Herkesin gitmesiyle konak bir anda boşalmıştı. Beyaz sakinleştiricinin etkisiyle uyuyor Alp ise kendisini odasına kapatmış Rojda'ya ulaşmaya çalışıyordu. Bu sakinliği sevmeyen Pera ise odasına çıktı, elini kolunu koyacak yer bulamıyordu hepi topu 2 aylığına geldiği ata toprağında birkaç güne kalmaz düğünü olacaktı. O kadar çok bilinmez vardı ki doluya koyuyordu almıyordu boşa koyuyordu dolmuyordu. Çok sevdiği İstanbul ne olacaktı, arkadaşları, bahçesinde özenle yetiştirdiği gülleri, beyaz kedisi en önemlisi okulu ne olacaktı. İdealleri hayalleri... Bu yaşına kadar sahip olduğu her ne varsa yırtık bir torbaya konmuş gibi hissediyordu Pera her bir adımda içinden birşeyler dökülüyordu ama ne torbayı değiştirme şansı vardı ne de yerinde durma.. Böyle böyle mi tükeniyordu insanlar sahi.
Derin bir of çekti Pera aynanın karşısında bir süre kendini izledi. Annesinin 20 yaşından bir farkı vardı dudağının sağ alt kısmında kalan beni. Çok severdi o benini ayrıca, ayrı bir hava kattığını düşünürdü kendine. Uzun saçlarını açtı taramaya başladı, belki o tutamlar düzeldikçe zihnim ve dahi kaderim de düzelir diye geçirdi içinden. Ne acınası ama. İnsan kaderinin elinden kaçamaz kurtulamazdı tamam da, böyle de ziyan olmasa olmaz mıydı? Gerçi kaderin suçu neydi ki şimdi. Bu kokuşmuş zihniyet yüzünden olmuyor muydu herşey! İnsanların birbirini sevmesinden daha özel ne vardı ki. Niye kötüydü insanlar niye birileri mutlu olacak diye ödleri kopuyordu.
Annesi gibi keman da çalabiliyordu babası gibi bağlamada ama o en çok piyano çalmayı severdi. Parmaklarının tuşların üzerinde dans edişi hep çok mutlu ederdi onu. Şimdi ise hiçbir şey yapmak gelmiyordu içinden ne keman ne bağlama ne piyano çalmak istiyordu. Uyusa biraz iyi gelirdi belki ama uyku da korkmuş olmalı ki saklanmıştı bir yerlere uğramıyordu Pera'ya. Biraz daha odasının kasvet denizinde daldıktan sonra çıktı odasından nefes almaya çok ihtiyacı vardı şimdi. Aşağı indiğinde annesini avluda otururken gördü, boşluğa bakıyor gibiydi usulca yaklaştı yanına, hiçbir şey bir anne etmiyordu işte.
"Annem"
Boş boş baktığı noktadan kafasını kaldırdı Beyaz kızının yüzüne baktı bağırmadı haykırmadı ama pıtır pıtır akmaya başladı yaşlar gözünden. Pera aradaki birkaç adımlık mesafeyi hızla kapatıp titreyen çenesiyle yineledi.
"Annem"
"Peram, benim güzeller güzeli kızım bana benzediğin için en çok baban sevinmişti ben bahtının da bana benzeyeceğini bilemedim yavrum" dedi zar zor çıkan sesiyle.
Ellerini tuttu annesinin Pera, o da ağlıyordu ama bu yaşlara da birinin dur demesi lazımdı artık hüküm verilmiş kalem kırılmıştı zira!
"Annem iyi ki sana benziyorum dilerim herşeyim sana benzesin ama yapma böyle nolur en çok senin desteğine ihtiyacım var. Sen bana böyle davranırsan yalnız hissederim kendimi. Lütfen yanımda ol, desteğini hissedeyim. Ağladık feryat ettik ama tamam artık. Madem hüküm belli ne kadar kolay adapte olursak o kadar atlatması kolay olur. Lütfen."
Kendisine yalvaran gözlerle bakan kızına sıkıca sarıldı Beyaz, cennet kokulu yavrusu hoyrat ele gidiyordu o ağlamasın da kim ağlasındı.
"Öyle kolay değil Peram, anne olunca anlarsın"
Tebessüm etti genç kız bu sözle zira böyle söylemek anneliğin şanındandı herhalde. Onlar ana kız birbirini teselli ederken konağın kapısı açıldı. Aşiretin erkekleriydi gelenler ve yüzlerine bakılırsa pek umduklarını bulamamışlardı gittikleri yerde.
Soylu konağından ayrıldıktan sonra o halde ailesinin karşısına çıkmak istemeyen Berdan ahaliyi de alıp merkeze inmişti onlar otururken de İzzet aramış şartlarını kabul ettiğini belirtmişti. Önce Rojda istenecek sonra Pera istenecekti düğünleri de aynı gün yapılacak bir nevi al gülüm ver gülüm olacaktı.
Kimse konuşamadı çünkü karşılarında yıllardır gördüklerinden çok başka bir Berdan vardı. Sürekli ağlıyor sürekli kendini suçluyordu. Karma diye birşey var mı bilinmez ama Berdan ettiğini çekmeden ölmeyecekti anlaşılan.
Konağa giren ahaliyle ayaklandı Beyaz, Pera'yı da bir an ayırmıyordu yanından.
"Ne oldu Berdan, nolur hayırlı haberle geldim de"
Ağlamaktan o kadar yorulmuştu ki Berdan kısılan sesiyle cevapladı karısını.
"Berdel olacak Beyazım, ikna olmadı piç herif. Aynı gün yapacağız düğünlerini."
Beyaz bir kez daha kahroldu ama kızının desteğe ihtiyacı vardı ve feryat etme isteğini bastırdı şimdilik. Pera ise garip bir kabullenmişlikle sükunetle karşıladı bu durumu. Sanki en başından biliyor gibi. Kafasını yerden kaldıramayan babasının yanına gidip yanağından öptü.
"Hayırlısı diyelim babacım, merak etmeyin benim kalbim ferah lütfen sizde kalbinizi ferah tutun. Allah büyük." dedikten sonra odasına yöneldi. Birazcık ağlasa birşey olmazdı değil mi?
*
Babasıyla konuşmasından sonra tam bir alev topuna döndü Ferman, aklı hafsalası almıyordu bu olanları. Babasına diş bileyip duruyordu zaten bunlar da tuz biber olmuştu üzerine ama onun içinde bulunduğu hayat bir evliliği kaldırabilecek gibi değildi ki! Nasıl becermişse yine insanları mecbur bırakmıştı babası. Onun da eli kolu bağlıydı. Şimdilik... Elbet onun da sırası gelecekti. Kimse odama gelmesin diye kesin talimatını verdikten sonra deli gibi düşünmeye başladı ki o esnada kapısı pat diye açıldı. En nefret ettiği şeydi ve bu evde ona bunu yapabilecek tek kişi vardı annesinin kuması Delal!
Kendisi trafik kazası geçirince tüm suç babasında olmasına rağmen suçu alakası bile olmayan annesine yıkmış ve onu üzerine kuma getirmekle cezalandırmıştı kendince. Üstelik evlendiği kadın kendisinden 15 yaş küçüktü kadın 40 yaşında olmasına rağmen daha genç duruyordu ve eve geldiğinde beri kafayı Ferman'a takmıştı. Ferman kendisine yüz vermedikçe ki aynı anneden olmasa da aynı babadan 2 kardeşi vardı bu kadından. Nasıl baksındı! Kadın deliriyor ve bulduğu fırsatlarda ona eziyet etmeye çalışıyordu, şimdi berdeli de öğrenince iyice çığırından çıkmıştı. Daha önce birkaç kez sandalyesinin üzerinden kucağına oturmaya çalışmış zorla öpmeye yeltenmişti ama karşılığını hep sert bir şekilde almıştı, yüz bulamadıkça daha da sert davranıyor işi ona eziyet etme boyutuna taşıyordu. Bazen üzerine sıcak çorba döküyor bazen suyun ısısını kaynara getiriyor sandalyesine delici şeyler yerleştiriyor daha da hızını alamazsa odasına yılan bırakıyordu kaçamayacağını bildiği için. Birinde şans eseri yılan balkona çıkmıştı diğerinde de aynı zamanda odaya Ömer girmişti de öldürmüştü yılanı. Tam anlamıyla hasta ruhlu bir manyaktı yani.
Şimdi yine göğsünün yarısını açtığı kıyafetle girmiş iğrenç gülüşüyle sözde seksi olduğunu sanıyordu. Adamın kör olduğunu bildiği halde her defasında onun yanına bu şekilde gelmesi aklının nasıl çalıştığını gösteriyordu zaten. Usulca yanaştı genç adama.
"Ferman, neden beni görmüyorsun. Seni bu halinle sevemez kimse anlamıyor musun ben istiyorum. O gelecek kız sana kadınlık yapabilir mi. Çok da çirkinmiş biliyor musun. Yanına yakışır mı hiç?"
Nefret ediyordu bu kadının sesinden de kokusundan da genç adam.
"Seni görmüyorum çünkü körüm Delal Hanım unuttun sanırım ayrıca kızın çirkin olması da bir önem taşımıyor çünkü onu da görmeyeceğim. Şimdi çık odamdan sabrımın sınırındayım!"
Yine kucağına oturmaya çalışırken sertçe itilmesiyle götünün üstüne düşen kadın ağzını açamadan Ömer girdi içeri. Ömer'in girdiğini gören kadın hemen toparlandı.
"Ayağım halıya takıldı da düştüm, bir ihtiyacı var mı diye bakayım demiştim sen geldiğine göre ben gideyim."
"Delal Hanım, Ferman Ağamın odasına girmeniz yasaklandı Rojin Hanımağam tarafından tekrarı olursa sonu iyi olmazmış."
Kadın duyduğu isimle irkildi o yaşlı bunak nasıl fark etmişti ki buraya girdiğini. Korku sardı bir anda tüm vücudunu. Ağzını açmadan çıkıp gitti odadan.
"Ağam, iyi misin birşey yaptı mı sana?"
"Keskin sirke küpüne zarar Ömerim o ne yaparsa kendine yapıyor boşver onu. Konakta durumlar ne?"
"Akşam isteme olacakmış ağam Zeydoğulları Rojda Hanımı isteyeceklermiş yarın da sizinkiler onlara Pera Hanımı istemeye gidecekmiş."
"Pera" diye tekrar etti fısıltı halinde Ferman. Nasıl bir durumun içine düşmüştü böyle.
"Sen kızı gördün mü?"
"Görmedim ağam, İstanbul'da yaşıyorlarmış normalde yaz için gelmişler memleketlerine."
"Hıh, bir İstanbullu olmadığı kalmıştı."
"Peki kızın rızası var mıymış"
"Ağam anladığım kadarıyla berdele ilk evet diyen o olmuş, kardeşi ölmesin diye."
Kafasını salladı Ferman, en azından vicdanlı bir kadındı gelen demek ki...
"Ağam yüzünü gözünü sormadın, merak etmiyor musun?"
Güldü Ferman, tüm dişleri görünene kadar güldü.
"Dünya güzeli olsa ne olur gargamele benzese ne olur Ömerim"
Adam da acı bir şekilde tebessüm etti.
"Sen nasıl uygun görürsen ağam." diyebildi sadece.
Bu konuşmanın üzerine oturma odasına geçti ve bir kitap dinlemeye başladı bu ara Sherlock Holmes'e sarmıştı çok fena...
*
Akşama kadar her iki konakta da hummalı bir hazırlık vardı Alp yüreğinin yangınına rağmen sevinçten kafayı yiyecekti kavuşuyordu sonunda sevdiğine. Hediyeler hazırlandı ikramlar hazırandı. 2 sandık dolusu eşya hazırlandı. Adetlerine göre bunlar kapıda bırakılır kız verilirse içeri alınırdı kız verilmezse geri götürün demek olurdu. Zenginler genelde ihtiyaç sahiplerine dağıtıyordu. Sonuç belliydi ama işte adette adetti.
Pera akşam görünmek istememişti anlayışla karşıladı ailesi kendi yanarken birilerinin mutluluğunu görmek belki içimde istemesem de bir kötülüğe yer açar endişesi taşıdığı için istememişti bunu. Canından öte tuttuğu kardeşine haset ederse kahrolurdu..
Akşam olduğunda Zeydoğulları iki arabayla çıktılar yola kısa süre sonra da varmışlardı zaten. Aile büyüğü olarak Alp'in dedesi büyük amcası ve Hiram amcaları bulunuyordu. Avluya büyük bir oturma alanı kurulmuş etraf misafire uygun hazırlanmıştı. Karşı tarafında aşiret büyüklerine ek tek kadın olarak Rojin Hanım vardı ve baş köşede o oturuyordu.
Zeydoğulları kendilerine gösterilen yere geçtiler herkesle selamlaşıldı. Rojin Hanım girdi önce söze.
"Cümleten hoşgeldiniz, Allah hayırlı etsin inşaallah gelin kızımız yok mu?"
Derince soludu herkes.
"Yok o biraz dinlenmek istedi."
Kafasını salladı anladığını belli etmek için. Lafı uzatmaya niyetleri yoktu bir an evvel defolup gitmek istiyorlardı bu gudubet yerden. Elinde kahvelerle ağzı kulaklarında Rojda girdi içeri önce ama gülüşünü gizledi hemen. Allah var çok güzel kızdı ama.. Ama işte. Kahveler dağıtılınca büyük olarak Azad Ağa konuştu.
"Sebebi ziyaretimiz malum gençler birbirini seviyorlar Allah'ın emri peygamberin kavliyle Rojda'yı Alp'e istiyoruz."
Ne süslü bir laf etmek geldi içinden ne de lafı uzatmak. Lafın bitmesiyle bir yudum aldı kahvesinden İzzet.
"Olanla ölene çare yok malûm. Ne diyelim. Hayırlı olsun." dedi hoşnutsuz bir sesle. Kimse gülemiyor kimse sevinemiyordu evde gözü yaşlı biri olduğunu bildiklerinden. Alp ve Rojda kalkıp ellerini öptü, Zeydoğulları damat kim diye sormadı bile.
Bir sonraki akşam için sözleşildi ve kalktı Zeydoğulları. Alp sevdiğine kavuşuyordu Pera onu sevmeyen bir adama gidiyordu. Ama kader öyle bambaşkadır ki akıl almaz. Pera'da bambaşka bir dünyaya gireceğini hayatının baştan sona değişeceğini bilmiyordu şüphesiz...
Dönüş yolunda da kimsenin ağzını bıçak açmadı. Düğün muhtemelen bir hafta sonra olurdu henüz konuşmamışlardı içleri kan ağlıyordu ama oğullarının mutluluğuna da gölge düşürmek istemiyorlardı.
Herkes odalarına çekilince kara güne saatler saymaya başladı herkes. Yarın Peraları dışardan bakana evliliğe onlara göre zindana giden yola adım atıyordu.
Pera 2 günün yorgunluğu ve uykusuzluğu ile sabaha karşı tabiri caizse sızdı kaldı. Sabah konakta hazırlıklar başlamıştı ama Beyaz'ın talimatıyla kimse dokunmadı Pera'ya biliyordu kızının gözünü dahi yummadığını nasıl bilmezdi aynı yollardan geçmişti o da. Öğleden sonrasında hazırlıklar tamamlanmıştı. Akşama misafirleri ağırlama işi kalmıştı yalnızca. Pera olan bitenden habersiz gözlerini açtığında can sıkıcı bir baş ağrısı karşıladı onu, kafasını çevirip duvara bakınca şok oldu saat 3 olmuştu ve o daha yeni uyanıyordu. Güçlükle çıktı yataktan buz gibi suyla yüzünü ensesini yıkadı ancak böyle alırdı. Ardından üzerini değiştirip aşağı indi avluda ailesini görünce de onların yanına geçti.
"Günaydın prensesim."
"Günaydın babacım da niye kaldırmadınız bu saate kadar uyumuşum."
"Erken kalkıp ne yapacaktın yavrum, iyi oldu biraz dinlenmiş oldun."
"Evet iyi gelmiş açıkçası."
Gülümsedi Beyaz.
"Hadi mutfağa geç birşeyler ye annecim aç aç oturma."
İtiraz etmeden kalktı Pera pek iştahı yoktu ama yine de bir ik lokma tırtıkladı. Sonra hazırlanmak için odasına geçti. Kimse ona şunu giy bunu giy dememişti dün Rojda ilk gördüklerinin aksine başörtülü olarak çıkmıştı karşılarına bunun İzzet'in dayatması mı kendi isteğimi olduğunu bilmiyorlardı o an müdahale etmediler düğünden sonra kendi iradesine bırakacaklardı. Pera ne giyeceğini kestiremiyordu ama içinden renkli giyinmek gelmedi. Önce güzel uzun ve arındırıcı bir duş aldı. Kendini her kötü hissettiğinde yapardı bunu suyla beraber negatif olan herşeyin aktığına inandırmıştı kendini...
Siyah kolsuz bir kalem elbise giydi dizlerinin hemen altında bitiyordu. Saçlarını ensesinden sağa düşecek şekilde bağladı. Makyaj yapmak gelmedi içinden sadece nemlendiricisini sürdü birkaç tane ince bileklik taktı ve siyah topuklu ayakkabıları ile gayet de hazırdı işte. Çok bileydi hatta. Saat 7 olduğunda da misafirlerin geldiği haber verildi Pera mutfağa geçmişti evvelinden zaten onlarda kalabalık gelmişti bir de daha evvel görmedikleri biri vardı tekerlekli sandalyede oturan, suratına bakılırsa zorla getirilmiş gibi duruyordu. Usulünce hediyeler verildi istemeye istemeye de olsa misafire güler yüzle yaklaşıldı ve malum zamanın geldiğinin haber verilmesiyle içinde zerre kadar dahi bir heyecan bir heves ya da istekolmadan damat adayının kahvesini alıp çıktı Pera o ana kadar kimse damadın Ferman olduğunu daha doğrusu tekerlekli sandalyede oturan kişinin Ferman olduğunu söylememişti ki Pera annesine kime vereceğim der gibi işaret yapınca Beyaz'ın aklına damadı sormak geldi.
"Kahveler geldi Rojn Hanım damat kimdir?"
Kadın bildiklerini sandığı için bir an afallasa da İzzet'e kötü kötü baktı mahsus saklamıştı muhtemelen. Kadın olgunluğu elden bırakmadan edep dairesinde eliyle işaret etti tekerlekli sandalyede oturan genci. Burdan dönüş yoktu nasılsa. Bunun hesabını sonra oğluna bizzat soracaktı.
"Damat, oğlumuz Ferman'dır Beyaz Hanım.
Ve ilk tepki tabiki tepkilerin efendisinden Berdan'dan geldi.
"Siktiiiiiiiiir"