Ethan’dan
Hastanenin koridorlarında yankılanan aceleci ayak sesleri, içimde büyüyen panik dalgasını daha da yükseltiyordu. Kapılar yüzüme kapanmış, sevdiğim kadını içeri almışlardı. Şimdi ise geriye sadece beklemek kalmıştı. Ama bu bekleyiş, her geçen saniyede içime ağır bir taş gibi çöküyordu. Gözlerimi kapının üzerindeki kırmızı ışığa dikmiş ondan gelecek iyi bir haber bekliyordum.
Defne’nin sedyede o solgun yüzüyle içeri götürülüşünü tekrar tekrar gözümün önünden geçiyordu. Zihnimden uzaklaştırmaya çalışsam da o görüntü aklıma kazınmış gibiydi. Avuçlarımda hâlâ onun soğuk ellerinin hissi vardı. Elleri… daha birkaç saat önce bana güç veren, yaşam dolu elleri ellerimden kayıp gitmiş beni bu soğuk koridorda onu beklemeye mahkum etmişti.
Koridorda yavaşça volta atmaya başladım. Ayaklarımın altındaki beyaz fayanslar adım seslerimle inliyordu. Duvarlar, hastane ortamının soğukluğunu tamamlarcasına beyazdı ve bu steril ortam, her geçen saniyede içimi daha çok sıkıyordu. Bütün vücudumdaki her kasım titreyen bir yay gibi gerilmişti.
Bekleme salonuna yöneldim. Derin bir nefes almak için pencereyi açıp dışarı baktığımda, şehir ışıklarının sessizce yanıp söndüğünü gördüm. Kaliforniya'nın sevdiğim kaotik ama bir o kadar düzenli olan o ışıltılı manzarası, bugün bana ne kadar sönük görünüyordu. Ellerimle pencerenin soğuk pervazına dokundum. Camda gördüğüm kendi yansımamın bitkinliği, ışıkların arasında kaybolmuş gibiydi. “Ne olur… iyi olsun.” diye fısıldadım. Sesim o kadar kısılmıştı ki, kelimeler kendi içimde yankılanıyordu.
Saatler geçmiş gibiydi, ama sadece birkaç dakika olmuştu. Carter yanıma geldi, elinde bir kahve fincanı vardı. Kahveyi bana uzattığında, başımı iki yana salladım. Konuşacak hâlim yoktu, boğazımdaki düğüm konuşmamı imkânsız kılıyordu. Carter ise yanımda sessizce durdu. Onun varlığı, bir nebze olsun yalnızlık hissimi hafifletiyordu ama bu içimdeki boşluğu doldurmaya yetmiyordu.
Bir süre sonra kapı açıldı. Doktor, üstünde beyaz önlüğü ve yüzünde yorgun bir ifadeyle dışarı çıktı. Doktor orta yaşlarında, saçlarına aklar düşmüş ve gözlüklerinin arkında mavi olduğunu gördüğüm 1.80 boylarında bir adamdı. Dışarı çıkar çıkmaz gözleri doğrudan benimkilerle buluştu. Adımlarım beni otomatik olarak ona doğru yöneltti. Kalbim göğsümde çırpınıyor, her atışı bir bomba gibi patlıyordu.
“Bayan Soylu’nun yakını Ethan Hunt, değil mi?” diye sordu doktor, nazik ama ciddi bir sesle.
Başımı hızla salladım. “Evet. Defne nasıl? İyi mi? Ona ne oldu?”
Doktor, bir an duraksadı. Derin bir nefes alarak elindeki tablete baktı, sonra yüzüme geri döndü. Yüzündeki ciddiyet ifadesi değişmemişti. “Defne’nin bilincini kaybetmesine neden olan şey, beyninde oluşan bir ödem.” dedi. “Bu tür ödemler genellikle ya akut bir travmadan ya da mevcut bir patolojiden kaynaklanır. Herhangi bir yere çarpma olmadığı için Bayan Soylu’nun durumu travmatik değil. Bunun altında yatan başka bir neden var.”
Nefesim kesilmişti. Ellerim istemsizce yumruk oldu. “Nedeni nedir?” diye sordum, sesimdeki titremeyi engellemeye çalışarak. İçimdeki korku gitgide büyürken sesimin titremesini engellemeyi başaramamıştım.
Doktor, biraz daha yaklaştı ve nazik bir sesle konuşmaya devam etti. “Bayan Soylu’ya yapılan testlerin sonucuna baktığımızda, beyninde adenokarsinoma olduğunu teşhis ettik. Bu, genelde başka bir bölgede başlayan ve beyne sıçrayabilen agresif bir tümör türü. Ancak maalesef, Bayan Soylu’nun durumu şu anda ileri evrede.”
Sözleri beynimde yankılanırken, gözlerimin karardığını hissettim. “Hayır… hayır, bir hata olmalı. Yanlış teşhis olmalı!” dedim, kelimeler ağzımdan kontrolsüzce dökülürken.
Doktorun yüzündeki ifade, gerçeği yüzüme vururken “Bay Hunt, sizi anlıyorum.” dedi, sesi sakin ama bir o kadar kararlıydı. “Ancak elimizdeki bulgular bu hastalığı gösteriyor. Beyindeki ödem, tümörün yayılmasının bir sonucu. Şu anda ödemi azaltmak için müdahalede bulunuyoruz, ancak bu yalnızca kısa vadeli bir çözüm. Bayan Soylu’nun genel durumu, maalesef oldukça karmaşık.”
Sarsılmış bir şekilde bir adım geri attım. Hayatım boyunca gözlerim nadir anlarda dolmuştu. Ben bütün yaşlarımı annem gittiğinde döktüğümü sanırken meğerse sevdiğim kadın için biriktiriyormuşum. Gözlerimde akmaya hazır yaşlarla yere yığılmak üzereyken arkamda beliren Carter’la ar zor ayakta durabiliyordum “Onun… onun hiçbir şeyi yoktu. Her şey normal görünüyordu! Bu kadar kötü olduğunu nasıl fark etmedim?” diye sordum, kendi kendimi sorgular bir halde.
Doktor, derin bir nefes alarak başını iki yana salladı. “Bu tür tümörler, özellikle adenokarsinomlar, genellikle ilk aşamalarda sessizdir. Ancak ilerledikçe baş ağrıları, halsizlik, görme veya denge problemleri gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Bayan Soylu muhtemelen bu belirtileri yaşamış ama ya fark etmemiş ya da çevresindekilere belli etmemiş. Maalesef bu hastalık, birçok hastanın saklamak istediği bir gerçektir.”
Bir an sessiz kaldım, kelimeler zihnimde dolanıyordu ama hiçbir anlam ifade etmiyordu. Aklıma birden işini bırakıp evini satıp Tayland'a gitmesi geldi. O biliyordu. Hastalığı olduğunu biliyordu. Bana söylememişti. Bu farkındalıkla isyan edercesine “Bana söylemedi.” diye fısıldadım, kendi kendime konuşuyormuş gibi.
Doktor, bana destek olmak ister gibi omzuma nazikçe dokundu. “Bazen insanlar, sevdiklerini korumak için kendi mücadelelerini gizler. Defne hanım da bu yüzden söylememiş olma ihtimali yüksek. Ancak şu anda önemli olan, onun durumunun stabil kalmasını sağlamak ve yaşam kalitesini artırmaya çalışmak.”
Boğazımdaki düğümü çözmeye çalışarak, “Ne yapabiliriz? Tedavi için seçenekler nedir? Onu iyileştirmek için ne gerekiyorsa yaparım.” dedim, sesim çaresizlikle doluydu.
Doktor, bana acıyarak gözlerimin içine baktı, sanki söylenmesi gereken gerçeği açıklamak zorundaymış gibi. “Şu anda yapabileceğimiz en iyi şey, destekleyici tedaviyle Defne hanımın konforunu artırmak. Tümörün bu aşamada tamamen çıkarılması mümkün değil. Radyoterapi ve kemoterapi gibi yöntemlerle ilerlemeyi yavaşlatabiliriz. Ancak bu yöntemlerin bile etkisi sınırlı olacaktır.”
“Hayır!” dedim, bir adım atarak. “Bir yolu olmalı! Onun yaşaması gerekiyor! Ben onu daha yeni buldum. Kaybedemem.” dedim gözlerimden usulca akan yaşlarla.
Doktor, gözlerindeki hüzünle başını salladı. “Anlıyorum Ethan, ancak bu tür durumlar ne yazık ki bilim ve tıp sınırlarını zorlar. Defne’nin yanında olmak ve ona destek olmak, şu an yapabileceğiniz en büyük şey.”
Yavaşça yere çöktüm. Duvarlara bakarak derin bir nefes almaya çalıştım ama her şey boğucu bir karanlığa bürünmüştü. “Onu kaybedemem.” diye mırıldandım. “Bunu kaldıramam.” dediğimde Carter’da benimle yere diz çökmüş “Dayan dostum. Yanındayım. Bir şekilde üstesinden gelebiliriz.” diye beni teselli etmeye çalışıyordu.
Doktor sessizce yanımdan ayrılırken, koridorun boşluğu beni içine çekiyordu. O an, hayatımda ilk kez ne kadar zayıf ve çaresiz olduğumu hissettim. Gözlerimden süzülen yaşları silmek için uğraşmadım bile. Defne, bu kadar kısa sürede hayatıma anlam veren tek kişi haline gelmişken onu kaybetme fikri yüreğimi paramparça etmişti. Fakat doktorun nu umutsuz sözleri beni yıldıramayacaktı. Gerekirse dünyayı alt üst edecektim ama bir çare bulacaktım. Sevdiğim kadını ölüme bu kadar kolay teslim etmeyecektim.