?9.BÖLÜM: MASUM OYUNLAR

2818 Words
Zack, kocaman ve gösterişli jipini uzun bir süredir kaldığım dairenin önündeki dar ve ıslak kaldırımın kenarına park ederken aracın geniş lastikleri taşlardan sadece birkaç santim uzaktaydı. Kaldırımın ıslak yüzeyi aracın farlarından yayılan ışıklarla minik elmaslar gibi parlıyor; artık çiselemeye başlamış olan yağmur arabanın ön camında izler bırakıyordu. Bu, bir suluboya tablosuna bakmak gibi bir şeydi. Güzel ama soğuk ve bir o kadar da ıslak, diye düşündüm kendi kendime. Düşüncelerim bulanıklaşmış, iyice mayışmıştım. Arabanın içini kocaman, tüylü bir battaniye gibi kaplayan sıcak havadan uzaklaşmak istemediğim için de kıpırdamaya üşeniyordum. Çok kolay bir şekilde bu yumuşak koltuğun üzerinde uyuyabilirdim ama bunu yapamayacağımı da biliyordum. Bu yüzden emniyet kemerini çözerek arabadan indim. Bedenim aracın içindeki sıcaklıktan serin havaya adapte olmaya çalışırken soluğum bir buhar tabakasıyla dudaklarımdan ayrıldı. Açık olmak gerekirse, Zack'in evimin adresini nereden bildiğini bilmiyordum ama öğrenmek istese mesleği yüzünden bunu yapması çok kolay olurdu herhalde. O yüzden daha fazla sorgulamak istemedim. Başımı veda edercesine sallayıp apartmanın olduğu tarafa doğru bir adım atmıştım ki, Zack'in sesi beni olduğum yerde durdurdu. "Eve kadar sana eşlik edebilir miyim?" Önünde dikilen kiremit rengi apartmana, sonra da Zack'e baktım. Sadece beyaz bir gömlek ve pantolon ile hafifçe çiseleyen yağmurun altında durmuş bana bakıyordu. Pek üşüyormuş gibi görünmüyordu. Gözlerim yağmur damlalarının hafifçe belirginleştirdiği çene hattından gözlerine doğru yol aldı. Saçlarında toplanan nem, yüzünde yansıyan ışıkla birlikte küçük inciler gibi parlıyordu... Ama gerçekten evime mi gelmek istemişti? Neden? "Rachel?" Zack, kaşlarını hafifçe kaldırdı. İsmimi çok hafif, yumuşak bir şekilde söylemişti. "Beni dinliyor musun? Evine kadar sana eşlik edebilir miyim diye sordum?" "Evet." Sesimdeki sersemlikle birlikte dudaklarım hafifçe titriyordu. "Evet, dinliyorum." diye devam ederken titreten parmaklarımı nemli bir hâle gelmeye başlayan saçlarımın arasından geçirdim. "Üzgünüm. Dalmışım. Gel. Bu taraftan." Neden onu evime götürdüğümü ya da benden bunu yapmamı istediğini bilmiyordum ama düşünmeden hareket ettiğim için olanlar rızam dışında gelişiyormuş gibi hissediyordum. Kaldığım dairenin koridoruna geldiğimde gülünç bir şekilde bugünü hiç böyle hayal etmediğimi fark ettim. Olan her şey hayal edebileceğim şeylerin çok ötesindeydi ve sadece düşünüyor olmak bile başıma ağrıların saplanmasına neden oluyordu. Daha da kötüsü, tehlikeden tamamen sıyrılmış bile sayılmazdım! O adamlar peşimden geleceklerdi. Bu ihtimalin varlığı karşısında gözlerimi kapatarak derin, rahatlatıcı bir nefesle ciğerlerimi doldurdum. Düşünme, düşünme, düşünme... Deyip durdum kendi kendime. Düşünmezsem endişelenmezdim de, değil mi? "Kapıyı açmayı düşünüyor musun yoksa tüm gece boyunca bekleyecek miyiz?" Zack'in sesi fazla uzaktan değil... Hatta tam arkamdan geliyordu. İçim ürperdi ve dikkatim dağıldı. Çantamdan çıkardığım anahtar parmaklarımın arasından kayarak ayakkabılarımın ucuna düşüp bizden başka kimsenin olmadığı koridorda epey yüksek bir ses çıkardı. Küçük bir anahtarı bile tutmayı beceremiyor muyum, diye içimden geçirirken Zack'in hafifçe iç çektiğini duydum. Muhtemelen korumak zorunda olduğu baş belası, sakarın olduğumu düşünüyordu. Pek haksız da sayılmazdı. Epeyce belaya bulaşmış bir hâldeydim. Can sıkıntım aradan geçen her an daha da yükselirken "Özür dilerim." diyerek elimi yüzümde gezdirdim. Anahtarı almak için eğilecektim ki, Zack benden önce davrandı. Ufak bir tebessümle "Sorun değil. Zor bir gündü, değil mi?" diyerek anahtarı ayaklarımın ucundan aldı. Sözlerini işittiğim anda beynimde bir boşluk oluştu ve kapıyı açmak için öne geçerken donup kalan bir bakışla Zack'e bakmaktan başka bir şey yapamadım. Kapıyı girmem için açık tuttu ve hâlâ kıpırdamadan orada durduğumu fark edince gözlerini gözlerimden ayırmadan başını yana yatırdı. "Eğer eve girmeyi düşünmüyorsan dışarıda kalmanın güvenli olmadığını hatırlatmak zorunda kalacağım, Rachel. Seni hayatım pahasına korumak için emir aldım ve bunu yapacağım. Yine de işimi kolaylaştırman daha iyi olur." Sesi sert ya da kaba değildi. Tam aksine sakindi. Sadece... Söylüyordu işte. Cevap vermeden, tepki de vermeden, Zack'i baştan aşağı yavaşça süzdüm. Yüzümde kesinlikle şüphe, merak ve ilgi vardı. Ben onun gösterdiğinden daha nazik olduğunu düşünüyorum, demişti Nicholas. Düşük bir ihtimaldi ama haklı olabilir miydi acaba? Tüm kalbimle buna inanmak istiyordum çünkü aksi çekilmez olurdu ama istemenin inanmak olmadığının farkında olacak kadar yetişkindim. "Hayır. Sadece... Düşünüyordum." "Neyi?" "Her şeyi." "Biraz dinlen," dedi çenesinin hafif bir hareketiyle açık kapının diğer tarafını işaret ederek. Bir an oraya, ışıkları yanmayan hole baktım. "Yarın sabah her şey daha net olur." "Daha net, evet, ama bu bugün olanları değiştirmez ki." Aramıza bir sessizlik çöktü. İtiraf etmek gerekirse, kendimi tam bir aptal gibi hissediyordum. Ne diye onunla konuşabileceğimi düşünmüştüm ki? Her ne düşünüyorsa, Zack'in dudakları hoşnutsuz bir şekilde gerildi ve tam hiçbir şey demeyeceğini düşündüğüm bir anda sakinleştirici bir sesle benimle konuşmaya başladı. "Öğüt verme konusunda pek iyi sayılmam ama için rahatlayacaksa, olanlar yüzünden böyle hissetmenin normal olduğunu düşünüyorum." "Normal mi? Gerçekten mi?" "Evet. Alışkın olduğun şeyler değil bunlar, özellikle de her şeye babanın neden olduğu düşünüldüğünde. Kafanın karışmasından daha normal bir şey yok ve bana kalırsa, durumu çoğu insanın yapacağından daha iyi idare ediyorsun. Biraz dinlen, daha iyi hissedeceksin ama öncesinde olanlar hakkında seninle konuşmak istediğim birkaç şey var." Başımı öne salladım ve itiraz etmekle vakit kaybetmek istemeyerek Zack'in yanından süzülüp daireye girdim. Kaldığım evde Zack'in evinde olduğu gibi akıllı bir sistem olmadığı için ışıkları yakmak istiyorsam düğmeye basmak zorundaydım. Parmaklarımı duvara uzatıp ışıkları açtığım anda tanıdık bir yüz mutfaktan fırladı ve koridorun ucundan bana doğru hızla yürümeye başladı. Olivia'dan başkası değildi bu. Gözlüklerinin ardından parlayan iri, endişeli gözleriyle bana bakıyordu. Gergin bir beklenti tüm bedenimi esir alırken ev arkadaşıma ne söylemem gerektiğini düşünüyordum. Huzursuzca kıpırdandım çünkü başım ağrıdığı için Olivia'nın bu kadar endişeli görünmesinin nedenin ne olabileceği hakkında en ufak bir fikir yürütemiyordum... Ama sebep hep neyse, öznesi ben olduğum kesindi. Olivia, "Rachel!" diye haykırdı. İsmimi daha önce kimse böyle dehşet bir tonla söylememişti. "Neredeydin sen? Çok endişelendim! Seni bin defa falan aramışımdır!" Kapının diğer tarafında duran Zack'i düşündüm, Olivia henüz onu fark etmemişti. "Üzgünüm, Olivia. Açamadım." Çünkü biri telefonumu hızla giden bir aracın camından fırlattı. Kabanımı çıkarıp askılığa astım ve ev arkadaşıma doğru dönerken birbirine giren saçlarımı düzeltiyormuş gibi yaptım. Yüzümün rengi atmış olmalıydı ama hâlâ bir kar tanesi kadar beyaz olan trikom ve eteğim sayesinde sandığım kadar 'kötü' görünmüyor olsa gerektim. Belki biraz endişeli, o kadar. "Telefonum bozuldu ve tamir ettirecek zaman bulamadım. Ah, ve sonra konuşabilir miyiz? Gerçekten yorucu bir gündü." "Neden? Ne oldu?" "Uzun hikaye." Epey uzun bir hikaye hem de... Olivia'nın ifadesinden bana biraz olsun bile inanmadığını anlayabiliyordum. Gözlüklerinin altındaki gözlerini hafifçe kısmış, ince ama biçimli dudaklarını düz bir çizgi şeklinde germişti. İç çektim. Beni fazla zorlarsa her şeyi öteceğimden falan değil çünkü asla öyle bir şey yapmazdım ama yine de ifadesi canımı sıkıyordu. "Bu..." demişti ki, -ki bu Bu'nun devamının nasıl olacağını çok iyi biliyordum- diğer ev arkadaşım ortaya çıktı. Onun sesi Olivia'nınki kadar gergin değildi. Sakindi bile. Koridorun diğer ucundan, bizim olduğumuz tarafa doğru, "Kim gelmiş, Olivia?" diye seslendi... Olivia, iç geçirerek "Seni gördüğüne sevinecek." dedi. "Öyle mi?" "Evet. Sabahtan beri sana ulaşmaya çalışıyoruz. Derse bile girmemişsin, ki sen asla dersi kaçırmazsın. Ciddiyim. Asla. O yüzden bu kadar endişelendik zaten." Öyle de oldu. Molly'nin sarılışı öyle sıkıydı ki, kısa bir an soluksuz kaldığımı hissettim. Geri çekilirken kızın kıvırcık, yumuşak saçları yanağıma sürttü. Bugün pembe bir tulum giyiyordu ve ona çok yakışmıştı. Kıskanmadan edemedim. O tulumu ben giyecek olsam birileri kayıp çocuk ihbarı yapabilirdi. Molly bana gülümsedi ve haylaz bir tavırla işaret parmağını gözümün önünde salladı. "Seni sorumsuz, telefonun neden kapalı?" diye sordu. Gergin olduğum her halimden anlaşılacak bir şekilde yanağıma düşen ufak tutamı kenara çektim. O sırada Zack'i düşünüyordum. Ah, belki de çoktan gitmişti? Daha az gergin hissederek "Kırıldı." diye cevap verdim. "Kullanılmayacak hâlde artık." "Bize neden haber vermedin? Senin için endişelendik." "Haber vermek istedim ama bir türlü fırsat bulamadım. Bu arada, vay canına, saçlarına ne yaptın sen Molly?" "Hoşuna gitti mi?" diyerek daha bu sabaha kadar doğal bir rengi olan saçlarının uçlarına dokundu. Parmaklarının arasında kalan saç telleri, sanki yeni tomurcuklanan yapraklar gibi yeşildi. Molly'nin gözleri parlıyordu ve yüzünde geniş bir gülümseme vardı. "Üzücü olan şu ki, boya o kadar dandik ki birkaç gün içinde akmaya başlayacağından eminim." "Artık her rengi denemek istiyor." diye ekledi Olivia. "Pembe de dahil ve tatlı bir pembeden bahsetmiyorum. Cırtlak olanından bahsediyorum. Yüzyıllardır köşedeki mağazanın vitrininde duran o elbisenin renginden." "Çok mu kötü olur?" diye sordu Molly. Olivia, bu konu hakkında ne düşündüğünü göstermek için gözlerini baygın baygın yuvarladı. Gülüşüm hafif bir melodi gibi yükseldi. Daha yapıcı bir yorum yapmak isterken bir an için her şey eski hâline dönmüş gibi hissettim. Sanki bugün olan hiçbir şey gerçekten olmamış, sadece kötü bir kâbustan uyanmışım gibi geliyordu. "Boş ver. En kötü ihtimalle keseriz." dedim, kararını desteklediğimi göstermek istercesine Molly'nin omuzlarından birine dokunarak. Açık olmak gerekirse, o kadar tatlı bir tipi vardı ki bu dünyada ona yakışmayacak hiçbir şey yoktu bence. "Ah, çok tatlısın. Teşekkür ederim ama şu anki sorunumuz saçlarım değil. O yüzden konuyu değiştirmeyi bırak. Cidden, Rachel. Neler oluyor? Sen iyi misin?" "Süperim. Gerçekten. Sadece..." Onlara ne kafedeki saldırıdan ne de babamdan bahsedemem. Ajan şeysini geçiyorum zaten. "Oldukça yorucu bir gün geçirdim." "Neden?" "Ah, ben..." Hemen bu durumu toparlamama yardım edecek bir şeyler söylemeliydim. Stresli bir gün nelerden oluşurdu ki? Dersler? İş? Trafik? Toplu taşıma? Kalabalık? İnsanlar? Sonu gelmeyen bir liste kafamın içinde uzayıp gidiyordu. İçlerinden bir tanesini seçmeye çalışırken dairenin dış kapısının arkamdan hafif bir biçimde gıcırdadığını duydum. Bununla beraber tüm hücrelerime kadar gerildiğimi hissettim. Olivia ve Molly'nin dikkati dağıldı, gözlerini benden ayırdılar ve arkamdaki bir şeye şaşkın bir şekilde bakmaya başladılar. Bu şaşkın, anlamsız bakışların tek bir anlama yorabilirdim. Zack gitmemiş miydi yani? Tam arkamdan yükselen adım seslerini duyduğumda ve üzerime uzun bir gölge düştüğünde bu düşüncemde hiç de haksız olmadığımı anladım. Arkama dönüp ona bakmamı engelleyen tek şey ev arkadaşlarımın bana olan garip bakışlarıydı. İkisi de Zack'i bugünden önce hiç görmemişlerdi. Benim gibi. Eve tanımadığım erkekleri getirmek gibi bir huyumun da olmadığını biliyorlardı. Özetle, bu durum bundan daha rahatsız edici olamazdı. Aklıma diyecek hiçbir şey de gelmiyordu, ki bu kötü bir şeydi çünkü ev arkadaşlarım filmlerdeki o her şeye burnunu sokan, meraklı gençlerden farksızlardı. Basit bir yalanla onlardan kurtulmam mümkün olmazdı. O yüzden inanacakları kesin bir şey bulmalıydım... Ama ne? Olivia, zaten yeterince düzgün duran gözlükleri düzeltmek için bir dakika bekledikten sonra -Bu sırada bakışlarını bir an bile olsun Zack'den ayırmamıştı- "Tamam. Cidden cevaplara ihtiyacım var. Neden bir anda ortadan kayboldun ve bize haber bile vermedin? Ve yanındaki bu adam da kim?" diye sordu. Dudaklarım aralandı ve kapandı ama hiç ses çıkmadı. Damarlarıma kadar sızan bir endişeyle 'Bu iyi değil, hiç iyi değil!' diye düşündüm kendi kendime. Bir ara daha iyi yalan söylemeyi öğrenmem gerekiyordu. Zack'in arkamdan yükselen sesi onun benden sadece bir adım uzaklıkta durduğunu fark etmeme neden oldu. Sanki çok uzun süredir onu duymamışım da yıllar sonra konuşmuş gibi olurken bu kadar yakın durduğu için bedenimde hafif bir titreme hissettim. Bu, gerçekten de garipti ama sadece fiziksel çekim olduğundan emindim. Zack... Çekici bir adamdı. "Özür dilerim, hanımlar." dedi sakin, hatta neredeyse tatlı diyebileceğim bir ses tonuyla arkadaşlarımla konuşarak. "Bugün Rachel'i biraz alıkoydum. Zamanın nasıl akıp gittiğini fark etmemişiz." "Öyle mi?" diye mırıldandı Olivia ve Zack'in yüzünü, uzun boyunu süzdü. "Ama sen de kimsin? Daha önce tanışmadığımızdan kesinlikle eminim." Zack'ten önce araya girerek "O..." dedim ama Zack'e 'koruma' dışında verebileceğim herhangi bir sıfat olmadığını fark edince sustum. Düşünürken gergin bir biçimde ensemi kaşıdım. "Ben.... Eee... Bu, Zack..." Rachel, ne saçmalıyorsun? İç sesime hak vererek yüzümü buruşturdum. Ev arkadaşlarım hâlâ büyük bir merakla bana bakıyordu. Bir cevap istiyorlardı. Cılız bir ses tonuyla "Eski bir arkadaş," dedim en sonunda. O an en mantıklı seçenek bu gibi gelmişti. Zaten diyebileceğim başka bir şey de yoktu. "Onu görmeyi beklemiyordum. Beni ziyarete gelmiş. Biz de birlikte biraz vakit geçirelim dedik. Anlarsınız ya." "Böyle bir arkadaşın olduğunu bilmiyorduk." "Evet... Şey... Pek anlaştığımız söylenemez." Aslında bu son kısım doğru sayılırdı. "Bu doğru değil." Zack'in sesini duyunca kaya gibi kaskatı kesildim. Yoksa... Ah, hayır. Arkadaşlarıma gerçekte neler olduğunu söylemeyi düşünmüyordu, değil mi? Uyarırcasına "Zack!" dedim. "Ama doğru değil." Uzandı ve avucumu sanki değerli bir mücevheri tutar gibi nazikçe tuttu; Yavaşça kaldırıp dudaklarına götürdü. Gerçek ve hayal arasındaki sınır belirginsizleşirken dudakları o kadar yumuşak ve sıcaktı ki bir an tenimde iz bırakacakmış gibi hissettim. Eklem yerlerime bir öpücük kondurdu. Gözlerim iri iri açıldı. Zack'in gözlerine bakarken, onlardan bir türlü kopamazken, şaşkınlıktan yüzüm şekilden şekle girmişti. Dudaklarını elimden çekerken sanki gerçeklikten uzaklaşmamı engellemek ister gibi parmaklarımı hafifçe sıktı. Sonra gülümsedi. Küçük, hesaplı bir gülümsemeydi. "Ona bayılıyorum." dedi Molly ve Olivia'ya... Kişilik bölünmesi falan mı yaşıyor? Başımı geriye doğru yavaşça eğerek, şaşkınlığımı ifade etmek için dudaklarımı hafifçe açtım ve "N-ne?" diye kekeledim. Sesim açıklamak için doğru kelimeleri bulmaya çalışırken bir fısıltıdan öteye gitmiyordu. "Sen ne..." "Önemli değil, aşkım. İlişkimizi bir süre saklı tutmak istemeni anlıyorum ve buna saygı duyuyorum ama onlar senin arkadaşların. Gerçeği bilmeye hakları var, değil mi?" Zack'ın sözleri havada asılı kalırken sırtıma aniden bir ürperti dalgası yayıldığını hissettim. Açıklamasının ağırlığı okyanusun tabanına batan bir çapa gibi kalbimde batıyordu. Molly ve Olivia bir şeyler dedi ama sesleri uzaktan geldi, yüzleri görüşümün çeperindeki bulanık noktalar gibiydi. Tek odağım önümde duran adamdaydı. NE dedi o? İlk konuşan olarak "Vay canına," diyerek Olivia. "Bir sevgilin olduğunu söylememiştin, Rachel." "Y-yok, sadece..." Devam edemez bir hâle gelirken Molly neşeyle elini salladı. "Merhaba, Zack. Tanıştığımıza memnun oldum. Senin için sakıncası yoksa Rachel'le biraz konuşabilir miyiz? Bugün bizi gerçekten endişelendirdi." dedi hiç olmadığı kadar keyifli bir sesle. Muhtemelen daha önce eve hiç erkek getirmediğim için böyle bir tepki veriyordu. Başım dönüyordu. Durum... İdare edebileceğimin çok ötesindeydi. Zack, Molly'nin ricasına cevap olarak hafifçe gülümsedi ve ardından veda edercesine koluma dokunup sıktı. "Odanda seni bekliyorum." derken ses tonundan benimle konuşmak istediği bir şeyler olduğu anlaşılıyordu. Demek ki bu yüzden gitmemişti. Hissettiğim tüm şaşkınlığa rağmen ne kadar büyük bir tehlikenin içinde olduğumu hatırlayacak kadar kendimdeydim. O yüzden onunla konuşmayı kabul ederek başımı tamam anlamında salladım ve koridorun biraz ilerisini işaret ettim. "Odam..." "Odanın nerede olduğunu biliyorum, Rachel." Molly ve Olivia birbirlerine bakıp kıkırdarlarken durumu yanlış anladıkları belliydi ama endişeleneceğim son şey ne düşündükleriydi çünkü Zack'in odamın yerini nereden bildiğini öğrenmek istiyordum. Ah, hayır! Odama gizlice girmemişti, değil mi? Bunu ona sormak istediğimi hissederken kızarmamaya çalışarak dişlerimi birbirine bastırdım. Zack yanımdan geçip beni arkadaşlarımla baş başa bıraktığında Molly koluma girdi, Olivia'da Zack'in arkasından kuşkuyla bakıyordu. Molly şakacı bir tavırla omzumu dürttü. "Onu yatak odana mı aldın? Seni şırfıntı." "Düşündüğünüz gibi değil!" dedim panikleyerek. "O kadar derin bir şey yaşanmıyor, gerçekten." "Çıkar ilişkisi mi?" Olivia yatak odamın olduğu tarafa baktı ve ne imâ ettiğini anlayınca ellerimle yüzümü kapatasım geldi. Konu nasıl bir anda benim cinsel hayatıma gelmişti? Molly tüm bu konuşma yüzünden ne kadar utandığımı anlayınca anlayışlı bir tavırla "Sorun değil, Rachel." dedi, kolunu omzumun etrafına doladı. "O yüzü gördün mü? Bu dünyada onunla çıkar ilişkisi yaşayacak bir sürü insan vardır. Seni yargılıyor falan değiliz." Ah, bu çok utanç verici! Bu konuşmaya daha fazla katlanamayacağımı anlayınca ellerimi kaldırarak yavaşça geriledim, arkadaşlarımdan uzaklaştım. "Bakın, kızlar. Sizinle erkek arkadaşım hakkında sohbet etmek isterdim ama Zack'in yanına gitmem gerekiyor. Sonra konuşuruz, olur mu? Müsaadenizle?" Nefesim boğazımda buz gibi bir his bırakırken kaçarcasına oradan uzaklaştım. Ayaklarım ahşap zemini döverken çıkan sesi umursamadan doğruca yatak odama yöneldim. Kapıyı açtım ve içeri geçip olması gerekenden daha sert bir şekilde geri kapattım. Odamın ortasında duran uzun boylu ajanı görünce burada birini görmeye alışkın olmadığım için bir an dondum kaldım. Sonra öfkeyi hissettim. Onun yardımına ihtiyacım olduğunu biliyordum ama bana sormadan ne cüretle arkadaşlarıma sevgilim olduğunu söylerdi? Öfkeli bir ifadeyle ona yaklaştığımda Zack bana bakmak için gözlerini indirdi. Yoğun kirpikleri vardı ve bu bakışlarını daha da derin kılıyordu. Kızgın görünmüyordu. Her zamanki kadar kontrollüydü ama ben kesinlikle öyle değildim. "Bu da neydi, Zack? Tanrı aşkına! Aklına gelen her şeyi söylemek zorunda değilsin!" "Aklıma gelen her şeyi söylemiyordum. Sevgilin olmanın bazı avantajları var. Bu eve istediğim zaman girip çıkmalıyım ve arkadaşlarının tuhaf bir sapık olduğumu düşünmesini istemem. İşin bitince arkadaşlarına beni terk ettiğini söyleyebilirsin ama bu olana kadar benim kız arkadaşımsın. Ben de seni seven erkek arkadaşınım. Diğerlerinin yanında mutlu bir çift gibi davransak yeter." Gözlerimi devirerek "Kibarlık en iyi özelliğin değil, değil mi?" dedim alaycı bir şekilde. "Fark etmemiş olabilirsin ama ben bir yetişkinim ve bana öyle de davranılmasını istiyorum. En azından böyle bir şey söylemeden önce bana fikrimi sorabilirdin. Ya zaten bir erkek arkadaşım varsa?" "Erkek arkadaşın falan yok, senin hakkında her şeyi biliyorum." Bu bilgiyi sindirmeye çalışırken -Daha doğrusu, bu bilgiyi biliyor olmasını sindirmeye çalışırken- "Pekala," dedim yavaşça. "Bu kulağa oldukça sapıkça geliyor." "Öyle değil." dedi yüzünü buruşturarak. Ona zerre kadar bile olsa inanmadığım için gözlerimi büyük bir kuşkuyla kıstım. Daha sonra da "Odama hiç girdin mi?" diye sordum, alacağım cevaptan korka korka. "Hayır." "O halde nerede olduğunu nereden biliyorsun?" "Öyle değil, dedim sana. Odana girdiğim falan yok. Sadece balkonda oturmayı sevdiğin için burası olduğunu tahmin ettim ve güvende olduğundan emin olmak için etrafındaki insanları araştırmam gerekti. Sapıklıkla uğraşamayacak kadar yoğun bir hayatım var, bu konuda endişelenme." Zack'i büyük bir dikkatle süzdüm ama ne kadar baksam da yalan söylüyor gibi bir hâli yoktu. Yatak odama gizli gizli girmediğini öğrenmek öyle rahatlatıcıydı ki -Bunun düşüncesi bile midemi bulandırmaya yetiyordu!- kendimi pembe rengindeki bilgisayar sandalyemin üzerine bıraktım. Başımı başlığa yaslayarak olanları düşünmek için gözlerimi kapattım. Odama girmemişti ve bu harikaydı. En azından sınırlarıma saygı duyuyordu, değil mi? Bu da bir şey sayılırdı. Sanırım... Sanırım bu koruma olayına alışabilirdim. Bu ufak detay haricinde, iyi olan hiçbir şey yoktu. Her şey hâlâ hayatımı mahveden bir felaketten ibaretti. Zihnim, kalbim, ruhum bu felaketin yarattığı kaosla dolup taşıyordu. Karanlık düşüncelerin ve umutsuzluğun içinde kaybolmuştum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD