4. Bölüm

1132 Words
1 HAFTA SONRA Aslan Kaç gece, kaç gün daha bu kokmuş yatakta ellerim ayaklarım zincirlenmiş halde yatacağım? Belki o suikastte ölseydim benim için kurtuluş olacaktı. Bu haldeyken ölmek lüks geliyordu. Kollarımda ve bacaklarımda kelepçelerin sürtünmesiyle yaralar oluşmuştu. Vücudum dövülmekten nasır tutmuştu. Koluma takılan serum üç gün önce bitti ve üç günden beri yeni serum takılmadı. Bir yudum su, bir lokma ekmek verilmedi. Üç gün önce bir doktor beni muayene ettikten sonra sanki yatakta kelepçeli değilmişim gibi ‘hasta gayet iyi durumda, artık bize ihtiyaç kalmadı Kraliçem’ demişti Selvi’ye. Neden herkes Selvi’ye kraliçem diyordu? Değişen bir şeyler vardı… Ve bu değişimin Aslan Kral lakabımla ilgili olabileceğini fark ettim. Babam buna izin vermez değil mi? Üç günün sonunda düşünmekten yorulmuştum. Selvi’nin sapkınlıklarını izlemekten, beni taciz etmesinden midem de kramplar oluşmaya başlamıştı. Ve dün gece ‘bir yudum su’ diye sayıklayarak uyuya kalmıştım. Gözlerimi araladığımda dudaklarım kupkuru halde sızlıyordu. Boğazım bile susuzluktan yanıyordu. “Selvi… Su…” diye mırıldandım. Oda da kimse yoktu. Sanki ölüme terk edilmiştim. Yavaş yavaş ölmemi istiyordu. Gözümün önünde Doruk ile her gün deli gibi sevişiyor Ve sonra gelip ‘aile olacağız’ diyordu. Delirmiş… Tamamen delirmiş… Bana işkence etmek için kurtardığına artık eminim. Kapı gıcırtısını duyduğumda gözlerimi araladım. Selvi elinde bir sürahi dolusu suyla tepemde dikiliyordu. Kahverengi gözleri güzel yüzünün aksine şeytani parıltılarla doluydu. “Su, susadım” dedim boğazım kupkuruyken. Üç gün sonra suyu görmek bile kalbimin hızla çarpmasına yetmişti. Belki bu kadar susamazdım ama Doruk’un kırbaçladığı yerlerden kanım akıyordu. “Benim Aslan kocam süt dökmüş kediye dönmüş. Seni böyle gördüğüme inanamıyorum ve aynı zamanda sana çok acıyorum. Sen bu hallere düşecek adam mıydın?” Takatim yoktu. Tek istediğim biraz su içmekti. Vücudumdaki yaraların sızlamasına dayanabiliyordum ama susuzluktan ölecek gibiydim. “Bir yudum… Sadece bir yudum ver,” dedim gözlerimi sürahiye dikerek. “Yalvaracaksın bana Aslan. Sahibin kim anlayacaksın! Benim esirim olduğumu bir ömür kafana kazıyarak yaşayacaksın!” “Lütfen…” dediğimde gözlerimin kenarında ıslaklık hissettim. Selvi gibi bir ruh hastasından bir yudum su için yalvarmak ağrıma gidiyordu. “Aferin, öğreniyorsun. Ama yetmez. İtaatkar olacaksın Aslan. Sevgili kumamla, oğlunu da böyle işkence içinde görmek istemiyorsan bana döneceksin! Benim kurallarım geçerli olacak! Ben ne istersem yapacaksın! Bak bir damla su için ağlıyorsun. Sen bile bir haftada bu hale geldiysen Cemre böyle bir eziyete dayanabilir mi? Ya daha el kadar minik oğlunuz? Söylesene Aslan, onların hayatına karşılık ömür boyu esirim olmayı göze alabilir misin?” Selvi’nin benden ne istediğini anlamıyordum ama şu anda bunu tartışmak faydasız görünüyordu. Zaten susuzluktan dilim damağıma yapışmıştı. Açlığa dayanabilirdim ama içim kavrulurken daha ne kadar susuz dayanabilirim, bilmiyorum. Ve yetmezmiş gibi Cemre ile oğlumun hayatıyla beni tehdit ediyordu. İtiraz etme lüksüm kalmamıştı. Onları bu halde düşünemiyorum bile… “Ne istersen yapacağım.” Bunu dediğim anda yüzünde memnun bir gülümseme belirdi. Yenilgim aslında yeni zaferlerimin habercisiydi. O kazandığını sanıyorken en olmadık anda kimin kazandığını görecek, görecekler… Selvi bana su vermek yerini suyu içti. Yine benimle oynadığını sandığımda enseme elini koyup dudaklarıma yapıştı ve ağzının içindeki suyu dudaklarıma döktü. Geri çekilip “Bir yudum su istemiştin değil mi?” dedi alayla. “Biraz daha…” Onun ağzından içmek bile koymuyordu. Tek istediğim bu susuzluğa son vermekti. Gözlerime baktı. Ağzına su doldurdu ve yine enseme destek vererek suyu dudaklarıma döktü. Biraz kendime gelmiştim. Selvi siyah kalem etekli gösterişsiz elbisenin içinde çok farklı görünüyordu. Onu bu denli değiştiren ben miydim? “Çöz beni,” dediğimde sivri topuklu ayakkabılarının sesini duydum. Gidiyordu. “Bugün değil Aslan kocam. Poyraz abimle buluşmalıyım.” “Selvi!” “Adım dudaklarına çok yakışıyor, özellikle seviştiğimiz zamanlarda adımı söylemen çok hoşuma gidiyor, biliyorsun değil mi? Abimle buluşmak yerine sevişebiliriz. Gerçi halin yok gibi. Sonra… Aklın başına geldikten sonra…” Ona küfürler etmek istesem de dilimi ısırıp sustum. Onun istediği gibi davranarak bu zincirlerden kurtulacaksam, öyleymiş gibi yapacağım. Taa ki Cemre ve bebeğimi Korhan’lardan koruyacak konuma geldiğim zamana kadar… Doruk elinde bir kovayla içeri girdi. “Kraliçem yarana tuz basmamı emretti. Çok acırsa ağlayabilirsin.” “Ulan burdan kurtulduğumda beynine tuz basacağım!” “Yapma böyle işte, ben daha çok sana bileniyorum. Ne yapsak, biraz daha kırbaçlanman lazım sanki?” “Ne yaparsan yap lan it!” dedim. “Ama yaptıkların yanına kar kalmayacak, bunu bil!” Doruk yaralarımı tuzla ovarken gözlerimi kapatıp dişlerimi sıktım. Dayanabilirim. Dayanabilirim. Dayanmak zorundayım… Doruk'un tuzu daha fazla basmasıyla bağırmaya başladım. Bağırış seslerim odanın içini dolduruyordu. Sonra tuzladığı yerlere kırbaçla vurmaya başladı. Her vuruşta cildimin altında yanma hissi daha da şiddetleniyordu. Bu acıya dayanmam gerekiyordu. Başka yolum yok. Cemre ile oğlum için dayanmak zorundayım. Buradan kurtulduğumda her şey eskisi gibi olacak. Ben, Cemre ve oğlumuz bir arada mutlu olacağız. Doruk’un kara gözleri, haz dolu bir ifadeyle üzerimde dolaşıyordu. Acı çekmem, bağırmam onu tatmin ediyordu. “Daha çok bağır piç!” diye emretti. “Siktir git Doruk! Aklın varsa şu an siktir git!” “Can çekişeceksin Aslan efendi! Şu yatağın içinde pisliğinde boğulup gideceksin! Sen kraliçemi hak etmiyorsun! Onun tek erkeği benim, bu değişmeyecek!” Bana olan kininin sebebi Selvi’nin hala beni istiyor olması mıydı? Sonra daha büyük öfkeyle vurmaya başladı. Derin derin nefesler alarak acıya dayanmaya çalıştım. Gövdem, kollarım, bacaklarım kan revan içinde kalana kadar kırbaçladı. Birden çenemi kavradı. “Ağla! Bağır! Yalvar! Sikimde değilsin Aslancık! Senin leşini denize attığım gün işkencen bitecek!” “Şimdi öldür beni. Yoksa Selvi’yi senden alacağım. Sırf sana inat Selvi’yle olacağım. Ve bil bakalım o gün ne olacak? Seni öldüreceğim!” “Selvi izin vermez! Selvi beni seviyor!” “Sen onun için bir oyuncaktan fazlası değilsin! Beni kıskandırmak ve işkence ederek ona dönmemi sağlamak için seni kullanıyor. Bunun farkındasın!” “Yeter! Sus!” “Beni öldür Doruk! Beni öldür ve denize at! İkimizin bu dünya üstünde yaşama ihtimali yok! Çünkü Selvi sadece birimizin olabilir!” Sanki Selvi’yi istiyormuşum gibi konuşunca Doruk daha sert vurmaya başladı. Bir ihtimal beni çözüp denize atar diye bekledim ama itaatkar bir köpekten bağımsız karar vermesini beklemek hataydı. Onlara olan nefretimden daha büyük bir susuzluk vardı içimde. Kana susamıştım. Öyle bir nefretle doluyordum ki… Doruk… Poyraz… Selvi ve yılanların başı Adil Korhan’ın öldürme hayaliyle bu acılara dayanmaya başladım. Doruk’un kafatasından su içtiğimi hayal ettim. Selvi’nin o ince bacaklarını kırıp dilini kestiğimi de… Ve Poyraz… Poyraz’ı canlı canlı doğrasam mesela, etlerini o babası olacak şerefsize yedirsem… Gülmeye başladım. Hayali bile acımı hafifletiyordu. “Ne gülüyorsun lan!” dedi Doruk piçi. “Kafatasından su içeceğim.” “Hayal kurma! Sen bu yatakta bok içinde geberip gideceksin!” Gözlerimi açmadan konuştum. “Allah nasip etmeyeceği şeyin hayalini kurdurtmaz. Kafatasının içinde beyin olsaydı eğer şu an benden af diler ve beni çözerek canını bağışlamamı sağlardın. Ama bunu yapmazsın. Kraliçenin emirlerinden çıkmazsın değil mi? Baksana, beni öldürmeye bile korkuyorsun.” “Kraliçemin her sözü benim için emirdir. Korkutmak için böyle konuşuyorsun ama boşuna havlama Aslan parçası, bu yatak senin musalla taşın olacak. Cesedini de ben denize atarak yıkayacağım.” “Yapmazsan namertsin lan!” ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD