"Odama girmene gerek yoktu."
O gün olan her şeyden sonra birazcık huzur bulmayı ümit ettiğim içindi galiba, sesimin tonu kulağa hem huysuz hem de bıkkın geliyordu. Gözlerim de öyleydi muhtemelen. Öyle de hissediyordum zaten. Hiç olmadığım kadar huysuz ve bıkkındım. Olanları düşünmek ise daha da öyle hissetmeme neden oluyordu ve öyle hissetmeme neden olan başka bir şey daha vardı. Daha doğrusu, birisi vardı; Tam odamın ortasında duran birisi... Daha bugün tanıştığım biri, bir yabancı...
Bunları düşünerek Zack'in yatak odamdaki eşyaları incelemesini seyrediyor, damarlarımda dolaşan gerginlikten tırnaklarımdaki şeffaf ojeyle oynayıp duruyordum. Pek sabırlı bir insan değildim. Fazla uzun süre sessiz kalmayacağımı bilecek kadar da kendimi tanıyordum. Derin bir nefes alarak "Gerçekten odama girmene gerek yoktu, Zack." diye yineledim. Sonra da isminin dudaklarımda bıraktığı o hissi benimsemeye çalışarak durakladım.
Zack, sanki bu yazılı bir kuralmış gibi duygusuz bir sesle, "Bu bir seçenek değil." diyerek cevap verdi. Kafasını kaldırmadan konuşmuştu benimle, söylediklerimi pek umursamadığı açıktı. Beyaz, tül perdeyi kenara çekti ve giyotin penceremin manzarası olan işlek caddeye içlerindeki ifadeyi okuyamadığım gözlerle baktı. Ben de ona aynı gözlerle baktım. Onu daha yeni tanımıştım ama ufacık da olsa neler düşündüğünü tahmin etmem gerekmez miydi? Ama tahmin ettiğim tek şey duygusal zekâsı sıfır olan, dövüşmeyi çok iyi bilen, arabayı manyak gibi kullanan genç bir adamdı. Bir de acayip yakışıklı bir suratı vardı. Kimse sadece bunlardan ibaret olamazdı... Değil mi? Gerçekten ne düşünüyordu acaba? Bana bakıcılık yapmaktan pek memnun olmadığını biliyordum ama yine de işini ciddiye alıyor gibiydi.
Ona sakın karşılık verme, dedi içimden bir ses. Bu ondan bir şeyler kaldığı için şaşırdığım mantığımın sesiydi ama o bunu diyene kadar ben çoktan ağzımı açmıştım bile. Çalışma masamdan destek alarak yumruğumu yanağıma yasladım ve iğneleyici bir sesle, pek de üzerine düşünüp taşınmadan konuştum.
"Niye bir seçenek değilmiş?"
"Bu sabah yaşadıkların sorunu cevaplıyor mu, güvercin?" diye sordu. Bunu derken hâlâ pencereden gözlerini ayırmamıştı. Sonra da kaşlarını hafifçe çattı ve acımasızlık seviyesinde gerçekçi bir şekilde "Yoksa sana kaç tane kötü adamın peşinde olduğunu hatırlatayım mı?" diye sordu, ki bu tavrından hiç ama hiç hoşlanmadım.
Ne sanıyordu acaba? Hayatım boyunca böyle korkunç bir durumla uğraştığımı mı? Gerçek bir silahı bile ilk defa bugün görmüştüm.
Zack, aklımdan nelerin geçtiğinden habersiz bir şekilde perdeleri çekip kapattı. Başını olduğum tarafa doğru çevirdiğinde onu dikizlerken -Çünkü bence yaptığım şey tam olarak buydu- yakalanmak istemediğim için ben de başımı çevirdim ve bilgisayarıma, kalemliğime, defterlerime bakıyormuş gibi rol yapmaya başladım. Oysa ilgimi çeken en son şey bile değildi bunlar. Yine de Zack'i dikizlerken yakalanıp utanç duymaktan çok daha iyi bir seçeneklerdi.
Zack'in penceremle ilgilenmeyi bırakıp bana doğru geldiğini fark ettiğim an göğsümdeki gerginlik had safhaya ulaştığı için kalbim hızla çarpmaya başladı. Mesele bana yaklaşıyor olması falan değildi, mesele bugün olanlar da değildi; Mesele gözleriydi. Bana avını takip eden bir avcı gibi bakıyor, etrafımdaki her şey bulanıklaşırken Zack'in bana yaklaşan silueti daha da netleşiyordu. Sanki mümkünmüş gibi kafam daha da karışırken hızla gözlerimi kaçırdım. Bana neden öyle bakıyordu? Onu izlediğimi anlamış olabilir miydi? Elimden geldiği kadar umurumda değilmiş gibi yaparken Zack beyaza boyanmış ahşap bir sandalyeyi tam karşıma çekerek rahat bir şekilde oturdu. Artık ona bakmaktan başka bir seçeneğim kalmamıştı. İsteksiz bir biçimde bakışlarımı defterlerimden ayırıp Zack'in yüzüne çevirdim. Kendimi hayal gördüğüme ya da deli olduğuma inandırmamamın tek sebebi Zack'in tam karşımda oturuyor ve bana bakıyor olmasıydı.
"Neden bana o ifadeyle bakıyorsun?" diye sordum, düşüncelerini keşfetmeye çalışarak. "Bir sorun mu var?"
"Biraz gergin görünüyorsun."
Gayet açık olan bu tespit karşısında tepkisiz kalamadım, suratımı buruşturdum. "Evet. Gerginim çünkü. Hayatım tehlikede ve bence bu hiç de sakin karşılanacak bir şey değil."
"Değil... Evet."
Bakışları bir an gergin gergin oynayıp durduğum parmaklarıma kaysa da bu konuda herhangi bir yorumda bulunmadı. Bunun yerine yeniden gözlerimin içine baktı ve ne diyeceğini düşündüğünü düşündüğüm bir süre boyunca sessiz kalarak sessizliğin beni rahatsız etmesine izin verdi. Daha sonra da çenesinin hafif bir hareketiyle penceremi işaret etti, gösterdiği yere sadece bir an baktım. Sonra da ona bakmaya kaldığım yerden devam etmek için başımı çevirdim.
"Ortalıklarda olacağım ama yine de pencereye çok fazla yaklaşma. Kendini tehlikeye atacak şeylerden de uzak dur. Tatile çıkmak, partilere gitmek, özellikle de yalnız başına bir yerlerde dolaşmak gibi."
"Ah, hayır. Hapis hayatı mı yaşayacağım? Ne kadar sürecek bu?"
"Ne kadar sürmesi gerekirse. Bu insanlar tehlikeliler Rachel, bir kafe dolusu insanın hayatını tehlikeye atmaktan çekinmeyecek kadar tehlikeliler. Etrafında olacağım ama yine de kendine dikkat etmen gerekecek."
Bunları derken demek istediği şey 'Ölebilirsin.' idi. Koşullu hapis hayatı yaşamak gerçekten hiç hoşuma gitmiyor olsa da bu konuda elimin kolumun bağlı olduğunun farkındaydım. Zack'in dediklerini yapmalıydım çünkü gerçekten ölebilirdim.
"Beni korkutmaya mı çalışıyorsun? Çünkü buna gerek yok." Sadece o gün olanları düşünmek bile tüm tüylerimi diken diken ettiğinden, gözlerime yerleşen bir kaygıyla, "Ben zaten yeterince korkuyorum." diye itiraf ettim.
Zack bunu ona itiraf ettiğim için biraz şaşırmış görünüyordu. Sandalyede arkasına yaslanırken ilgisini çekmiş bir şey bulmuş gibi bir ifadeyle başını yana yatırdı. "Bu iyi bir şey. Dozajında korku hayat kurtarır." dediğinde 'Bu teselli mi şimdi yani!' diye haykırmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Kaşlarımı çatmadan edemedim. Kimse korkan birini teselli etmek için böyle bir şey demezdi, değil mi? Zack'in daha önce kimseyi teselli ettiğini bile sanmıyordum. Daha sonra neredeyse yumuşak bir sesle "Dinle, Rachel." diyerek konuşmaya devam etti. "İlk tanışmamızın pek ideal bir tanışma olmadığını biliyorum. Sana karşı biraz..." Bana olan tavrı için doğru kelimeyi düşünürken kısa bir an durakladı, sonunda da "Kaba davranmış olabilirim." diye sürdürdü.
"Evet... Biraz."
Umarım sesimdeki kinayeyi fark edebiliyordur çünkü gerçekten çok kaba davranmıştı. Beni kaçırdığını ve kaçırılan insanların başlarına genelde kötü şeyler geldiği için kurbanlarına korkunç şeyler yapan bir tür psikopat olduğunu düşündüğüm bir an bile olmuştu.
"Çok kinci bir kızsın." dedi Zack, iltifat eder gibi bir edayla. "Sana şimdiden alıştım."
"Beni korumak için para alıyorsun, sinir etmek için değil."
"Seni sinir etmek gibi bir amacım yok ama bunun hoş bir yanı olduğunu kabul edeceğim. Özellikle de yüzündeki o ifade yüzünden. Kızınca çok tatlı oluyorsun, güvercin. Bunu daha önce söyleyen oldu mu?"
Yüzümde nasıl bir ifade vardı, bilmiyordum ama kan akışının yanaklarıma toplandığını hissedebiliyordum... Ama bekle, bunun bir önemi yoktu ki. Zack benimle alay ediyordu sadece. "Kes şunu!" diye homurdanarak kollarımı birbirine kavuşturdum, sandalyemde arkaya yaslanarak suratımı asabildiğim kadar astım.
Daha da kızdığımı fark edince, hafif bir tebessümle, "Sadece söylüyorum." dedi Zack.
"Söyleme."
"Aramızdaki sorun ne biliyor musun?"
"İletişim eksikliği dışında mı? Hayır, bilmiyorum."
Dediğim şeyin kulağa ukalaca geldiğinin farkındaydım ama bir o kadar da gerçekti. Kalbimi hızlandıracak kadar çekici bir gülümseme dudaklarını usulca süslerken, Zack zarif bir hareketle parmaklarını çene hattında gezdirdi. Dediğim şeyi düşünüyordu, bunu görebiliyordum. En sonunda konuştuğunda dirseklerini dizlerine yaslayarak öne eğildi. Kasları gergin, teni soluktu ve gözleri artık gözlerimin hemen önünde duruyordu. Parlak, kehribar rengi irislerine bakarken gözlerimi ayırıp başka bir yere bakmakta zorluk çekiyordum.
"Hayır." dedi.
"O halde ne?" diye sordum.
"Önemli değil." diyerek beni merak içinde bırakarak geri çekilip sandalyesinde arkasına yaslandı. Derin bakışlarla beni süzdü. "Kişisel düşüncelerimin durumu etkilemesine izin vermem. Sen de öyle yap çünkü bu durum sadece seninle ilgili değil. O kodlar her ne işe yarıyorsa, belli ki babanın ve bir kafe dolusu insanın ölmesine değecek kadar kıymetliler. Ben onlara ulaşmak istiyorum, sen de hayatta kalmak istiyorsun. Ben sana yardım edeyim, sen de bana. Anlaştık mı?"
Vay canına... Çok ikna edici.
Zack ve ben aynı takımdaydık. Bu bilgiyi beyin hücrelerime iyice sindirdikten sonra isteksiz bir biçimde "Sanırım haklısın." diyerek kabul ettim.
"Anlaştığımıza göre baban hakkında bildiğin her şeyi anlat bana."
Dilimde, en çok da kalbimde acı bir tat belirdi. İtiraf etmekten her ne kadar utanıyor olsam da, koşullar söz konusu olduğunda bunu yapmak zorunda olduğumu biliyordum. Kekele kekeleye "Ben... Ben... Pek bir şey bilmiyorum." diye mırıldanırken sesim olması gerekenden bile daha cılız çıkmıştı.
Zack, kaşlarını çattı. "Ne demek bilmiyorum? O senin baban değil mi?" diye sordu, hoşnutsuz bir biçimde.
"Evet ama biz pek yakın değiliz." Gayet de umurumda olmasına rağmen umurumda değilmiş gibi rol yaparak omuzlarımı silktim. Gözlerimi Zack'in gözlerinden kaçırmamak için resmen kendimi zorluyordum ve söylemem gerekir ki, bu hiç de kolay değildi. İsteksizce açıklamaya başladım. "Annem ve babam boşanalı yıllar oldu. Babamla yılda bir ya da iki kere görüşürüm. Bazen o bile olmaz. Sana onun hakkında söyleyebileceğim tek şey, dışarıdan tamamen normal bir insan gibi göründüğü. Şey... İşkolik olmak bir suç sayılmıyorsa tabii."
Bu kadar kişisel bir şeyi daha o gün gördüğüm bir yabancıya söylemek -Her ne kadar görevi beni korumak olsa da- gerçekten garip ve huzursuz hissettiriyordu.
Zack "Bu bir sorun." dediğinde bunu zaten yıllardır bildiğim için içim burkuldu.
"Üzgünüm, yardımcı olmak isterdim ama..."
Sesim yavaşça kısıldı, sonunda da sustum.
Zack konudan rahatsız olduğumu anlayınca "Sorun değil." dedi ve bunu derken gerçekten de sorun değilmiş gibi konuşuyordu. Parmaklarını hafifçe çalışma masamın üzerine vurdu. İfadesi artık çok daha ciddiydi. "Şimdilik bildiğin şeylere odaklanalım, olur mu? Babanın etrafında sana şüpheli gelen biri var mıydı? Tanımadığın, dikkatini çeken biri?"
Önce hayır diyecektim ama babamın evine gittiğim o son sefer aklımda canlanıverince öylece bu cevabı veremedim. Bunun yerine olanları bir kere daha düşünerek huzursu bir şekilde yerimde kıpırdandım. O gün babamın davranışlarının bir garip olduğunu düşünmüş ve anlamlandıramamıştım ve bir de şey vardı...
En sonunda "Babamın evinde kadın vardı." diye cevap verdim. Hatırlamaya çalışırken beynimi öyle çok zorladım ki şakaklarımdaki iki noktaya ağrıların saplandığını hissettim. "Uzun, sarışın bir kadındı. İsmi Agatha'ydı galiba. Ya da ona benzer bir şey. Önce babamın sevgilisi falan olduğunu düşündüm ama şimdi hatırlayınca, babam onunlayken oldukça gergin görünüyordu. Bu bir işe yarar mı?"
"Hmm..." Bakışlarını yüzümdeki ifadede gezdirirken Zack'in ifadesi daha da durgunlaştı. Başını olumsuz anlamda iki yana salladı. "Kadının soyadını ya da nasıl göründüğünü tam olarak hatırlamıyorsan bundan bir şey çıkacağını sanmıyorum. Eğer bu işin içindeyse ismi konusunda sana yalan söylemiş olma ihtimali de epey yüksek. Yine de bir araştırırım. Hatırladığın başka bir şey var mı?"
Ah, keşke daha fazla detay hatırlasaydım.
Kalbime yerleşen hayal kırıklığından omuzlarım düşerken keyifsiz bir biçimde "Hayır." diyerek cevap verdim. "Şimdilik hepsi bu." Ve bunun pek işe yaramadığının farkındaydım.
Zack düşüncelerimin aklımı nasıl bulandırdığını fark etmiş olmalı ki, "Bu tür detayları bana bırak." dedi. Sanki her şeyin düzelmesi için gerekli olan tek şey buymuş gibi hissettim bir an. "Ben..."
Onu çok dikkatli bir şekilde dinlediğim için olsa gerek, odanın içinde yankılanan telefonun sesiyle yerimden hafifçe sıçradım. Benim gibi Zack'in de dikkati dağıldı. Konuşmayı bıraktı ve ceketinin cebinden telefonunu çıkarıp ekrana kısa bir bakış attı. Arayan her kimse, önemli biri olmalı ki "Bunu cevaplamam gerekiyor." diyerek aramayı kabul etti. İstemsiz bir biçimde 'Ne çok telefon konuşması yapıyor öyle!' diye geçirdim içimden. Bir yandan da paramparça olan kendi talihsiz, zavallı telefonumu düşünüyordum. En kısa süre içinde yeni bir telefon ile yeni bir hat almam gerekiyordu.
Çaktırmamaya çalışarak Zack'in ne konuştuğunu dinlemek istesem de bu mümkün değildi çünkü tek yaptığı şey karşı tarafın ne dediğini dinlemekti. Konuştuğunda ise ciddi bir ifadeyle olabildiğince kısa ve öz cevaplar vermekle yetiniyordu. En sonunda "Tamam, halledeceğim." diyerek telefonu kapattığında kafam o kadar karışmıştı ki aradan ne kadar zaman geçtiğinden emin değildim.
Daha fazla sessiz kalamayıp "Önemli bir şey miydi?" diye sordum.
"Evet." diyerek telefonunu cebine geri koydu. Merakla kaplı yüzüme doğru bir bakış fırlattığında, ifademi kontrol etmekte zorlanıyordum. "Görev bilgilendirmesi geldi. Gitmem gerek, güvercin. Bu arada da gözden uzak durmaya çalış, tamam mı?"
Başımı onaylayarak salladıktan sonra "Arayan kimdi?" diye sordum, sesimde merak ve hafif bir heyecan vardı.
"Patronum."
Bir patronun olmasına bir an için şaşırdım çünkü Zack pek emir almaktan hoşlanacak birine benzemiyordu ama sonra bunun ne kadar mantıklı olduğunu fark ettim. Elbette bir patronu vardı! Kafasına göre oraya buraya gidip hayatı tehlikede olan insanları kurtarması çok absürt olurdu. Yine de 'görev bilgilendirmesi' kısmını tam olarak anlayamamıştım. Zack gitmek için ayağa kalktığında ip yumağına dönüşen düşüncelerim bir anda netleşti ve önünü sonunu pek düşünmeden ben de aynısını yaptım.
Sanki içimdeki çaresizlik dışarı çıkmak için en ufak bir anı bekliyormuş gibi, "Bekle." derken sesim kısık ve cılız çıkmıştı. Fazla uzaklaşmadan kolundan tutup Zack'i durmaya zorladığımda kalbim hızla çarpıyordu. Neden böyle bir şey yaptığımı bile bilmiyordum. Zack durup bana bakmak için döndüğünde tam da bu yüzden panikledim. Elimi aceleyle kolundan çekerek kuru, titreyen bir sesle "Görev..." dedim. "Neyle ilgili? Babamın durumuyla mı?"
"Hayır," dedi ve devam etti. "Ama olsaydı bile sana söylemezdim. Amirim sana bir şey anlatmamamı istiyor."
Bunu duyunca şaşkınlığın bana bir dalga gibi çarptığını hissettim. Sonra da öfkelendiğimi. Demek babamla ilgili bir şey bulsa bile bana bunu söylemeyecekti. Bu adil değildi, hem de hiç değildi.
"Ne? Neden? Bu çok saçma! Söz konusu olan benim babam. Bu konu tam da beni ilgilendirmiyor mu? Hem hani biz aynı taraftaydık!"
"Aynı taraftarız."
Sesi bundan çok emindi ama...
"Ama yine de bana söylemeyeceksin." diye homurdandım huysuz huysuz.
"Benim için emir emirdir."
Gülmek ve çığlık atmak arasında mekik dokurken bir adım geri çekildim. Kaşlarımı çatmamaya çalışıyordum ama çoktan çatılmışlardı bile. Oysa Zack hiç de emirleri ya da kuralları takan birine benzemiyordu.
"Bu adil değil! Adil olmadığını sen de biliyorsun!" diye itiraz ettim büyük bir hayal kırıklığıyla. Kendimi işaret ederek söylendim. "Sence her şeyden habersiz olmak bana nasıl hissettiriyor?"
"Ben ajanım, psikolog değil."
Bunu o kadar sakin bir şekilde söylemişti ki kendime hakim olamayıp ona duygusuz bir domuz olduğunu söylemek üzereyken, Zack hiç beklemedim bir şey vardı; Bir telefon çıkarıp bana uzattı. Bu onun telefonu değildi. Tamamen yeni bir tanesiydi. Sanki ilk defa telefon görüyormuş gibi baktığımdan olsa gerek, Zack "Bu senin." dediğinde, ona 'Ciddi misin sen?' diyen bir bakış fırlattım. Bana telefon mu almıştı? Hangi ara? "İçine numaramı kaydettim. Eğer herhangi bir şeye ihtiyacın olursa bir beni ara yeter. Saat kaç olursa olsun gelirim."
"Sen onu arabadan atıp parçalamadan önce benim zaten bir telefonum vardı."
"İzlenmediğinden emin olmam gerekiyordu. Bu numarayla..." Göstermek için telefonu gözlerimin önünde hafifçe ileri geri salladı. "Seni izleyemezler." diyerek bana güvence verdi. "Ayrıca bana ulaşmanın en güvenli yolu bu."
Telefonu Zack'in elinden alırken suratımı asmıştım ama bir yandan da bunun benim güvenliğim için olduğunu biliyordum. İtiraz etmek aptallık olurdu. Yeni telefonumu çalışma masamdaki kitapların üzerine bıraktığım anda odamın kapısı tıkandı ve bir saniye sonra Molly içeri girdi. Normalde ev arkadaşlarımın yanında olabildiğince rahat olmama rağmen Zack yüzünden bu defa hiç olmadığım kadar gergin hissediyordum. Ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Özellikle de şu 'sevgili' yalanından sonra. Sevgilin olmanın bazı avantajları var, demişti Zack ama o gün tanıştığım bir adama sırf rol icabı bile olsa o kadar yakın davranabileceğimi sanmıyordum. Onu öpmemi gerektirecek bir duruma düşmeyeceğimi umuyordum çünkü bu gerçekten tuhaf olurdu.
Bu düşüncelerin etkisi altında Zack'ten uzaklaşma ihtiyacı hissederek biraz yana kaydım. Molly kıvırcık bukleleri omzundan geri iterek Zack ve bana baktı. Sonra da "Bir şeyleri bölüyor muyum?" diye sordu ve sesindeki şakacı imâ daha da gergin hissetmeme neden oldu.
"Hayır." diye yanıt verdim, kesin bir şekilde. "Hiçbir şeyi bölmüyordun." Kesinlikle ama kesinlikle bölmüyordun.
Aklımdan nelerin geçtiğin biliyormuş gibi Molly gerçek bir şekilde gülümsedi. "Erkek arkadaşın akşam yemeğine kalacak mı diye sormak için gelmiştim. Pizza ve hamburger söylemeyi düşünüyorduk. Ya da buna benzer bir şeyler."
"Molly, sen..."
"Sadece kibarlık ediyordum, Rachel."
Sadece kibarlık ettiğini biliyordum ama Zack'in bizimle akşam yemeği yediğini düşünmek bile karnıma ağrıların saplanmasına neden oluyordu. Sorun ev arkadaşlarımdı, ikisi de oldukça meraklı insanlardı. Gerçek bile olmayan ilişkimiz hakkında bize bir sürü soru sorarlardı. Nasıl tanıştınız? Ne zaman çıkmaya başladınız? İlk randevunuz nasıldı? Aynı üniversiteye mi gidiyorsunuz? Ve daha nicesi... Hiçbirini cevaplamayacağımdan da emindim. Neyse ki Zack benden önce konuştu da beni buna cevap vermek zorunda bırakmadı.
"Kalmak isterdim ama..." Kol saatine bakıyormuş gibi yaparken saçları kayarak alnına düştü. "Halletmem gereken bir mesele var."
Molly, "Ah, elbette. Sorun değil. Başka zaman, o halde." diyerek gergin gergin ensesini kaşıdı. Gitmek için hiçbir hamlede bulunmadan bize bakmaya devam edince bu durumdan rahatsız olarak suratımı buruşturdum. Kahretsin. Gerçekten de meraklı ev arkadaşlarım vardı.
Bu durumdan kurtulmak için panikle "O..." dedim. "Gerçekten meşgul biri, Molly. Biz..."
Tavrım yüzünden Zack'in durumun tam olarak ne olduğunu anlaması fazla uzun sürmedi. "Ama eminim ki birbirimiz için vakit buluruz. Kendine dikkat et, bebeğim." diyerek kollarından birini belimin etrafına doladığında bana dokunmasını beklemediğim için şaşkınlıktan kaskatı kesildim. Üzerime eğilip elmacık kemiğimin üzerine bir öpücük kondurduğunda tenime değen yumuşak dudakları saç uçlarımdan ayak uçlarıma kadar ürpermeme neden oldu. Sadece benim duyabileceğim kadar kısık bir şekilde "İyi geceler, Rachel. Aramızda ne yaşanırsa yaşansın seninle tanışmak güzeldi." diye fısıldadığında ellerimi Zack'in bir kaya gibi sağlam olan göğsüne yasladım. Dudaklarımda zayıf bir gülümseme belirirken bana olan yakınlığı yüzünden bir an başımın döndüğünü, yanaklarımın kızardığını hissettim. Hmm... Güzel kokuyordu. Gerçekten güzel kokuyordu. Kafamı karıştırıp duruyordu.
Garip bir şekilde mantığımın harekete geçmesi sandığımdan çok daha kısa sürdü. En azından ne yaptığını biliyormuş gibi davran, dedim kendi kendime, her ne kadar ne yaptığımı bilmiyor olsam da.
Zack'i göğsünden ittirip kendimden uzaklaştırdım. Biraz olsun nefes alabildiğimde "Tamam. Güle güle. Hadi, güle güle." diyerek onu kapıya doğru ittirdim. Bir an önce gitmesini istiyor, bu sırada da Molly'nin bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Zack nihayet odamdan çıktığında üzerimden bir tır geçmiş gibi hissediyordum.
Eğlenen bir ifadeyle sırtını duvara yaslarken "Vay canına. Bu çok ilginç. Bu kadar utangaç olduğunu bilmiyordum." dedi Molly.
"Şey... Her şey daha çok yeni, bilirsin..."
"Ah, anlıyorum. Tadını çıkarmaya bak. Peki sen bir şeyler yiyecek misin?" diye sordu. "Hambuger seviyordun, değil mi?"
"Teklif için teşekkürler ama hayır. Bir şeyler yiyebilecek bir hâlde değilim. Size afiyet olsun."
"Hasta falan mısın? Yüzün kıpkırmızı."
Yanağıma dokundum, sıcacıktı. "İyiyim, merak etme." diyerek geçiştirdim onu. "Sadece biraz dinlenmeye ihtiyacım var, o kadar."
"O halde seni rahat bırakayım."
Molly yatak odamdan çıktığında kendimi sırt üstü yatağa bıraktım. Bakışlarımı tavana diktim ve derin bir nefes aldıktan sonra uzunca bir süre boyunca hiç kıpırdamadan o gün olanları düşündüm. Evimde olmanın bana kendimi daha iyi hissettireceğini düşünmüştüm. Öyle olması gerekmez miydi? Ama her şey hâlâ uyanmak istediğim bir kâbusu andırıyordu; Silahlı saldırı. Savunma bakanı. Babam. Kodlar. Mafyalar. Kötü adamlar. Bir de Zack... Daha o sabah her şey normalken sadece bir gün içinde hayatım nasıl bu kadar mahvolabilirdi anlam veremiyordum.