Düşününce kızın haklı olduğu bir nokta vardı. Yalçın ve Yeşim annelerinin öldüğü evde yaşamamalıydı. Kerim’e talimat verdi. İstanbul’un en sakin ve en özel yerlerinden biri olan Poyraz köyde bir açıdan boğazı bir açıdan Karadeniz’i gören on beş dönümlük devasa bir Orman içinde yeni bir çiftlik satın aldı. Kayalıklardan inince kendine ait iskelesi olan küçük bir koyu bile vardı.
Arka tarafta içinde atların bulunduğu bir ahır, seyislerin kaldığı müştemilatlar, çiftlik hayvanlarına bakan görevlilerde aynı müştemilatlarda kalıyordu. İskeleye yatlarından birini bağladı. Barut adına yakışır ihtişamdaki yeni çiftlik evini daha önceki konakta 7 kişi ile korurken burada koruma sayısı 12 ye çıkarıldı.
Aslında bu yeni ev Yiğit ve Yeşim içinde güzel bir değişim oldu. Odasının terasına çıktığında muazzam bir deniz manzarası ile karşılaşıyor geceleri dalga seslerini dinleyebiliyordu.
Hakan ve Gülseren de durumdan memnun görünüyorlardı. Yalçın yeni evi çok beğense de yeni tanıştığı teyzesini göremediği için biraz huzursuzdu. Yeni odası yeni oyuncakları paranın satın alabildiği yeni olan hiçbir şey bu huzursuzluğu gidermeye yetmedi. Yeşim zaten iki yaşında bir bebek olarak kızı görür görmez benimsemişti. Ne zaman görse kollarını açıp “Tete” diye bağırıyor kızda onu Yiğit’i kıskandıracak bir şekilde sarıp sarmalıyordu.
Köşk Poyraz köye hem yakınhem de izole olunca Yiğit buradaki sükûneti daha çok sevdiği için artık Holdinge zaruri toplantılar dışında neredeyse gitmez oldu. Holdingin işlerini evden yönetirken aynı zamanda başında bulunduğu diğer işler içinde iyi bir kamuflaj görevi görüyordu köşk. Aynı zamanda orman içinde olduğu için farklı aktiviteler yapmaya da müsaitti.
Vazgeçmeyecekti Meyra. Barut Konağına gitmiş taşındıklarını öğrenmişti. Aslında sevinç dalgası geçti içinden. Yeğenleri annelerine mezar olan evden ayrılmış o enerji ile bağını kesmişti. Ancak başka bir sorun ile yüzü buruştu. Yeni taşındıkları yer hem Meyra’in mahallesine uzak hem de gidip gelmesinin problem olacağı bir mesafedeydi.
Nasıl çıkacaktı bu işin içinden? Tamam Yiğit Barut ile savaşmaya ya da en azından denemeye hazırdı maddi problemleri önünde bir engel değil dağ oluyordu zaman zaman. Tamam yapmakta olduğu hazırlıklar çok kolay yol aldıracaktı daha zamanı vardı. O zaman gelene kadar nasıl ilerlemeliydi? Bu düşüncelerle geldi mahalleye.
Sema annesi hakkındaki gerçekleri anlatınca zaten zar zor geçinen aileye yük olmamak için küçük bir daire tutmuş eski odasını boşaltmış eşyalarının büyük bir çoğunluğunu satmış ve kirasını ödemişti. Borçlu kalmayı hiç sevmezdi. Şimdi borcu yoktu parası da yoktu. Dolayısıyla Yiğit Barut ile savaşacak durumuda. Gerçi ne Sema annesi ne de kardeşi bildiği Furkan gitmesini istemediler. Lakin Meyra Doğan karar verdiğinde geri adım atan biri değildi. Yıllarca Meyra okusun diye büyük emek vermişti Sema annesi. Şimdilerde ise Furkan Polis olmaya çalıştığı için ölen kocasından kalan maaş ile anca geçiniyorlardı. Daha fazla yük olmamalıydı.
Lokantaya geldi. Part time da olsa bir gelir kapısıydı. Sinan abisi gibiydi onun için. Ayrı eve çıktığından beri burada Sinan’a Antep yemekleri konusunda yardım ediyor ve evini geçindiriyordu. Ancak Sinan cephesinde işler öyle değil di. Bütün mahallenin bildiği gerçeği bir tek Meyra fark etmemişti.
Sinan, Meyra’le bir yuva istiyor ancak keskin Meyra tavrı karşısında açılmaya cesaret edemiyordu. Bir iki denemesinden sonra işi bahane ederek daha yakınlaşma çabasına girebilirim diye lokantada çalışmasına canı gönülden razı olmuştu.
Akşam. üzeri korumalar "Meyra Doğan sizi görmek istiyor" deyince daldığı işten kafasını kaldırdı Yiğit. Nasıl bulmuştu izlerini?
"Ben size girmesine izin vermeyin demedim mi? Gönderin gitsin".
"Yiğitbey eğer yeğenini görmesine izin vermezseniz kapıya polisle geleceğini söyledi".
Polis lafı iyice sinirlendirdi Yiğit’i.
"Kiminle istiyorsa onunla gelsin. Gönderin dedim size".
Korkuyla çıkan korumanın ardından sinirine yenilen Yiğit ne var ne yok dağıttı odada. Buna nasıl cüret ediyordu? Her defasında bunu nasıl yapıyor bir şekilde Yiğit’ın ayarları ile oynamayı başarıyordu. O sıra Kerim girdi içeri.
"Yiğit konuşmamız gerek. Kızı içeri almamışsın ancak bu iyi bir fikir değil. Anladığım kadarıyla üvey kardeşi polis olmak üzere.Çevresinde bir sürü polis var. Ve hakkında bu kadar şaibeli iddia varken buraya polis gelmesi iyi bir fikir olmayabilir".
"Sen nereden biliyorsun?" diye gürledi Yiğit.
Yıllardır yakınında olduğu adamın tepkilerini o kadar iyi biliyordu ki Kerim oralı olmadı.
"Biraz araştırma yaptım. Daha doğrusu senin araştırma yapmamı isteyeceğini düşündüm".
"Anlat".
"Kız hayatta evlatlık verildiği aileden başka kimsesi bulunmuyor”
"Bunları biliyorum başka?"
"Evini taşımış küçük bir stüdyo dairede yaşıyor.. Mahallede çok seviliyor. Yarı zamanlı Sinan’in yeri isimli bir Lokantada çalışıyor. Kız farkında olmasa da Sinan denilen kişi kıza yanık."
Duydukları Yiğit’ın içinde bir volkan gibi patladı. "Sinan denen kişi kıza aşık". Daha fazla tahammül edemedi.
"Yeter" dedi Yiğit.
"Daha bitmedi ki bilmen gereken".
"Çık Kerim bilmek istemiyorum. Basit aciz ve zavallı bir kız işte."
Oysaki Kerim dersini iyi çalışmıştı. Meyra Doğan 24 yaşında Boğaziçi Üniversitesi Gıda Mühendisliğini derece ile bitirmiş, üzerine Gastronomi çift ana dal yapmış, Gıda Kimyası ve katkı Maddeleri üzerine yüksek lisans tezini bitirmek üzere Dünyanın en önemli Üniversitelerinden doktora daveti almış, yazdığı makaleler ile göz dolduran bir akademisyendi. İleri derecede Fransızca, İngilizce ve Almanca konuşabiliyordu. Yurt dışına gitme hayalleri kurarken aradığı ablasının cinayete kurban gitmesi ile eli kolu bağlanmış bir şekilde çakılıp kalmıştı. Ablasının ölümünden Yiğit’i sorumlu tutuyor yeğenlerini almak için savaşacağa benziyordu.
Kerim daha fazla uzatmadı nasılsa Yiğit Barut bu bilgileri neden daha önce söylemediğini sorduğunda şu anı yüzüne vuracak kadar haklıydı.
"Ezberin çok fena bozulacak kadim dostum" dedi kendi kendine odadan çıkarken.