4

4265 Words
4.BÖLÜM: Çocukluğumun sahibi Her kalp kırıldığında bir  yerlerde yolculuk başlar mavi renkten siyahlığa. *-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*- Üstümdeki örtüyü itekleyip yataktan kalktığımda gözlerimi ovuşturarak salondan gelen yüksek seslere ilerliyordum. Kolumu kapıya çarptığım sırada ufak bir inleme firar etti dudaklarımdan. "Hay seni buraya koyan mimarın ben!" Kolumu ovalayıp bir yandan da "Ne oluyor ya ne bu gürültü?" diyerek salona daldım. Dudağımı ısırıp önümdeki manzaraya bakarken gözlerim saniyede kırk sefer kırpışıyordu. "İris sabah sabah kafana ne düştü?" bana cevap vermeyip esneme hareketleri yaparken çatık kaşlarımı düzeltip kolunu omzuma atan Eymen'e döndüm. "Güzelim ona hiç bulaşma. Kilo almış hanımefendi. Hayır yiyen ben kilo alan o bu durumu anlamış değilim." "Kaç kilo almış?" diyerek ciddiyetle sorduğumda İris uykudan uyanır gibi bana baktı ve "500 gram almışım. 500 bak abartmıyorum." dedi. Allah'ım al canımı. Milletin ne acayip dertleri vardı ya "İris manyak mısın?" abim de gelip salondaki halimize bakarken ikimizde uykulu bir şekilde salonun ortasında yoga halısının üstünde deli gibi spor yapan arkadaşımıza bakıyorduk. Eymen ise çayını içmekle meşguldü. Bardağı elinden alıp bir yudum alırken tükürmemek için zor durdum. Ağzım buruş buruş olmuştu hemen. Bunu nasıl içiyorlardı ya ben üç şeker atmadan içemiyordum. "Şekersiz be bu!" "Evet" Abim şimdi de bize döndüğünde kafasını iki yana sallayarak odasına ilerledi.  Yemin ediyorum hayatımda gördüğüm en mantıklı hareket. "Aras sen ne zamandır şeker kullanmıyorsun? Ayrıca şunun sesini kıssanıza biraz valla komşular gelecek." "Tahminen iki gündür. Asıl sen nasıl şeker tüketiyorsun ya." diyerek bana ayıplayıcı bir bakış attığında omzumdaki kolunu çekip "Sanırsın iki gün değil iki yıldır şeker kullanmıyor haspam. Çekil çekil bu deli spor ayağına kahvaltıyı da bize hazırlatacak." diyerek mutfağın yolunu tuttum. Dolap tıklım tıklım doluydu. Güya öğrenciydik öğrenci evinde kalıyorduk yani. Neyse hepimiz derslerimize odaklanmalıydık sadece geriye kalanları babamlar hallediyordu bu daha iyiydi. "Lavin ,Asil fotoğraf paylaşmış." diyerek mutfak kapısını son anda fark ederek içeri giren İris heyecanla yanıma gelirken kaşlarımı çatıp "Ee yani?" dedim. E ne yapayım yani cidden. "Ya sen bu çocuğu seviyor musun sevmiyor musun Lavin?" "İris ben onu çocukken seviyordum çocuk ünlü olmuş şimdi. Sevsem de ulaşamam ki." "O ünlüyse bizim de kendimize göre çevremiz var orasını düşünme." diyen İris sinsice gülümseyerek telefonuna sarıldığında ellerimi yüzüme kapattım. Allah bilir ne planlıyordu. "İris bak o benim çocukluk aşkımdı. Cidden eskisi gibi bir şey yok. Tekrar çocukluğuma dönmek istemiyorum. Hem baksana o beni hatırlayacak gibi mi? Günde kaç kız görüyordur o düşünsene. Hiç gerek yok. Açıkçası onu bulmuş olsam bile bu durumu pek düşünmemeye çalışıyorum. Geleceği olmayan bir şeyin peşinde savrulamam." "Öf Lavin ya azıcık uğraşırdık işte. Sen zaten kendini kaptırmazsın ki hemen tanıyorum ben seni. Hem bulacağımız bile belli değil. Sahte hesaptan bile konuşabilirsin. Ya da numarasını bulursak gizli numaradan ararız. Bizi sinir ederse Eymen nefesini dinletir. Sapık gibi dadanırız seni unuttuysa eğer burnundan fitil fitil getiririz fena mı?" Ay beni gaza getiriyordu. Sapık olayı pek hoşuma gitmese de gülmekten alamadım kendimi. "Pekala birine aşık değilim. Kimseden hoşlanmıyorum da eh o zaman çocukluk aşkıma kendimi hatırlatabilirim. Tamam her şeyi sana bırakıyorum. Numarasını bul bende kahvaltı hazırlayayım." "Bende yardım edeceğim kız dur. Eymen'i simitle ekmek almaya gönderdim. Bu arada Nazlı teyze aradı sabah mutlaka yanına bekliyor." Dolaptan dört tane yumurta çıkarıp "Olur gideriz bir ara." dedim. Yumurtaları elimden alıp bir kapta çırparken aldığım üç patatesi soymaya başladım. İnce ince doğrayıp yağa attığımda İris annemlerin yemek konusunda hiç anlaşamadıklarını hatırlattı. Gençlik döneminde annem yemek yapmaktan çoğu zaman kaçınırmış. Biraz beceriksizmiş de kendisi. Yemekler bu evde hep Duru teyze tarafından hazırlanmış. Tabi annem de özenince güzel sofralar ortaya çıkarmış ama genel de Duru teyze onunla dalga geçiyormuş. Annem evlenmeden önceki sene yemek kursuna gidince bir daha da bu konuyu açmamışlar. Kıkırdayarak masaya kahvaltılıkları yerleştirmeye başladım. Abim pes etmiş bir şekilde mutfağa girdiğinde "Ne gülüşmeniz bitiyor ne müziğiniz. Sabah sabah bir uyutmadınız kızım" diyerek isyan etti. Kollarımı boynuna sarıp yanaklarına öpücükler bırakırken "Abi sende hiç memnun olmuyorsun ya aylardır görüşemiyoruz. Kulakların sesimizden daha fazla mahrum kalmamalıydı." dedim. "Tabi kesin ondan. Şimdi neler hazırlıyorsunuz bakalım gün ışıklarım. Acayip acıktım, Eymen gelmeden bir şeyler yiyebilmek istiyorum." Kapıdan gelen gürültüyle kafamı çevirdiğimde ağzındaki simit parçasını düşürüp elindeki gazeteyi okuyan Eymeni bize şaşkınca bakarken bulduk. "Abi bana dediklerini şimdilik görmezden geliyorum çünkü önemli bir şey var." elindeki gazeteyi uzattığında Berke'nin etrafına toplandık. "Durun bir dakika." diyen İris ocakların altını kapatıp yanımıza gelirken meraktan ölecektim. "Efsane futbolcular Acar Saygıner ve Poyraz Saygıner'in çocukları dün gece İstanbul'a geldi. Kimseye haber vermeden şehre gelen dörtlünün ve arkadaşlarının tatil için gelmediğini  Poyraz Saygıner'in kendi gibi futbolcu olan oğlu Berke Saygıner'in ülkeye transfer için geldiği burada menajeriyle ve kendisiyle ilgilenen fakat henüz açıklanmayan birkaç takımla görüşeceği konusundaki duyumlar onaylandı. Bu süreçte ailesinin desteğini yanında isteyen genç futbolcu önümüzdeki günlerde ülkeye temelli dönecek." "Ama ne hakla böyle yalan şeyler yazarlar?" İris sinirle söylenirken gazetedeki fotoğrafımıza baktım. Kulaklarım uğulduyordu. Kolumu abimin koluna atıp ona baktığımda sinirle gazeteye baktığını gördüm. Cebindeki telefonu çıkarıp babamı aradığını fark ettiğimde kulağımı telefona yapıştırdım. "Baba olanlardan haberin var mı?" "Berke her şeyden haberimiz var oğlum. Ortalığı kızıştırıyorlar transfer dönemi fiyatını artırmaya çalışıyorlar biliyorsun spor dünyası.  Bu akşam çıkın hep birlikte yemek yiyin gezip dolaşın magazin peşinizde zaten. Kardeşimin okulu için geldim tatilimi burada değerlendiriyorum dersin konu kapanır. Sıkma canını aslanım cidden ülkedeki üç büyük takımda seni istiyor ama ben senin isteğini ön planda tutmak zorundayım. Menajerin her şeyle ilgilenecek. Hadi keyfinize bakın çocuklara selam söyle. Lavinya'yı öp bizim için. Annen şimdiden özledi ikinizi de." Rahat bir nefes alıp gülümseyerek ona döndüğümde gergin bedeni babamın söyledikleriyle rahatlamıştı. "Neyse hadi oturup kahvaltımızı yapalım. Bu akşam içinde güzel bir restoran ve mekan bulalım. Biraz gezip dolaşmamız lazımmış." "En sevdiğim etkinlik. Orasını bana bırakın." diyen İris gülümseyerek ellerini birbirine vurdu kahvaltı masasına geçti. Eymen düşürdüğü simit parçasına kıyamazcasına bakarken camın önüne götürüp kuşlar için küçük parçalara ayırdı. Tekrar masaya döndüğünde tabağımı canımın çektiği birkaç şeyle doldurdum. Salondaki televizyondan Cumartesi magazin programı yüksek sesle yayın yapıyordu. Duyduğum isimle kulaklarım anında dikkat kesildi. Kendimi kedi miyavlaması duyunca kulakları kalkan köpekler gibi hissediyorum şu an. "Asil Bozkurt ara veriyor. Kısa zamanda milyonların sevgilisi olan genç sanatçı haftalar sonra üniversite hayatına başlayacağı için son konserlerini iptal etti. Hayranları duyduğundan beri büyük bir üzüntüyle kendisine ulaşmaya çalışıyor. Henüz menajerlerinden  bir açıklama gelmedi." Gözlerimi kırpıştırıp önümdeki İrise baktım. Merakla dikkat kesilmişti o da. Ne demek ara veriyordu? Eymen "Tükenmişlik sendromuna mı girdi acaba bu ara çok moda." diye fikir ürettiğinde kıkırdayarak meyve suyu bardağımı elime aldım. "Kahvaltıyı biz hazırladık siz de toplayın. Hadi Lavinya içeri geçelim." diyen İris'in peşinden salona ilerledim. Televizyonun karşısındaki koltuklara çöküp  sürekli son dakika olarak konserlerin iptal edildiğini söyleyen haberi izlemeye başladık. Ekrana yüzü düşünce nefesimi tuttum. Çok yakışıklıydı şerefsiz! "Kız bu çocuk cidden yakışıklı he." İris de içimden söylediğim şeyi onaylarken ayağa kalktım. "Aman neyse. Ben biraz dans edeceğim ya. Okul başlayacak iyice geri kaldım. Sende mekan ayarla birkaç saat dokunmayın bana." "Ben Alazla buluşacağım zaten. Berke'de burada birkaç arkadaşıyla görüşecekmiş. Aras evde ama çocuklar gelecek sana bulaşmaz. Akşam yemeği boğazda yer oradan bir mekana geçeriz orası bende dert etmeyin siz." gözlerimi kırpıp salonun çıkışına ilerlerken mutfaktan çıkan abimin yanağına öpücük bıraktım. Dans etmem için ayarlanan odaya girip telefonumu hoparlöre bağladım. Şarkı açmadan aklıma gelen fikirle odanın kapısından kafamı uzatıp "İris dışarı çıkmışken bana bir tane yeni hat alır mısın?" diye bağırdım. Kapıdan heyecanla bana bakan arkadaşım göz kırpıp tamamdır işareti yaptı. Ne yapacağımı anlamıştı. Birkaç ısınma hareketinden sonra kendimi çalan müziğe bıraktım. Kim gitti kim kaldı evde bilmiyorum. Üstümde mor penye şortum ve siyah ince atletimle deli gibi dans ediyordum sadece. Çıplak ayaklarım odanın zeminine her sert çarptığında içimde bir şeylerin hafiflediğini hissediyordum. Bale güzeldi her şeyiyle onun için yaratılmıştım sanki, ama modern danstan da vazgeçemiyordum. Allah'tan ikisi içinde eğitimliydim. Yoksa Güzel Sanatları kazanmam bir hayalden öteye gitmezdi. Şarkı bitti sonra başka bir melodi duyulmaya başladı. Parmak uçlarımda yükseldim ve evet uğruna savaştığım şeyi yaptım. Bale. Peri masalından kaçmış gibi hissettiriyordu. Bir kere alışınca bırakamıyordunuz. Bir şarkı daha bitti. Nefesim düzene girmişti ama çok terlemiştim. Topuz yaptığım saçlarım açıldığı an savurup aynadaki görüntüme baktım. Arkamdaki kapıdan şaşkınca beni izleyen Doruk'a gülümseyerek selam verdiğimde elindeki havluyu bana uzattı. "Sen diyecek kelime bulamıyorum Lavin. İnsanı büyülüyorsun." fısıldadı. Sanki sesi içine kaçmış gibi. Tövbe tövbe. "Teşekkürler Doruk. Ne zaman geldiniz sesinizi duymadım?" "Bu müzikte duyamazsın zaten." diyerek yeni başlayacak şarkıyı durdurdu. Geri bana döndüğünde üstümdeki kıyafetlerde göz gezdirdiğini fark ederek gözlerimi devirdim. Odadan çıkıp kendi odama yönelirken "Eymen banyodayım. Sonra da hazırlanacağım. İris gelirse odama yolla" diye bağırmayı ihmal etmedim. Son anda telefonumu da almıştım. Daha öğle yemeği yememiştim. Ama evde durmak istemiyordum. Hava çok güzeldi. Annemler bu evi alırken iki ana odada banyo olmasına özellikle mi dikkat etmişti acaba? İrisle odalarımız binanın arka bahçesine bakıyordu. Denizi göremiyorduk ama arka tarafta başka bina olmadığı için de önümüz açıktı. Telefonumdan saate baktım. 15.20 Kısacık bir duş alsam sonra da hafızamdaki boşlukları kapatmaya gidecektim. Banyoya girip ılık suyun altına kendimi attığımda rahatladım. Soğuk suyla banyo yapan insanı anlamıyordum aşırı sıcak suyla banyo yapanı da anlamıyordum aslında. Mis gibi ılık su işte ne soğuk ne sıcak. Banyodan ıslak ayaklarımla çıkıp telefonuma baktığımda saatin dört olduğunu gördüm. Vuhu! Baya çabuk çıkmıştım değil mi? Huyum kurusun banyoya bir girmesi dertti bir de çıkması. Saçlarımı kurutup kıvır kıvır kalmasını sağladım. Arkadan ufak bir topuz yapıp bağladığımda dolabımın başına geçebilmiştim. Üstüme siyah kot şortumu ve mavi salaş tişörtümü giydim. Siyah deri küçük sırt çantama cüzdanımı ve kulaklıklarımı attığımda hazırdım. Ayakkabılarımı giyip kapıdan son kez içeride Ps4 oynayan arkadaşlarıma seslendim. "Çıkıyorum ben acıktıysanız dışardan bir şeyler söyleyin hadi öptüm." Asansöre yönelip düğmeye bastığımda kapı açılmış "Lavin dikkat et" diyen Eymenin sesi duyulmuştu. Ona gözlerimi kırpıp gelen asansöre bindim. Binadan çıkıp kendimi kalabalık sokaklara attığımda hızlıca sahile giden yola yürümeye başladım. Kulaklıklarımı takıp çantamdan akbilimi çıkarırken durağın olması gerektiği yerdeki bayiden karta para yükledim.. "Amca buralarda otobüs durağı vardı kalktı mı?" "Az ileride var hanım kızım dümdüz yürü göreceksin." "Teşekkürler kolay gelsin." Derin bir nefes alıp gelen otobüse bindim. Normalde otobüse binmekten çekinsem de taksi ile gideceğim yolun uzayacağını biliyordum. Daha önce gitmiştim. Şimdi yine bir şeyleri tekrar hatırlamaya gidecektim. Ortada bulduğum boş koltuğa geçip kafamı cama yasladım. Yollar yüzünden birkaç kez kafam cama çarpınca sinirle geri çekildim. Bu nedir arkadaş! Rahat rahat düşünemiyoruz bile. Gitmek istediğim durağın yaklaştığını fark edince yanımdaki teyzenin açtığı yoldan ayağa kalktım.  Düğmeye basıp geldiğim siteye bakınca gülümsemeden yapamadım. Çocukluğum, ben geldim. Otobüsten inip sakince ilerlerken daha önceden geldiğim için tanıyan güvenlik gülümseyerek "Lavin kızım açtın arayı. Bir daha gelmeyeceksin sanıyordum." dedi. "Hasan amca bizim burada bir evimiz var. Nasıl gelmem. Biliyorsun arada bir mutlaka uğruyorum ama hep İstanbul'dayım artık. Ziyaretinize de geleceğim Füsun teyzeye selamlar." diyerek ona sarılıp açtığı kapıdan içeri geçtiğimde yepyeni bir dünyanın kapıları açılmıştı sanki önümde. Kafamı çevirdiğim her yerde onu, bizi görüyor kahkahalarımızı duyuyordum. İki yıl geçmişti, en son buraya gelmemin üstünden. Bir daha gelmeyeceğim demiştim kendime. Acı çekiyorsun Lavinya yapma demiştim. Yine burada bulmuştum kendimi. Evimizin önünden geçip gidemedim. Zaten sitede tek tük ev vardı. Biri bizim biri Acar amcaların biri Asillerin ve Nazlı teyzeler geriye kalanların çoğunu unutmuştum. Çocukların isimleri arada bir geliyordu aklıma. Nazlı teyzeler biz gittikten sonra buradan taşınmış başka semtte büyük bir ev almışlardı. Açıkçası keşke burada kalsalardı. Evin bahçesine girip merdivenlerden tutunarak indim. Gözümün önünde hep o olmak zorunda mıydı? Asil benden birkaç ay büyüktü. Bu sitenin en tatlı çocuğuydu. Yani benim gözümde. Ailelerimiz arkadaş olduğu için sürekli birlikte vakit geçirirdik. Babam bu durumdan ne kadar memnun olmasa da. Evin duvarlarına tutunarak arka bahçeye ilerlediğimde dudaklarımdan küçük bir hıçkırık firar etti. Her gelişimde aşağıda oturup izlediğim küçük ağaç evimiz. Normalde yapmayacağım bir şey yaptım. Merdivenlerine yönelip dikkatle çıkarken kalbim ağzımda atıyordu. Kapısını yavaşça açıp içeriye adım attığımda gözyaşlarımdan birkaç tanesi daha firar etti. Elimi ağzıma kapatıp duvarlarda yapıştırılmış resimlere baktım. Hepsini burada çizmiştik. O kadar güzel resim çizerdi ki. Onu kıskandığımı hatırlıyorum. Aslında bende güzel çizsem de yeteri kadar iyi değildim. Üstüne de düşmemiştim. Ama biliyordum o sevdiği şeyin peşinden giderdi. Yerdeki küçük oyuncak sepetine kaşlarımı çatarak baktım. Pekala buraya daha önce gelmem gerekiyormuş sanırım. Saçları yolunmuş oyuncak bebeği elime aldığımda kıkırtım dört duvar arasında yankılandı. Bebeğimin saçlarını yolmuştu. Hiç acımadan hem de. Onunla değil de bu bebekle vakit geçirdiğim için. Büyük bir kahkaha attım. Nasıl da özlemiştim. O benim aşkımdı evet ama her şeyden önce arkadaşımdı. Yıllarım, çocukluğumdu. Şimdi bana kimse onu unutmaman saçmalık demesin. Kimse bana bırak şu çocuğu da demesin. Çünkü onu bırakırsam geçmişimi de bırakırım. Mutlulukla geçen çocukluğumu silip atmam gerek onu silmem için. Ben bunu yapamam ne kendime ne de ona. Bebeği kucağıma alıp yerdeki üstü örtülü armut koltuğa yaklaştım. Biri mor biri mavi. Koltuğa oturup oyuncak sepetini önüme çekerken odayı inceleme fırsatı da bulmuştum. En son buraya evden taşınmadan önce gelmiştim. Yani nereden baksak 12 sene falan oluyordu. Toz birikintisinden başka bir değişim yoktu. Kapının hemen yanında  babam tarafından yapılmış ufak resim masamız, oturduğum yerdeki iki koltuğumuz, küçük renkli televizyonumuz ve oyuncaklarımız. Her şey yerli yerindeydi. Duvardaki resimlerimiz bile. Elime aldığım oyuncak arabanın tekerlerini avucumun içinde bir kez çevirip gözyaşlarımı sildim. Televizyonun çalışıp çalışmadığına bakmak için etrafta kumanda aramaya başladım. Burada bir yerde olmalıydı. Şu kadar zaman geçmişti çalışmıyorsa hak verirdim ama çalışmalıydı. Eksikler vardı kafamda bu televizyon tamamlayabilirdi. Lütfen umudumu kaybetmeme izin verme Allah'ım. Çekmeceleri karıştırırken bir sürü cd ve kumanda çıktı önüme. İşte aradığım buydu. Kendimi hafızasını kaybetmiş biri gibi hissediyordum. Önemli şeyleri hatırlıyordum ama detaylar neredeydi Allah aşkına? Biri kafama mı vurmuştu kaza mı geçirmiştim? Hiç sanmıyorum. Ben onu unutmamıştım ki. Günlerce ağladığımı hatırlıyorum. Ben onu sevmekten bir gün bile vazgeçmemiştim. Kumandanın tuşuna basıp açılması için dua ederken hiçbir ses yoktu. Dudağımı ısırıp gözlerimi açtım. Birkaç kez daha tuşa bastığımda ümitsizce televizyona yaklaştım. Düğmesine bastım. Birkaç kez vurdum. Kibarca vurdum anlamayınca bir kez daha vurdum. Elim acımıştı. Gelen sesle gözlerimi kırpıştırarak gülmeye başladım. Cidden başarmıştım. Cd'yi takıp açılmasını beklerken heyecanla tırnaklarımla uğraşıyordum. Ne vardı bu cdlerde. Ben bunları hiç hatırlamıyordum. Siyah beyaz akmaya başlayan görüntülere anlam vermeye çalışırcasına baktım. İki tane bebek vardı. Pardon bir yeni doğmuş tombik bir kız bebek ve ona göre daha büyük duran erkek bir bebek vardı. Kimdi bu? Biri bendim evet. Ama bu çocuk kimdi? Yani düşününce Berke benden büyüktü. Eymenin bebeklik fotoğraflarını da biliyordum. Bu çocuk Asil olabilir miydi? Gözyaşlarım akarken görüntü değişti. Doğum günü partimden birkaç fotoğraf akarken bunları hiç görmediğim için kızıyordum kendime. Daha önce gelmeliydim belki de. Annem neden saklamıştı ki? Bunları biliyor olmalıydı. Derin bir nefes çekip her yaşımdan ufak ufak birkaç fotoğraf gördüm her cd de. Son cd geldiğinde kulağıma dolan melodiyle elim anında başıma gitti. Kamerayı tutan bendim. Karşımda gülerek saçlarını düzelten ise Asil. Yüzünü unuttuğum Asil. Acaba sesi nasıldı dediğim Asil karşımda gülerek şarkı söylüyordu. Elinde gitarı yüzünde huzurlu bir ifade vardı. Ve size yemin ederim o bakışlarda bambaşka bir duygu vardı. Onun hiç kabullenmediği. Benden hep sakladığı o duygu. İsmini bilmediğim ama çok başka hissettiren o his kalbimin orta yerine konup kaldığında nefes almaya çalıştım. İçimde çok büyük ağlamak vardı. Ağlasam böyle bağıra bağıra belki ciğerlerim acırdı ama kalbimin üzüntüsü geçerdi. Ben gitmiştim, terk etmiştim onu. Çocukluk aşkımı. Sesimi duydum az sonra. "Asil devam etsene ya. Bunu ilk kez duyuyorum bak çok güzel. Sen söyle bende dans edeyim." diyordum. Bunu ben diyordum ya. En ufak zerresini hatırlamıyordum ben bu olayların. "Tamam bir saniye tam olarak notaları yok ama senin için devam edeceğim." diyerek tekrar mırıldanarak gitarını çalmaya başladı.  Gülüşümüz geldi kulağıma. Onun gülüşü. İçim titredi. Kamera açısı yer değiştirmişti. Ben cidden dans ediyordum onun yanında. Ama niye hatırlamıyordum. Ona karşı kendimi bu kadar mı kapatmıştım. Kucağıma düşen gözyaşlarıyla ellerimi yanaklarıma götürdüm. Son cdyi çantama atıp burayı eskisi gibi bıraktım. Her şeyin üstünü örtüp ağaç evden çıkacakken bir resim çarptı gözüme. Kendimi ona bakmak zorunda hissettim. Aldım elime korka korka. İkimiz vardık. Her zamanki gibi bu odadaki tüm resimler gibi. Ama bir fark vardı. Resim daha profesyoneldi. Bunu ben çizmemiştim resimden anlayan tek tanıdığım İristi. O burayı hatırlamazdı bile. Çok yeni değildi ama eski de değildi buradaki resimler kadar. Onu orada bırakmadan önce son kez okşadım. Belki o da beni unutmamıştı. Ama aramamıştı da. Unut Lavin. Sil at aklından. Evden yavaşça uzaklaşıp çocuk parkına yürürken nefesim düzelmeye başlamıştı. Ağır gelmişti son bir saat fazlasıyla ağır gelmişti. Aslında zor olan bir şey yoktu. Çıkardım karşısına. Ama beni tanımayacağı ihtimali varken  bunu yapamazdım işte. Onun yüzünden çektiğim o acıya bir yenisini eklemeyecektim. İçimdeki küçük kızı daha fazla üzmeyecektim. Ben o küçük kızın karşısında kalkan olacaktım bundan sonra. Asil Bozkurt içimdeki o ufak kıza dokunamayacaktı. Park sessizdi. Burada önceden bizim sesimiz yankılanırdı. Her yerde, her köşesinde bir izimiz vardı. Gözlerim yavaşça kapanırken kaydırağa uzandım. Gökyüzüne baktım kısaca. Aniden uykum gelmişti. Telefonum da çalmamıştı saatlerdir. Burada bana bir şey olmazdı. Yüksek ihtimal Hasan amca kameralardan başıma bir şey gelmesin diye ekstra özenle izliyordur olanları. Gözümün önünde olan şeye şaşkınca baktım. Sokağın başından koşarak gelen kıza bakarken neler olduğunu anlamıyordum. "Asil gelme peşimden." "Lavinya abartıyorsun." "Ben mi abartıyorum sen o kıza benim çikolatamı verdin. Benim!" "Tamam gel sana da alalım bir tane. Hadi lütfen." E kız haklıydı. Öküz Asil. Bak ağlatmıştı benim minik kızımı.  Ağzına kürekle vuracaktım. Ama benim kızım güçlüydü be verirdi ağzının payını. "Defol git bundan sonra seninle hiçbir yere gelmeyeceğim. Küstüm sana." "Ne kadar küsersen küs sen benim Lavinyam'sın." Tövbe bismillah. Yaş kaç kardeş diye sorasım vardı çocuğa. Bak bak eşek herife bak. Benim Lavinyammış. Neyin sahiplenmesiydi bu. Gözlerimi kırpıştırdım. Bu bizim çocukluğumuzsa bu ne zaman olmuştu. "Ben senin Lavinyan değilim hatta" diyerek yolda ona döndü minik hırçın kızım. Aferin kız sana hatırlamıyorum ama o gün vermişim ağzının payını galiba. "Ben kimsenin Lavinyası değilim. Ben babamın Lavinyasıyım sadece. Sen git o kızı sahiplen düdük makarnası." Ah benim minik tatlı kurbağam. Asil'i şu yaşımda şoka sokmuşum. Şimdi o resmi anlıyordum. Aramıza çizdiği kırık kalbi anlıyordum. Beni kırmıştı, ben de onu kırmıştım. Allah'ım biz böyle mi ayrılmıştık? Bu gideceğimiz gündü. Yanlış mı hatırlıyordum acaba? Ayaklarını yere vura vura ilerleyen kızımın peşinden yürüdük Asille. Allah'ım ufacık çocuk yıkılmıştı resmen. E ama hak etmişti. Başka kıza benim çikolatamı nasıl verirdi? Bende ne fenaymışım ya. Yaktım bütün gemileri resmen. Bizim evin önüne geldiğimizde Asil demirliklerin arasından onu izlemeye başladı. Ağlıyor muydu o? Kıyamam ya. Şimdi gidip ona sarılsam özür dilesem bana yeni çikolata almasını istesem. Olmaz mıydı? Annem beni kolları arasına alıp sıkıca sarıldığında ağlama seslerim te buradan duyuluyordu. Küçüklüğüm ağladı, Asil de ağladı. Burnumu çekip gözyaşlarımı silerken yerine yenisi hemen geliyordu. Hepimiz ağlıyorduk işte şimdi de. Kapıyı açıp içeri geçtiğimde annem sessizce bir şeyler söyledi. Kafasını aşağı yukarı salladı küçüklüğüm. Girdi her zaman kale olarak nitelendirdiğim evimize. Kaldım öylece. Eve mi girecektim? Asille mi kalacaktım? Çok üzülmüştü. Hak etmişti ama üzülmüştü. Aslında çokta hak etmemişti. Kapıdan çıkıp eski yerine döndüğümde yoktu. Etrafa bakınmaya başladım. "Asil neredesin? Asil?" bağırdım bağırdıkça etrafımdakiler kayboldu. Evim, çocukluğum gözlerimin önünden kayıp giderken bu gemiyi ilk terk eden Asil oldu. "Asil!" Sıçrayarak kendime geldiğimde etrafa bakındım. Hala parkta kaydırağın içinde uzanıyordum. Uykuya dalalı 20 dakika olmuştu. Terden ıslanan boynumu elimle sildim. Derin bir nefes alıp ayağa kalktığımda sakince yürüyordum. Çalan telefonumu açıp İrisin telaşlı sesini dinledim. "Lavin neredesin sen ? Çıldırdım meraktan ölüyordum iki saat olmuş evden çıkalı niye bana haber vermiyorsun ya kaybolsan?" "İris bilmediğim bir yerde değilim. Geleceğim on beş dakikaya." "Yanına gelmemi ister misin sesin kötü geliyor." "Hayır yalnız kalsam daha iyi. Gelince konuşuruz merak etme." "Tamam telefonun açık olsun on beş dakikaya burada olmazsan tekrar arayacağım." Ve her beş dakikada bir aradı. Otobüste, binanın önünde ve tam kapının zilini çalacakken. Beni kollarına alıp sıkıca sarıldığında oh çekti. "Allah'ım sana şükürler olsun. O kadar korktum ki başına bir şey geldi diye." Kapının kenarında gülümseyerek bizi izleyen Eymen "Camın önünden çekilmedi sen gelene kadar." dedi. Gülümsedim. "İyiyim sapasağlam bir şekilde geldim eve. Hadi akşam için hazırlanalım." Kendime gelmem lazımdı. Tekrar enerji dolmam lazımdı. "Abim geldi mi?" Odaya peşimden giren İris kapıyı kapatıp yatağıma oturduğunda "Gelir birazdan." diyerek rahat bir cevap verdi. Endişelendiği tek insan bendim sanırım. Ne hoş! "Lavin bana nereye gittiğini söyleyecek misin?" "Çocukluğuma gittim." Anladı, hiçbir şey sormadan açtı kollarını bana. Sardı sıkıca. "Bebeğim, hani geride bırakmıştık." "İris bugün çok garip şeyler oldu ama." diyerek ona anlatmaya başladığımda gözyaşlarını silip elimi tuttu. "Lavin asla unutma Her kalp kırıldığında bir yerlerde yolculuk başlar mavi renkten siyahlığa. Siz birbirinizi kırsanız bile siyaha bulanmayacak kadar güzel bir maviydiniz. Ben inanıyorum sen kayıp hatıralarına, çocukluk aşkına tekrar kavuşacaksın. Bunun için elimden gelen her şeyi yapacağım. Hatta yapmaya başladım bile." Anlamayarak suratına baktığımda göz kırpıp kırmızı dantelli bir elbise çıkardı dolaptan. Straplez elbise dizimin üstündeydi ama çok beğenerek almıştım. Siyah bilekte kemeri olan topuklu ayakkabılarımı da yatağın önüne bıraktı. Dedi ki "Üstünü giy, odama gel. Hiçbir şey de düşünme." Düşünmedim. Sadece dediklerine uydum. Abim hariç herkes salondaydı. Yüksek ihtimal oda gelmiş Doruk'u göz hapsine almıştı. Kıkırdadım. Doruk çok büyük bir düşman kazanmıştı. Tamamen hazır olunca telefonumu az da olsa şarj olsun diyerek şarja taktım. İrisin odasına girip onu makyaj masasının önünde bulunca diretmeden oturdum koltuğa. Saçlarımı düzleştirdi. Abartmasın diye yalvardığım için hafif bir makyaj yaptı ve aynanın karşısına geçirdi beni. "Asil seni kaçırdığı için çok üzülecek çok!" "Hadi zevzek zevzek konuşma da üstünü giy." gülerek onu giyinmesi için uzaklaştırdım kendimden. Siyah, benim elbisemin bir benzeri vardı üstünde. O sarışın olduğu için siyah çok yakışıyordu şimdi yalan yok. Saçlarını dalgalandırıp serbest bırakırken parfüm sıkıp çıktık odadan. "Alaz da gelecek bu gece. O yüzden süslendim yoksa valla hiç özenmezdim." Kapının önünde dikilen abimi ve arkadaşlarımı görünce abimin kolları arasına girdim. "Fıstık sence de bu biraz şey değil mi?" "Güzel evet biliyorum teşekkürler abi." diyerek yanağına ufak bir öpücük bıraktım. Sonra izi kalmasın diye iyice sildim. "Tamam acıdı bıraksana kızım bir şey demeyeceğim tamam." gülerek geri çekildiğimde bize bakan dört kişiye döndüm. "Hadi gidelim." Telefonumu ve çantamı alıp peşlerine takıldığımda abimin arabasına binmiş ön koltuğu kapmıştım. İris arka koltuğa geçerken arabasını Eymen Aras'a emanet etmişti dualarla. Restoranda sakince yemeğimizi yedik. Kimse fotoğrafımızı falan çekmiyordu. Gerginliğe gerekte yoktu yani. Önümdeki eti küçük parçalara bölüp yerken abimin sosyal hesaplarını kontrol ediyordum. Ne var kız kardeşiyim ben onun. Günde kaç kız bana onun için yazıyordu haberiniz var mı? Berke telefonunu gizliye alıp babamın dediği gibi gazetecilere gideceğimiz mekanı söyledi. Ya çok güzel değil mi? Gidince de "Arkadaşlar lütfen çekmeyin" falan derdik. Çünkü biz çağırmadık sizi aa olur mu öyle şey haberimiz bile yok. Restorandan çıkıp gideceğimiz mekana geldiğimizde Berke beni yanına çekti. Eymen ablasının yanına geçmiş beline de sıkıca sarılmıştı. Bize sorun yoktu. Doruk ve Buğra da elleri ceplerinde yanımızda ilerlerken gözümü alan ışıklara elimi siper ettim. Ben çıkmasam sadece Berke'yi çekseniz cidden hiç anlamam ben. Yeter diye bağırıp kaçmak istiyordum. Berke sabırla hepsinin sorusuna cevap verirken yolda durup kalmıştık. İris arkamızda sürekli etrafına bakınırken Alazı kontrol ediyordu herhalde. Çocuk nasıl bir ortamın içine düşecekti. "Peki şuna açıklık getirmek ister misin Berke futbol için mi ülkeye döndün?" Abim bana döndü, gülümsedi ve şöyle dedi. "Hayır arkadaşlar biliyorsunuz orada devam ettiğim bir takımım var buraya dönüşümün tek sebebi kız kardeşim. Lavinya'nın okuluna başlayacağı süreçte ona yeni hayatında destek olmak için geldim. Aynı zamanda tatilimi de burada geçirmekten mutluyum." "Peki birkaç teklif aldığınız söyleniyor bunlar doğru mu?" Ne meraklısın sen öyle. "Bunlarla ben değil menajerim ilgileniyor. Arkadaşlarımla eğlenmeye geldim sorularınızın bittiğini umuyorum iyi geceler hepinize kolay gelsin." diyerek beni de yanında sürüklerken yüzündeki yalancı gülümsemesini sildi. Elimi yanağına uzatıp okşadığımda şaşırmıştı. Futbol konusunda benden asla destek görmemişti. Görmeyecekti de aslında. Ama onu böyle yorulmuş görünce içim gidiyordu. "Abi toplan hemen. Bunlar seni yıldırmamalı. Alış bunlara aş artık böyle şeyleri. Yoksa yıpranan yine sen olacaksın." "Haklısın güzelim." mekanın merdivenlerinden inip ayarlanan locaya geçtiğimizde bıraktı belimi. Rahatça oturup İrisle konuşurken o gözleri parlayarak bir noktaya kitlendi. Bizim enişte teşrif etmişti demek sonunda. İris kollarına atlayıp ona sarıldığında uzun süre ayrılmadılar birbirlerinden. Cidden güzel bir çift olmuşlardı. Tek tek bizi tanıştırıp yan yana oturmamızı sağladığında İris heyecanlıydı. Çocukla aylarını geçirmişti hala mı heyecanlanıyordu. "Lavin hadi dans edelim sonuçta dansçı olan sensin." "Dansçı değil balerin." diyerek gözlerimi devirdiğimde ayağa kalkmış büzülmüş dudakları eşliğinde elini uzatıyordu bana. Abimin gülümseyerek bizi baktığını fark edince elini tutup kalktım. Hareketli bir şarkı çalıyordu. Biraz şu saçma ruh halimden çıkmalıydım sanırım. Kollarını kaldır özgürce dans et. Kahkaha at ve arkadaşınla eğlen. Aslında bu kadardı. Eymenle çalan salsa müziğinde döktürürken etrafımızdaki insanların kenara çekildiğini fark ettim. "Eymen şuan ya rezil oluyoruz ya da ünlü. Sence hangisi?" "Valla kuzenim olmasa yürüyeceğim kadar güzel bir kız kollarımda üstüne üstlük o bir balerin. Bence ünlü oluyoruz gülümse kuzen." Kahkaha atarak kollarında döndüm. Telefonlarını bize yönelten insanlar umurumda mıydı? Hayır. KOCAMAN BİR HAYIR İnsanların ne düşündüğünü düşünmeyi bırakalı çok olmuştu. Üç kuralım vardı. 1) Kimseye haddinden fazla değer verme. Kendin ol. 2) Sevdiklerini canın pahasına koru 3) Gülümse ve hep dik dur. Bu hayatın seni daha fazla üzmesine izin verme. İnsanların arasından çıkıp locaya ilerlerken nefes nefeseydim. Kendimi bulmuştum resmen  dans etmek o kadar iyi gelmişti ki. Berke'nin kollarına yığılıp kaldım. Topuklu ayakkabıları icat edeni var ya. "Benim ufaklığım çok mu yorulmuş?" diyerek burnuma vuran abime huysuz bir bakış attım. "Abi dalga geçme yoruldum ama çok güzeldi." "Anladım orasını güzelim. Kendinden geçiyorsun dans ederken." İris'in baktığı yere döndüğümde kulübün merdivenlerini çıkan birini fark ettim. Kumral üstünde siyah bir tişört ve siyah kot pantolon olan birini. Bu Alaz değildi. Alaza göre daha genç durduğu kesindi. "İris kim o?" diyerek koluna yapıştığımda sessizce kulağına konuştum. Gürültülü müzikten bizi kimse duyamazdı. "Lavinia. Bu bir masal ve masallar da bir prenses ve bir prens vardır. Senin masalın şimdi başlıyor bebeğim." Kaşlarımı çatıp merdivenlere yöneldim. Kolumu tuttu. "Neden tutuyorsun İris bıraksana gideyim peşinden!" "Lavin acele etme. Bu karşılaşma böyle kolay olmamalı." diyerek elindeki ufak kağıt parçasını gösterdi. Allah'ım buna nasıl sahip olmuştu. "Evet bu onun numarası. Of almak için hangi yollara başvurdum bilemezsin. Onu arayacaksın konuşacaksın onu kendine aşık edeceksin Lavinia . Kendin için yapmasan içindeki o masum kız çocuğu için yapacaksın. Çünkü bundan sonra sana geri dönüş kapılarını kapatıyorum. Eğer seviyorsan cesaret gösterip onun için savaşacaksın." Ağzımdan tek kelime çıktı. O kadar şaşkındım ki. "Tamam" deyiverdim anında. İris mutlulukla bana sarılırken kağıttaki numarayı kaydetti telefonlarımıza. Şimdi benim değil bizim masalımız başlıyordu. Yani umarım. Of yine çok gaza geldim!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD