Duvardaki saate baktığım anda profesör dersi bitirdiğini söyledi ve ben de nihayet düşünecek bir alan bulmanın sevinciyle rahat bir nefes alarak bilgisayarı kapattım. Çantamı omzuma asıp kimseyle konuşmadan dersten çıkarken aklımı meşgul eden tek bir şey vardı, o da babamdan gelmiş olan o lanet olası E-postaydı. Acaba içinde ne vardı? Önemli bir şey miydi? Yavaşça nefesimi verdim ve düşüncelerimi kapatmak için mucizevi bir yol bulabilmeyi ümit ederken gözlerimi yere indirdim. Belki de gereksiz endişeler içindeydim. Belki de kendi kendime kuruntu yapıyordum. Belki de sadece sıradan, öylesine bir E-postaydı işte... Ama aklımı kurcalayıp duran bu seçenek bir türlü mantıklı gelmiyordu bana. Hiçbir zaman olmayı ümit ettiğim kadar yakın olmasak da babamı tanıyordum, o bana hiç E-posta göndermezdi ki. Doğru düzgün aramazdı bile. O yüzden bu kesinlikle garip bir durumdu.
Bu düşünce yüzünden parmaklarımın arasında duran yeni telefonumu sertçe sıktım ve gülüşerek sohbet eden iki kızın yanından asık bir suratla geçip giderek giriş katına geçmek için dördüncü katta olan asansörün düğmesine bastım. Asansörü beklerken bir yandan da sabırsız bir edayla ayağımla yerde ritim tutuyordum. Daha da önemlisi, bundan Zack'e bahsetmeli miydim? Eminim ki babamdan gelen bir mesajı bilmek isterdi ama E-posta'yı önce ben okusam daha mantıklı olmaz mıydı? Eğer cidden önemli bir şeyse, o zaman ona söylerdim. Böylece boşu boşuna ortalığı velveleye vermemiş olurdum.
Kontrol etmek için bileğimi kaldırıp ince kayışlı, beyaz saatime baktım. Programıma göre bugün sadece iki dersim vardı. Bir ders daha. Sonra da eve gider, o E-posta'yı okur, sandığım gibi korkulacak bir şey olmadığını görerek aptallığıma gülerdim. Hepsi bundan ibaretti. Harika bir plandı bu. Özellikle de silahlı saldırı, adam kaçırma, bir çeşit ölümcül araba yarışı içermediği için.
Biraz olsun rahatlarken diğer dersten önce bir şeyler içmeyi düşünerek kantinin olduğu tarafa yöneldiğim anda güçlü bir kol arkamdan uzanarak beni dirseğimden yakaladı. Kimsenin bana dokunmasını beklemiyordum. Aslında o kadar büyük bir mesele olmamasına rağmen yüreğim ağzıma gelirken büyük bir korkuyla yerimden sıçradım. Çığlık atmamı engelleyen tek şey Molly'nin tanıdık gözlerini görmemdi. Beni feci korkuttuğunu anlaması için bembeyaz kesilmiş yüzüme bir bakış atması yeterliydi. Parmaklarını hemen gevşetti ve elini anında üzerimden çekerek mahcup, biraz da şaşkın bir surat ifadesiyle yüzüme baktı. Gözleri iri ve donuktu. Kıvır kıvır bir bukleyi kulağının arkasına sıkıştırarak, "Affedersin, korkutmak istememiştim. Her şey yolunda mı? Stresli görünüyorsun." diye sorduğunda bir an için kelimelerin nereye gittiğini bulamayarak sustum.
"Üzgünüm. Şey..." Kaşımın kenarını kaşıdım. "Açıkçası gerçekten kötü bir gün geçiriyorum."
"Ah, yine mi? Bu defa ne oldu?"
"Yorgunum sadece." Omuzlarımı silktim.
"Ama daha yeni geldin..." Molly, elini rasgele salladı ve her şeyden habersiz bir biçimde gülümseyerek devam etti. "Neyse, önemli değil. Seni arıyordum, Rachel. Bize anlatman gereken ÇOK şey var."
Yüksek sesle oflamamak ya da ağzımdan aptalca bir sözcük kaçırmamak için kendimi çok zor tutarak suratımı asabildiğim kadar astım. Molly'nin ne konuşmak istediği benim için o kadar açıktı ki... Neredeyse aynı anda bu teklifi reddetme ihtiyacıyla dolduğumu hissederek dudaklarımı araladım. "Üzgünüm Molly ama şu an kimseyle konuşacak bir hâlde değilim. Gerçekten, gerçekten kötü bir gün geçiyorum. Tek istediğim bir an önce derslere girip, eve gidip, biraz..."
"Bahane falan kabul etmiyorum, gel benimle."
İtiraz etmeden önce kaşlarımı çattığımı gördüğünde alaycı bir ifadeyle gözlerini devirerek üzerime uzanıp bir kere daha koluma yapıştı. Huysuzca "Hey!" dedim ama hiç umursamadan beni de peşinden götürerek koridorda yürümeye başladı. Yapabilirdim ama ona direnmedim bile. Uslu bir şekilde arkadaşımın peşinden giderken derinlerde bir yerde en azından kafa dağıtacak bir şeyler bulduğum için sevindiğimi hissettim. Molly beni bahçeye, yemyeşil çimenlerin olduğu genişçe bir alana götürdü. Olivia'yı görünce istemsiz bir biçimde şaşırdığımı hissettim, ne de olsa fakültesi benim fakülteme epey bir uzak kalıyordu. Molly ahşap masanın diğer ucuna otururken Olivia tembel tembel meyveli sodasından bir yudum aldı. Ben de sandalyelerden birine oturdum, çantamı masanın üzerine bırakırken çimlerde ve banklarda oturan öğrencilerin üzerinde gözlerimi gezdirdim. Bakışlarım saç rengini sürekli değiştiren mavi saçlı çocuğu yakalarken kızların meraklı bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Açıkçası ne zaman beni Zack hakkında sorgulamaya başlayacaklarını merak ediyordum. Onları merak ettikleri için suçlamıyordum. Dün geceye kadar Zack'ten bir kere bile bahsetmemişken bir anda 'erkek arkadaşımın' ortaya çıkması gerçekten garip bir durumdu.
"Çok kötüsün, Rachel." dedi Olivia, sodasını masaya büyük bir gürültüyle bırakarak. Ardından Molly'i ve kendini işaret etti. "Bize aşık olduğunu ne zaman söylemeyi düşünüyordun? Düğün gününde mi? Bizi davet etmeyi bile düşünüyor muydun ki?"
Aşk, kelimesini duyduğum anda omurgamdan aşağı bir ürpertinin indiğini hissettim. Zack'e aşık olduğumu düşünmeleri son derece normaldi, sonuçta kim aşık olmadığı biriyle randevuya çıkardı ki? Sadece bu kelimeye hazırlıksız yakalanmıştım.
"Pekala. Aşk demek biraz abartı olabilir. Hoşlanma diyelim biz. O kadar derin bir şey yaşamıyoruz. Sadece... Öylesine takılıyoruz işte."
"Ah, hadi ama! Gözlerini aç, Rachel. Çocuk seni okula bırakmak için kapımıza kadar gelmiş. Ayrıca dikkati sürekli sen de. Erkekler böyle şeyleri sadece hoşlandıkları kızlara yaparlar." Ya da korumak zorunda oldukları kızlara...
Molly sessiz kalışımı yanlış yorumlayarak, keyfimi yerine getirmek için, "İyi birine benziyor." diye ekledi.
"Ah, evet... Zack çok... Çok iyi biridir."
"Ve kibar."
Neredeyse rol yapamayıp kahkaha atacaktım. Kibar mı demişti o? Zack, kibarın K'sini bile bilmezdi ki. Hayatta tek umursadığı şey işiydi. Bunu sadece ona bakarak bile görebiliyordum. Yine de "Evet." diye karşılık verdim, hiç bozuntuya vermeden. "Öyledir." derken ne kadar berbat bir yalancı olduğumu düşünüyordum.
"Onun hakkında hiç konuşmuyorsun." diye homurdandı Olivia. "Ayrıca bir anda ortaya çıkıverdi. Bu çok garip. Ondan hiç bahsetmedin. Adını bile söylemedin."
Eyvah.
Bir terslik olduğu o kadar belli miydi?
İyi bir yalan düşünürken "Şey..." diye mırıldandım. "Aşk, aceleye getirilecek bir şey değildir, değil mi? Ben sadece ona karşı ne hissettiğimi anlamaya çalışırken mesafeli davranıyorum. Zack iyi bir erkek arkadaş, bunu bilmeniz yeterli."
Olivia daha da büyük bir şüpheyle gözlerini kısarken Molly bana inanmış olmalı ki, destek olurcasına omzuma dokunup sıktı. "Aşk bazen çok zor oluyor, değil mi? Eğer o yakışıklı canını sıkacak bir şey yaparsa bana söyle. Onu iyice bir döverim. Biliyorsun, küçükken dövüş eğitimi aldım ben."
Sadece gülümsedim çünkü eğitimli bir ajan olduğunu tahmin etmesi imkânsız olduğu için böyle cesur konuştuğunu duymak keyifliydi. İki eli, iki ayağı bağlı olsa bile Molly Zack'i dövemezdi.
"Onu dövemezsin, Molly."
"Elbette yaparım!"
"Hayır, yapamazsın."
"Evet, yaparım." Yumruğunu havada sallayarak varolmayan bir düşmana vuruyormuş gibi yaptı. "Hâlâ birkaç numara hatırlıyorum. Hiç şansı yok."
"Senin hiç şansın yok." diye itiraz ettim ve daha fazla dayanamayıp tüm ciddiyetimi yitirerek gülmeye başladım. "Ama yine de teklif için teşekkürler. Her şeye rağmen birinin arkamı kolladığını bilmek çok güzel."
Molly, alaycı bir tavırla gözlerini devirerek sandalyesinde arkasına yaslandı. Muhtemelen daha önce bir çocuğun gözünü morarttığı için böyle kendinden emin konuşuyordu. Dediğine göre çocuk zorbanın tekiydi ve öyle tepesini arttırmıştı ki ona iyice bir vurmadan edememişti. Tabii bu olay birkaç yıl önce, liseye giderken olmuştu. Karşılığında da uzaklaştırma cezası almıştı. Sonuç olarak, Molly eğitimli bir ajan olmayan birinin gözünü gerçekten morartabilirdi.
Olivia, araya girerek "Ben sadece biraz garip davrandığını düşünüyorum." dediğinde bir kere daha şaşırdığımı hissettim çünkü elimden geldiği kadar 'normal' davranmaya çalıştığım için ben de garip bir şeyler olduğunu fark etmeyeceklerini düşünüyordum. Sanırım sandığım kadar iyi bir oyuncu değildim.
Sanki neden bahsettiği hakkında en ufak bir fikrim yokmuş gibi, zoraki bir gülümsemeyle, "Garip mi?" diye tekrar ettim. Kafamda dönüp duran düşüncelerin gürültüsü, dışarıya yansıyan sakin görüntümün altında gizlenmişti.
"Evet. Garip. Sen sanki... Endişeli gibisin. Ama nedenini bir türlü anlayamıyorum. Bir sorun olmadığından emin misin?"
"Evet, eminim. Sana öyle gelmiş olmalı. Sadece biraz dinlenmeye ihtiyacım var, hepsi bu."
Olivia'nın bana inanıp inanmadığından emin değildim ama beni süzüşü hiç de bana inanmış gibi değildi. Ağzımdan bir şey kaçırmamaya dikkat etmeme rağmen her şeyi biliyormuş gibi bakması beni öyle germişti ki, çok fazla dayanamayıp kaçmaya karar verdim. Sanki bir şeyi yapmayı unutmuş gibi bir tavırla, küçük kalpli küpemle oynayarak, "Hmm... Gitmem gereken bir ders var. Sonra görüşürüz." dedim. Hızlıca toparlanıp çantamı omzuma asarken kızlar biraz daha kalmam için ısrar ettiler ama daha fazla soruyu kaldıracak bir hâlde değildim. O yüzden başımı olumsuz anlamda sallayarak hızlı adımlarla yanlarından ayrıldım. Her şey bir yana, gerçekten yetişmem gereken bir dersim vardı. Seçmeli ve teorik derslerden biri olduğu için bu seferki dersim amfilerden birindeydi. Siber suçlar hukukuyla ilgili olmasını da biraz ironik bulmuyor değildim.
Her zamankinin aksine bu defa biraz göz ardında olmak istediğim için arka taraflardan bir sıraya geçtim. Sayılı zamanın çabuk geçmesi gerektiğini düşünürdüm ama sanırım tam aksiydi. Bir an önce dersten çıkıp evime dönmek, bilgisayarıma kavuşmak istiyor olmama rağmen zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Slaytta dönen yazılara bakarken bir tür siber suç işlediği için babamın yaşasaydı ne kadar ceza alacağını merak ederken buldum kendimi. Sonra da bu düşünceden tiksinerek yüzümü buruşturdum. Hayır. Babam kötü biri olamazdı. Sorumsuz biriydi ama kötü değildi... Değildi, değil mi?
Belki de her şeyi çok fazla düşünüyordum.
Aptal gibi davranıp kendi kendime teoriler üretmek yerine mantıklı davranmaya başlamalıydım. Avucumu yanağıma yaslayarak bakışlarımı amfinin dev pencerelerinin sergilediği manzaraya çevirdim. Dersin bitmesi her zamankinden daha uzun sürse de, özellikle de blok olduğu için, sonunda bitti. Zapt edemediğim bir heyecanla yerimden kalkarken sınıftan ilk çıkan bendim. Koşar gibi ilerleyerek fakülteden çıktım. Üniversitenin dışında Zack'in arabasını görene dek etrafımda olan biten hiçbir şeyin farkında değildim. Sırtını arabanın kapısına yaslamış, ayaklarını bileklerinden çaprazlamıştı. Siyah güneş gözlükleri yüzünden gözlerini göremiyor olsam da bana baktığını biliyordum. Zack'e doğru yürürken çantamın kulpunu sertçe sıktım ve engel olamadığım hafif bir ifadeyle başımı sallayarak selam verircesine elimi kaldırdım.
"Selam."
Kahretsin ki sesim olmadığını ümit ettiğim gibi çıkmak yerine cılız çıkmıştı.
Güneş gözlüğünü çıkarırken, sanki gerçekten çıkıyormuşuz gibi, "Selam, tatlım. Beni özledin mi?" diye sordu. Sadece alay ettiğini biliyor olmama rağmen tepkisiz kalamadım, hafifçe kızaran bir suratla kaşlarımdan birini kaldırdım.
"Bana bir şoför tutsana. Zaten yeterince meşgul olmalısın."
"Ne düşüncelisin." diyerek doğrulup arabasının kapısını benim için açtı. "Seni evine geri bırakayım." dediğinde bir arabaya, bir de metro hattına giren kenarı ağaçlarla kaplı, taş kaldırımın yoluna baktım. İtiraz etmek isteyen parçamı yok saymak her zamankinden daha zor oldu. İçlice iç çektim. "Ne var, biliyor musun? Metroya binecek havada olmadığım için çok şanslısın." diyerek uslu bir biçimde benim için ayırdığı koltuğa geçtim. Ayrıca bir an önce eve gitmek istediğim için de...
Zack arabanın kapısını kapattığında tek düşündüğüm arabayla gidersem eve daha çabuk varacağım, dolayısıyla da babamdan gelen o E-posta'ya daha çabuk ulaşmış olacağımdı. Üstelik Zack'in arabası hem geniş, hem de oldukça rahattı. Gevşemiş bir hâlde sırtımı yumuşak koltuğa gömerken Zack çoktan sürücü koltuğuna geçmişti bile. İtiraf etmek biraz garip olsa da Zack'in yanındayken artık kendimi o kadar da huzursuz hissetmiyordum. Aslında bir şekilde... Rahattım da. Bunda arabayı düzgün bir şekilde kullanmasının ve trafik kurallarına uymasının etkisi oldukça büyüktü. Kırmızı ışıkta durduğunda dokunmatik ekrana uzandı ve alçak sesle çalan müziği tamamen kapattı. Müzik dikkatimi o kadar dağıtıyordu ki kapandığı anda kulaklarımın uğuldadığını fark ederek gözlerimi Zack'in yüzüne çevirdim. Düşünürken uzun, kemikli parmaklarını direksiyonun simidine sürttü. Açık pencereden gelen rüzgar saçlarını ve oldukça rahat görünen beyaz, yazlık gömleğini kıpırdatıyordu.
"Bana arkadaşların hakkında bildiğin her şeyi anlat." diyerek bakışlarını suratıma döndürdü. "Onları ne zamandır tanıyorsun?"
"Bunun cevabını zaten bilmiyor musun?"
Hakkımda bulabileceği her şeyi araştırdığını biliyordum. Buna ne zaman Molly ve Olivia ile eve çıktığım da dahil olmalıydı. Bu gerçek hâlâ biraz rahatsız edici olsa da bunu sapıkça bir amaçtan daha çok iş için yaptığını biliyordum.
"Evet, iki yıldır." diyerek onayladı Zack, önümüzde duran mavi arabaya baktı. "Alınma ama tamamen sıkıcı insanlara benziyorlar. Yine de burada onların gerçekten tanıyan tek kişi sensin. Onlar için ne düşünüyorsun?"
"Bekle, bir dakika... Sen cidden onlardan mı şüpheleniyorsun? Onlar benim arkadaşım, Zack."
"Bu yüzden anlatmanı istiyorum zaten. Bak. Ne düşündüğün, ne hissettiğin umurumda değil. Ben kimseye güvenmem, arkadaşların da dahil."
Sitem ederek "Neden bu kadar kabasın?" diye sordum.
"Çünkü seni korumam gerekiyor."
"Evet ama bunu yaparken bu kadar kaba olman gerekmez. Ben sadece..." Gittikçe kabaran öfkeme hakim olmaya çalışarak dişlerimi birbirine bastırdım. "Kes şunu. Bu çok saçma. Onlara tamamen güveniyorum." dedim bundan tamamen emin bir şekilde.
"Senin yerinde olsam ölüm kalım meselelerinde içgüdülerime pek güvenmezdim, güvercin. İnsanlar çıkarları için her şeyi yaparlar."
Beni ne kadar sinir ettiğini ona göstermek için gözlerimi sertçe kıstığımda Zack bu konu hakkında benimle konuşamayacağını anlamış gibi umursamaz bir edayla "Neyse." diyerek vitese uzandı. Kırmızı ışık çoktan sarı ve yeşil ışığa dönmüştü. Arabayı evimin olduğu tarafa çevirmek için sinyal verirken gözlerimi ondan ayırmadım, sonra da dayanamayıp konuştum.
"Beni eve bıraktıktan sonra nereye gideceksin?"
"Babanın sırlarını araştırmaya. Bahse varım bir sürü vardır ve ben de onların ne olduğunu öğreneceğim."
"Bir şey çıkarsa bana söyler misin?"
"Seninle iş hakkında konuşmam yasak."
Galiba bu hayır anlamına geliyordu. Zack'in ifadesini süzdüm ama öyle kararlı ve kendinden emin görünüyordu ki, ona bunun için yalvarsam bile bana babamla ilgili bulduğu hiçbir şeyi söylemeyeceğinden emindim ve bu haksızlıktı! O benim babamdı. Bunu bilmeyi herkesten daha çok hak etmiyor muydum? Bunu yapmamam gerektirdi ama elimdeki tek kozu kullandım. Temkinli olmaya çalışarak yavaşça ona sordum.
"Eğer sana bilmek istediğin bir şey söylersem bana bir şey bulursan söyler misin?"
Zack bir an sessiz kaldı. Araba kullanmaya devam etse de dediğim şeyi düşündüğü belli oluyordu. İlgili bir tavırla "Dinliyorum." dediğinde hemen atılmak istemeyerek başımı iki yana salladım.
"Önce söz ver."
"Eğer gerçekten bilmek istediğim bir şey söylersen sana ne bulursam söyleyeceğim, söz veriyorum."
Bu işe yarardı. Sanırım.
"Babam bana bir E-posta yollamış." diye itiraf ettim. Bu ilgisini çekmiş olmalı ki Zack bir an o yoğun, derin gözleriyle gözlerimin tam içine baktı. Sonra da yeniden yola odaklandı ama dikkati tamamen benim üzerindeydi.
"Ne yazıyordu içinde?"
"Bilmiyorum." dedim son derece keyifsiz bir hâlde, devam etmeden önce elimi yüzümde gezdirip derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Bu biraz işe yaradı. Çok daha sakin bir sesle "Henüz okumadım." diyerek devam ettim. "Her şey o kadar kötü bir hâl almıştı ki bakmaya bile vaktim olmadı."
"O zaman bir bakalım."
Zack, arabasını kaldığım apartmanın önünde durdurdu ve başka hiçbir açıklama yapmadan arabadan indi. Şaşkınlıktan bir an kıpırdamadım bile. Ne yani, benimle birlikte babamın E-posta'sını kontrol etmeye mi geliyordu? Hâlâ hareket etmediğim için Zack işaret parmağıyla ön cama iki kere vurunca irkildim. Camın ardından ona baktığımda kaşlarını hafifçe kaldırdı. Aman Tanrım. Gerçekten de benimle geliyordu. Elimden geldiği kadar acele ederek emniyet kemerini çözdüm ve aynı hızla arabadan inerken bir an tökezledim. Neyse ki yere düşmeden önce arabanın kapısına tutunarak ayakta kalmayı başarabildim.
"Benimle mi geliyorsun? Neden? Senin şey yapman gerekmiyor muydu..."
"Bu daha önemli bir mesele."
Evet, diyecek gücü kendimde bulamadığım için başımı sallayarak yanıt vermek zorunda kaldım.
Bana ait olan anahtarla kaldığım dairenin kapısını açarken ne bulacağımdan emin değildim. Derinlerde bir yerde babamla ilgili korkunç bir şey olmasından korktuğumu hissedebiliyordum. Eve adımımı attığımda kendimi biraz bile olsun güvende hissetmememin nedeni de bu olmalıydı. Yatak odama girerken Zack için kapıyı açık bıraktım ve vakit kaybetmeden çalışma masama geçip diz üstü bilgisayarımı açtım. Bilgisayarın açılmasını beklerken Zack elini oturduğum sandalyenin arkasına yaslayarak ekrana doğru eğildi. Şimdi bana öyle yakın duruyordu ki şampuan kokan yumuşak saçları şakağıma değiyor, nefeslerini hemen kulağımın yanında duyabiliyordum. Yavaşça yutkundum. Zack'in yakınlığını görmezden gelmek için tüm irademi kullanarak -Çünkü kahretsin ki çok güzel kokuyordu!- gelen bildirimleri kontrol etmek için E-mailime girerken beni korkunç bir sürprizin beklediğini fark ettim.
İri iri açılmış gözlerle "Silinmiş!" diye fısıldadım.
Sert bir sesle "Ne?" dedi Zack.
"Burada olması gerekiyordu ama şimdi yok. Gitmiş." Zack kaşlarını çatarak yüzünü yüzüme doğru eğdi. Kızardığımı hissettim çünkü yüzünde sadece net bir şüphe ve kibir vardı. Belli ki bana babamla ilgili bulduğu şeyi söylemesi için ona yalan söylediğimi düşünüyordu. İçimde filizlenen alevin tüm ruhumu sardığını hissederken itiraz etme ihtiyacı benliğimi kapladı. "Doğruyu söylüyorum Zack, yemin ederim. Gerçekten bana bir E-posta gönderdi. Yalan söylemiyorum."
Tamamen samimi olmama rağmen Zack'in bana hâlâ inanmadığını görebiliyordum. "Eh," dedi, biraz geri çekilerek. Uzun boyuna, geniş omuzlarına ve dağınık saçlarına baktım. "E-posta yoksa anlaşma da yok." dediğinde gözlerimi kırpıştırıp başımı salladım.
"Ne? Ama ben..."
"Gitmem lazım. Kapıyı kilitlemeyi unutma."
Beni dinlemiyordu bile.
Çocuksu bir korkuyla dolup taşarken mantığıma ait olan her bir parçam bir balyoz darbesiyle dağılıverdi ve belki de bu yüzden iyice saçmaladım.
"O mesajı geri getirebilirim!"
Zack'in gözlerindeki karanlık parıltı, adeta gizemini koruyan bir hazine gibiydi. Bakışları hiç acele etmeden yüz hatlarımda dolaştı. Kehribar rengi gözlerinin her bir hareketi, beni derinlemesine tanıma arzusunu yansıtıyordu. Ardından "Bunu cidden yapabilir misin?" diye sordu, sesinde merak ve şüphe karışımı bir ton vardı.
"E-evet, kesinlikle. Ben bilgisayar mühendisliği okuyorum, unuttun mu? İnternete paylaşılan hiçbir şey tamamen kaybolmaz."
"Tamam, yap. Benim gitmem lazım ama bir şey bulursan beni hemen ara. Ne olursa olsun, açarım."
Gözlerimiz birbirine kilitlendi ve sanki bir sözleşme imzalıyormuş gibi başımla onayladım. "Anladım. Bir şey bulursam hemen sana ulaşırım." dedim güven veren bir gülümsemeyle.
Zack odadan çıkarken etraf bir an için sessizliğe gömüldü. Gözlerimi ekranıma çevirirken bunu yapabileceğimi biliyordum. Sorun ne bulacağımdı. Korkunun ecele faydası yok, diye düşünerek veri kurtarma işlemi yapmaya başladım. Silinmiş bir veriyi geri getirmek, özellikle de bir E-posta'yı kurtarmak sandığımdan çok daha güçtü. Neredeyse üç saate yakın uğraştıktan sonra sonunda E-posta'yı açabildim. Geri yüklenmesi için beklerken bir yandan da durumu haber vermek için Zack'i aradım. Neredeyse anında aramamı açtı. Kabul edeceğim, bu biraz güven vericiydi.
"Sadece haber vermek istedim." dedim doğru düzgün selam bile vermeden. "E-postayı geri getirdim."
"Ne yazıyor?" dedi tamamen bana odaklanarak.
Bunu ben de merak ederek fareyi mesaja götürdüm, bir yandan da Zack'e söylemem gereken o şey zihnimi kurcalıyordu. Benim hakkımda hiçbir yerde bulamayacağı bir bilgi vardı. Beni korumakla görevlendirilmiş bir adama söylemek zorunda olduğum bir şey... Bunu neden daha önce yapmamıştım ki? "Zack," dedim ve bir yandan da gözlerimi hızlıca yazıların üzerinde gezdirdim. "Benim hakkımda bilmen gereken bir şey var. Ben..." diyordum ki metindeki son cümleleri okudum. O kadar şaşırmıştım ki telefon elimden kayacaktı neredeyse. Onu daha da sıkı tutarken bir şeylere tutunma ihtiyacıyla uzandım ve yanlışlıkla masanın üzerindeki kalemliği devirdim. Kalemler gürültüyle yere saçılırken Zack'in sesini bir kere daha duydum. Hoş bir melodi gibi kulağıma ulaşan sesi sadece ismimi söylüyordu.
"Rachel?"
Ah, hayır...
Hayır, hayır, hayır...
Bu bir kabus olmalı!
Başım cidden belada!
Bir kere daha "Rachel?" dedi Zack. Sesi daha yüksek, beni kendime getirmek ister gibi sert çıkmıştı. "Sorun ne? Ne yazıyor?"
Beynim bedenimden daha iyi çalışıyordu. O yüzden hemen yanıt vererek "Hiçbir şey!" dedim. Sesim hem titrek hem de aşırı yüksekti. Elimi alnıma vurdum. Toparlamaya çalışırken sadece gergin gergin gülebildim. "Sadece... Sadece özür diliyor işte. Üzgünüm. Ben... Ben bunun gerçekten önemli bir şey olduğunu sanmıştım."
Lütfen inanmış ol, lütfen.
"Önemli değil." dedi sakin bir sesle. "Başka bir şey yoksa kapatıyorum."
"Peki, görüşürüz." dedim zayıf bir sesle.
Zack başka bir şey demeden aramayı kapatınca -Gerçekten meşgul olmalıydı- titreyen ellerime rağmen telefonu masanın üzerine geri koymayı başarabildim. Kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Gözlerimi ekrandaki yazıda gezdirirken midemin bulandığını hissederek zonklayan başımı ellerimin arasına aldım ve korku dolu gözlerle yazıyı bir kere daha baştan aşağı okudum. Ne faydası vardı ki? Yüz kere de okusam okuduğum şeyler değişmeyecekti.
'Biliyorum, bu sana çok aptalca gelecek çünkü hiçbir zaman hayal ettiğin o baba olmadığımı biliyorum ama seni gerçekten seviyorum. Yemin ederim, yapıyorum. Keşke bunu sana daha çok gösterseydim. Sen benim tek ailemsin Rachel ama sanırım her şey için çok geç kaldım. Sadece güvende olmanı istiyorum. Güvende ve iyi. Bunun için de her şeyi yaparım... Ama fena batırdım. Ben iyi bir insan değilim. Yapmamam gereken bir sürü şey yaptım. Şimdi de bu yüzden tehlikedesin. Kendine dikkat etmelisin Rachel. GERÇEKTEN dikkat etmelisin. Kimseye güvenemezsin. Özellikle de hükümete. O pislik herif için çalışan bir sürü hükümet ajanı var. Bu yüzden sakın onlara bir hacker olduğunu söyleme. Seni anında o pisliğin önüne atarlar.'
'Her şey üzgünüm.'
'Çok üzgünüm.'
'Böyle olsun istememiştim.'