açıyor" deyip bu sefer de omuzlarımdan tutarak doğrulamamı sağladı.
Aslında her şey her zamanki gibiydi. Biz Ali'm ile birbirimizden hiç çekinmezdik sevgimizi gösterirken.
Eğilip iyice yaklaşarak yüzüme baktı, durgunluğumu fark etmemesi imkansızdı zaten.
"Bitanem çok mu korktun sen" deyip beni kucaklayıverdi, herzamanki gibi, sıkıca...
Kokusunu bilirdim, çam ormanı gibi ferah iç açan kokusu ciğerlerime yabancı değildi. Ama hiç başımı döndürmemişti şimdiye kadar.
Usulca kendimi geri çektim. Başımı göğsünden kaldırıp gözlerine bakmalıydım, yapamadım.
"Ben eve gideyim de üstümü başımı temizleyeyim" dedim.
Cevap vermesine zaman kalmadan eve doğru ilerledim.
Arkama bakmadan, yangından veya depremden veya fırtınadan kaçar gibi.
İşte o gün bu gündür kaçmalarım, kaçamamalarım bitmiyor. Ondan kaçsam kendimden kaçamıyorum.
Dört yıldır hayatımızda pek çok şey değilşti. O hukuk fakültesini bitirip babamla amcamın yanında staja basladı. Ben liseyi bitirip üniversiteyi kazandim.
Kendi şehrimizde okuyacağım, büyük şehirlere puanım yetmedi, yetse de gitmek istemezdim zaten.
Birkaç aydır yine aynı bahçenin içindeki evlerimizde yaşıyoruz. Benden iki yaş küçük ikiz kuzenlerim, ben ve Ali'm.
Abimler şehir dışındaki okullarında. Büyük abim Kerim pilot olmak istiyor, Hava harp okulunda. Küçük abim Seyit mimarlık kazandı. Ben babamın izinden gidiyorum, bir de Alimin, tabi bunu söylemiyorum.
Yaz bitmek üzere. Okulumun açılmasına birkaç hafta kaldı. Heyecanlıyım.
Okulum hukuk büromuza çok yakın. Babam bırakır sabahları, öyle konuştuk.
Ehliyetimi aldım ama kendi arabam bu yıl olmayacak. Biraz daha tecrübe edinmeliymişim. Bu da Alimin fikri. İtiraz etmiyorum, onun fikirleri önemli sonuçta.
Ben Aymelek, bu da benim kırık dökük hikayem.