Evvel zaman içinde kalbur saman içinde pireler berber iken develer tellal iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir ülkede güzeller güzeli bir kız yaşarmış....
Bildiğim bütün prenses hikâyeleri böyle başlıyordu. Çocukken bir gün büyüdüğümde prenses olacağımı sanırdım bunda babamın sürekli bana prensesim demesinin de etkisi var sanırım. Yalnız büyüdükçe aslında masalların uydurma hikayeler olduğunu prenses denilen ünvanın ki İngiltere kraliyet ailesinden değilseniz sade ve basit bir isim vermeden ibaret olduğunu anladım yine aynı zamanda prenses olmam mümkün değilse bile öyle hissetmenin mümkün olduğunu anladım. Babamın bana kendimi prenses gibi hissettirmesi bir yana herkes gibi bir gün aşık olup prensimi bulacağımı düşündüm. Çok sevecektim sevilecektim öyle ya ben hep annemle babamın ki gibi bir aşkın duasına amin dedim. Bilemedim duayı eksik ettiğimi evveli olduğunu kaderin beni de aynı çarktan geçirmek isteyeceğini bilemedim.
Ben hem annem babam hem dedem ve anneannemin öğretileriyle inançlı bir insan oldum. Kadere inanırım yani. Cennete cehenneme de, ahirete hesap gününe de. Bilmediğim şey kulun haşa kendini ilah sanıp insana cehennemi dünyada yaşatmaya çalışmasıydı. Bunu bilemedim hiç çünkü dediğim gibi bir sevgi yumağının içinde büyüdük biz.
Tam olarak ne zaman hayatımın ipleri başkalarının eline geçti bilmiyorum ya da geçti mi yoksa ben kaderime sözcüklerimle yön mü veriyorum bilmiyorum. Şimdi beni tanıyanlar var ama bilmeyenler için söylemiş olayım ben Pera. 20 yaşında tıp fakültesi 3. sınıf öğrencisiyim. 6 çocuklu bir ailenin en büyük ikizlerinden biriyim ve ikizimin canını yaktılar diye yanmaya gönüllü oldum. Annem veteriner hekim babam oteller zincirinin sahibi. Aynı zamanda çok büyük bir aşiretiz. Gel gelelim bu kocaman kocaman tanımlar kaderimden kaçmama yardımcı olamadı işte.
Zevadeliyim ben. Doğuluyum yani. Buralarda hala berdel namus cinayeti kan davası kuma vs vs şeyler devam ediyor. Bu berbat birşey doğru ama yüzyıllardır bunun önüne geçilememiş ne yazık ki. Kaç kadını yutmuş kaç aşığa mezar olmuş bu adetler. Adı batsın!
Şimdi ise bir avluda babamın bırakmak istemez gibi sıkıca sarılmasıyla güvenli ellerdeyim. Şimdi... Peki yarın? İnanın bilmiyorum, Alp benim ikizim ve sevdiği için kafasına silah dayandı ve bayıltıldı şuan. Adamlar babamları oyuna getirdiği için korumalar farklı noktalara dağıldı ve biz tabiri caizse bir çemberin içinde kaldık. Ya berdeli kabul edeceğim ya da başta ikizim olmak üzere onlarca erkek ölecek. Ne trajedi ama. Nerden tutsan elinde kalıyor.
Yapmam gerekeni yaptım ben de annemin feryadı babamın engel olma çabasına rağmen yaptım hem de. Kabul ettim berdeli. Berdel insanların ölmesinden daha kötü olmazdı ya.
Karşımdaki adam ise iğrenir gibi bakarak konuştu benimle "iyi en büyük oğlum Ferman'la berdel edileceksin."
Garip olan ise Rojda'nın itiraz etmesi oldu. Belki deliydi belki manyaktı cani bir psikopattı belki de böyle bir adamın normal bir oğlu olması beklenemezdi zaten, açıkçası bilmiyorum şu dakikadan sonra önemi de yok zaten. Ne ailemin katil olmasına ne ölmesine izin veririm. Ben düşüncelere dalmışken aynı adam konuştu.
"Yarın büyüklerinizle Soylu aşiretine gelin karar alınıp usûl konuşulacak."
Biz her birimiz damarımızdaki kanın donmuş olduğu bir halle öylece kaldık avluda. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama Koroğlu aşiretinin verdiği yalan istihbaratlar yüzünden dağılan adamlar geldi konağa onların gelişiyle de babamlar çıktı transtan. Kızlarını alıp gitmişlerdi Boran amcam kardeşimle ilgileniyordu. Annem ayılsa da kendinde olduğu söylenemezdi. Nur yüzlü anneannem ise boncuk boncuk ağlıyordu köşede. Babam... Bir o tepkisizdi. Donmuş gibi yanmış gibi ne bileyim yaşamıyor gibi işte. Bana kıyamaz bilirim yanından ayırmaz şu yaşıma geldim hala beraber yaramazlık yaparız ama benim babam şuan sanki yaşamıyor. Usulca koluna dokundum.
"Babacım"
O an kafasını çevirip baktı yüzüme bir hareketle kafamı göğsüne gömdü ve ben ilk defa babamı hıçkıra hıçkıra ağlarken görüyorum. Bir yandan da benim ettiğim evlatlarımdan çıktı diyor özür diliyordu benden. O ağlayınca ben de dayanamadım ağlamaya başladım.
Baba kız dakikalarca sarılıp ağladık. Bir süre sonra usulca ayrıldı benden kıpkırmızı gözlerle konuştu.
"Niye kıymetlim, baş tacım niye. Ben seni o pisliklere nasıl vereyim."
Uzanıp yanağından öptüm babamı, kendimi gülmeye zorlayarak konuştum.
"Belki temizlenmeleri için Pera lazımdır"
Gülmedi...
"Veremem seni Peram, sen benim canımsın veremem seni, sen merak etme taş üstünde taş bırakmayacağım konaklarını başlarına yıkacağım onların."
Gözümden yaşlar akarken zorla konuştum.
"Sonra peki baba?"
Bu soruyu beklemiyordu belli ki durdu bir an. Sonrasını o da biliyordu doğmamış çocuklarımızın bile ölmesi... Bu dava kara delik gibi içine gireni yutar! Çıkışı yoktur kurtuluşu yoktur.
"Benim yakışıklı babam sen kalbini ferah tut ben senin kızınım bana kim ne yapabilir, hem siz de kan davası bitsin diye evlenmiştiniz şimdi çok büyük bir aşk yaşıyorsunuz, belki benim de dillere destan bir aşkım olur"
İçi cız etti Berdanın karısına yaşattıkları hala dün gibi aklındaydı her gün bin kez pişman oluyordu ama zaman geri akmıyordu işte.
"Rüzgar esse saçının teli yere düşse benim canım yanar tırnağın kırılsa başın ağrısa ölüyorum sanırım ben güzel kızım sana yapacakları en ufak harekette değil adları izleri bile kalmaz yer yüzünde."
"Canım babam çok seviyorum seni, kaderden öte yol yok. Hadi anneme gidelim çok kötü görünüyor."
O dakikaya kadar karısı aklına gelmemişti Berdan'ın hemen Beyaz'ın yanına koştu şokta gibiydi karısı ağlamıyor bağırmıyordu gözleri açıktı ama boşluğa bakıyordu sanki.
"Abi bir sakinleştirici yaptım. Biraz dinlensin sinir krizi geçirdi."
Alnını alnına yasladı sevdiği kadının Berdan, dua etti içinden.
"Ya Rabbim ben ettim sen etme."
Alp'e de hemen müdahale edilmiş ve odasına yatırılmıştı daha olanlardan onun haberi bile yoktu. Uyandığında bir kızılca kıyamet de o koparacaktı.
Zeydoğlu konağında tabiri caizse yas vardı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor herkes kafası yerde kara kara düşünüyordu olanları yarım saat kadar önce dayısı Berat ve yengesi Aysima'da gelmişti apar topar ve Berat yıkmıştı adeta ortalığı ama çaresizlik öyle başa belaydı ki. Bağırdı çağırdı adamları öldürmek için çıkmaya yeltendi sonra susup oturmak zorunda kaldı.
Bu nasıl boktan bir durumdu ki böyle çıkamıyorlardı işin içinden. Beyaz sakinleştiricinin etkisi geçince yeniden bir sinir krizi geçirince ilaçla uyutmak zorunda kalmışlardı. Sanki uyuyunca geçecek sanki sabah aynı feryat kulakları sağır etmeyecek...
Neredeyse güneş doğana kadar avluda oturup kara kara düşündü herkes bir çıkar yol bulmaya çalıştılar ama bulamıyorlardı. Hem kimdi bu Ferman yaşı kaçtı huyu nasıldı nasıl bu zamana kadar kimse görmemişti ki. Aklına bu düşünceler doldukça derin derin of çekiyordu Berdan. Hani deseler ki seni öldürelim sorun çözülsün koşa koşa gidecekti ölüme ama gel gelelim olay çoktan kendi ölümünü aşmıştı. Ya oğlu ölecekti ya kızı bir bilinmeze gidecekti. Ya adam kötüyse ya kızıma eza ederse ya kaynanası ya da İzzet denen şerefsiz kötülük ederse diye düşünmekten aklını yitirecekti artık... Onların içi yanadursun diğer tarafta da durumlar fenaydı.
Koroğlu Konağı
"Kapatın bu orospuyu odasına düğüne kadar odasından çıkmayacak."
Konağa bir hışımla girmişti İzzet Ağa, arkasında adamlarıyla. Rojda'yı öldürmek vardı ama bir kere söz ağızdan çıkmıştı işte. Gözünün önünde olmazsa sineye çekmesi kolay olur diye def etmişti başından. Ancak konaktakiler hiçbir şey anlamıyordu, bu halde Bilal tekrar kabul mü etmişti nikahına almayı. Ailede kadın olarak sözü geçen tek kişi vardı Rojin Hanım. İzzet Ağanın annesi. Tam Osmanlı kadını diye tabir edilen cinsten bir kadın. Asil, aklı başında, sağduyulu, olgun vs vs vs. Tek bir gün bile erkek çocuklarını kızlarından üstün tutmamış hepsine eşit yaklaşmıştı ancak kocası öyle kötü huylu bir adamdı ki ölümüne kadar çok çektirmişti ona da kızlarına da. İzzet dışında 4 erkek 2 tane de kızı vardı. Kızlar 15 ne basar basmaz hemen evlendirmişti babaları amca çocuklarıyla, ağlamış yalvarmıştı ama nafile mani olamadı. Oğullarından da bir İzzet babasının yolundan gitmiş kızları hakir görmüştü ve en büyük olduğu için aşiretin başında o vardı malesef. Ne kadar astım kestim bir adam olsa da bir annesine ses çıkaramıyor bir ona karşı gelemiyordu. Adına saygı deyin vefa deyin anne sevgisi deyin...
Herkes merakla bakıyor ama kimse sormaya cesaret edemiyordu İzzet Ağa'nın iki karısı kocaları gelince ayağa kalkmış kafalarını yere eğmiş ağzından çıkacak emirleri bekliyordu. Rojin Hanım girdi lafa.
"Çi buye kuremin? (Ne oldu oğlum), Hayırdır"
"O saklaya saklaya koruduğun kızın yaptığını görüyor musun ana, azıcık yumuşak yüzde gitti orospu ol..."
Elini kaldıran kadınla lafın devamını yuttu İzzet.
"Oğlun Latif, o da bir kız kaçırdı. Onun sırtını sıvazladın aslan oğlum diye kız yapınca orospu mu olmuş oluyor yahut Latif'in karısı orospu mudur?"
Ağzını açtı kapadı açtı kapadı annesi her zaman ki gibi lafı gediğine oturtmuştu, verecek cevabı yoktu ama serde ağalık var altta kalır mı?
"Aynı şey değildir kız kısmı kıracak dizini oturacak evinde atası neyi uygun görürse razı olacak"
Bıkmıştı bu kadın ona laf anlatmaktan da İzzet aynı şeyleri söylemekten bıkmamıştı.
"İzzet İzzet de hayde uzatma da anlat ne düğünü Bilal ile mi? dedi bir yandan da diğer torunu olan Bilal'e bakarken.
Bilal'in ise yüzünden düşen bin parçaydı aşıktı Rojda'ya çocukluğundan beri aşıktı ama Rojda onu sadece abi olarak görüyordu şimdi de çok dil dökmüştü amcasına ben herşeyiyle kabulüm Allah aşkına verme kimseye demişti ama dinlememişti İzzet. Namusu lekelenmişti ve o lekeyi de ancak kan temizlerdi!
Zehir saçan ağzını açtı yine ağa bozuntusu.
"Benim yeğenim artık malına mı kaldı?" demişti ki kardeşi Beşir girdi lafa.
"Abi etme Rojda bizim kızımızdır, başımızın da tacıdır. Etme. Ne ben ne Bilal sözümüzden dönmüş değiliz. Rojda'nın kefili bizzat benim. He de düğünümüz devam etsin."
Hışımla döndü kardeşine İzzet.
"Lan sen benim lafımın üzerine laf mı diyorsun, ben Bilal'ime bulurum temiz bir kız. O da bedelini ödeyecek siktirip gidecek bu evden. Bir daha ölüsü bile girmeyecek bu kapıdan içeri."
İzzet'in ilk karısı Rojda'nın annesi Zilan Hanım sessiz sessiz gözyaşı döküyordu kenarda kendi doğurmuştu ama tek kelime etme hakkı yoktu ne kızıyla ne oğluyla ilgili. Rojin Hanım devam etti konuşmaya.
"Benim Rojda'm tertemizdir İzzet lafını bil, sana ne oldu diye sordum. Anlat."
"Berdel yapılacak. O kıymetli torunun kaçtığı pezevenge gidecek onun bacısı da Fermanıma gelin olacak."
Herkesin ağzı bir karış açık bakakaldılar İzzet'e. Ferman nasıl olabilirdi ki? Rojin Hanım ilk şoku atlatan oldu.
"Senin ağzın ne söylüyor İzzet, Fermanımı senin pis kinine kurban mı edeyim ve dahi gelin gelecek olan tazeyi. Madem öyle berdel Bilalle olacak."
Bilal fırladı bu defa.
"Olmaz ebe etme bana Rojda'dan başkası haramdır. Yakmayın beni" deyip terk etti konağı. Daha da iflah olmazdı zaten...
"Ana itirazın boşunadır Ferman'ıma gelecek o gelin."
Bela bir kini vardı bu adamın, Ferman bir kadına nasıl kocalık yapsındı gözleri görmüyordu, yürüyemiyordu kolunun biri aksaktı dahası kulakları sadece yüzde otuz beş oranında duyuyordu. Mutsuz bir adamdı agresifti anasından ve Rojda'dan başka kahrını çeken yoktu zaten başkasını da yanaştırmıyordu yanına... Bir kız ona dayanamazdı ki. Dahası olanlardan henüz haberi yoktu ve duyduğu anı kimse düşünmek istemiyordu. Rojin hanım ne dedi ne söylediyse kör inadını kıramadı oğlunun. Konağın ortasında bağırdı çağırdı çıkıp gitti konaktan adam.
Ferman ise olup bitenden habersiz odasında sesli kitap dinliyordu. Çatı kısmını boşalttırmış kendisi için dizayn ettirmişti herkesten uzakta olmak iyi geliyordu ona. Bir tek o vardı çatı katında bir yatak odası bir oturma odası bir giyinme odası tuvalet ve banyo yaptırmıştı bu kata. Kardeşleri de dahil kimseyle doğru düzgün görüşmüyor yemeklerini odasında yiyor ilaç masaj yemek yedirme gibi işlerini annesi ya da Rojda banyo, altının alınması kıyafet değişimi gibi işlerini ise 10 yıldır yardımcısı olan Sinan yapıyordu. Kitabın bölümü bitip ses kesilince cılız birkaç ses çalındı kulağına. Bağırış sesiydi bu ki yardımcısına seslendi.
"Ömer"
Hemen kapı açılıp içeri girdi adam.
"Buyur ağam"
"Kulağıma birkaç ses çalındı ama anlamıyorum ne oluyor."
Adam derince soludu, ne diyecekti ki.
"Ağam bilgim yok istersen öğrenip geleyim."
"Sağ ol"
Adam aldığı talimatla çıktı, elbette duymuştu konuşulanları ama anlatamazdı ki.. Rojin Hanım'ın yanına ilerledi.
"Hanım Ağam destur var mıdır?"
"Gel hele Ömer hayır mı?"
"Hanım Ağam, Ferman Ağam birkaç ses duymuş ne olduğunu sordu haddim değildir diye ben birşey demedim"
Kadın da çaresizdi iki ucu boklu değnekti bu.
"İyi etmişsin Ömer'im babasının kendisinin konuşacağını söyle."
"Baş üstüne hanımım."
Tekrar odaya dönerek Rojin Hanım'ın söylediklerini aktardı sadece kafasıyla onayladı genç adam.
Dananın kuyruğu kopacaktı kopmasına da kaç kişi dananın ayağının altında ezilecekti orası muammaydı işte!