3

1883 Words
Dinlediğim şarkının ritmine uyarak ayağımı yere vuruyordum. Bekle bekle gına gelmişti be. "Allah aşkına bu kalkan kaçıncı uçak? Biz niye bu kadar erken geldik sanki." Eymen elindeki sandviçi yerken homurdanıyordu. Teyzem çenesinden itip ağzının kapanmasını sağlarken ona teşekkür edercesine baktım. Bu çocuğa biri ağzında yemek varken konuşmaması gerektiğini söylemeliydi. "Eymen yiyip yiyip kilo almıyorsun ya ağzına çakasım geliyor." diyen İris onun yanından kalkıp yanıma oturdu. Kulaklığımın takmadığım tekini alıp kulağına takarken "Bu kim kız? Sesi güzelmiş." dedi. " Güliz Ayla." "Beğendim." diyerek gözlerini kapayıp kendini şarkıya teslim ederken elinde telefon olmamasına şaşırdım. Alaz döndüğünü bildiği için rahat bırakmıştı herhalde artık. Gülerek kafamı kaldırdığımda bana bakan abime öpücük attım. "Güneş niye ağlıyorsun hayatım?" babamın sesiyle onlara dönerken Berke kafasını iki yana sallayıp anneme umutsuz vakaymış gibi bakmaya başlamıştı. Annem burnunu çekip "Poyraz biri gittiğinde diğeri bizimleydi şimdi ikisi de gidiyor elimizde tutamıyoruz çocuklarımı bizden mi kaçıyorlar acaba?" deyince abime döndüm kocaman açtığım gözlerle. Tövbe bismillah o nereden çıktı ya? Kulaklığı İrise devredip ayağa kalktığımda babam annemin yanından çekilmiş bize yer açmıştı. "Anneciğim ne alakası var olur mu öyle şey? Sadece ikimizde hayallerimizin peşinde koşuyoruz. Bize destek oluyorsunuz siz de şimdi niye üzüyorsun hepimizi?" Hayır bir tek annem değil Duru teyzem de kafasını Acar amcamın omzuna yaslamış peçetelerle savaş içindeydi. İki saatlik yoldu. Atlar uçağa gelirlerdi hatta ben eve varamadan onlar eve gelirdi İstanbul trafiği malumunuz. Annemin boynuna kollarımı sarıp "Annişkom ya delisin dediğimde kızıyorsun aramıza okyanus girmiyor ki alt tarafı Ege'den Marmara'ya geçiş yapıyoruz. İki saatçik yol babamlar getirir sizi hep. Valla söz hiç merakta bırakmayız sizi." dedim. Ay gözyaşları durması gerektiği yerde daha çok artıp bize sarılınca nefesimi üfleyip sarıldım sıkıca. Abimde etrafımıza kollarını sararken bizi gülümseyerek izleyen babam aldı aramızdan annemi. "Hadi silelim şu gözyaşlarını." babama şöyle aşağıdan baktım da çok yakışıklı adamdı be. 46 olmuştu ama karizması gün geçtikçe artıyordu sanki. Annem desen şarap gibi kadındı mübarek. Yaşlandıkça güzelleşiyorlardı. Duru teyzemle aynı yaştalardı acaba doğdukları seneyle mi alakalıydı ki. Bizi gören abla kardeş sanıyordu yahu. Babam annemin yüzünü silip onu kolları arasına alırken Eymen'in arkadaşları valizleriyle aramıza katıldı. Doruk yanağımdan makas alıp geçerken gözlerimi kapatıp nefesimi tuttum. Salak herif yanımda abim var. Abi. Hani bir de yabancı bir ırka mensup değil he İngiltere'de olmasına şey etme. Bildiğin halis mulis Türk abisi o ya. Koydum mu oturtturur bak. Berke kaşları çatık onu izleyip beni kollarına çekerken sakin olmasa da öyleymiş gibi davranmasına gülümsedim. Sarı çiçeğim ya nasıl da bilir kardeşini. Kafamı kaldırıp yanağına öpücük bıraktım. "Hayırdır ufaklık?" "Hiç, içimden geldi." Uçak anonsu duyulduğunda daha yeni sakinleşen annem ve teyzem yine ellerine peçete almıştı. İrisle kol kola girip onları dikkate almamaya karar verdiğimizde vedalaşıp kontrol noktasına ilerledik. Bavullarımızı verip biletlerimizi kontrol ettirdikten sonra onlara el sallayıp abimin yanında yürümeye başladım. İris elindeki telefonumu verip kaş göz işaretiyle bir şeyler anlatmaya çalışırken anlamayarak telefona baktım. Asil fotoğraf paylaşmıştı. Vicdansız çok yakışıklıydı ya. Yanındaki kıza gözlerimi devirip ekranı kapattım. Koltuklarımıza yerleşip yanımda oturan Buğra'nın ne yaptığına baktım. Abim İris'in yanına denk gelmişti. Onun yanında da Eymen ve Doruk oturuyordu. "Fıstık nasılsın?" "İlk geldiğinizde yanımdan direk geçip gittin. Gözün beni de görmediğine göre asıl sen nasılsın Buğracanım?" "Abin vardı kızım yanında Doruk yürek yemiş olabilir ama ben henüz kendimi kaybetmedim." "Zeki arkadaşım benim. Abim Doruk'u kara listesine aldı valla. Bana yaklaşmaya çalışıyordu daha ömrü billah yaklaşamaz." kıkırdayarak kemerimi bağlamaya başladım. Doruk. Son zamanlarda olan fazla samimi davranışlarıyla fazlasıyla dikkat çekiyordu. Tabi pek dikkate aldığım söylenmezdi. Eymen'le çok takıldığım için bu iki deliyle de çok görüşüyordum. Sanırım beni çok görmek onda yan etki yapmıştı. İki saatlik yolculukta İrisle dedikodu yapmak benim için en mantıklısıydı. Abim yol yorgunu olduğu için gözlerini dinlendirmeye başlamış ondan önce de kulaklıklarımı alarak müzik açmıştı. Eh konuştuklarımızı duymayacaktı bu da artı bir puan yapardı. "Seninkini görürsün belki." "Benimki kim ya?" "Asil işte. Ay Lavinia saf mısın numara mı yapıyorsun hiç anlamıyorum he." "Salak seçeneğini sunmadın sunsan safı seçerdim darıldım bak." "Yani numara yapıyorsun." "E sende çok zekisin. Birinin arayı kapaması lazım." kafamı omzuna yaslayıp "O benimki değil hiçbir zaman da olmayacak." dedim. Yalan değildi. Nerede görecektim sanki? Onunki de laf yani. "Şu fake hesaptan yazsana. Konuşursunuz." "Ne konuşacağım ya da şöyle sorayım ne diye yazacağım çocuğa? Hem fark eder mi? Bence hayır." "Dikkat çeken bir şey yaz. İris ya hiç mi çaba göstermeyeceksin. Çocukluğun o senin." Nefesimi üfleyip saçlarımı toplarken "İris adı üstünde çocukluk o beni unuttu ben de neden hatırladığımı bile bilmiyorum. Olmayacak duaya amin denmez. Hiç uğraşamam." dedim. Buğra kafasını aramıza uzatıp "Hayırdır mevzu mu var?" diye sorunca kafasını iteleyip "He mevzu var dalıyoruz mu?" dedim. Akıllısı bulmaz beni yemin ederim. "Dalalım da kaç kişiye karşı dalıyoruz senle olacak iş değil" diyerek kısık gözlerle bakmaz mı bana? Ay bu da salak. "Buğra dalga mı geçiyorsun anacım? Ay deli ettiniz beni iyice." "Sayın yolcularımız İzmir-İstanbul gidişli uçağımız İstanbul Atatürk Havalimanına inişini gerçekleştirmek üzere. Hava sıcaklığı 24 derece. Lütfen kemerlerinizi bağlayıp yerinizden ayrılmayınız. Kaptan pilotunuz olarak bizi tercih ettiğiniz için teşekkür ederim." "Aha adamı da delirtmişler. Bu kadar uzun konuşulur mu?" diyen Eymen yine hiçbir şeyden memnun kalmazken "Bu sefer haklı." diyerek onu onayladım. İstanbul'un nemli havasına iniş yaptığımızda şimdiden İzmir'i özlemiştim. Tamam orası da sıcaktı ama burada ki kalabalığa akıl erdiremiyordum. Valizini alan ileri de bekleyeceğini söyleyip yanımdan ayrılırken benim valizim ne hikmetse gelemiyordu. Naz mı yapıyorsun canım valizim. Bak valla bırakırım seni burada. Ben nelerden vazgeçtim buraya gelmek için sen koymazsın yani valizcim ama yine de gel sen ya. İçinde çok sevdiğim elbiselerim var. Aferin gel annene valizim benim. İçindeki elbiseler çocuğum gibiydi. Babamın durumu iyi olsa da indirim dönemlerini asla kaçırmazdım. Mutlaka sezonda almadığım ürünü indirimde bulurdum zaten. Niye çok para vereyim canım? İriste benim gibiydi. İki gün sonra aramıza katılacak olan canım biricik arkadaşım Eylül benim gibi alışveriş yapardı. Ah İzmir'in bana kazandırdığı en güzel en özel insan oydu. Tam bir manyaktı. Bizden iki gün sonra gelecekti çünkü okulun kayıtları da iki hafta sonra başlıyordu zaten. Neslihan teyze hemencecik bırakamamıştı onu. Dördümüz beraber yaşayacaktık. İris zaten son senesi olduğu için İzmir'e döner diyorduk ama iş hayatına atılacağı için bizimle kalmaya karar vermişti. Ama tabi bundan henüz kimsenin haberi yoktu. Valizimi alıp koşa koşa kafenin önünde bekleyen arkadaşlarıma yaklaşırken çarptığım kişiden kısaca özür diledim. O kadar kalabalıktı ki bizimkileri gözden kaçırmamaya çalışırken önümü görememiştim. "Önemli değil küçük hanım." kafamı kaldırıp kimin bana küçük dediğine bakmak istesem de kulaklığımın montuma takılması buna engel oldu. Adamın pahalı parfümü genzime dolarken kaşlarım hafifçe çatılmış dudağım büzülmüştü. Ne güzel bir kokuydu ya markasını sorsam ne olurdu acaba? Berke'ye hediye alırdım. Ağzımda bir şeyler geveleyip hızlıca devam ettim yürümeye. Bu kulaklığı atacaktım. Cidden beni delirtiyordu. Tripli baykuş bir çalışıp bir çalışmıyordu zaten. Her şeyle ayrı uğraşmam gerekiyordu ya. Babamın ayarlattığı büyük araca binip eve doğru yollanırken fake hesaptan Asil'in hesabına girdim. Anket tarzı bir şey yapmıştı. Herkesin yapacağını düşündüğümün aksi cevabını işaretlediğimde gülümsedim. Doğru bilmiştim. İnsanlar sırf ünlü diye bir yeteneği var diye pofpoflamayı severdi. Ben bunu yapmazdım. Yine yapmamıştım. Annemin eskiden kullandığı odanın kapısını açtığımda ufak tefek değişiklikleri fark ettim. İris yanımıza geldikten sonra eve mimarlar gelmiş değişikler yapmıştı bildiğim kadarıyla. Oda genel olarak siyah mor ve biraz da pudra renkleriyle döşenmişti. Hoştu yahu işte. Pudra rengi duvarlar görünüşünden anladığım kadarıyla siyah saten nevresim takımım ve mor ve beyazdan oluşan çalışma masam. Annem zevkli kadındı vesselam. "Lavinia hadi gel sana bir sürprizimiz var." İris heyecanla kapıda dikilirken merakla onu takip etmeye başladım. Doruk ve Buğra kendi evlerinde beraber kalacaklardı. Eymende arada onlara katılırdı kesin. Annemlerin resim odasının kapısında dikilen abim ve Eymene bakıp arkamdan gelen İrise dönme ihtiyacı hissetmeden kapıyı açtım. Masmavi oda camlarla kaplanmış dans edebilmem için gerekli çubuk camlara monte edilmişti. Ve yıllardır bu evde olan piyano hala aynı yerde boğazı gören pencerenin önündeydi. Ağzıma kapattığım elimi çekip "Ama burası çok güzel olmuş" dedim. Allah'ım her dakika dans edebilirdim. Bu mükemmel bir şeydi. "Düşündük ki sadece resim odası olması saçma olur. Zaten ben derslerden vakit bulup çizemiyorum. Çizersem de yerim orada" diyerek odanın köşesindeki kısmı işaret etti. İrisin kendi yaptığı raflarda çeşit çeşit palet boya ve tuval asılıydı. Şövalesi kenarda dururken odayı üçe bölmelerine mutlu olmuştum. Piyano konusunda hepimiz yetenekliydik ama resim pek bana göre değildi. "Hadi yemek yiyelim acıktım." diyerek odadan çıkan Eymen'in peşine takılıp salona geldiğimizde "Ee ne yiyeceğiz?" dedik aynı anda. Ev tam takır kuru bakırdı. "Alışveriş için geç oldu. Dışardan söyleyelim yarın sabah erkenden gider alışveriş yaparız." diyen abim televizyonun karşısına kurulduğunda onu onayladık. Eymen de yanına uzanıp "Pizza söyleyelim işte." diyerek fikrini sundu. Siparişleri verdiklerinde odama girip kutuları boşaltmaya başlamıştım. Evde dört oda vardı. Ayrıca iki salon vardı birisini aktivite odamız yapmıştık. Sanki annemler yıllar önce bunu yaşayacağımızı hissetmişlerdi. Önceden ailemizle yaşadığımız büyük evlerde kalabilirdik aslında ama okullarımıza burası yakındı. Bir de birbirimizden ayrı kalmaktansa buraya hepimiz sığmıştık işte. Aile resmimizi baş ucuma yerleştirip fotoğrafı okşarken "Lavin yemekler geldi hadi gel."diyen sesle gülümsedim. Bu 4 yıl nasıl geçerdi bilmiyorum ama onların desteği bitmedikçe sorun yoktu. Asil BOZKURT ( Biliyorum bunu bekliyordunuz) Güvenliklerin yönlendirmesiyle zar zor havaalanına girdiğimde rahat bir nefes aldım. İlgileri hoşuma gitse de ben de insandım. İzmir uçağının indiğini söyleyen yardımcıma başımla onay verip çıkış kapısını izlemeye başladım. Yakına gidemiyordum kalabalık yüzünden. "Asil bey etrafınız temiz. Gazeteci yok." "Tamam Arif teşekkürler." Kapıdan çıkan bir grup arkadaş valizlerini almaya yöneldiğinde ablamların nerede kaldığını merak ediyordum. Bakışlarım az önce kapıdan çıkan arkadaş grubuna değince gülümsedim. Ne kadar rahatlardı. Hayatlarını yaşıyorlardı. Bende nasıl olduğunu anlamadan ünlü olmuş sabah akşam korumalarıyla yatıp kalkmaya alışmış biriydim. Sahi en son ne zaman rahat rahat dışarıda dolaştığımı hatırlamıyordum. Düşüncelerimden omzuma çarpan kızla ayrılırken özür dileyen sesini az çok duyabilmiştim. Hışımla hırkasına takılan kulaklığını çekerken önemli olmadığını söyledim. Kahverengi saçlarının bir parçasını tepesinde topuz yapmış üstüne de kısa bir şort ve tişört giymişti. İzmir uçağından inmişti tatilden falan dönüyorlardı büyük ihtimal. Kızı incelemeyi kesip ondan cevap beklerken ağzının içinde gevelediği sözlerden zerre bir şey anlamamıştım. Ama sesi güzeldi. Şarkıcı olmayı hiç düşünmüş müydü acaba? Hızla yanımdan ayrılırken bir kez bile yüzünü göremediğimi fark ettim. "Efendim ablanız ve yeğeniniz." diyen yardımcımla kızın arkasından bakmayı kesip ona döndüm. Kapıyı izlerken kızın bana çarptığını fark etmemişti. Yoksa kızı kolundan tutup uzaklaştırırdı hemen. Biraz takıntılıydı ama yapacak bir şey yoktu. Papatya koşarak kollarıma gelirken "Dayı" diye ortalığı inletiyordu. "Dayısının bir tanesi, prensesim benim. Hoş geldiniz." "Dayı ben çok özledim seni." "Ben de seni bebeğim. Abla hoş geldin." diyerek ablam Neşe'ye de sarıldığımda gülümseyerek yanağıma öpücük bırakmıştı. Kucağımda kızı kolumda kendisi yardımcımın kapıda kalmasını emrettiği güvenlikler sayesinde arabaya yöneldik. "Asil nasılsın ablacım?" "Konserler bitti diye seviniyordum. Turne çıktı. Yeni albümü tanıtmamız gerekiyormuş. Şimdiden yoruldum abla sen nasılsın eniştem ne zaman gelecek?" "Birkaç günlük işi kaldı orada gelir bugün yarın. Asil anneme diyeceğim programını hafifletsin biraz ablam üniversiteni kazandın normal gençler gibi buna sevinmen gerek." Papatya elini yanağıma yaslayıp kucağımda uyuya kalırken "Üniversite bambaşka olacak abla. Orada da bu" deyip ön tarafta oturan korumaları gösterdim. "Korumalar olmayacak. İstemiyorum ayrıca kimse beni rahatsız etmiyor öldürmek de istemiyor bu kadar korumayı anlamıyorum. "Asil dünya çapında tanınıyorsun artık. Şarkıların gündeme bomba gibi düşüyor. Kızlar zaten hayran. Annemle babam seni korumaya çalışıyor." "Üç yıl oldu artık sıkıldım." "Biliyorum ama alışacaksın." Elimi destek verircesine sıkarken gülümsedim. Annemlerin evine gelip Papatya'yı yatağına yatırdıktan sonra odama geçtim. Duş alıp PS4'ümün yanına gittim. Uzun zamandır birbirimizden mahrum kalmıştık. Telefonumdan bildirimlerimi kontrol edip beğendiğim bir fotoğrafı atarken hesaplarımı yöneten ekibin hesabı gizlediğini fark ettim. Amaçları neydi acaba? O kadar insan takip ediyor zaten. Birileri bunlarla konuşmalıydı. Gözlerimi devirip açtığım oyuna konsantre oldum. Kimseyle uğraşamazdım şu saatten sonra.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD