?11.BÖLÜM: GECENİN SANRISI

2931 Words
Kafedeki saldırının görüntüleri zihnimde durmadan tekrar eden bir kâbusa dönmüştü. Bir parçam hâlâ her şeyin bir hayalden ibaret olduğuna inanmak istese de daha güçlü bir parçam her şeyin ne kadar gerçek olduğunu biliyordu. Saldırı gerçekti. Kafede yaşanan kargaşa ve ölüm gerçekti. Babamın ölümü gerçekti. Zack'de gerçekti. Onun yüzü o karanlık kargaşanın ortasında parıldayan bir hayalet gibi duruyor, her hatırladığımda içimin buz kesmesine neden oluyordu. Derin bir iç çekişle gözlerimi kapattım ama karanlık sadece daha fazla acıyı getirdi. Uykusuzluk ve çaresizlik bedenimin her hücresine sinmiş, kemiklerimin derinliklerine kadar işlemişti. Çoktan sabah olmuştu ama yataktan kalkmak, fakülteye gitmek bile istemiyordum çünkü evden dışarı adım attığım anda saldırıya uğrayıp ölecekmiş gibi hissediyordum. Bu hiç mantıklı değildi, biliyordum ama ölüm korkusu insana her şeyi düşündürebiliyor. En saçma şeyleri bile. Mesela bir ara her şey düzelene dek kendimi eve hapsetmeyi bile düşünmüştüm. Saçma sapan bir fikirdi, kabul ediyordum. Ne olursa olsun, devam etmem gereken bir hayat vardı. Hem evden çıkmam tehlikeli bir şey olsaydı Zack bana bunu zaten söylerdi... Değil mi? Üniversiteye gitmek güvenli olmalıydı. Bunu yapabilirdim. Bunu yapabileceğime kesinlikle inanıyordum ama yine de zihnimdeki karanlık bulutlar umudun parıltısını gölgeliyordu. Kapının arkasında neyle karşılaşacağımı bilmeden adım atmak, içimdeki korkuyu daha da depreştiriyordu. Ya yeniden bir saldırı olursa? Ya bu sefer ciddi bir şekilde yaralanırsam? Daha da kötüsü, ya ölürsem? Ah, düşünüp durmak hiçbir işe yaramıyordu! Gözlerimi sıkı sıkı yumarak kafamın içinde dolaşan tilkileri durdurmaya çalıştım. Bu bir işe yaramayınca yataktan kalktım ve öğleden sonraki dersim için hazırlanmak için dolabıma yürüdüm. Ne giydiğime pek de dikkat etmeden bir etek, bir tişört ve ince bir kolej ceketi seçip giyerken bir yandan da mutfaktan gelen sesleri duyabiliyordum. Ayrıca leziz kreplerin kokusu da burnuma kadar geliyordu. Kızlar çoktan kalkmış olmalıydı. Onlara günaydın demeden önce yeni telefonuma -Bu telefon dün olan her şeyin bir rüya olmadığının kanıtıydı- bakmak isteyerek çalışma masamın olduğu tarafa yürüdüm. Güç tuşuna basıp ekranı açtığımda kocaman bir 'hiçbir şey' karşıladı beni. Ne bir mesaj, ne bir arama. Ondan ilgi beklediğimden falan değil ama beni araması gerekmez miydi? Tamamen olduğumdan emin olmak için yani? Yoksa sorumsuz domuzun teki miydi? Söylene söylene telefonumu ceketim cebine attım ve bunu umursamamaya karar verdim. Kızlara merhaba demek için mutfağa geçtiğimde ikisi de keyifli bir şekilde kahvaltı ediyordu. Sanki hayatım hiç tehlikede değilmiş gibi sakin bir tavırla "Günaydın." dedikten sonra evden çıkmadan önce kendime bir bardak kahve doldurmak için kahve makinesinin karşısına geçtim. Molly sandalyesinde tembel tembel arkaya yaslandı, ardından da "Nihayet uyanabildin, uyuyan güzel." diyerek benimle neşeli bir biçimde alay etti. Kahvemden bir yudum alırken duvarda asılı olan saate bakmak için başımı çevirdim. Saat on ikiyi on beş geçiyordu. Genelde daha erkenci davranırdım. "Ah, bu kadar geç olduğunu fark etmemişim bile." Molly ağır bir biçimde gözlerini devirirken Olivia'da bana dikkatlice bakarak kaşlarından bir tanesini kaldırdı. "Yorgun muydun?" diye sordu, daha sonra. Bir anlık sessizliği bozarak derin bir nefes aldım. Konuştuğumda sesim yorgunluktan dolayı hafifçe titriyordu. "Evet, aslında." "Neden?" "Pek uyuyamadım." "Neden?" diye sordu yine. Güzel soru, diye geçirdim içimden. Gerçek oldukça korkunç olduğu için Olivia'ya yanıt vermeden önce dalgın bir ifadeyle bardağımdaki kahveye baktım. En sonunda da yarı yarıya dürüst olmaya karar vererek, biraz isteksiz bir tavırla, "Kabuslar görüp durdum." dedim. "Ah, bu çok kötü. Stresli falan mısın?" Hem de nasıl. Sessizliğimi bir çeşit onay olarak algılayan Molly bir anlık bir hevesle devam etti. "Biraz gevşemek için seninle daha sonra gezmeye gitmeliyiz. Annem her zaman, alışverişin çözemeyeceği sorun yoktur, der." "Annen yanılıyor, Molly." diye mırıldandım. "Hiç sanmıyorum." diye karşı çıktı. Ama gerçekten yanılıyordu. Alışverişe çıkmak her ne kadar eğlenceli bir şey olsa da başımın üzerinde dolanan beladan kurtulmamı sağlamazdı, kaldı ki etrafta dolaşıp durmak pek de 'göz önünde olmamak' anlamına gelmiyordu. Gözlerimi kapattım ve ciğerlerimi şişirip havayla doldurdum. Buradan çıkmam gerekiyordu, hem de hemen. Topu topu dört yudum aldığım kahve bardağını tezgahın üzerine bıraktım ve kulağa en mantıklı gelen bahaneyi kulandım. "Teşekkür ederim ama yetişmem gereken bir ders var. Daha sonra görüşürüz, olur mu?" Molly arkamdan bir şeyler daha dedi ama o sırada çoktan dış kapıya ulaştığım için ne dediğini tam olarak anlayamadım. Kendimi bir canavardan kaçıyormuş gibi hissediyordum ve bu hiç mantıklı değildi. Onlar benim ev arkadaşlarımdı! Neden onlardan kaçıyordum ki? Güneşin parıl parıl parladığı ve serin bir rüzgarın estiği ön merdivenlerden inerken bu konu yüzünden o kadar gergin hissediyordum ki, apartmanın önünde bekleyen lüks, siyah jipi ancak dibine girdiğim zaman fark edebildim. Anılar anında zihnime dolarken, adeta bir film şeridi gibi geçmiş sahneler gözlerimin önünden geçti. Olduğum yerde duruverdim. Keşke sadece karıştırıyor olsaydım ama adımın Rachel olduğundan emin olduğum kadar emindim ki Zack'in arabasıydı bu. Zaten Zack'de sırtını arabanın kapısına yaslamış, siyah camlı güneş gözlüklerinin ardından bana bakıyordu. Güneş gözlüğün camından kendi şaşkın, komik ifademi görebiliyordum. O kadar şaşkın bir haldeydim ki parmaklarım gevşedi ve evimin anahtarı elimden kayıp kaldırıma düştü. Zack anahtarımı almak için eğildi. Bana geri uzattığında onu geri almam için kendime en az bir dakika vermem gerekiyordu. Parmaklarına dokunmamaya özellikle dikkat ederek anahtarlarımı alırken bunu çok hızlı bir şekilde yapmıştım. "Görüşmeyeli nasılsın, güvercin?" Aslında sadece 'Günaydın, Zack!' demeyi düşünüyordum ama bana güvercin dediğini duyduğum anda sinirlerim tepeme çıktı ve ağzımdan bambaşka bir cümle firar etti. "Beni takip mi ediyorsun sen?" Düşmancıl tavrım karşısında "Evet." diyerek gözlüklerini çıkardı. Sadece bir gece olmuştu ama gözlerinin ne kadar yoğun bir kehribar renginde olduğunu unutmuştum. "Bilmiyor musun, ben tipik bir sapığım." Şaka mı yapıyor yoksa ciddi mi anlaşılmıyor. Sözcüklere olumlu tarafından bakmaya ve sadece benimle şakalaştığını düşünmeye karar verdim. Böylesi hem beden hem de akıl sağlığım için çok daha iyi olurdu. Gülümsemeye çalıştım. Bir an başaracak gibi olsam da başaramadım. Dudaklarım yeniden somurtkan, düz bir çizgi hâlini aldı. "Burada ne arıyorsun, Zack?" "Saatler, saatler, saatler sonra görüşüyoruz ve bana diyeceğin ilk şey bu mu?" Sesindeki o soğuk ton olmasa benimle flört ettiğini düşünme hatasına düşebilirdim. Ama hayır, sadece benimle oynuyordu. "Evet. O kadar uzun süre görüşmedik ki yüzünü unuttum." diye alay ederek bu konuda ne hissettiğimi anlasın diye gözlerimi devirdiğimde cazip ama bir o kadar da cüretkâr bir tebessüm dudaklarının üzerini kapladı. "Kolay unutulmayacak bir tanışma yaşadığımızı sanıyordum." "İyi geçinmeyi denemeye ne oldu?" "Sen başlattın." "Hayır, başlatmadım. Ben sadece..." Gereksiz gereksiz konuşmaya başladığımı fark edince çenemi kapatmak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Niye kendimi yoruyordum ki? Başımı ve ellerimden birini iki yana salladım. "Ah, boş ver. Önemi yok. Bana burada ne aradığını söyle sadece." "Boş zamanlarımda şoförlük yapıyorum. O yüzden seni bugün okula ben bırakmaya karar verdim." Zack'in dediği şey donup kalmama neden oldu çünkü en son biri beni okuluma bıraktığında sekiz yaşında falandım herhalde. Onda da bileğimi burkmuştum. Onu kesinlikle yanlış anladığımı düşünerek ya da öyle olmasını umut ederek "Pardon, ne?" dediğimde Zack parmaklarının tersiyle arabanın kaportasına hafifçe vurdu. Ah, hayır. Gerçekten de beni okula bırakmak için gelmişti. "Üzgünüm. Yanlış duydum sanırım." "Doğru duyduğundan eminim." "Teşekkürler, gerçekten müteşekkirim..." Büyük bir zorlukla darmadağınık bir hâle gelen düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. Çok düşük bir ihtimaldi ama belki bir şekilde bu adamı atlatabilirdim. Kararlı bir ifadeyle çenemi hafifçe dikleştirdim. "Ama teklifini kesinlikle reddediyorum. Seni ne zaman görsem çılgınca bir şey oluyor." "Yoksa araba kullanışımdan mı korkuyorsun?" Bunu duyunca yüzümü hafifçe buruşturdum. Tam on ikiden. Kendimi çok iyi tanıdığım için nefesim tükenene dek itiraz edebileceğimi biliyordum ama bunu yapmak yerine tam aksini yaptım ve samimi bir şekilde "Evet, korkuyorum." diye kabullendim. "Trafik kurallarının ne demek olduğunu bildiğini bile sanmıyorum. Hem beni yine kaçırmaya çalışmayacağını nereden bileyim?" "Ben seni hiçbir zaman kaçırmaya çalışmadım. O, senin güvenliğin içindi." "Ben metroyla gideceğim." diye yanıt verdim, iyice sinir olarak. "Sana iyi eğlenceler." Epey kararlı bir ruh halinde olmama rağmen sözcükler dudaklarımın arasından çıktığı anda derin bir pişmanlığın kalbimin ortasına yerleştiğini hissettim. Neden itiraz edip durduğumu bile bilmiyordum. Fakülteye Zack'le birlikte gitmek yürüyerek gitmekten çok daha güvenli bir seçenek olmaz mıydı? Son derece asık bir suratla onunla birlikte gitmeyi kabul ettiğimi söyleyecektim ki çok daha kötü bir şey oldu. Molly ve Olivia, gülüşerek apartmanın ön kapısından çıktılar. Bizi fark etmemeleri için dua etmek saçma olurdu çünkü hem apartmanın hemen önünde duruyorduk hem de zaten çoktan fark etmişlerdi bile. Ufalıp küçücük kaldığımı hissederken bir anda koşarak kaçmaya başlasam bunun ne kadar garip olacağını düşündüm. Sonra da bu düşünceyle başımı eğip yüzümü buruşturdum. Gergin olduğumda saçmalayabiliyordum, evet. Zack'de benim gibi arkadaşlarımın bize doğru geldiğini fark etmişti ama yüzünde en ufak bir panik ya da endişe göremiyordum, aslında hiçbir şey göremiyordum. Tamamen tepkisizdi, ki bunu fark etmiş olmak daha da paniklememe neden olmaktan başka bir işe yaramıyordu. Düşüncelerim adeta birbirleriyle yarışırken gözlerimi Molly ve Olivia'dan çekerek hızlı bir biçimde Zack'e geri baktım. Endişeyle konuştum. "Bir işin olduğunu söyle, sonra da git." Zack kılını bile kıpırdatmadan bana ciddi bir bakış attı. "Hayır." "Hayır mı?" diye tekrar ettim. "Evet, hayır." Bu cevabı almayı beklediğimi söylesem yalan olur. Tepkisiz kalmak için elimden gelen her şeyi yapsam da başaramadım, kirpiklerimi şaşkın şaşkın kırpıştırdım. Bu arada da kızlar ise bize iyice yaklaşmışlardı. Bunu fark etmek daha da paniklememe neden olurken "Zack!" dedim uyarır gibi bir ses tonuyla. Kahretsin. Farklı bir dille konuşuyormuşum gibi hissettiriyordu. "Sorun değil, sakin ol." Bu HİÇ de kolay değildi. Suratıma hemen 'Her şey yolunda, hem de hiç olmadığı kadar!' ifadesi yerleştirirken bakışlarımı yeniden ev arkadaşlarıma çevirdim. Çoktan yanımıza gelmişlerdi bile. Biraz şaşkın, biraz da meraklı hâlleri hemen göze çarpıyor, sanki bu mümkünmüş gibi daha da gergin hissetmeme neden oluyorlardı. Zack hafif bir baş hareketiyle kızlara selam verirken, ben de zoraki bir tebessüm eşliğinde elimi kaldırdım ve indirdim. Olivia ve Molly arasında ilk konuşanın Molly olmasını beklerdim çünkü çok daha meraklı bir yapıya sahipti ama konuşan tahmin ettiğimin tam aksi bir biçimde Olivia oldu. Kaşlarını kaldırarak, sanki bu bariz ortada olan bir şey değilmiş gibi, şaşkın bir tınıyla, "Ah, Zack gelmiş." dedi... Cılız çıkan bir sesle "Evet." diye mırıldandım, ardından da kuruyan boğazımı temizlemek için birkaç kere öksürdüm. Söyleyecek bir yalan düşünüyordum. "Bir uğramak istemiş. Bilmiyordum, bana da sürpriz oldu." Zack dudaklarını süsleyen hafif bir gülümsemeyle "Merhaba hanımlar, nasılsınız?" diye sorduğunda kızlardan keyifli bir kıkırdama yükseldi. "Bu civarda mı yaşıyorsun?" diye sordu, Molly. "Hayır. Aslında evim buraya oldukça uzak. Sadece Rachel'a ilk dersine kadar eşlik etmek istedim." "Ne kadar da... Düşüncelisin." Bir de bana sor. Zack, "Öyle olduğumu söylerler." diyerek sanki ne düşündüğümü biliyormuş gibi bana bir bakış daha attı. Ben de kendimi kontrol altına almak için dudaklarımı ısırarak derin bir nefes aldım. "Ama Rachel sanırım bana biraz kızgın." "Ah, neden?" diye soran Olivia, bana baktı. Bir cevabım yoktu ve Zack'in kızgın olduğumu söylerkenki amacının ne olduğunu anlayamadığım için yalan uyduramayacak kadar şaşkın bir haldeydim. "Ben..." diye geveledim ağzımda, ne diyeceğimi bilmiyordum. "Şey..." "Kıskançlık ediyor." Zack'in dediği şeyi duyunca donup kaldım. Ben asla kıskançlık etmem, diye çıkışmamak için kendimi zor tutuyordum çünkü bu çok garip olurdu. Benim yerime Olivia tepki verdi, baştan aşağı şaşkına dönmüş bir hâlde "Rachel mi?" diye yineledi ve hafif bir sesle gülerek başını sallayıp devam etti. "Ama Rachel kıskançlık etmez ki. Asla. Demek istediğim, daha önce hiç yaptığını görmedim. Bir kere bile." "Saçmalıyor işte," diye homurdandım kendi kendime. "Lütfen, aldırmayın ona." Zack, yalnızca "Hmm," diye mırıldanarak yanıt verdi. Bu her ne demekse artık! Ardından da sakin bir sesle devam etti. "Sizi okula bırakmamı ister misiniz hanımlar?" Ev arkadaşlarımın görünüşte nazik ve zararsız olan bu teklifi kabul edeceğini öyle iyi biliyordum ki suratımı astım. Yine de bir parçam her şeye rağmen reddedeceklerini umuyordu. Elbette o parçam büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Kızlar her şeyden habersiz bir şekilde arabanın arka koltuğuna geçerken öyle hızlı bir şekilde Zack'in olduğu tarafa döndüm ki başım döndü. Kaşlarımı kaldırarak, son derece kızgın bir tonla, "Kıskançlık, öyle mi?" diye sordum... "Bir oyunculuk kursuna falan gitmen gerek. Senin yüzünden arkadaşın bizden şüpheleniyor. Çok gergin görünüyorsun." diyerek arabaya geçmem için ön taraftaki yolcu koltuğunun kapısını açtı, başını yana eğdi. "Yaşadıklarının zor şeyler olduğunu biliyorum ama sadece gülümseyip etrafında olmamdan memnunmuş gibi davranamaz mısın?" "Şey... Sanırım bunu yapabilirim." Arabaya binerken Zack'in memnun ifadesini görmezden gelmeye çalıştım çünkü olanlardan sonra bir kere daha bu jipe bindiğim için mideme giren kramplarla başa çıkmaya çalışmakla meşguldüm. Emniyet kemerimi bağlamak için kayışa uzanırken hafifçe titrediğimi fark etmeden edemedim. Zack sürücü koltuğuna geçtiğinde Molly iki koltuğun arasındaki boşluktan öne eğilerek "Vay canına." dedi. Kıvırcık saçları öyle kabarıktı ki yanağımı okşuyordu. "Araban çok güzelmiş, Zack." Zack, Molly'in iltifatına cevap vermeden motoru çalıştırdı fakat Molly susmak yerine inatla devam etti. "Sadece merak ettiğim için soruyorum, tam olarak ne iş yapıyorsun?" Zack'in tam olarak ne iş yaptığını bildiğim için gergin bir surat ifadesiyle Zack'e baktım fakat benim aksime o oldukça sakin görünüyordu. Hatta öyle sakindi ki 'Hükümet ajanıyım ben. Bu arabayı da muhtemelen halkınızın verdiği vergilerle aldım.' falan diyeceğinden korktum bir an. Gerçi bir parçam asla öyle bir şey demeyeceğinden emindi. Bunun yerine oldukça tatsız bir yanıt verdi. "Baristayım ben." "Hmm... Peki, siz ikiniz nasıl tanıştınız?" Zack, anlamını sadece benim bilebileceğim bir gülümsemeyle "Rachel'in her gün kahve aldığı kafede," dediğinde suratımı daha da asarak karşılık verdim. Evet. Ne tanışmaydı ama. Molly, "Demek bu yüzden her gün oraya gidiyordun." derken gülmemek için kendini tutuyor gibi bir hâli vardı. Yüzüme imâlı bir tavırla baktı. "Çok ayıp Rachel. Oysa gerçekten oranın kahvesini sevdiğini sanmıştım." "Ne?" diye haykırdım panikle çünkü aklından nelerin geçtiğini anlamak çok kolaydı. "Hayır, gerçekten seviyorum!" "Yalancı." "Molly, kes şunu. Ben sadece... Ah, olamaz!" Zack bir anda arabayı sağa çevirip frene basınca göğsümü delip geçen bir korkuyla emniyet kemerine sıkı sıkı tutundum. Önce neden durduğunu anlamadım ama sonra başka bir arabanın trafik kurallarını ihlâl ettiğini ve tamamen yanlış bir yönden bizim olduğumuz tarafa döndüğünü anladım. Hayır, çarpışmamıştık çünkü Zack çok hızlı bir şekilde direksiyonu çevirmişti ama iki araba arasında sadece birkaç santim vardı. Sadece bu bile bana dün olanları anımsattığı için yüzümü tiksinerek buruşturdum. Yanlış yönden gelen sürücü bembeyaz bir yüzle başını camdan çıkardı. Bizim yaşlarda görünen esmer, kısa saçlı, kaslı bir erkekti ve feci bir kazadan son anda yırttığının farkındaydı. Çocuk yüksek sesle özürler dilemeye ve gitmesi gereken yolu karıştırdığı söylemeye başlarken Zack onu tamamen duymazdan gelerek direksiyonu çevirip kaldırımın üzerine çıkan arabayı yeniden yola soktu. Kalbim hâlâ yerinden çıkacak gibi attığı için Olivia'nın belli belirsiz "Vay canına," diye mırıldandığını duydum. "Reflekslerin ne kadar da... Keskin. Öyle bir kaza bizi ciddi bir şekilde yaralayabilirdi." "Evet." diyerek ona katıldı Molly, sonra da başını çevirdi ve yüz hatlarına yerleşen bir endişeyle bana bakmaya başladı. "Rachel, sen iyi misin? Yüzün bembeyaz kesilmiş." "Evet, iyiyim. Sadece... Şaşırdım biraz." Molly omzumu hafifçe sıktı. "Sorun yok, geçti."Bunu ben de kendime söyledim. Evet, geçmişti. Sorun yoktu. Artık çok daha iyi olduğumu göstermek için hafifçe başımı salladım. Yolculuğun geri kalan kısmı olmasını hiç beklemediğim bir şekilde sessiz ve sakin geçti. Sanırım neredeyse geçirmek üzere olduğumuz kaza yüzündendi, Molly ve Olivia'da pek konuşkan değildi. Geniş kavşaktan geçip üniversitenin büyük kapısının önüne geldiğimizde Zack arabayı kampüse sokmayarak üzerinden öğrencilerin geçtiği bir kaldırımın kenarına çekti. Molly ve Olivia onları üniversiteye bıraktığı için Zack'e teşekkür edip arabadan indi. Ardından Molly benim tarafımdaki açık camdan -Zack kurşun yüzünden kırılan camı tamir ettirmişti- eğilerek Zack'e baktı... "Gelip Rachel ve bizimle bir kahve içmek ister misin? Eğlenceli olur." Arkadaşımın tamamen kibar bir niyetle Zack'i davet ettiğini çok iyi biliyor olsam da bana göre bu hiç de eğlenceli olmazdı. İçimden kendi kendime 'Lütfen, lütfen kabul etmesin!' diye dualar etmeye başladım. "Davetin için teşekkür ederim, Molly ama halletmem gereken işler var." Şükürler olsun. Molly yanıt olarak omuzlarını silkerek geri çekildi. Bu onun dilinde keyfin bilir demekti. Zack ve bana bir kere daha baktı, sonra da çoktan kampüs kapısına gitmiş olan Olivia'ya yetişmekten çok bizi baş başa bırakmak için sırtını dönüp Olivia'ya doğru yürüdü. Zack "Biraz konuşalım mı?" diye sorana dek ben de arabadan inmeye niyetlenmiştim. Bana güvercin diye seslenmediği için ciddi olduğunu düşünerek açtığım kapıyı geri kapattım ve iç çekerek ona doğru döndüm. Parmaklarını direksiyonun üzerinde oynatıyor, gözlerimin tam içine bakıyordu. İster istemez meraklanarak "Sorun nedir?" diye sordum. Yapmak istemiyordum ama alay etmeden edemedim. "Şoförlük yapmak iş ahlakına giriyor mu? Yoksa cidden yedi yirmi dört etrafımda mı olacaksın?" "Ben garanticiyimdir ama sanırım sen ne tür bir pisliğin içinde olduğunun farkında değilsin." Gözlerimi kapatıp yüksek sesle iç çektim. Farkındaydım, ne yazık ki farkındaydım. Gözlerimi açacak kadar kendimi toparladığım anda daha öncekinden kat kat daha sakin bir sesle "Sorun nedir, Zack?" diye sordum. "Nasılsın?" diye sordu. Şaşkınlık beni bir çığ dalgası gibi yuttu. Tiz bir sesle "P-pardon?" diye kekeledim. Zack aynı sakin ses tonuyla bir kere daha aynı soruyu sordu. "Nasılsın, Rachel?" "Ben... İyiyim. Demek istediğim, sürekli başıma daha ne gelebilir diye düşünmem haricinde iyiyim." Kabul ediyorum, bu berbat bir açıklamaydı ama paniklemiştim ve neden bana böyle bir soru sorduğunu anlayamadığım için kafam karışmıştı. "Peki. Kendine dikkat et ve bunu dediğimde gerçekten dikkat etmeni kast ediyorum. Tanımadığın kimseyle konuşma. Şüpheli en ufak bir şey görürsen ya da bilmem gereken bir şey olursa, beni ara." "Bu ne zaman bitecek?" "Bilmiyorum..." Kısa bir an duraklar gibi olarak yüz hatlarıma baktı ve gözlerimde her ne görüyorsa, neredeyse güven verici bir tonla konuşmasını devam ettirdi. "Ama bitmesi için elimden geleni yapacağıma söz veriyorum." "Biliyorum, ben sadece endişeleniyorum ve..." İtiraf etmekten ölümüne nefret ediyor olsam da ben de Zack'in düşündüğü şeyi düşünüyordum. Bir anda arabanın yanıp sönen dijital saatine baktım. "Şey... Ben gitsem iyi olacak." Aslında sadece buradan kaçmak istiyor olmama rağmen "Gerçekten gitmem gerek. Biraz daha burada kalırsam derse geç kalacağım." diyerek yalan söyledim. "Hoşça kal o zaman." "Teşekkürler, Zack..." İnmek için arabanın kapısını açarken bir an durdum ve kendimden beklemediğim kadar uysal bir tavırla ekledim. "Her şey için." Derse yetişmek için koşar adımlarla ilerlerken Zack'in arabasının uzaklaştığını bilmek için dönüp arkama bakmama gerek yoktu. Enformasyon bölümüne geçip orta sıralardaki bir bilgisayarın başına oturduğumda her şey o kadar normal hissettiriyordu ki bir an kendimi garip hissettim. Çantamı masanın üzerine bırakırken bilgisayarı açmak için kasaya eğildim ve tam da o anda gözden kaçırdığım bir detayı anımsadım. Babamdan gelen E-posta, çalışma masamın üzerindeki bilgisayarda beni bekliyordu ve olanlar yüzünden kafam o kadar dağınıklıktı ki bana bir E-posta yolladığını bile unutmuştum! Düşünmek için gözlerimi kapattım. İçimden bir ses bir an önce o mesajı okumam gerektiğini söylüyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD