O ise benim aksime ifadesizdi.
Simsiyah saçları yağmurdan ıslanmış ve alnına dökülmüştü. Uzun boyu, kehribar rengi gözleri ve dolgun dudaklarıyla hala çok yakışıklıydı. Eskisinden çok daha iri ve kaslı görünüyordu. Üzerinde bir takım elbise vardı.
Bu adam benim ilk aşkımdı ancak beni tanımadığına bakışlarından emin olmuştum.
Onunla birlikte olduğumda henüz on sekiz yaşımdaydım ve o sıra Çengel’de biraz fazla takılırdım. Karşımda ki adam ise o dönem sık sık oraya gelir ve hep üst katta ki localara çekilirdi. İlgimi çekmesinden ötürü ise bir süre sonra onun için gelmeye başlamıştım. Birkaç kez göz göze gelmiş, bir kez bilerek üzerine içki dökerek ilgisini çekmeye çalışmıştım ama çok sert bir duruşa sahipti asla ilgisini çekememiştim. Ta ki o geceye kadar.
O gece biraz üzgündü. Eve gitmek için dışarı çıktığında peşine takılmış ve ayağımı burkmuş numarası yaparak bana yardım etmesini sağlamıştım.
Neyse ki görmezden gelmemiş ve bana beni eve bırakmayı teklif etmiş olsa da ben aklımda ki plana sadık kalıp ailemle kavga ettiğimi falan söylemiştim. Gerçi yalan değildi, cidden kavga etmiştim. En sonunda beni kendi kaldığı otele götürdü ve odasına yakın bir odayı bir geceye mahsus ayarladı ve arkasını dönüp diğer odada ki koltuğa gidecekken onu kendime çevirip öpmeye başlayınca kayışlar kopmuş ve ilkimi o gece ona vermiştim.
Ancak sabah uyandığımda ise yaşadığım hayal kırıklığının haddi hesabı yoktu.
Gitmişti. Beni öylece, lekelenmiş çarşafımla bırakıp gitmişti.
Ondan sonra asla ona ulaşamadım. Ne bir daha Çengel’e geldi ne de kim olduğunu öğrenebildim. Onu bulup hesap sormak istemiştim ama şimdi karşımdaydı.
Hem de kanlı canlı.
“Sen iyi misin?” dedi sertçe. Onun konuşmasıyla kendime gelip toparlandım.
“İyiyim. Kusura bakmayın buralarda kimsenin olmayacağını düşünüp yola atıldım.” Dedim dümdüz bir sesle.
Uzatıp onu daha fazla görmek istemiyordum. Zaten hatalı olduğumun da farkındaydım.
Çatık kaşları düzeldi, hatamı kabullenmesi beklemiyor gibi görünüyordu. Sanırım kadın şoförlerden bayağı çekmişti.
“Önemli değil. Dilerseniz arabanızın masraflarını karşılayabilirim.” Dediğinde başımı şiddetle iki yana salladım ama beynim zonkluyordu.
“Gerek yok ben hallederim.” Dedikten sonra, “İyi günler.” Diyip arabaya binmek için arkamı dönecektim ki başım öyle şiddetli döndü ki dengemi kaybettim.
Belime dolanan güçlü kollar ile kalbim durdu.
Bu koku...
Hiç kimse de olmayan vanilya kokusu... Yıllar sonra tekrar solumak gözlerimi doldurdu.
“İyi değilsiniz.” Dedi hafif endişeli bir sesle. “Burnunuz kanıyor.”
Göğsüne dayamıştı beni tekrar düşmeyeyim diye. Ben ise bu kokuyu daha fazla solumak istemediğim için hemen doğruldum.
“Hassas bir burnum var.” Diye mırıldandım zar zor. Gerçekten öyleydi. En ufak şey de, aşırı streste kanardı hatta baygınlık da geçirirdim. Karakter olarak ne kadar güçlüysem bünyem o kadar zayıftı. Yağmur hala şakır şakır yağıyordu.
“İsterseniz sizi gideceğiniz yere kadar bırakayım.”
Ve kalbim yine durdu.
Yine aynı senaryo, farklı zamanlar, farklı yaşlar. Gözümden bir damla yaş yağmurla beraber yanağımdan süzülüp aktı.
Kendimi berbat hissediyordum.
“Gerek yok, ben arkadaşımı ararım o beni alır.” Dedim hızlıca. Arabasına binmek istemiyordum.
Sanki Nazlı beni duymuş gibi telefonum çaldığında koşturarak kendimi arabaya attım ve telefonu yanıtladım.
“Canımın içi nerede kaldın? Endişeleniyorum.” Dedi Nazlı endişe dolu sesiyle. Gözlerimi kapatıp açtım ve sert bir soluk alıp kendime gelmeye çalıştım.
“Şey, sizin evin aşağısında ki sapakta ufak bir kaza yaşadım.”
“Ne? Bekle, hemen geliyorum.” Dedi ve telefonu yüzüme kapattı. İçim az da olsa rahatladı. Bu adama muhtaç kalmak istemiyordum. Araba sürecek kadar da kendimi iyi hissetmiyordum.
Cam tıklatıldığında irkilip camı açtım. “Arkadaşınız geliyor mu?” yüzü hala sert ama sesi yumuşaktı.
“Evet geliyor, gerisini ben hallederim. Kusura bakmayın sizi de yolunuzdan ettim. İsterseniz ben sizin masraflarınızı karşılayayım.” Dediğimde itiraz etti.
“Önemi yok. Arkadaşınız gelene kadar arabada bekleyeceğim.” Diyerek arkasını döndü ve arabaya binip arabasını sağa çekerek durdurdu. Boğazımda ki yumruyla baş etmeye çalışırken kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Sıçtığımın hiçbir şeyi yolunda gitmiyordu.
Hala kanayan burnuma lanetler yağdırıp torpidodan peçete aldım ve burnuma koyup titreyerek Nazlı’yı beklemeye koyuldum. Islandığım için üşüyordum da. Arabanın kliması bile ısıtmıyordu ne beni ne içimi. Buz kesmiştim resmen.
Kısa bir süre sonra yokuştan aşağı bir araba indi ve hemen yanımızda durdu.
Arabadan inip kollarımı göğsüme sararak onun arabasına doğru yürüdüm ancak benimle beraber o adamda arabadan indi.
“Kardeşim?” diye şaşkınca konuşan Yaman arabadan indi ve iri gözleriyle yanımda ki adama bakmaya başladı. Nefesim kesildi.
“Dostum?” yanımda ki adamın sesi de hem şaşkın hem de mutlu bir tondaydı.
“Canımın içi gel, ayağım sakat olduğu için inemiyorum.” Diyen Nazlı’nın sesiyle kendime gelip hızlıca arabaya yürüdüm ve bana açtığı yere oturdum.
“İyi misin?” gözleri bedenimi öyle hızlı tarıyordu ki güç bela gülümsedim. “Sakin ol iyiyim, sadece burnum kanadı.” Diyerek onu yatıştırdım.
“Asıl sen bu halinin hesabını eve gidince vereceksin.” Dedim sertçe. Yüzünde morluklar vardı ayağı sakattı! Kim bilir ne olmuştu. Rüyam çıkmıştı.
“Anlatacağım merak etme.” Sesi biraz daha rahatlamış çıkıyordu.
“Rıfat abi, sen Beyza’nın arabasını getir ben bunu sürerim.” Diyen Yaman ile bakışlarımız yağmurun altında ki ikiliye kaydı.
“Bu kim?” dedi merakla Nazlı dışarıya bakıp.
Dudağımı dişledim. “Çarpıştığım adam. Anlaşılan o ki arkadaş çıktılar.” Sesim fısıltıyla çıkmıştı. Biraz acı doluydu sesim ve buna engel olamıyordum. Kalbim acıyordu. Oysa ki onca yıl geçmişti ama ben yine de ilk gün ki gibi acı duyuyordum. O gittikten sorma yaşadıklarım aklıma geldikçe tüylerim ürperiyordu.
Girdiğim depresyondan çıkmamı sağlayan kişi de Nazlı olmuştu. Onunla tesadüfen tanışmış ve beni iyileştirmesi ne izin vermiştim.
Yaman arabaya binip arabayı çalıştırana kadar dalgındım. Gözlerimi ona çevirdim. “Kusura bakmayın sizi de yordum akşam akşam.” Dedim mırıltıyla. Gözlerini aynadan bana çevirdi.
“Önemli değil. Talihsiz bir kaza olmuş.” Dediğinde Nazlı merakla hafif öne eğildi ve ona baktı. Bu sırada Yaman yokuşu tırmanıyor diğer iki araba da -içlerinden biri benimkiydi- bizi takip ediyordu.
“O kim?” diye merakla sorduğunda Yaman kafsını hafif çevirip ters ters ona baktı.
“Niye merak ettin? Sana ne?”
Şimdi ise Nazlı kaşlarını çattı ama Nazlı, Yaman’ın ses tonunda ki kıskançlığı anlamamıştı belli ki. Hafifçe sırıttım. Bunlar anlaşılan işi ileriye taşıyorlardı farkında olmadan. Umarım arkadaşım kalbine söz geçirebilir...
“Merak etmek de mi suç oldu? Kocam değil misin kiminle konuştuğunu merak etmek en doğal hakkım.” Diyerek kollarını huysuzca göğsünde bağladı. Bu hali fazla tatlı duruyordu. Yaman da aynı şeyi düşünmüş olmalı ki aynadan gördüğüm yüzü yumuşamıştı.
“Çocukluk arkadaşım. Yıllardır Rusya’daydı. Türkiye ye bugün gelmiş ve ilk işi bana sürpriz yapmak olmuş. Ancak talihsiz bir kaza yaşanmış.”
Sesi sakindi. Korkutucu bir adamdı ve Nazlı’yı bu hale onun getirdiğini bir an düşünmüş olsam da o kıskançlık ve bakışlardan anladığım kadarıyla Nazlı’ya zarar vermezdi.
Büyük bir malikanenin önüne geldiğimizde ağzım resmen açık kaldı. Burası resmen kale gibiydi! Bu koca evde sadece ikisi mi yaşıyordu? Pardon şato da.
Yaman arabadan inip şemsiyeyi açtı ve arka kapıyı açıp Nazlı’yı kucakladı. Nazlı utangaç bir şekilde bana bakarken ben dudaklarımın kıvrılmasına engel olamadım. En azından çok da kötü bir durumda değildi. Evlilik anlamında.
Bende arabadan indim ve peşlerinden ilerledim. Zaten yeterince ıslak olduğum için ıslanmayı umursamıyordum.
Burnuma dolan vanilya kokusuyla nefesimi tuttum, hemen arkamda olmalıydı. Daha da hızlı yürüyüp ondan uzaklaştım ve içeri girip botlarımı çıkararak bir kenara koydum.
“Şey beni odama çıkarabilir misin? Beyza’nın üzeri çok ıslanmış. Ona kendi kıyafetlerimden vereyim de hasta olmasın.” Diyen Nazlı ile Yaman’ın gözleri bana döndü ve ıslanmış kıyfetlerime baktı. Ardından bir şey demeden sağ taraftaki merdivenlerden çıkıp bizi bir odaya soktu. Nazlı’yı yatağına oturtup odadan çıktığında derin bir nefes aldı.
“Neyin var Beyza?”
Nazlı’nın sesini duyunca irkildim ve gözlerimi ona çevirdim. Kaşları çatık beni izliyordu ve Bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı. Zaten surat ifademden de anlamaması imkânsızdı.
“Üzerimi değiştireyim anlatacağım.”
“İstersen önce elini yüzünü yıka hala kan var burnunda. Şurası banyo.” Diyip eliyle işaret ettiği yere baktım ve hızlıca oraya yönelip yüzümü ılık suyla güzelce temizledim. Aynada ki yansımam ile göz göze geldiğimde sertçe yutkundum. Sarı saçlarım sırılsıklamdı. Gözlerim sanki canavar görmüş gibi korku dolu ve bembeyaz kesilmişti.
İç çekip banyodan çıktım ve Nazlı’nın yönlendirmesi ile gardırobundan bir tayt ile gözlerimle aynı renk olan mavi bir kazak aldım. Hiç açılmamış iç çamaşırları dan da verdiğinde ona minnettarca baktım çünkü iç çamaşırıma kadar ıslanmıştım. Kıyafetlerimi banyoda ki kirli sepetine bırakıp onun yanına döndüm ve yatağa bağdaş kurarak oturdum. Her hareketini merakla izliyordu.
“Hadi, anlat bakalım. Seni bu hale getiren şey ne?”
İlk başta gözlerimi kaçırsam da kaçarım yoktu. Zaten ona anlatacaktım çünkü o bana her şeyini anlatırdı ve tek güvendiğim insan da oydu. Hem, geçmişimden haberi de olan tek kişiydi.
“Seninle nasıl tanıştığımızı hatırlıyorsun değil mi?”
Kaşları daha da çatıldı. “Elbette, unutmak ne mümkün! Depresyondaydın.”
Dudağımı ısırıp gözlerimi kaçırdım.
“Hani benim bekaretimi alıp ertesi gün ortadan kaybolan ve bir daha asla ulaşamadığım platonik olduğum adam var ya,” dediğim anda nefesini tuttu.
“Ne olmuş ona?” sesi temkinliydi.
“O adamla karşılaştım ve o adam kim biliyor musun?” gözlerimi kaçırıp ellerime çevirdim. “Az önce kaza yaşadığım, Yaman’ın çocukluk arkadaşım dediği ve şu an aşağı da olan adam.”
Yüzü şok ifadesiyle sarsıldı, eliyle ağzını kapattı.
“Benim bakireliğimi alıp bir çöpmüşüm gibi o yatakta bırakıp giden adam ile şu an aynı evdeyim.”
Fısıltım geceye karıştı ve geceyle bir bütün oldu. Ben bu duygularla nasıl başa çıkacaktım?