3-Kriz

2039 Words
1 Sene Sonra Melina İlk iş günümde oldukça heyecanlıydım. Müdürle el sıkıştık. “Umarım, hayırlı olur,” dediğinde gülümsedim. “Teşekkür ederim.” Sesimdeki heyecan belli olmasın diye kendimi durdurmaya çalışırken terleyen ellerimi, kumaş pantolunuma sürdüm. Sonunda emeklerimin karşılığını alıp işe başlayacaktım. Özel bir kolejde anaokulu öğretmen olarak başlıyordum. Bu işi bulabilmek benim için kolay olmuştu çünkü iyi bir ortalamaya sahiptim. Üniversite boyunca yaptığım projeler de bu aşamada katkı sağlamıştı. Odadan çıkınca kalbim adeta ağzımda atıyordu. Kendime baktım. Tam bir öğretmen gibi giyinmiştim. Siyah kumaş pantolon, beyaz tişört ve siyah ceket… Altına tabii ki spor ayakkabı giymiştim çünkü ben onları zaten çıkartacaktım. Sınıftan içeriye girmemle minik öğrencilerim şaşkın şaşkın bana bakıyordu. Hepsi de çok tatlıydı. Hepsine kocaman bir gülümsemeyle baktım. “Merhaba çocuklar. Ben, Melina. Yeni öğretmeniniz benim,” dediğimde hepsinin yüzünde bir üzüntü oldu. Diğer öğretmenleri dönemin ortasında ayrılmak zorunda kalmıştı çünkü hamileydi. Onun yerine de ben gelmiştim. İçleriden saçları iki taraftan örgülü bir kız atladı. “Öğretmenim, siz çok güzelsiniz,” deyip birden koşarak bana sarıldı. Aldığım iltifatla çok mutlu olmuştum. Öğretmenliğin en güzel yanı da buydu. Hiç tanımadığın insanlara umut ışığı olmak demekti. Hepsiyle tek tek tanıştım. Sıra esmer, yemyeşil gözleri olan oldukça tatlı bir erkek çocuğuna geldi. Gözleri ve yüzü bana birini hatırlatmıştı ama çıkartamadım. Konuşmak istemiyor gibiydi. Başı yerdeydi. Yanına gittim. “Tatlım, sen bize adını söylemek istemiyor musun?” diye sordum. Kafasını kaldırıp bana baktı. Diğer arkadaşları hemen kıkırdamaya başlayınca kaşlarım çatıldı. Ne olduğunu pek anlamamıştım. Dizlerimin üzerine çöktüm. Çenesinden kavradım. “Çok yakışıklısın ama sen ben de senin adını merak ediyorum,” deyip elimi uzattım. Elime baktıktan sonra elini uzattı. Çekingendi. Gözlerinde de bir yaşanmışlık vardı. “Ben, Melina!” dediğimde “Arda Luan,” dedi. İsmi çok değişikti. Annesi ya da babası Arnavut olmalıydı. Bu ismi daha önce de duymuştum. Onu konuşturmak için bilmiyor gibi yaptım. Burada benim görevim onu topluma kazandırmaktı. Kaşlarımı havaya kaldırıp “Ne kadar güzel bir ismin var öyle. Peki, anlamı nedir?” diye sordum. “Aslan demek,” deyip gözlerini kaçırdı. Bir sıkıntısı olduğunu anlamıştım. Bunu yakında öğrenirdim. Yanımdaki yardımcı öğretmenle göz göze geldiğimde bir şeyler bildiğini anladım. Onunla en yakın zamanda konuşacaktım. Herkesle tanıştıktan sonra öğrencilere boyama yapmaları için resim defterlerini çıkartmalarını istedim. Arda Luan, herkesten çok uzakta resim yaparken yardımcı öğretmen olan Nilüfer’e döndüm. “Arda’nın nesi var?” diye sordum. Üzgünce ona baktıktan sonra tekrar bana döndü. “Melina Hocam, Arda’nın annesi geçen sene gözleri önünde vurulmuş ve ne yazık ki vefat etmiş. Bu da onda büyük bir travma yaratmış. Pek konuşmaz pek de oyunlara katılmaz,” dediğinde gerçekten çok üzülmüştüm. Allah bilir, içinde neler yaşıyordu? Gerçekten de çok üzücüydü. “Peki, onunla kim ilgileniyor? Babası nerede?” diye sordum. “Babasını hiç görmedim. Genelde teyzesi Ayşegül Hanım, ilgileniyor,” dediğinde kafamı salladım. Babasından da istediği ilgiyi görmediği belliydi. Gözlerinde bir sevgi açlığı vardı. Ayağa kalktım. “Evet, resimlerinizi çizdiniz mi?” diye sordum. Hepsi bir ağızdan evet diye bağırırken Arda kafa sallamakla yetindi. Onu bir şekilde aktifleştirmem gerekiyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum ama ben onun elinden tutup bunu yapmam gerekiyordu. Herkes tek tek ne çizdiğini anlatırken sıra Arda’ya geldi. Bir kadın ve erkek onun elinden tutmuştu. “Kimi çizdin, Ardacığım?” diye sordum. Kafası yerde bir şekilde “Annem ve babamla en son gittiğimiz tatili çizdim,” dediğinde içimde bir yerlerde bir şeyler kırıldı. Onun kalbi çok yaralıydı. Küçücük bedenlerin bunca acıya katlanması en acısıydı. Saçını okşadım. “Öyle mi? Çok güzel çizmişsin,” dediğimde yerine geçti. Okul çıkışı saati gelince herkesin velisi gelmeye başladı. Hepsiyle tanıştım. Çoğunun ailesi oldukça zengindi. Diğer kısmın babası da bir şirkette üst düzey pozisyonlardaydı. Bir tek Arda’nın velisi gelmemişti. Nilüfer, erkenden çıktığı için yanında ben kalmıştım. Oturduğu yere çöktüm. “Ardacığım seni kim alacak?” diye sordum. “Teyzem,” dediğinde sesinde bunu istemediğini belli eden bir ton vardı. “Onun almasını istemiyor musun?” diye sordum. Sesini çıkartmadı. Bu, her şeyi net bir şekilde gösteriyordu. “Arda, ben seni çok sevdim. Benim de senin gibi hiç arkadaşım yok. Ne dersin, biz arkadaş olalım mı?” diye sordum. Kafasını kaldırıp bana şaşkın şaşkın bakarken bilmiş bir şekilde “İyi de çocuklarla büyükler arkadaş olmaz ki!” dediğinde omuz silktim. “Bunu kim demiş? Bence olabilirler. Hatta dost bile olurlar,” dediğimde hoşuna gittiğini anladım. Bu tavrımdan sonra çekingen bir şekilde “Ben, teyzemin beni almasını istemiyorum ama her gün o alıyor. Babam gelsin istiyorum,” dediğinde her şeyi net bir şekilde anlamıştım. Annesinin ölümünden sonra baba sevgisi de alamamıştı. Tamam, onu da anlıyordum ama ne olursa olsun çocuğuna karşı sevgisizliği bırakmamalıydı. Onun yaşadıkları hiç kolay değildi. “Neden peki?” diye sordum. Arda minicik elleriyle birden elimi tuttu. “Bana söz verirsen sana anlatırım,” dediğinde gülümsedim. “Tabii ki, öğretmen sözü.” “Teyzem, benimle ilgilenmek yerine sürekli babamla ilgileniyor,” dediğinde şu an olayı tam olarak anlamıştım. Teyzesi, babasından hoşlanıyordu ama Arda’yı bu yüzden kullanıyordu. Gerçekten buna çok üzülmüştüm. Üzgünce ona baktım. “Bence sen yanlış düşünüyorsun. Teyzen, seni çok seviyordur,” dediğimde kafasını iki yana salladı. “Babam olmadığında bana çok kızıyor,” dediğinde kaşlarım istemsiz çatıldı. Birden “Luan,” diye bağıran birinin sesiyle o tarafa döndük. Kadına baktığımda Arda’nın teyzesi olduğunu anladım. “Ben, geldim bebeğim! Hadi, gel!” dediğinde kadını inceledim. Kısacık bir elbise giymişti. Ombreli saçlarını da su dalgası yapmıştı. Gerçekten de kadında çocuk bakacak bir ifade yoktu. Ben de ayağa kalktım. Arda’nın montunu giydirdim. “Siz kimsiniz?” diye sordu. Bana küçümseyici bir bakış atmıştı. Bunu yapınca göz devirmemek için kendimi zor tuttum. “Ben, Arda’nın yeni öğretmeniyim. Siz de teyzesi olmalısınız,” dediğimde onayladı. Arda, birden bana sarılınca teyzesi de şaşırmıştı. Ben de ona sarılıp “Beni öpmeden nereye?” diye sordum. Bir çocuğa yaklaşması bilinmeliydi. Yanağımı öpüp teyzesinin yanındaki şoför olarak düşündüğüm adamın elini tuttu. “Ayşegül Hanım, biraz konuşalım mı?” diye sordum. Dinliyorum gibisinden baktı. “Sizin ilgilenmeniz çok güzel fakat en azından okul çıkışlarında Arda’nın babası onu almaya gelse daha iyi olur. Arda, bunun eksikliğini yaşıyor,” dediğimde kaşlarını derince çattı. “Sizin işiniz sadece ona ders vermek. Boyunuzu aşan şeylere sakın burnunuzu sokmayın!” diye tıslayıp başka bir şey dememe izin bile vermeden gitti. Nasıl bir insandı bu? *** İlerleyen haftalarda Arda bana daha çok alışmaya başlamıştı. Hatta daha çok söz alıyor ve konuşuyordu. Bu da benim oldukça hoşuma gitmişti. Onunla bir şekilde iletişime geçtiğim için mutlu oluyordum. Ben, öğretmenler odasındaki toplantıdayken müdür, artık okulun başka birine satıldığından bahsediyordu. Bu aşamaları fazla ilgiyle dinlemedim çünkü aklım sınıftaydı. Nilüfer’e bırakmıştım ama o bazen işi boş veriyordu. İçeriye telaşla Nilüfer girince korktuğum başıma gelmişti. Hemen ayaklandım. Herkes bize bakarken “Ne oldu?” diye sordum. “Arda kriz geçiriyor,” dediğinde oradan nasıl çıktım ve sınıfa gittim, bilmiyordum. Arda’nın başında rehberlik hocamız da vardı ama kriz geçirir gibi ağlıyordu. Çığlıkları bütün okulu inletirken yanına gittim. “Arda,” dediğimde bakışları bana döndü ve o kadar sıkı sarıldı ki ben de kollarımı ona sardım. Sesli ağlamaları, iç çekmeye dönüştü. Nilüfer’e döndüm. “Hemen babasını arayın,” dediğimde kafasını salladı. Rehberlik öğretmeni Hande Hanım “Babasının bu okula geldiğini hiç görmedim, Melina Hocam. Teyzesi gelir, büyük ihtimal.” Babası gelmek zorundaydı. Arda’ya ne olduğunu bilmesem de sınıftaki öğrencilerin de çok korktuğunu anladım. Nilüfer telaşla geldiğinde “Babası geliyor,” dediğinde kafamı salladım. O diğer öğrencilerle ilgilenirken Arda’yı sınıftan çıkarttım. Diz çöktüm. “Ne oldu sana?” diye sordum. İçli içli ağlarken “Arkadaşlarım benimle dalga geçti. Bana arkadaşlarımdan biri dedi ki annesi olmayan biri bunu anlayamaz,” dediğinde kalbim adeta donmuştu. Maalesef o çocukların anne ve babası nasıl insanlarsa çocuklara empatiyi asla öğretmiyorlardı. Kalbim çok acıyordu. En kısa zamanda anne ve babalara bununla ilgili bir uyarı yapacaktım. Arda’yla beraber öğretmenler odasına gittiğimizde okulun yeni sahipleri gelmişti. Elfin Hanoğlu yeni sahibimizdi. Eşi ona hediye olarak okul almıştı. Eşi, Arda’nın saçlarını okşadı. Kesin tanıyordu. Ona bir şeyler sorarken Arda iyice bana yapıştı. Ben, onun saçlarını okşadım. Sonra da zaten çıkmışlardı. Müdür benim yanıma geldi. “Ateş Bey’i sen mi çağırdın?” diye sordu. Sesinde bir korku vardı. Ateş dediği kişi, Arda’nın babası olmalıydı. Onayladım. “Evet, ben çağırdım çünkü Arda biraz kötü oldu,” diye mırıldandım. Müdür kafasını sallarken içeriye giren kişiyle dondum, kaldım. Onun burada ne işi vardı? Ben, bütün vücudum elektrik akımına uğramış gibi titremek istedi ama Arda’dan dolayı kendimi sıktım. Lütfen, düşündüğüm şey olmasın! Bize doğru geldi. Arda da onu görünce benden ayrılıp ona sarıldı. Allah’ım bu nasıl bir rastlantıydı? Hâlâ rüyalarımı süslemeye devam eden kılıç dövmeli adam yine tam karşımdaydı hem de öğrencimin babası çıkmıştı. Oğlunun, saçlarını okşayıp öptü. Ben, ne diyeceğimi bilemezken bakışları bana döndü. Beni üstten aşağıya süzdü. Kendimi toparladım. “Ateş Bey, odamda konuşalım mı?” diye sordum. Kafasını salladı. Ben, kendimi sakinleştirmek için çok çaba sarf ediyordum. Dışarıya çıktığımızda Arda daha iyiydi. Odamın önüne geldiğimizde masanın karşısındaki koltuğa oturdu. Kapıda da şoför vardı. “Baba, öğretmenim,” diye beni işaret etti. Arda’yı yere bıraktı. Boğazımı temizleyince anlayıp şoförünü çağırdı. Arda gitmeden bana sarıldı. Onun gözlerinde saf bir şaşkınlık emareleri vardı. Oğlunun bana olan yakınlığı onu şaşırtıyordu. Arda çıkınca direkt söze başladı. “Oğlum, sizden çok bahsetti, Melina Hanım” dediğinde odada yalnız kaldığımız için biraz heyecanlandım. Adımı söyleyiş tarzı bile kalbimin hızını artırmaya yetmişti. Adımı ilk onun ağzından duymamıştım. Rüyamda da söylüyordu ama şu an gerçek hayattaydık. Masaya oturmadım. Odamdaki l-koltuğa geçtim. Masama gidemezdim. Bacaklarım bile titriyordu. “Sizden de çok bahsetti ama daha çok sizin ona karşı soğuk tavrınızdan. Arda, sizi özlüyor,” dediğimde yavaş yavaş kaşları çatıldı. Alnındaki tam ortasında bir damar meydana çıktı. Sinirleniyordu. “Ne demeye çalışıyorsunuz?” diye sordu. Oğlu hakkında gerçekleri ona söylemem onu rahatsız etmişti. “Diyorum ki oğlunuzla ilgilenmediğiniz için onu büyük bir yalnızlığa itiyorsunuz! Zaten büyük bir travma yaşıyor. Onun yanında olmalınız gerek,” “Bu kadar mı?” diye sordu. Anlamadım gibisinden ona bakarken ayaklandı. Rüyamı bile unutmuştum. Ne yapmaya çalışıyordu? Çıkacakken önünü kestim. Umursamaz bir yapıya sahipti. Biraz olsun yakınlaşınca onun parfümünü alınca içim bir hoş oldu. Erkeksi bir o kadar da vanilyamsı bir kokusu vardı. “Ateş Bey, söyleyeceklerim henüz bitmedi!” dediğimde tepkisizce yüzüme bakmaya devam etti. “Bu, sizi ilgilendirmez Melina Hanım! Siz, boyunuzdan büyük işlere kalkışıyorsunuz!” diye karşılık verdi. “Ben, sadece Arda’nın iyiliğini düşünüyorum!” dediğimde kaşlarını daha fazla çattı. “Onun iyiliğini düşünmek size mi kaldı? Melina Hanım, sadece işinizi yapın!” dedi ve sinirle tısladı. “Zaten işimi yapıyorum! Eğer Arda’yla ilgilenmezseniz büyüdüğünde de bu şekilde içine kapanık ve sevgiye açık olacak. Ben onunla ilgilendikçe içindeki yaraları bana açmaya başladı. Ne yazık ki onun en büyük yarası, annesinin ölümü değil, sizsiniz!” dediğimde bana daha da yaklaştı. “Yaralarını kapatmak size mi kaldı? Oğlumu kendinize alıştırmayın, Melina Hanım! Haddinizi bilin!” Bunca anlattığımdan anladığı bu muydu? Ben, ona oğlundan bahsediyordum. Rüyalarım aklıma geldikçe ateş gibi yakan cinsten olduğunu zaten anlamıştım. Kılıç dövmesi hafifçe görünüyordu. Söylediğini dikkate almadım. “Ateş Bey, en azından okula onu siz bırakıp sonra da siz alabilirsiniz. Bu, Arda için babam beni önemsiyor hissi verir,” dediğimde kaşlarını havaya kaldırdı. Gerçekten de ne düşündüğünü hiçbir şekilde anlamıyordum. “Sahi sizin amacınız ne? Birden neden Arda’yla bu kadar ilgileniyorsunuz?” diye sordu. Bu da ne demekti? Yüzlerimiz karşı karşıydı ama onun boyu benden epey uzun olduğu için boynum acımıştı. “Siz ne ima ediyorsunuz? Ben, bir eğitimciyim ve bütün öğrencilerimin sorunları beni ilgilendirir,” dediğimde soğukça güldü. Bir yıldır, sırf bir rüya uğruna herkesi reddettiğim adam bana ne ima ediyordu? Adeta kanımı donmuştu. Söyledikleri beni daha da şoka uğratmıştı. “Bana pek inandırıcı gelmedi. Altımda inlemek istiyorsanız oğlumu düşünüyor gibi yapmanıza gerek yok! Hemen bu işi halledebiliriz,” dediğinde kan beynime sıçramıştı. “Siz ne saçmalıyorsunuz? Arda’nın sizin gibi bir babası olduğuna çok üzüldüm. Zihniyetiniz gerçekten de çok iğrenç! Hemen terk edin burayı!” deyip elimi kaldırdım. Birden bileğimi havada kavradı ve sıktı. “Sakın! Ben size anladığınız dilden de anlatayım! Amacınız ne bilmiyorum ama bizden uzak durun! Oğlumdan uzak durun! Eğer biraz daha ailevi meselelere karışıp oğlumun aklını karıştırırsanız onu bu okuldan alacağım!” dediğimde acıyla ona baktım. “Yanlış yapıyorsunuz,” dediğimde yüzlerimiz arasındaki milimlik mesafeyi de kapattı. “Yanlış yapan sizsiniz! Kimi karşınıza aldığınızı bilmiyorsunuz! Eğer kendimi size tanıtmamı ve tehditleri uygulamamı istemiyorsanız sadece işinizi yapın ve ders dışı şeylerle ilgilenmeyin!” deyip kolumu hırsla bıraktı ve odayı terk etti. Tek bildiğim bu adamdan uzak durmam gerektiğiydi…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD