Zor da olsa kendime gelip nefesimin daha fazla onun nefesine karışmasına engel olup arkamı döndüğümde Asya ve bizi şaşkınca izleyen çocukla karşılaştım. Daha sonra ise hiç görmemiş olmayı dilediğim polisleri gördüm.
"Şimdi bittik." Saniyeler sonra dudaklarını aralayıp sessizliği bozan ilk isim ben olmuştum. Panik duygusu sebepsiz heyecanımı yenip yeniden gün yüzüne çıktığında
"Asya ayağa kalk ,kalk Asya bittik." dedim.
Kendimi tanımadığım çocuktan uzaklaştırmaya çalışıyordum ama bırakmıyordu. Gözlerine yeniden baktığımda gene bir duraksama yaşamış gözlerinin daha da büyüleyici olduğunu fark etmiştim.
Sonra ne diyeceğimi hatırlayıp ağzımı açmış ve konuşabildiğim kadar düzgün konuşmaya çalışmıştım.
"Bıraksana..." fısıltı gibi çıkan sesim beni bile bozguna uğratırken dediğim şeyle kendine gelip beni bırakmıştı.
Ama beni bıraktığında her şey için çok geçti. Asya'yla ben son bir umut köşeyi geçmek için tekrar hareketlendiğimizde onlarda aynı şekilde diğer tarafa geçmek için hareketlenmişlerdi.
Fakat ne yazık ki bunu biraz hızlı yaptığımız için peşimizdeki polisler panikleyip bizle birlikte daha da hızlanmış diğer köşeden aniden çıkan polislerle çarpışmışlardı.
Demek ki onlarda polislerden kaçıyormuş diye içimden geçirmeden edemedim. Durumun enteresanlığı herkesi şaşırtsa da sonuç olarak yerde bir yığın polis vardı ve bu çok komik bir görüntü oluşturuyordu. Bu manzaraya karşılık ben ,Asya ve tanımadığımız iki çocuk kahkahalara boğulduk.
"Bunu videoya çekmem lazımdı." diye gülmeye devam ettim.
" Devletin polisini bile bu duruma düşürdük ya helal olsun bize ." sesin sahibine döndüğümde sesini duyduğum anda ki gibi içimde bir kıpırtı oluşmuştu. Köşeyi ikinci defa dönmeye çalıştığımızda beni bıraksa dahi istemeden daha çok yaklaşmıştık birbirimize.
"Ellerinizi uzatın. "Saniyeler sonra ayağa kalkan polise ellerimi uzatmadım. Kimse uzatmadı, garip!
"Ellerinizi uzatın dedim."
"Sağır değiliz Allah'a şükür." derken ne kadar fısıldadığımı sanıyor olsam da polisin bana onaylamaz bakışlar yollayıp
"Elini uzat!" demesiyle öyle olmadığını anladım. Hayır sanki biz bilmiyoruz arabaya binmeyi.
"Gerek yok kaçacak değiliz." Bizi götürmek için gelen iki arabaya baktım. Biri bizim diğeri onlar için olmalıydı.
"Hangisine biniyoruz? "diye ekledim.
"Kızım daha demin kaçan sen değil miydin?" dedi yaşlı polis amca. Polissin amca saygım var ama kafa yok galiba.
" Merak etme kaçmayız. Çok yoruldum zaten." Bunu dememle bana bineceğim arabayı gösterdi. Şükür! Tabi herkes bana garip garip bakıyordu.
Aslında Asya hariç herkes bana garip garip bakıyordu. Aldırmayıp arabaya doğru yol aldım.
"Sende o arabaya geç." Ama arabaya ulaşamamıştım. Arkamı döndüğümde polis amcanın bal rengi göze sahip olan yani daha demin hiç uygun bir pozisyonda olmadığım erkeği işaret ettiğini gördüm ve gözlerimi büyüttüm.
"Amca o niye benle geliyor ya ben suçu onunla mı işledim. O gitsin şu kız gelsin. Kız lazım bana bununla işim yok benim."
Evet bazen bende dilimin ayarını kaçırabiliyor ve mantıksız konuşmalar yapabiliyordum. Ben isyanıma devam etmeyi planlarken gelen sesle susmak zorunda kaldım.
"Sağ ol ya, çok iç açıcısın. İltifatların için teşekkür ederim."
Kalbimin bir ses tonuyla hızlanmasına anlam veremezken daha demin çok yakından -fazla yakından - gördüğüm gözlere sabitledim gözlerimi.
"Rica ederim, her zaman." dedim ve polis amcaya yöneldim.
"Anladın mı amca oğlanı al kızı ver takas gibi düşün çok zor olmasa gerek."
"Olmaz. Ben buraya geldiğimde ikinizi gördüm, siz ikiniz bu arabaya o ikisi de o arabaya." Allah'ım böyle saçmalık mı olur ya.
"Amca o kazaydı kaza." Polis amca beni dinlemeyip hadi dediğinde mecbur arabaya bindim. Ah Asya hiç itiraz da etmiyorsun ama ben sana demiştim o partiye gitmeyelim diye. Allah'ım sen bana yardım et çabucak eve gidelim. AMİN.
Yerime yerleştikten sonra başımı cama yaslayıp dışarıyı aslında daha çok ışıklar ardına saklanmış yıldızları seyretmeye başladım.
Her zaman ki gibi sessizlik, gökyüzü ve arabanın bir beşik gibi hafif sallantısı bir araya geldiğinde anılarımı gözlerimin önüne gelmesine engel olamadım.
Bugün de tıpkı anılarımdaki gün gibi sakindi. Sanki ayrı bir güzelliği vardı bu gecenin, ayrı bir havası, ayrı bir heyecanı. Belki de ay ve yıldızların şahitlik ettiği ama şahitlik için kullanılmayacağı ayrı bir hesabı, olayı vardı.
5 yıl önceki gibi şahitlik etmek zorunda bırakıldığı lanet bir olayı vardı belki de.
Şu an ve çoğu zaman zihnimin bomboş kalmasını istiyordum. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Yağmur yağsın dans edeyim sokakta ama kimse beni yadırgamasın istiyordum.
Zaman dursun her şey yarıda kalsın sadece kalbi temiz olan insanlar uyansın yeni bir sabaha. Sadece onlar yaşasın dünyada.
Ne güzel olurdu ,değil mi her şeyiyle kötülük ve mutsuzluktan arındırılmış bir dünyada yaşamak?
Çoğu zaman yaşanan bir duygu patlaması yine kendini belli ederken neden hep böyle yersiz olduğunu sorgulasam da cevap bulamamıştım.
Az daha düşünürsem işin içinden çıkamayacağımı fark edip başımı yasladığım camdan kaldırdım ve sağa döndüm.
Dönmemle birlikte bana bakan bir çift gözle karşılaşmam garipsenecek bir durumdu. Kaşlarımı çattım ve kanayan bacağıma baktım. Pelin pisliği çok derin kesmişti anlaşılan, yara olan yerden damla damla kan geliyordu hala.
"Polis Amca, peçete var mı?"
"Memur Bey" diye düzeltti beni polis amca. Ama bu konunun umurumda olduğunu sanmıyordum.
"Polis Amca bir şey sordum ama." yanımdaki çocuk gülerken polis amca göz devirdi ve bana peçete verdi. Peçeteyi bacağıma bastırdım ve kurumamış olan kanları sildim.
Ben işimi yaparken üzerimdeki izlenme hissi sağ olsun rahatsız olup doğruldum. Sonra silmeye devam ettim. Arada bir aniden sızı girdiği için silmeye ara veriyordum. Tam pes edecekken yandaki çocuk konuştu.
"O öyle olmaz." Göz devirdim ve uzun bir sabır çektim.
"Abi su var mı?" Polisin uzattığı suyu aldı ve bana döndü. Sonra elimdeki peçeteyi de aldı. O bunları yaparken ben ona ters ters bakmakla meşguldüm.
Suyun kapağını açtı ve benden aldığı peçeteyi şişenin kapak kısmına koyup hızlıca ters çevirip düzeltti, böylece peçete de ıslanmış oldu.
Buraya kadar her şey normaldi ama sonra peçeteyle bacağıma yöneldi.
"Ne yapıyorsun?"
"Ne yapıyor gibi gözüküyorum?" bunu söylerken peçeteyi bacağıma bastırdığı için acıyla inledim. O da verdiğim tepkiyi görüp yüzünü buruşturdu.
"Pardon! Acıdı mı?"
"Yok acımadı, boşuna tepki verdim. Ayrıca sana ne ya? Bırak ben yaparım."
"Yapabileceğinden şüpheliyim." Bunu söylemesiyle ona dil çıkardım ve elinden peçeteyi alıp kesiği ve kurumuş kan lekelerini sildim. İşim bitince camı açıp peçeteyi dışarı attım.
Yol git git bitmiyordu. Ben de hem bu rahatsız edici sessizliği bozmak hem de yolun hızlı geçmesine neden olması için polis amcayla konuşmaya karar verdim.
"Polis Amca sen hangi şubede çalışıyorsun?"
"Neden sordun?"
"Sen bir söyle merak ettim." Polis Amca şubesini söyleyince kaşlarımı kaldırdım.
E bu bizim Asya'yla hep gittiğimiz pardon götürüldüğümüz karakoldu. Demek ki polis amca yeniydi. Çünkü Asya'yla oradaki polislerle bayağı kanka olmuştuk. Kısacası karakol eşittir ikinci evimiz.
"E sen yenisin o zaman." polis amca bana omzunun üstünden bakıp
"Nerden biliyorsun yeni olduğumu?" dedi.
"Ben seni hiç görmedim de ondan anladım." varlığıyla yokluğu bir olan çocuk gülerek
"Ne alaka?" deyince istemsizce güldüm. Gözleri gülüşümde takılı kaldı. Genelde yabancıların yanında gülmezdim. Ama bazen beni bile şaşırtacak istisnalar olabiliyormuş demek ki. Bir süre sonra hemen kendime gelip eski halime döndüm.
"Biz oraya Asya'yla haftada bir güne gidiyoruz. Sonra polislerle çay içip kısır yiyoruz. O yüzden polislerle baya bir kanka olduk. Sende alışırsın amca. O karakolun neşesiyiz biz. Sıkılmazsın sen orda hiç merak etme."
"O bahsettikleri siz miydiniz? Şansa bak hiç belalı bir tipinizde yok aslında. 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi."
"İçi seni dışı beni yakar amca boş ver." biz konuşurken diğer iki kişinin -biri polis diğeri hayvan- gözleri polis amcayla benim aramda gidip geliyordu. Bu bakışmadan sıkılıp kafamı dışarı çevirdiğimde geldiğimizi gördüm.
"Sonunda, hele şükür! "diyip arabadan indiğim gibi Asya'nın yanına gitmeye başladım. Ayağımın çıplak olduğunu o zaman fark ettim. Aslında pek de umurumda değildi. Ama Asya'ya baktığımda acıdan yürüyemediğini fark ettim. Ayağını çok kötü burkmuş olmalıydı.
Tabi bunu düşünmem Asya'ya çarpan çocuğun onu kucağına almasına şaşırmayacağım anlamına gelmiyordu.
İki dakikada ne yaptın Asya bu ne hâl? Allah'ım bu gözler ölmeden bunu da mı görecekti yaaa.
O sırada Asya'nın gözleri beni buldu. Yüzümdeki ifadeyi görünce şirince sırıttı. Ah Asya ah.
Hep beraber içeriye doğru yürümeye başladık. Karakolun kapısına gelince polis amca kapıyı açmaya çalıştı ama açamadı.
Yeni olduğu burdan belliydi. Bilmem kaç aydır bu kapı bozuktu ve bunu bilmeyen birinin kapıyı açması pek kolay olmuyordu.
"Amca çekil" polis amca bana 'yine neyin peşindesin' dermiş gibi baksa da umursamadım.
"Amca o kapı öyle açılmaz. Bozuk o kapı. Çekil de açayım." polis amca çekilince kapının kulpunu tutup aşağı yerine yukarı kaldırdım. Sonra kapıyı kendime çektim ve ittim. BİNGO... Kapı açılmıştı.
Kapının açılmasıyla hemen içeri daldım.
"N'aber millet?" arkamdaki çocuklar ve polis dışında kimse şaşırmamıştı. E alışmıştı herkes. Ahmet Amca beni ve Asya'yı görünce gülümsedi.
" Oooo hanım kızlarım uzun zamandır ortalıkta yoktunuz. Bende bu işleri bıraktığınızı sanmıştım." gülüp yanına gittim ve yanağına sulu bir öpücük kondurdum.
"Aşk olsun Ahmet Amca biz seni hiç unutur muyuz? Ayrıca biz olmasak siz nasıl işinizi yapacaksınız?" dedikten hemen sonra herhangi bir sandalyeyi alıp oturdum.
"E bu sefer ki şerefinizi neye borçluyuz. Gene ne yaptınız?" Ahmet Amca konuşurken Asya da karşımdaki sandalyeye oturmuştu.
"Katil oldum Ahmet Amca." Asya ve ben gülerken diğerleri ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kaç yıldır bizi ciddiye almamaları gerektiğini hâlâ anlayamamışlardı.
"Şaka yaptım Ahmet Amca, sakin ol. Pelin belasını biliyorsun. Sorun çıkardı. Ama onun için değil partiye katıldığımız için buradayız sanırım. Kestiremedim. Yani şu an yanlış adamları yakaladınız. Şimdi bizi bırakmanız falan lazım derdik ama protokolü biliyoruz. O yüzden sen bizi hangi nezarethaneye koymayı düşünüyorsun onu söyle."
"Yaa hep yanlış adamı yakalarız zaten. Neyse peki sizin bunlarla alakanız ne?" kafamı adını bile bilmediğim iki çocuğa çevirdim ve tekrar Ahmet Amca'ya baktım.
"Şimdi biz Asya'yla kaçarken ki kaçıyorduk da bu iki şahıs önümüze çıkıp ciğerlerimizi sökünce kaçma planlarımız suya düştü."
"Size iki sorum var." deyip dördümüzü gösterdi ve devam etti.
"Siz ikiniz -deyip Asya ve beni gösterdi- suçlu değilseniz niye kaçtınız ve siz ikiniz -deyip erkekleri gösterdi- neden buradasınız?" ben ve o bal gözlü çocuk aynanda söze başlayınca birbirimize baktık. Sonra o sustu ve konuşmam için eliyle işaret etti.
Sanki etmese konuşmayacaktım. İçimden geçirdiğim cümle bir anda canımı sıkmıştı. Ben ne ara böyle şeylere takar olmuştum. Bunu düşünmeyi sonraya erteleyip yarım kalan konuşma girişimimi tamamladım.
"Ahmet Amca valla biz hayatımıza adrenalin katalım dedik. O yüzden kaçtık. Ayrıca kaçmasaydık sanki buraya getirilmeyecektik." ben sözümü bitirince o çocuk konuşmaya başladı.
"Biz de sinir olduğumuz birinin kumarhanesini silahla basmaya gittik. Ama üstüne polis de bizi basınca olay yanlış anlaşıldı ve bizde kaçtık." Ahmet Amca onayladı ve bize kalacağımız nezarethaneyi gösterdi. Biz 2 numaralı nezarethanede kalıyorduk onlar ise 3 numaralı nezarethanede kalıyorlardı. Yani yan yanaydık. Nezarethaneye girerken Ahmet Amca'ya
"Miraç yok mu?" diye sordum. O sırada Asya, Rüya diye bağırdı. İsmimi bağırmasıyla herkes bize döndü. Tam da o sırada Miraç içeriye girdi.
"Çok mu özlediniz beni ?"dedi. Miraç Asya'ya aşıktı ama Asya onu sevmiyordu. Bunu da Miraç anlamak istemiyordu. Bende her seferinde sırf gıcıklık olsun diye Miraç'ı yanımıza çağırıyordum.
"Valla ben karakolu çok özledim." Miraç güldü. Sonra yan nezarethanedeki erkeklere kayıt işlemleri için isimlerini sordu. Nedense bir an da kulak kesildim ve duymaya çalıştım .
"Bora Özay"
"Emir Yılmaz" Bora Özay, Bora, Bora. Güzel isimmiş. Bana neyse artık. Aklım uçmuştu yine. Miraç giderken arkasından seslendim.
"Gene gel. Burası çok sıkıcı. Sen gelince iki sohbete muhabbet oluyor en azından." Miraç arkasını döndü. Bir bana bir de Asya'ya baktı ve Asya'nın gözlerini kaçırmasına neden oldu.
"Tabi ki yalnız bırakmayacağım. Ne zaman gördünüz sizi yalnız bıraktığımı?" bu dediğine göz devirdim.
"Asya neyse de beni yalnız bıraktığını hatırlıyor gibiyim sanki."
"Kapanmadı mı o konu hâlâ?" güldüm.
"Tamam tamam. Hadi git işini hallet. Sonra bizim telefonlarımızla birlikte geri gel." Nezarethaneye girmeden önce her şeyimizi almışlardı.
"Başımı belaya sokacaksınız."
"Sanki daha önceden hiç yapmadın. Hadi." tam arkasına dönüp gideceği sırada
"Arabanın anahtarlarını da aldılar. Biz çıkmadan bi ara arabayı gidip alır mısın?"
"Ya siz daha reşit bile değilsiniz ne arabası, ne anahtarı? Başıma bela alacağım ya."
"Evet biz reşit değiliz ama sen reşitsin. O yüzden sen arabayı al ki biz de suç işlemeyelim değil mi?" göz devirdi ve son bir şey sordu.
"Peki ben bunları niye yapıyorum?" sinsice sırıttım ve
"Çünkü sen benim kankam ve Asya'ya aşık olan bir adamsın. Hadi koççum göreyim seni." Asya oturduğu yerden kalktı ve uyarıcı bir şekilde ismimi seslenerek yanıma gelmeye başladı. O sırada Miraç ise
"Ben niye soruyorum ki?" diye söylenerek gitti. Gözüm yan nezarethaneye kaydı. Adı Bora olan çocuk bana bakarak gülüyordu ama Emir için aynı şeyi söyleyemezdim çünkü oldukça sinirli gözüküyordu. Gözüm tekrar Bora'ya kaydı. Gözümün içine öyle derin bakıyordu ki gözümden geçen şeyleri anlayabiliyordu sanki.
Bir şey çözmeye çalışıyor gibiydi. Gözlerimi kırpıştırdım ve Asya'ya çevirerek geriye gitmeye başladım. Şu an oldukça ürkütücü gözüküyordu. Erkekler ise bizi dikkatlice izliyorlardı.
"Asya? "dedim ne yapacağını sorgularcasına.
"Rüya yemin ediyorum kendinden geçene kadar döverim seni. Kızım niye olur olmadık zamanlarda olur olmadık konuşuyorsun ya?" diye fısıldadı. Galiba yan nezarethanede bulunan ve adlarının Emir'le Bora olduğunu öğrendiğim çocukların duymasını istemiyordu.
"Ya üff!" diyerek Asya'yı ittim ve omuz silktim. Sonra konuşmaya devam ettim.
"Yalan söyledim sanki." diyerek bir yere geçip oturdum ve bacak bacak üstüne attım. Ayaklarım hala çıplaktı ve burası soğuktu. Neyse Miraç gelince ona söylerdim artık.
İçeri bir polis geldiğinde Miraç sanmıştım ama değildi. Gelip bizim ve yan tarafın kapılarını açtı. Vahiy falan mı indi, ne oluyor yahu? Bizim daha sabaha kadar burada durmamız gerekiyordu. Bunu Bora ve Emir de anlamış olucak ki onlar da ayağa kalkmış ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.
"Hadi, çıkıyorsunuz."
Biz dörtlü olarak birbirimize bakıyorduk. Hepimizin aklında tek bir soru vardı:
Bizi buradan çıkaran kimdi??????