Şuan ben, Asya, Bora, Emir ve Can 5 kişi olarak karakolun önündeydik. Can, Bora ve Emir’in arkadaşıymış. Buraya Asya ve beni çıkarmak için geldiğinde Bora’yla Emir’i görmüş. Sonra onların kefaletini ödeyip onları da çıkarmış. Hayat ne kadar garip, değil mi?
Can tarafından yapılan resmi tanışma faslından sonra hepimiz bir şey demeden birbirimize bakmaya başlamıştık.
“Yani siz tanışıyorsunuz.” Asya’nın sorusuyla bu döngü son bulmuş ve soruya yanıt olarak Can ile Emir kafasını sallamıştı.
Ama şuan benim bundan daha önemli bir sorunum vardı. Anıl’ı arayıp eve gidip gitmediğini sormam gerekiyordu.
Anıl benim benden iki yaş küçük olan erkek kardeşimdi. Anne ve babamız olmadığı için biz birbirimizin her şeyiydik.
O yüzden onun üstüne çok düşüyordum. Annem ve babam öldüğünde Anıl dağıldı. Ben de onu toparlamak için çok uğraştım.
Ama uğraştığıma değdiğini düşünüyorum ki inşallah öyledir. Eğer değmediyse ben, annem ve babam öldüğünde yaşayamadığım, yaşamak için vakit bulamadığım bu acının on katını yaşardım.
Sonuç olarak sabahtan beri Anıl’dan haber alamamıştım ve onun bu saatte evde olması gerekiyordu.
“Asya benim Anıl’ı aramam lazım.” Asya kafasıyla onaylayınca
“İki dakikaya gelirim.” deyip çocuklardan üç dört adım uzaklaştım. Nedense şu son iki buçuk saat içinde kendimi çok izleniyor hissediyordum.
Çalıyor, Çalıyor, çalıyor ve çalıyor. Telefon çalmayı bırakıp aramayı sonlandırdığında Asya’nın yanına gittim. Dört kişi küçük bir küme oluşturmuş sohbet ediyorlardı.
“Asya telefonunu verir misin?”
“Ne oldu, açmadı mı?”
“Kesin evde değil kızacağım o yüzden açmıyor. Senden ararsak kesin açar.” Asya telefonunu çantasından çıkarıp bana uzattı.
“Sağ ol.” Deyip telefonu aldım. Tam gidiyordum ki Asya aniden bana döndü.
“Şifreyi değiştirdim. Telefonu ver. Şifreyi gireyim.” Bunu demesi üzerine şifre yapabileceği bir şey denedim. Sonuç: telefon kilidi açıldı. Gülüp telefonu Asya’ya gösterdim.
“Senin yüzünden özel hayatım kalmadı. Bunu nasıl yapabiliyorsun?”
“Meslek sırrı arkadaşım, meslek sırrı.” Dedim. Diğer üç erkek hiçbir şey demeden bizi izliyordu. Gerçi Can ve Bora genel olarak bana bakıyorlardı. Hadi Can’ın derdini biliyoruz da Bora’ya bir anlam veremedim. Bu konuları düşünmemeye çalışıp yine üç dört adım uzaklaştım ve Anıl’ı arayıp telefonu açmasını bekledim. İki çalıştan sonra açınca direk bağırmaya başladım.
“Nerdesin sen, niye telefonlarımı açmıyorsun, neden beni meraklandırıyorsun?” Sesimin gereğinden fazla çıktığını bizim grup dahil Karakol bahçesindeki herkesin bana bakmasıyla anlamıştım. Allah’tan saat gecenin bir yarısıydı da bahçede çok kişi yoktu.
Bizimkilerin hâlâ bana meraklı gözlerle baktığını gördüğümde ağzımı oynatarak ‘pardon’ dedim ve bana bakmalarına son vermeleri için arkamı döndüm.
Arkamı dönmeden gördüğüm son şey ise Bora’nın bana olan gülüşüydü. İçten içe niye her şeye güldüğünü ve güldüğünde neden hoşuma gittiğini sorguladım.
“İstediğim sorudan başlayabilir miyim?” Anıl’ın sesiyle kendime geldim.
“Yeter ki cevap ver.” Bunu dememle birlikte tek tek sıralamaya başladı.
“Eve gidiyorum, telefonlarını açmadım çünkü kızacağını biliyordum, son olarak gün ortasında şarjım bittiği için seni arayamadım sonra da unutmuşum zaten. Şimdi başka sorun yoksa telefonu kapatabilir miyim?”
“Hayır, kapatamazsın. Anıl yemin ediyorum oraya gelirsem saçını başını yolarım. Senin şuan evde bilmem kaçıncı uykuna dalmış olman gerekiyordu. Hemen eve gidiyorsun, çantanı hazırlıyorsun ve uyuyorsun. Yarın okula geç kalırsan çok fena bozuşuruz ona göre. Ayrıca kızacağımı da bilsen şarjın da bitse bir yolunu bulup beni arıyorsun. Ha, eğer bu tekrarlanırsa seni odana kilitler telefonu da elinden alırım. Böylelikle ne sen bunu bir daha tekrarlayabilirsin ne de ben seni merak etmiş olurum. Anladın mı çocuk?”
“Bu azardan sonra bir daha olacağını sanmıyorum zaten. Eğer başka bir şey yoksa kapatıyorum.”
“Kapat.” Yılların verdiği ablalık tecrübesiyle bu işi de hallettiğime göre artık diğer dörtlünün yanına gidebilirdim. Onların yanına vardığımda sohbetlerine kaldıkları yerden devam ettiklerini fark ettim.
“Ne oldu?” Sorduğum soruya karşılık Asya bana hevesle cevap vermekten kendini alamadı.
“Can bara gidelim diyor. Parti berbat oldu zaten biliyorsun, biz de onun yerine bara gidelim diyoruz.”
“Asya yarın okul var biliyorsun değil mi?” Bunu demem ile Can hemen ellerini belime sardı ve
“Ya ,ne olacak sanki gelseniz? Yarın okulun ilk günü zaten ders işlemeyiz ki.” Bu çocuk defalarca uyarmama rağmen bu hareketi yapabildiğine göre yürek yemiş olmalıydı.
Büyük ihtimalle etrafımız insan dolu olduğu için bir şey yapamayacağımı sanıyordu ama fena yanılıyordu. Can’ın ellerinden kurtulup ters ters
“Can yılışma. Sevmediğimi biliyorsun.” Deyip Asya’ya döndüm ve fikrini sordum.
“Asya sen ne diyorsun?”
“Bence gidelim. Okul açılınca böyle rahat gezemeyiz zaten.” Erkeklere dönüp
“Tamam, -dedim ve Can’a döndüm- ama bizim araba sende kaldı.” Buna karşılık olarak Bora
“Bizim araba burada. Önce Can’lara gideriz, oradan sizin arabayı alır bara geçeriz.” Diyerek kendi önerisini sundu. Asya hemen cam kenarı benimdir deyip arabaya geçti. Göz devirdim. Şimdi aklımda tek bir soru vardı. Benim yanıma kim oturacaktı?
Bora sanki bunu anlamış gibi konuşmaya başladı.
“Can, abi sen öne geç arabayı zaten Emir kullanıyor. Yolu da ben bilmiyorum. Böyle daha rahat ederiz.”
Bu da demek oluyor ki Bora benim yanıma geliyor. Can’dan iyidir en azından.
Arabaya yerleştikten sonra Emir arabayı sürmeye başladı. Bora’nın yanımda oturduğunu takmamaya çalışıp bir kolumu Can’ın oturduğu koltuğun omuz kısmına diğerini ise Emir’in oturduğu koltuğun omuz kısmına yasladım.
“Eeee hangi bara gidiyoruz?” Can hemen bana dönüp pis bir şekilde sırıttı.
“Gidince görürsün.” Can böyle sırıttığına göre kesin İstanbul’un en belalı barına gidiyorduk.
“Can ne olur düzgün bir bara gidelim. Bu gece başka bir olayı daha kaldıramam.”
“Kızım biz varız yanınızda bir şey olmaz.” Oflayıp arkama yaslandım. İki dakika sonra Can’lara gelmiştik zaten. Asya’nın ardından ben de indim ve anahtarı Asya’nın elinde kaptığım gibi şoför koltuğuna oturdum. Asya da oflayıp yanıma bindiğinde arabayı çalıştırıp, camı indirdim.
“Kullanabilecek misin?” Can’ın saçmalamasına güldüm. Sen beni ne sanıyorsun gülüm? Ege abi öğretti bana araba sürmeyi.
“Sence?” deyip gaza bastığım gibi Can’ların önüne geçip barın yolunu tuttuk. Onlarda arkamızda bize yetişmeye çalışıyordu. Bunu yaparak resmen yarış başlatmıştım. Amacım da buydu zaten. Sadece eğlenmek!!!
Tam önümüze geçecekleri sırada önlerine kırdım ve onları engelledim.Bu iş böyle yapılırdı. Anladığım kadarıyla Emir de formuna girmişti. Ama küçücük mini minnacık bir sorun vardı. Ne Asya ne de ben barın yolunu bilmiyorduk. Şu an arabayı rastgele sürüyorduk.
“Asya, Can’ı arar mısın?.” Asya ricamı ikiletmeyip Can’ı aradı ve telefonu bana verdi. Can telefonu açar açmaz konuşmaya başladı.
“Çok hızlısınız Rüya, dikkat edin.”
“Sen şuna sizi geçemedik ,yavaşlayın desene.”
“Çok ciddiyim.”
“Çok konuşma da barın konumunu at.”
“Hiç sanmıyorum.”
“Can uğraştırma beni. Hadi at bekliyorum.”
“Can Aydın araba yarışında kızlara yenildi dedirtmem. Bizi takip edin.”
“Yenildiğini kabul ediyorsun yani.”
“Siz sadece bizi takip edin.” Göz devirdim ve telefonu kapattım. Olmayan egon batsın Can Aydın.
Arabayı yavaşlattım ve önümüze geçmelerine izin verdim. Umarım bar yakındır. Eve geç gitmek içime sinmiyordu. Bu yüzden de zamanı yolda harcamak istemiyordum.
Ama Can beni yanıltıp bizi yakın bir yere getirmişti. Çok tekin bir yere benzemiyordu. Şu an tek güvencemiz Emir, Bora ve Can’dı. Arabaları park ettikten sonra hepimiz indik ve bir topluluk oluşturup içeri girdik.
İçeri girdiğimde yüksek ses, içki kokuları ve sürekli değişen ışıklar midemi bulandırıp başımı döndürse de sonradan alıştım. Etrafa göz gezdirdiğimde çoğunluğun erkeklerden oluştuğunu gördüm. Can’ın bizi buraya getirmesi ne kadar doğruydu bilmiyordum ama aldırmamaya çalıştım.
Oturacağımız yere geldiğimizde hepimiz tek sıra halinde barın önündeki uzun koltuklara oturduk. Bu koltukları oldum olası sevmişimdir.
Sağımda sırasıyla Can ve Bora solumda ise Asya ve Emir vardı.
Barmen yanımıza gelip ne istediğimizi sorunca sarhoş olmak istemediğim için bira diyecektim ama Can hepimizden önce davranıp herkese kendi içeceğinden istemişti. Bizde bir şey diyememiştik. İnşallah çok alkollü bir şey değildir.
Hem sarhoş olmaktan korkuyordum hem de erkeklerin sarhoş olmasından korkuyordum.
Üstümüzde bu kadar rahatsız edici göz varken erkekler sarhoş olursa buradan namusumuzla çıkacağımıza emin değildim.
İçkilerimiz geldiğinde Can direk kafaya dikti ve bir tane daha istedi. Can’ın dışındaki herkes içkisini yavaş yavaş içiyordu ki Can böyle devam ederse kesin sarhoş olacaktı.
Zaten umurumda olmayan bu konuyu düşünmeyi bırakıp başka şeyler düşünmeye başladım. Bu bar çok sıcaktı ve belime gelen saçlarım beni zorluyordu.
Bileğimdeki tokayla saçımı at kuyruğu yaptım. Bileğimde hep olası durumlara karşı toka taşırdım ve ben bu huyuma bayılıyordum.
Bir süre sonra saçımı toplamanın bir etki etmediğini fark edip tuvalete gitmek için ayağa kalktım.
Soluma döndüğüm gibi Asya ve Emir’i sohbet ederken buldum. Bunlar ne ara yakınlaşmıştı böyle? O arabada neler olduğunu öğrenmem lazımdı. Ama bunun için kendimi şu an gerçekten halsiz hissediyordum.
“Ben tuvalete gidiyorum.” Dediğimde Asya’nın dikkatini çekebilmiştim.
“Tamam. Dikkat et.”
“Tamam.” Dedim ve tuvalete doğru yol aldım.
Tuvalete vardığımda kimsenin olmadığını gördüm. Zaten tuvaleti bulmaya çalışırken ben bile baya uğraşmak zorunda kalmıştım.
Allah aşkına kim tuvaleti buraya koyar ki? Buraya gelmek için oturduğumuz yerden kalkıp köşeden sağa dönmüş sonra üst kata çıkıp sola dönmüştüm. Ondan sonra da sağa dönüp düz ilerleyip sola döndüğünüzde tuvaletin kapısına 1metre uzaklıkta kalıyordunuz. Düşünürken bile aklım karışmıştı.
Bunları boş verip elimi ve yüzümü yıkayıp saçlarımı düzelttim. Az da olsa serinlemiştim.
İşim bittiğinde tuvaletten çıkış yaptım ama pek de normal bir çıkış olmadı.
Resmen duvarla bir olmuştum. Çarpmanın etkisinden kurtulup gözlerimi açtığımda karşımda Can vardı. Ne olmuştu şimdi?
“Ne yapıyorsun Can ?” diyerek beni sıkıştırdığı yerden çıkmaya çalıştım ama o dediğime aldırmayıp bana daha da çok yaklaştı.
“Can, bırak!” Ne kadar itmeye çalışsam da bırakmıyordu. Kesin sarhoş olmuştu.
Yoksa bunu yapmaya cesaret edemezdi.
Ama şu an bunu daha fazla düşünecek durumda değildim. Sırtım acıyordu.
Bunları es geçmiştim ama beni öpmeye kalkışması bardağı taşıran son damlaydı. Çığlık atıp ondan kurtulmak için bacak arasına vurdum.
Geçebileceğim kadar mesafe oluşunca koşarak kaçmaya çalıştım ama tam köşeyi döneceğim sırada bileğimden tuttu. Bir daha çığlık attım.
Çığlığımı susturmak adına elini ağzıma koydu ve beni tekrar kendisiyle duvar arasında bıraktı
Bunun üstüne birde yaptıkları yetmezmiş gibi boynumu öpmeye başladı.
Hemen ardından bedenini bedenime yaslamış her yerini hissetmeme neden olmuştu.
Ellerini belimden sırtıma çıkarıyor sonra tekrar belime indiriyordu. Boynumda moraracağına adım gibi emin olduğum izler bırakırken kendini olabildiğince bana bastırıyordu.
Gözlerimin dolduğunu hissediyor ve görüşümün bulanıklaşmasına lanetler ediyordum.
İçinde bulunduğum durumun iğrençliğinden kurtulmak için çırpınıyordum fakat sesimi duyurabildiğim kimse yoktu.
Bir süre sonra çığlıklarımı duyurma çabalarıma son verip aklımın izin verdiğince mantıklı bir cümle kurmaya çalıştım.
Ama dudaklarımın arasından çıkabilen ve kapattığı ağzımdan net olarak duyulabilen sadece iki kelime olmuştu.
“Ne olur ,dur!” Dediğim şey Can’ın bir anda durmasına neden olmuştu.
Ama gözlerimin içinde gördüğü saf korku ve nefretin, içindeki öfkeyi yeniden uyandırdığını ona bakan herkes şüphesiz anlayabilirdi.
Gözlerindeki öfkenin büyüdüğünü görmemle bağırması bir olmuştu.
“Neden beni sevmiyorsun? Sana her yaklaştığımda iğrenerek kaçıyorsun? Seni seviyorum ve sen bunu bildiğin halde görmezden geliyorsun? Allah kahretsin! Neden? Bana ceva...” yüzüne yediği yumrukla sözü yarıda kaldı ve yere yığıldı.
Yumruk atanın Bora olduğunu görünce rahatladım ve rahatlamanın vermiş olduğu etkiyle sessizce ağlamaya başladım.
Göğüsüm çok hızlı inip kalkıyordu. Hem korkudan hem de Can’ın ağzımı eliyle kapatmasından dolayı çok hızlı nefes alıp veriyor titrememe de engel olamıyordum.
Bora bu esnada Can’a bir yumruk atmakla yetinmeyip onu pataklamaya başlamıştı. Ağzımı açamıyorum.
Tek yapabildiğim olduğum yerde sessizce göz yaşı dökmekti.
Bora’yı durdurmak istiyordum ama olduğum yere çakılı kalmış ve bir uyuşturucu bağımlısının kriz geçirirken titrediği gibi titriyordum. Sadece bakıyordum.
Can’ın ağzından, kaşından ve daha birçok yerinden kan gelmeye başlamıştı.
Titreyen bedenimi zorlayarak Bora’nın yanına gittim ve kolundan tuttum.
Beni fark edince durup ayağa kalktı. Önce gözlerime sonra ıslanmış yanaklarıma ardından büyük ihtimalle mosmor olmuş boynuma ve son olarak da titreyip ayakta zor duran bedenime baktı.
Ellerini tereddütle kaldırdı ve sırılsıklam olmuş yanaklarıma koydu. Yine büyük bir tereddütle
“İyi misin?” diye sordu. Konuşamıyordum. Sanki konuşursam çok kötü şeyler olacakmış gibi geliyordu.
Yaşadığım korkunun bir tarifi yoktu. Gözlerimin yeniden dolmasına engel olmaya çalışırken titreyen dudaklarımı ısırıp başımı sallayarak onu onayladım.
Bir süre gözlerime baktı. Sanırım iyi olup olmadığımı çözmeye çalışıyordu. Saniyelerce belki dakikalarca birbirimize baktık. O beni inceledi, ben onu.
Saçları kahverengiydi ve çok uzun değillerdi. Kendine yakışan bir boyu vardı. Gözleri ise bal rengiydi ve büyüleyiciydi.
Sadece göz rengi değil hiç sevmediğim rengin tek sevdiğim yanını oluşturması da büyüleyiciydi. Dudakları, burnu, gözleri, saçları her şeyiyle çok uyumlu ve aynı zamanda göz alıcıydı.
İnsanın baktıkça bakası geliyordu. Ve şu an onu incelemek aklımı dağıtıp beni sakinleştiren tek şeydi.
Kendine gelince ellerini yüzümden çekti ve ellerime indirdi.
Bir elimi bırakıp diğerini tutmaya devam etti. Diğer elinde güven verircesine belime koymuş ve tamamen ona yaslanmama neden olmuştu.
Aşağı inerken cesaret edip arkama baktığımda Can’ın yüzünde ciddi yaralar olduğunu gördüm. Büyük ihtimalle hastaneye gitmesi gerekecekti.
Asya’yla Emir’in yanına vardığımızda bizim halimizi görüp telaş yaptılar. Bora hemen Emir’e dönüp konuşmaya başladı.
“Arkadaşını fena patakladım ona göre. Sakın kızma hak etmişti. Şimdi ben Rüya’yla Asya’yı evlerine bırakacağım. Sen istiyorsan arkadaşını hastaneye götür ya da birine söyle onu alsınlar, sen de bizimle gel. Seçim senin.” Emir bir müddet Bora’nın yüzüne bakıp cevap verdi.
“Sizinle geliyorum.” Bu sırada Asya beni inceledi ve boynumu görmesiyle
“Boynuna ne oldu?” diye bağırdı. Ona gözlerimle ‘sonra’ derken Bora beni çıkışa yönlendirmişti.
Hepimiz bardan çıktığımızda arabaya doğru yürümeye başladık.
Emir çıkarken barmene haber vermişti. Arabaya vardığımızda Bora’nın anahtarı istemesiyle Anahtarı çantamdan çıkarıp ona uzattım. Arabaya binene kadar bana baktı ve hemen ardından kendisi bindi.
Asya’yla ikimiz arkaya Bora’yla Emir öne binmişlerdi. Bora arabayı çalıştırdığında Emir ve Asya’nın da soruları başlamıştı.
“N’oldu?” Asya’nın sorusunu es geçip başımı cama yasladım.
Bora dikiz aynasından bana baktıktan sonra konuşmaya başladı. Çok sinirli gözüküyordu.
“Yukarı çıktığımda o şerefsiz Rüya’yı sıkıştırmış, ağzını kapatıyordu. Kim bilir ne yaptı kıza. Zaten gözüm hiç tutmamıştı onu.” Bora’nın bunu demesi üzerine Asya ‘ne’ diye bağırıp yanıma yanaştı.
“Rüya iyi misin? Ne dedi sana? Ne yaptı? Boynunu da o yaptı değil mi? Ben seni yalnız göndermeyecektim ya. Hepsi benim suçum.”
“Asya sonra konuşsak?” Şu an Asya’nın kendisini suçlamasına bile kızamayacak kadar yorgun ve hırpalanmış hissediyordum kendimi. Sadece hissetmiyor öyle olduğumu da biliyordum. Asya beni onayladı ve önüne döndü.
Yol boyunca kimse ağzını açmamıştı. Eve geldiğimizde Asya Emir’le vedalaşırken Bora yanıma geldi.
“Daha iyi misin?”
“İyiyim”
“Bir şey olursa haber verin. Muhtemelen Asya’da Emir’in numarası vardır.”
“Ona ne şüphe.” İkimizde gergince güldük. Ama ikimizinki de yorgun, gergin ve korkuyu üstünden atmamış gülücüklerdi.
Sonra bir anda ikimizde ciddileştik. Sonra yine aynı ciddiyetle
“Ciddiyim kapıya falan gelirse haber verin.” Dedi ve gözlerini boynuma indirip iç çekti.
Elini kaldırıp korkakça boynuma götürdüğünde nefesimi tuttum.
Parmaklarını boynumda gezdirip içi acır gibi baktığında benimde içim acımıştı.
“Çok kötü olmuş. Hastaneye gidip bir baktır istersen.”
Teklifi üzerine başımı yorgunca sağa sola salladım ve konuyu dağıtmaya çalıştım.
“Siz yürüyerek mi gideceksiniz?”
“Evet. Olmadı bir yolunu buluruz.”
“İsterseniz arabayı alın. Sonra getirirsiniz. Adresi biliyorsunuz zaten.” Can’dan kurtulmama yardım ettiği için bunu ona borçlu olduğumu düşünüyordum ve ben kimseye borçlu kalmak istemezdim.
“Gerek yok, biz hallederiz.” Hemen kafamı sağa sola salladım.
“Teşekkür olarak kabul et.”
“Teşekküre gerek yok.”
“Beni uğraştırmadan kabul etsen olmaz mı? Eğer almazsan gerçekten kendimi kötü hissederim. Beni o iğrenç durumdan kurtardığın için kabul et. Lütfen! “
Bana verdiği anahtarı tekrar ona verdim. Bu sefer itiraz etmeden aldı. En son ben Emir’le, Asya da Bora’yla vedalaştıktan sonra içeri girdik.
Daha bugün tanıştığımız birine arabamızı emanet etmemiz ne kadar mantıklıydı bilmiyorum ama sanki hem Bora’yla hem de Emir’le çok uzun zamandır tanışıyormuşuz gibi hissediyordum.
Bir de Bora’nın beni Can’dan kurtarması onlara karşı güven beslememe neden olmuştu. Hiç tanımadığım insanlara daha önce hiç güven beslememiş olmama rağmen.
Annem ve babamın vefatından sonra insanlara olan sıcak kanlılığım ister istemez yok olmuş kendimi savunmasız hissetmeme yol açmıştı. Bu da beni insanlara karşı çabuk güven beslemeyen biri yapmıştı.
Asya’yla Ege abinin de anne ve babası yoktu.
Aslında babaları sağmış ama onlar küçükken tüm mirasını bırakıp nedenini söylemeden çekip gitmiş.
O yüzden birlikte kalıyorduk. Ege abi, ben, Asya ve Anıl.
Bu evde bize ailemizden miras kalanlar arasındaydı. Ailelerimiz varlıklı olduğu için onlardan bize yüklü bir miras kalmıştı.
Bir de şirketimiz vardı. Asya’ların da aynı şekilde. Onların şirketinin başında Ege abi vardı.
Bizim şirkete de Ege abi bakıyordu ama karar almam için her zaman onayımı alırdı.
Anıl benden çok gidiyordu şirkete ama o küçük olduğu için kararları ben alıyordum. Çok küçük yaşta başlamıştı bizim dünyayla hesaplaşmamız.
O yüzden diğerlerine göre daha olgunduk.
Bir süre sonra düşüncelerimi sallayıp Anıl’ın odasına çıktım. Uyuyordu.
Deri bir oh çektim ve Asya’ya iyi geceler dileyip odama geçtim. Pijamalarımı hazırlayıp banyoya gittim ve ılık suyu açtım.
Kendime gelmem ve vücudumdaki istenmeyen izleri keseleyerek çıkarmam gerekiyordu.
Suyun altında ne kadar kaldım bilmiyorum ama banyodan çıkıp kendimi yatağa atınca çok yorulduğumu anladım.
Göz kapaklarım ağırlaşırken olanları düşünüyordum. Ne çok şey yaşanmıştı bugün. Uykuya dalmadan önce aklımda olan son şey ise bal rengi gözlerdi.