Suratım düştü. Bu durum nasıl daha da kötüye gidebiliyordu, merak ediyordum doğrusu. Önce kafedeki saldırı, sonra araba olayı ve sonra da bu. Bir koruma. Kabul etmem gerekir ki bir koruma fikri kulağa çok hoş geliyordu ancak beni korumak için atanan kişi Zack olduğunda değildi. Daha şimdiden gelecekte olabilecek her türlü felaketi, kavgayı, didişmeyi gözümün önünde canlandırabiliyordum. Bunları düşünmek bile başıma ağrıların saplanmasına neden oluyordu ama en azından güvenliğimi ciddiye alıyorlardı, değil mi? Yine de Zack olmak zorunda mıydı? Bütün insanlar arasında neden o? Tanık koruma programına alınan siviller için özel ajanların görevlendirildiğini bile sanmazdım. İşin kötüsü, Zack benden bile daha şaşkın, daha hoşnutsuz görünüyordu. Koruma lafını duyunca yüz hatları öyle bir katı bir hâle gelmişti ki kendi kendime 'Bu işi kesinlikle istemiyor.' diye düşündüm. Zihnimi kaplayan düşünce dumanının içinde şaşkınlığını ve kızgınlığını sadece buna yorabilirdim. Ah, sanki ben can atıyordum. Bugün olan her şeyden sonra beni korumasını isteyeceğim en son kişiydi Zack.
O an o kadar şaşkın bir hâldeydim ki Nicholas Wainwright'ın ikaz edici bir alayla kaplı sesi beni yeniden o ana döndüren şey olmuştu.
"Zack, öfke kontrolü konusunda ne demiştim sana?"
"Çok komik. Gerçekten. Korumalık falan yapamam ben."
Zack'e doğru bir bakış fırlatsam da itiraz etmek için ağzımı açmadım. Bu konuda kesinlikle hemfikirdik.
Bir an önce buradan gitmek istiyorum, diye içimden geçirirken parmak uçlarımı gergin bir şekilde diz kapağımın üzerine vurdum. Kafamın içinde ve etrafımda dönen tüm kaosa rağmen Nicholas garip bir şekilde şey görünüyordu... Şey... Sakin. Bunu nasıl başardığını merak ediyordum doğrusu çünkü Zack şu an gerçekten öfkeli görünüyordu. "Neden yapamazmışsın?" diye sordu Nicholas, en az ifadesi kadar sakin olan bir ses tonuyla Zack'e. Karşılık olarak da Zack'in boğazının derinliklerinden hafif bir ses yükseldi. Alaycı ama bir o kadar da sert ve ciddi bir ses tonuyla konuştu.
"Bir de sormaya cüret mi ediyorsun? Buraya bunun için gelmedim ben. Ayrıca bu tarz emri vakilerden de hiç haz etmem."
"Sakin ol, Zack. Bu kadar sinirlenmene hiç gerek yok. Ajanlar sık sık bu tür durumlarla karşılaşabilir. Hem sen de kızın profesyonel bir korumaya ihtiyacı olduğunu düşünmüyor musun? Başı cidden tehlikede ve ortalık ayağa kaldırmış olsan da bugün onu kurtardın. Hâlâ sapasağlam. Bence bu iş için biçilmiş kaftansın."
Bunları derken Nicholas oldukça gülünç bulduğum bir şekilde masum görünüyordu. Hatta neredeyse ona inanacaktım. Neredeyse. Taa ki Zack'e bu iş için biçilmiş kaftan olduğunu söyleyene kadar. İtiraz etmek, bunun tam anlamıyla bir saçmalıktan ibaret olduğunu, Zack'in bunun için biçilmiş kaftan falan olmadığını söylemek istiyordum fakat bunu yapmak yerine oturduğum yerde büzülüp küçücük kalmaya çalıştım. Bu konuşmaya katılmasam çok daha iyi olacaktı. Nicholas hakkıydı. Başım cidden tehlikedeydi.
"Hayır." dedi Zack.
"Zack!"
Zack, bu isyan karşısında umurunda olmayan bir tavırla ellerinden birini kaldırarak onu böldü. "Hayır. Bak, onu hayatta tutmamı söyledin. Ben de onu hayatta tuttum, hepsi bu kadar. Teklif için onur duydum fakat bu iş pek benlik değil. Hem görev tanımımda korumalık yapmak gibi bir madde olduğunu hiç zannetmiyorum."
"Durum o an ne yapmanı gerektiriyorsa onu yaparsın sen."
"İstemiyorum. Tam bir bela olduğu her halinden belli."
Kıpkırmızı kesildiğimi hissettim çünkü bunu sadece peşimde bir yığın kötü adam olduğu için söylemediğini biliyordum. Sadece benden bahsediyordu. Nicholas bunu bir an için ciddi ciddi düşündü, büyük bir ümitle yüzündeki kararlı ifadenin silinmesini bekledim ama silinmedi. Aksine, daha da yoğunlaştı. Katı, asla itiraz istemeyen bir sesle Zack'e emrederken hafif bir şaşkınlıkla soluğumu serbest bıraktım.
"Bu işi sen yapacaksın, Zack. İstesen de istemesen de."
Bu iki adamın -Özellikle de Zack'in- sanki tam burada oturmuyormuşum gibi beni ilgilendiren bir konudan konuşmalarından sinir olmuştum çünkü belli ki kimsenin bana fikrimi sormak gibi bir derdi yoktu. Ellerimi kaldırdım. Kimse bana bakmadı bile. Sesimi yükselterek "Bir dakika, bir dakika..." dediğimde tüm gözler bana döndü. Kendimi tutmaya çalışsam da burnumu kıvırmama engel olamadım. Ne düşündüğümü açıkça söyledim. "Bu biraz fazla mı hızlı ilerliyor ne? Fakat her şey bir yana, ben de onu istemiyorum. Gerçekten. Başka biri olamaz mı? Bugün az daha öldürecekti beni. Yaptığı şeyler krimonojik, tamamen suç!"
Her şeyden öte Zack'in beni koruyacağını düşünmek beni çok korkutuyor, üzüyor ve ağlamak istememe neden oluyordu.
"Bu konuda bu kadar güçlü duygulara sahip olman ilginç." Zack meraklı bir kedi gibi başını yana yatırdı. Ben de gözlerimi yuvarladım, o kadar da ilginç olmadığından emindim. Hafifçe gülümseyerek üzerime uzandı ve burnumun ucunu sıktı. "Ama tamam, hayatta kalma konusunda sana başarılar diliyorum Güvercin."
"Bu kadar adi olmak zorunda mısın?"
Ona hafifçe vurmak için yumruğumu kaldırırken Zack'in eğitimli bir ajan olduğu gerçeği tamamen aklımdan çıkmıştı. Kolunu aniden yukarı kaldırıp, ben dokunmadan önce bileğimi yakaladı. Parmaklarının kavrayışı öyle hafif ve yumuşaktı ki bir an şaşkınlıkla bileğimi tutan uzun, kemikli parmaklarına baktım. Zack tatlı ama daha çok meydan okuyan bir sesle "Bu hiç hoş değildi, Güvercin." derken güvercin kelimesine özel bir vurgu yapmıştı. Yüzümü buruşturarak elimi hızla geri çektim. Canımı hiçbir şekilde yakmamış olmasına rağmen uyuşmuş bileğimi ovuştururken neden elektrik çarpmış gibi hissettiğimi merak ediyordum. Bu çok garipti. Zack'e göz ucuyla bakarken aynı duyguları hissedip hissetmediğini merak ettim ancak yüz ifadesinden hiçbir şey okunmuyordu.
"Merak etme, Rachel." Nicholas tekrar araya girdi, sesi sakin ve güven vericiydi. "Zack işini çok ciddiye alır. Durum ne olursa olsun, korkup pısıcak biri de değildir. Bu yüzden seni ona emanet ettim. Onunlayken olabileceğin herhangi bir yerden daha güvende olursun."
Sesi öyle güvence vericiydi ki buna inanmak üzereydim ama tam da o anda araya girerek "Bu görev için doğru kişi olduğuma emin değilim," diye itiraz etti Zack. "Beni koruma yapmanın hiçbir mantıksal açıklaması olamaz. Hem onu koruyup hem de yazılımı yok etmemi nasıl beklersin? Ben asıl işi istiyorum. Bu görevi bu yüzden kabul ettim, bakıcılık yapmak için değil."
"Senin de bildiğin gibi durum göründüğünden daha karmaşık. Rachel'ın güvenliği önemli ancak o yazılım tehdidinin ortadan kaldırılması da öyle. Bu hassas durumu yönetecek becerilere ve kararlılığa sahip birine ihtiyacım var. Bu yüzden bu işi sana verdim. Bir yolunu bulacağından eminim, Zack. Şimdilik sadece Rachel'ı evine götür ve üniversitede, evinde, kafede... Nerede olursa olsun, gerektiğinde müdahale etmek için etrafında ol."
Nicholas'ın sözleri beklenmedik şekilde rahatlatıcıydı. Belki de bu hiç de kötü olmazdı. Zack'i dikkatlice izledim, dışarıya karşı sakin görünümüne rağmen içsel çalkantısını hissediyordum. Nicholas belirgin bir şekilde duraksadıktan sonra devam etti. "Tüm bunların yanı sıra, iyi bir ajan olmana rağmen oldukça başarısız olduğun bir nokta var. Alınma ama duygusal zekanın zayıf ve bu bir ajan için pek de avantajlı bir durum değil. Normal bir insanın etrafında olmak, daha... Bilirsin... Normal bir insan olmak konusunda sana yardımcı olabilir."
"Duygusal zekam oldukça iyi durumda."
"Öyle mi? Tamam, söyle o zaman. Bugün olanlar yüzünden Rachel neler hissetmiştir sence?"
Soru karşısında Zack bir an cevap veremedi. Düşündüğünü görebiliyordum. Parmaklarını koltuğun kenarında tıkırdatarak yoğun bakışlarla bana baktığında hafif bir sesle iç çektim. "Çok..." dedi kaşlarını hafifçe çatarak ve Nicholas'a geri bakarken kesin bir karar vermiyormuş gibi homurdanarak devam etti. "Heyecanlanmış mıdır?"
Şaşırdım. Bu senin hissettiğin şey, diye çıkışmamak için kendimi zor tutarken Nicholas baygın bir şekilde gözlerini devirdi. Gülse mi kızsa mı karar veremiyor gibiydi. Daha sonra "Tırnağı bile kırılmasın. Anlıyor musun?" diye emretti kesin bir şekilde. Garip ama Zack daha fazla itiraz etmedi. Konuştuğunda sesi rahattı ve altında bir yoğunluk vardı.
"Anladım." dedi.
"Harika. Anlaştığımıza sevindim. Şimdi, onu evine geri bırak."
"Bekle... Eve geri bırak mı?" Hızlı bir biçimde öne eğildim. Bir anda tüm ruh hâlim değişmişti, cevabın evet olmasını her şeyden daha çok isteyerek merakla ve ümitle sordum Nicholas'a. "Yani... Hayatıma devam edebilir miyim?"
"Evet. Senden istediğim tek şey Zack'e güvenmen. Her şeyi o halledecek. Sana kesinlikle hiçbir şey olmayacak, değil mi Zack?"
"Evet, olmayacak."
"Ve Zack... Batırma. Geçen yıl İtalya seyahatinde yaşanan şeylerin yaşanmasını istemiyorum. Anladın mı?"
Soğuk bir tebessümle ve anlaşılmaz bir bakışla "Gayet." derken meraklı bakışlarla Zack'i süzüyordum. Gözlerimi her bir bukle özellikle oradaymış gibi duran gür saçlarında, bir kedinin gözlerine benzeyen amber rengi gözlerinde ve yakışıklı, genç yüz hatlarında gezdirdim. Şaşırtıcı derecede uysal görünüyor. Bu gerçekten garip. Ama öyle ya da böyle işi kabul etti, değil mi? Bu düşünceyle göğsüm sıkkın bir biçimde şişip indi. Birlikte harika vakit geçirecekmiş gibi hissediyorum.
Zack, başı ağrıyormuş gibi davranarak şakağındaki bir noktaya dokundu. "Biraz kafa dinlemeye ihtiyacım var. Sonra seni bırakırım." diyerek koltuktan kalkıp mutfak olduğunu düşündüğüm yere doğru yürüdü. Nicholas ile yalnız kaldığım için rahatladığımı hissettim. O, sakin ve güvenliydi. Hiç tehlikeli değildi. Oysa Zack... Beni geriyordu, en hafif tabiriyle hem de. Baş başa kalınca Nicholas Zack'in kalktığı yere oturdu ve bana son derece yumuşak, rahatlatıcı bir bakışla bakarak gülümsedi. Bir an o kadar babacandı ki... Baba, diye düşündüm hüzünle. Babamın ölümüne daha çok üzülmem gerekmez miydi? Oysa annem ile boşandıktan sonra beni o kadar ihmal etmişti ki, göğsümü sızlatan ince bir sızı dışında hiçbir şey hissedemiyordum. Bu benim hatam değildi, bunu çok iyi biliyordum ama yine de kendimi suçlu hissediyordum işte. Gözlerimi kapatarak bu suçluluk hissini olabildiği kadar derinlere itmek için çırpındım. Ne de olsa artık endişelenmem gereken çok daha büyük bir SORUN vardı. Hayatım, tüm yaşamım büyük bir tehlikedeydi.
"Biliyorum Rachel, hemen yenilir yutulur şeyler değil bunlar ama inan bana, bu senin güvenliğin için."
"Biliyorum, biliyorum... Ama cidden beni koruması gereken kişi 'O' olmak zorunda mı? Dediği gibi, tanık koruma programından birini atayamaz mısınız?"
"Neden? Sana iyi davranmadı mı?"
Bunu duyunca alaycı bir tavırla kıkırdamadan edemedim. Bu konuda yalan söylemek istemiyordum. "Hayır. Hem de hiç." dedim olanları bir kere daha hatırlayıp yumruklarımı kucağımda sıkarken. Önce kaçırmış, sonra da beni resmen çuval gibi omzuna atmıştı. Nicholas ne düşündüğümden habersiz olsa da tahmin ediyor gibiydi, konuşmadan önce iç geçirdi.
"Bak. Eğer kabalık ettiyse..."
"Ki epeyce bir etti."
"Onun adına senden özür dilerim."
"O özür dilemesi gerektiğini düşünmediği için mi?" diye ekledim kendime engel olamayıp.
Nicholas gülümsedi, gözlerindeki ifade şimdi çok daha yumuşak bir hâle bürünmüştü. TV'de hep ciddi ve kasıntı durduğu için onu böyle görmek biraz tuhaf hissettiriyordu. "Üzgünüm, Rachel. Elimizdekinin en iyisi bu." dedi ve sanki buna beni ikna etmek istermiş gibi Zack'in gittiği yöne doğru kafasını salladı. "Zack bazen zor olabilir ama kötü biri değil. Dürüst olmak gerekirse, ben onun dışarıya gösterdiğinden çok daha nazik ve iyi olduğuna inanıyorum."
Ben inanmıyorum.
Bunu dile getirmek istiyordum ancak anlamsız bir şekilde tereddüt ettiğimi hissediyordum ve bu çok saçmaydı. Zack'in ne kadar kontrolsüz ve kaba olduğunu bugün kendi gözlerimle görmemiş miydim? Niye tereddüt ediyordum ki? Yoksa derinlerde bir yerde iyi bir insan olma muhabbetine inanıyor muydum?
"Buna... Buna inanmakta güçlük çekiyorum."
Saatine bakıp -Gitmesi gereken yere gerçekten geç kalıyor olmalıydı- koltuktan kalkmadan önce omzuma nazik bir biçimde vurdu. "Zamanla göreceksin." derken buna da inanmakta güçlük çektiğimi söylememek için dilimin ucunu ısırdım. Nicholas'da yanımdan ayrıldığında yalnız kalmanın ne kadar rahatsız edici bir şey olabildiğini anladım. En azından ölüme teyet geçtikten sonra öyleydi, dalgın bir şekilde başımı ellerimin arasına alarak olanları düşündüm. Bir gün içinde hayatımın ne kadar mahvolabildiğini görmek hem gülünç hem de çok acıklıydı. Olanları düşündükçe akıl hastanesine gitmem ya da psikolojik tedavi almam gerekiyormuş gibi hissediyordum. Babam gerçekten dedikleri gibi kötü adamlarla çalışıyor olabilir miydi? Daha da kötüsü, kötü bir adam olabilir miydi? Ya intihar? Hayat dolu biri değildi, evet ama işini, yaşamını, kendini severdi. O yüzden hiçbir zaman intihar edecek biri olduğunu düşünmemiştim ve açıkçası, annemin neden bu konuda bana hiçbir şey söylemediğini merak ediyordum. Bir telefon edip babamın öldüğünü haber vermek o kadar da zor bir şey değildi, değil mi? Hem de böyle ciddi bir mesele söz konusuyken. Kahretsin. Hemen annemle konuşmaya ihtiyacım vardı ve artık bir telefonum bile olmadığını düşünürsek en kısa sürede bu meseleyi halletmeli ve ona ulaşmalıydım. İçimden bir ses, muhtemelen mantıklı tarafımın sesiydi, 'İyi tarafından bak, artık bir koruman var.' diyerek beni telkin ettiğinde sinirlerim bozulduğu için dudaklarımın arasından bir kıkırtı kaçtı. Bu konuda hiç de alçakgönüllü olamayacağım; Korumaya ihtiyacım var, doğru ama Zack bir korumadan dileyebileceğim çoğu şeye sahip değildi. Sanki başka bir seçeneğim varmış gibi böyle şeyler düşünmek aptalca olsa da aklımda dönüp duran düşünceleri durdurmak öylece yapabileceğim bir şey değildi. Yapabileceğim en mantıklı şey, dedikleri gibi Zack'in işini ciddiye alan bir ajan olmasını ümit etmekti. Hem onunla oturup sohbet etmek zorunda falan olmadığımdan emindim.
Artık evime gitmek istediğimi düşündüğüm sırada olduğum tarafa doğru yaklaşan adım seslerini duydum. Zack'in geldiğini tahmin ederek ellerimi yüzümden çekerken kendimi olacak olana hazırlamak için derin bir nefes aldım. Belki de Nicholas gittiği ve bu evde Zack'le yalnız olduğumu bildiğim içindi, bilmiyorum ama tüm sinirlerimin aşırı çekilmiş bir yay gibi gerildiğini hissedebiliyordum. Zack içeri gelene kadar tüm bu gerginlik devam etti ve onu gördüğümde daha da kötü bir hâle geldi. Öyle ki gerginlikten ayağımı yere vurarak ritim tutmaya başladım. Zack sakin gözlerle önce ritim tutan ayağıma, sonra bedenime, en son da gözlerime baktı. Gözlerime değen gözlerinin tek görebileceği şey masmavi bir endişe olabilirdi. "Hadi, seni eve götürelim." dediğinde hem bana güvercin demediği hem de bu kadar çabuk bir şekilde geri dönmeyi beklemediğim için şaşırdım. Hemen toparlandım ama.
"Kendim gidemem, değil mi?"
Kaşlarını kaldırdı. "Ölmek mi istiyorsun?"
Yanaklarıma ve kulak uçlarıma doğru hafif bir ateş tırmandı. "Tamam, tamam. Sadece şansımı deniyordum."
Evden çıktığımızda doğruca daha önceki siyah, lüks jipin olduğu tarafa doğru yürüdük. Biraz önümden ilerleyen Zack'i taş patikadan takip ediyor, arada sırada da ona kaçamak bir bakış atmadan edemiyordum. Oldukça uzun boylu, sağlıklı ve çevik görünüyordu. Bu yüzden yavaş yavaş koruma konusunda ona güvenebileceğimi hissediyordum. Ayağım küçük bir çakıl taşına takılınca öne sendeledim. Burnumu Zack'in sırtının ortasına çarptım. Sonra hemen toparlandım. Zack'in sanki ona çarpmamışım gibi yürümeye devam ettiğini görene kadar özür dilemeye hazırlanıyordum. En azından sakarlığımı yüzüme vurmadığı için şanslıydım.
Öylesine bir havayla "Yani..." diyerek lafa girdim. "Bundan sonra hep etrafımda mı olacaksın?"
"Bu geçici bir durum."
"Etrafımda bir yabancı olacaksa en azından onun kim olduğunu bilmek isterim."
"Daha yeni ne dedim?" Jipin yolcu kapısını benim binmem için açtıktan sonra parmaklarını kapıdan çekmeden omzunun üzerinden bana baktı. Nefesimi tuttum çünkü sarıya çalan amber rengi gözleri öyle kararlı ve öylesine yoğundu ki... "Bu geçici bir durum."
"Bak. Benim keyiften dört köşe olmuş gibi bir hâlim mi var? Ben de sana bayılmıyorum, tamam mı?"
"Benden hoşlanman gerektiğini hiçbir zaman söylemedim. Neden olaya biraz profesyonel yaklaşmıyorsun? Beni özel sağlık sigortan olarak düşün."
"Seni sağlık sigortam olarak falan düşünmeyeceğim!"
Bu çok aptalcaydı.
Zack tembel bir biçimde bedenimi süzdü. Bana bakarken batmak üzere olan güneşin ışığı saçlarında ve gözlerinin içinde parlıyordu. "O halde ne yapacağız, Rachel? Benimle ilgili seni rahatsız eden şey tam olarak ne?" diye sordu, gayet ciddi ve ilgili bir sesle. Ne kadar ciddi olduğumu anlasın diye kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturdum ve yüzüme annemden gördüğüm 'Beni dinle çünkü dediğim her bir kelimeyi gerçekten kastediyorum!' ifadesini kondurdum.
"Sorun tavırların. Sen biraz odunsun, değil mi?"
"Hayatını kurtaracak kadar centilmenim."
"Sadece işin bu olduğu için!"
Duraksadı. Dediğim şeyi düşündü bir an. Sonra hafif, hoş bir sesle güldü ve arabanın kapısını parmak uçlarıyla sıkarken itiraz etmek yerine onaylarcasına kafasını salladı. "Ve artık işim seni korumak. Nicholas'ın ne dediğini hatırlıyorsun, değil mi? Ben işimde oldukça iyiyim. Yapman gereken tek şey bana güvenmek, ben de arkanı kollayacağım."
Ne kadar kibirli, yakışıklı bir pislik.
Sırf bu dediğini test etmek istediğim için normal şartlar altında asla yapmayacağım bir şey yaptım. Zack başını çevirerek kısa bir an için uzaktaki bir şeye baktığında bu dikkat dağınıklığından yararlanarak sol elimi yumruk yapıp ona doğru salladım. Çenesine vurmadan önce Zack tehdidi fark etti. Çevik bir hareketle yumruğumun altından kaydı. Onu ıskaladım, hem de son anda! Dengemi kaybettiğim anda döndü ve beni sırtımdan yakalayıp sertçe çekerek arabanın kapalı olan arka kapısına yasladı. Jip öyle büyüktü ki, başımın arkasındaki siyah camın soğukluğu hissedebiliyordum. Zack ise bileklerimden yakaladığı ellerimi göğsümün üstünde sıkıca tutuyordu. Hızlı bir şekilde nefes alıp verdiğin için göğsüm inip kalkıyordu. Doğrusu hangi ara beni tuttuğunu fark etmemiştim. Bu yüzden şaşkın bir hâlde Zack'in yüzüne baktım. Gözleri benimle olan temasında bir an için donup kaldı, şaşkındı, ardından titreyen bir sinirle kaşlarını çattı ve "Çıldırdın mı?" diye soludu...
"Sadece küçük bir testti." dedim sakin bir tavırla. "Ne kadar hızlı tepki verebildiğini merak ettim."
"Ama bu küçük testin yüzünden çok ciddi bir şekilde zarar görebilirdin. Bir daha böyle bir şey yapma. Ben savunma sanatları eğitimi aldım, eğer bana böyle aniden saldırırsan farkında bile olmadan kolunu kırabilirim."
Bunların dedikten sonra bileklerimi serbest bıraktı ve ona yeniden vurmaya çalışma ihtimalime karşın çok yavaş bir şekilde geri çekildi. Hiç kıpırdamadım. Ona vurmak gibi bir şeyi tekrar denemeyecektim. Zack alçak bir sesle, duyamadığım bir şeyler söylenerek jipin etrafından dolanırken sinirlerini daha fazla bozmanın bana bir yararı olmayacağı için inat etmeyi bir kenara bıraktım. Yolcu koltuğuna geçtim ve yine arabayı manyak gibi kullanma ihtimaline karşın emniyet kemerimi bağlarken derin bir nefes aldım. Zack çoktan motoru çalıştırmıştı bile. Lüks evden hızla uzaklaşıp orman yoluna girerken bir daha buraya gelmemeyi umarak dikiz aynasından son kez eve baktım. Yolculuk olmasını ümit ettiğimden bile daha sakindi. Radyoda kısık sesle çalan şarkı haricinde ne Zack konuşuyordu ne de ben konuşuyordum. Akşam iyice çökmüşken ve şehre birkaç kilometre kalmışken radyodan 'La Vie en Rose' şarkısı yükselmeye başladı. Kendi anadilimde bir şeyler duymak öyle rahatlatıcıydı ki Zack ya şarkıyı değiştirmek ya da kanalı kapatmak için parmaklarını uzattığında başımı camdan çekerek mırıldandım.
"Sakıncası yoksa bu şarkıyı dinlemek istiyorum." Kanalı değiştirmeden elini ekrandan çekti ve yeniden önünde uzayıp giden yola odaklandı. Beni dinlemesini beklemiyordum ama buna memnundum. "Zack?" dedim, bir süre sonra.
"Evet?"
"Bir zaman sonra vazgeçerler mi? Peşimdeki adamlar yani?"
"Fazla umutlanma."
Acımasız derecede dürüsttü ama bu iyi bir şeydi. Şekerle kaplanmış pembe yalanlara ihtiyacım yoktu şu an. Gerçeği duymak istiyordum, sadece gerçeği. Bunları düşünürken Zack'e göz ucuyla bakmaktan kendimi alamadım. Araba ilerlemeye devam ettikçe yüzünde hareket eden gölgeleri ve ışıkları süzdüm. Koşullara rağmen onda kaçınılmaz bir güven hissi vardı. Belki de dürüstlüğü yüzündendi ama varlığı sanki her şeyin iyi olacağını garanti ediyormuş gibiydi. İster istemez biraz daha rahat hissettiğimi fark ettim ve sırf kafamı dağıtmak istediğim için konuşmaya devam ederek "Bir iş ortağın falan var mı?" diye sordum. O kadar da umurumda değildi ama konuşmak beni gevşetiyordu.
"Ben yalnız çalışırım."
"Niye?"
"Yalnız olmak daha..." Uygun sözcüğü bulmak için bir an duraksadı. Yüzünden gösterge ışıklarının loş ışığında neredeyse seçilemeyecek kadar geçici bir gölge süzüldü. Jip, şehre beş kilometre kaldığını gösteren tabelanın hemen yanından geçti. "Rahat." dedi nihayetinde. "İnsanlar her zaman çok daha karmaşıktır."
"Bu yüzden mi bu koruma işini istemedin?"
"Hayır, sebebi bu değil. Ben saha adamıyım. Alınma ama seni korumak yerine babanın çalıştığı o adamların peşine düşmeyi yeğlerim. Daha önce kimseyi korumak zorunda kalmadım. Bu iş... Bilirsin... Hem sıkıcı hem de kötü bir şekilde sonuçlanabilir."
Demek istediği, benim ölümümle sonuçlanabilirdi. Bu seçeneğin düşüncesi bile midemi bulandırmaya yetiyordu. Gözlerimi önüme çevirdim. Yol önümüzde karanlığa doğru kaybolan sonsuz bir asfalt şeridi şeklinde uzanıyor, ay gökyüzünde alçakta asılı durarak manzaraya ürkütücü gölgeler saçıyordu. Radyodan yükselen romantik şarkı mı yoksa iliklerime kadar hissediyor olduğum gerginlik yüzünden mi bilmem, öylece aptalca bir şey söyleyiverdim.
"Can sıkıcı derken tam olarak ne tür seçeneklerden bahsediyorsun?"
"Bu önemli mi? Acabalarla uğraşmak hiçbir şeyi değiştirmez. Bunun yerine trajik şeyler düşünmemeye çalış. Bu hayatın için odaklanmana yardımcı olacaktır."
"Nasıl düşünmeyebilirim ki? Bir sürü trajik şey olabilir. Yaralanabilirim. Ölebilirim. Sakat kalabilirim. Kaçırılabilirim. O adamlar bana korkunç şeyler yapabilir. Bana aşık falan olabilirsin."
İçimdeki pişmanlık, ciddi bir şekilde söylemediğim son cümlenin ardından Zack'den yükselen kahkahayı duyduğumda daha da belirginleşti. Bir ateş topu dudaklarımın kenarından başlayarak elmacık kemiklerime doğru yayıldı. Ne halt yemeye böyle bir şey demiştim ben? Konuşmadan önce düşünmeyi cidden öğrenmem gerekiyordu.
"Bu konuda endişelenme," dedi Zack. Direksiyonun üzerindeki siyah deri kaplama parmaklarının altında yumuşak bir dokunuşla gıcırdadı. Dudaklarında hafif bir kıvrım belirdi. "Ben o kadar dramatik değilim."
"Bunun için minnettar mı olmam gerek?"
"Hey. Aşk konusunu açan sensin."
"Sadece alay ediyordum. Seni baştan çıkarmak gibi bir amacım yok. Zorunda olduğun anlar haricinde bana yaklaşma yeter." diye homurdanırken kendi utancımla baş başa kalmak isteyerek bakışlarımı dışarı çevirdim. Kırık camdan esen gece havası yüzüme ve saçlarıma çarparken havanın serinliğiyle birlikte ruhum da bir an için ferahlığa kavuştu. Kaldığım dairenin önüne gelene kadar bir daha konuşmadım, ona da bakmadım...