Ev

2505 Words
Benim için hayat hep bir koşuşturmacayla geçmişti. Okula yetişeyim, işe yetişeyim, eve yetişeyim.... Bir yerlere yetişme telaşı içinde olmuştum. Sonra karşıma koca buz dağlarını gözlerine hapseden bir adam çıkmıştı. Onun gözlerine baktığımda benim için zaman ilk defa yavaşlamıştı. O zamana kadar ertelediğimi bilmediğim duygular bir bir ayaklarıma dolanıyordu şimdi. Onunla karşılaşmalarımda ne yapacağımı bilememezliğim de bu nedendendi sanırım. Ben onun karşısında bocalıyordum belki de ama o hiç fire vermeden nasılsa öyle olmaya devam ediyordu. Bir tek az önce açmıştı kendini bana. Ya da ben mi öyle sanmıştım? Gözlerine bakmıştım onun. Buz dağlarını aşmıştım fakat önümde ucu bucağı görünmeyen, derinliğini bilmediğim bir okyanusla karşılaşmıştım. "Merhaba Yıldırım Bey." Onun gözleri benden kopalı bir süre oluyordu. Bense gözlerimi hala onda çekememiştim. Başını dikleştirdi ve gözünü kıstı. Yüzüne yayılan gülümsemesi samimiyetten epeyce uzaktı. Az önce benimle konuşan adam gitmiş yerine bambaşka bir adam gelmişti sanki. Şu anda çok farklıydı. Yaydığı enerji sadece kelimelerine sığmıyordu. Sanki elimi uzatsam olumsuzluğu dikenleri yapmış enerji elime batacak gibi hissediyordum. Yüzünde barındırdığı ifadede bile farklı bir anlam yatıyordu ama ben anlayamamıştım. "Ferra. Biraz konuşalım." Kendimi hiç bilmediğim bir okyanusa öylece bırakacakken yine duymuştum onun sesini. Sanki o seslenmeseydi bir transın içerisinde sonsuzluğa dalacaktım. Bana iyilik mi yapmıştı yoksa kötülük mü karar veremiyordum. Gözlerimi Asif'ten çekip kalbimde kırgınlığını sürdüren adama döndüm. Yıldırım Bey Asif'e yandan bir bakış atıp bana yaklaştı ve kolumdan tuttuğu gibi beni hastaneye girdirdi. Bu süreçte ağzımı açıp hiçbir şey söylemedim. Daha doğrusu söyleyemedim çünkü kendi iç hesaplaşmamla cebelleşiyordum. Kendimi Asif'e bıraksaydım ne olacaktı? Asıl soru gerçekten bunu yapacak mıydım? Sonra ne olacaktı peki? Tüm sorunlarım toz pembe bulutlarla kaplanmayacaktı ya! Aklımı başıma almam gerekiyordu. Bırakamayacağım sorumluluklarım vardı. Kendi yaşantımı idame ettirmem gerekiyordu. Bununla birlikte annem vardı. "O adamla ne işin vardı senin? Nereden tanıyorsun onu?" Ve gerçek hayata döndüm. Asansörün yanında merdivenlere açılan kapının önündeydik. Beni buraya sürükledikten hemen sonra kolumu bırakmıştı. Ona umutla bakan çocuk tarafım her defasında hayal kırıklığına uğruyordu ve yine de umut etmekten kendini alıkoyamıyordu. Karşımdaki adam beni hiç duymuyordu. Ona ne diye seslenmem gerekiyor, bilmiyorum. Onun için hiçbir anlam ifade etmiyor oluşum ister istemez üzüyordu çünkü ben ona açık açık onu görmek istemediğimi, beni kırdığını söylemiştim. "Sen neden buradasın?" İçimde yanmaya hazır öfkenin odunları onun gözlerine baktığımda tutuşmaya başlamıştı bile. Kendimi engelleyemiyordum. Annem hayatı boyunca bana kinin ve nefretin güzel bir şey olmadığını öğretmeye çabalamıştı. Sanıyorum ki o çabası bu anlar içindi. Eninde sonunda bu adamla yeniden karşı karşıya geleceğimi biliyor olmalıydı ya da tahmin ediyordu. Ben yapamıyordum. Karşımdaki adamdan nefret etmeden duramıyordum. İçimde ona karşı büyük bir öfke vardı ve nefretle besleniyordu. Kendimi durduramıyordum. Nefret ve öfkenin arasına bir set inşa edemiyordum. "Canan'ın doktoru aradı. İkimizle birlikte konuşmak istiyormuş." Her şey bir anda durdu. İçimdeki yangın bile. Varlığını sürdüren tek şey endişe olmuştu. Çetin Bey neden ikimizi de görmek istiyordu ki? Benimle konuşması yetmez miydi? Neden konuşmak istiyordu? "N-ne konuşmak istiyor?" Zar zor konuşabildim. İki yanımda duran ellerim çoktan yumruk haline gelmişti. Aklıma hep kötü şeyler geliyordu. Bir süre önce de konuşmuştuk ve o konuşmanın sonu hiç de iyi bitmemişti. Karşımdaki adam bana baktı. Gözlerindeki duygu değişimine bizzat şahit oldum. Bana bakışındaki yumuşaklığı sadece görmüyor, aynı zamanda hissedebiliyordum. İlk kez. Beni yaraladığını söylediğimde dahi değişmemişti yüz ifadesi ama şimdi... Sesli bir nefes verdi. Burun kemerini sıktı ve başını iki yana salladı. Belli ki o da nedenini bilmiyordu. Çetin Beyle konuşana kadar sadece tahmin yürütebilirdik anlaşılan. "Bilmiyorum. Hadi, gidip konuşalım." Elini sırtıma koyarken başımı sallamakla yetindim. Annemi kaybetme korkusu tüm bedenimi esir almıştı. Çetin Bey bizi birlikte görmek istiyorsa konu ciddi olmalıydı. Birlikte kapıları açık bekleyen asansörden içeri girdik. O ineceğimiz katın düğmesine basarken ben sadece önüme bakıyordum. Bir çok kişi girip çıkmıştı hastane kapısından. Asansörün kapıları kapanmadan hemen önce koşturarak üç kişi binmişti. Biri kız iki erkek, üç genç. Belki on dokuz yaşlarında ya da daha küçük. Kardeş ya da arkadaşlar. Erkeklerden sarışın olan daha endişeli. Diğerleri onun iki yanında. Belki biz olmasak konuşurlardı da ama üçünden de çıt çıkmamıştı. O an Sena'nın yokluğunu hissettim. O yanımda olsa daha dirayetli olabilirdim. Asansörün kapıları aralandığında yanımda duran adamın hareketlenmesiyle ben de kıpırdadım çünkü eli hala sırtımdaydı. Temasını bir an olsun kesmiyordu. Ben de bir şey diyemiyordum. Onun desteği olmasa yürüyemeyecektim belki de bilemiyorum. Sadece kendimi çok güsüz hissediyordum. Çetin Beyin odasına girene kadar saniyeleri saydım. Aklım başka bir yerde olursa endişenin yuva yapmış güvesi içimi kemirmez sandım ama yanıldım. Aklımı kaybetsem de o güve kemirmeye devam ediyordu beni. "Hoş geldiniz. Lütfen şöyle oturun." Çetin Bey bizi görünce ayağa kalktı. Onu ayağa kaldıran kişinin yanımdaki adam olduğunu biliyorduysam da bunun üzerine düşünmedim. Eliyle gösterdiği masasının önündeki deri koltuklara oturduk. Bizimle birlikte o da oturdu. "Bizimle ne konuşmak istediniz?" Karşımdaki adam bana hiç bakmadı. Gözleri sadece doktordaydı. Çetin Bey bulunduğu yerde kıpırdadı. Yüzündeki gerginlikten bizimle iyi şeyler konuşmayacağı belli oluyordu. Onun ağzından daha olumlu tek kelime duyamamıştım. "Aslında sizi birlikte göremediğim için arama gereği duydum. Her ikinizin de iş yoğunluğu olduğu ve Canan Hanımın yanında nöbetleşe kalma kararı aldığınızı düşünüyorum. Böyle olsa bile ikiniz de az çok durumunun farkındasınızdır. Canan Hanım için bir süredir uygun bir tedavi yöntemi arayışındayız. Hastalığı son evre olduğu için denediğimiz tedavilerde ne yazık kendisinden uygun bir yanıt alamadık. Canan Hanım için yapabileceğimiz tek şey artık acılarını en aza indirecek ilaçlar. Kendisi ne zaman isterse taburcu işlemlerini başlatacağız." Kalakaldım. Ne demek oluyordu bu? Gerçekten anlamamıştım. Ne demek istiyordu? Sormak istiyordum. Alacağım yanıttan korktuğum için soramıyordum. Gözlerim birbirine sımsıkı tutunan ellerime düştü. Ağzımı açıp tek kelime edemiyordum. "Ne demek oluyor bu?" Benim yerime o sordu. Nasıl başarabilmişti? Benden daha mı cesurdu? Yoksa daha mı az seviyordu annemi? Seviyor muydu ki o? Annem için endişe ediyor muydu? Yoksa kendini suçlu hissettiği için mi yapıyordu? "Eşinizi ne kadar çok sevdiğinize de onun için ne kadar çok endişelendiğinize de bu süreçte çok net bir şekilde şahit oldum Yıldırım Bey. Bizim bundan böyle ne yazık ki yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Dünyadaki sayılı teknolojiye sahip hastanelerden biriyiz biliyorsunuz. Fakat Canan Hanımın bünyesi tedaviye bir yanıt vermedi. Biz bu hastalığın üstüne gitmeye devam edersek hastalık bize agresif yanıtlar verebilir. Bu nedenle Canan Hanımın son zamanlarını evinde, en acısız ve huzurlu geçirmesi onun için en iyisi olacaktır." Son zamanlarını.... Zihnimde dönüp duruyordu bu iki kelime. Kabul etmek istemiyordum. Son zamanları olduğunu nereden bilebilirlerdi ki? Bilemezlerdi değil mi? Saçmalık! "Hayır," Nefes verir gibi bir anda çıkmıştı ağzımdan itirazım. Korkum nefesimde var oldu. Başım önüme eğik, gözlerim hala ellerimdeydi. "Onca acı boşuna mıydı yani?" Avuç içlerimle yüzümü kapattım. Katlanamıyordum. Aldığım nefesler ciğerlerime batıyordu. Daralıyordum. Gözlerim yanıyordu. Burada daha fazla oturmak istemiyordum ama kalkamıyordum da aynı zamanda. "Yani o hastalıktan kurtulmak için hiçbir çözüm yok?" Titrek sesinden soru gibi çıkmıştı. O da bir çıkar yol istiyor gibiydi. Ellerimi yüzümden çekip onun yüzünü görmek istemiştim ama Çetin Beyin verdiği yanıt sonrasında akan gözyaşlarımı gizlemek için yerli yerinde kalmıştı. "Maalesef." Allah'ım ben ne yapacaktım? Ben hiç annemsiz bir hayat düşünmemiştim ki. Ben onsuz yapamazdım. Yaşayamazdım. O olduğu için gökyüzü güzel görünürdü bana. Anneciğim yanımda olduğu anlarda buz gibi hava sıcacıktı. Bir şeyler daha konuşuldu ama kulaklarım onlara sağır oldu. İçinden çıkılamaz bir ruh halinin kapanına takıldım. Bileğimden yakalamış, düşürmüştü beni. Kurtulmak için çırpınıyor, çırpındıkça kanıyordum. "Hadi Ferra, çıkalım kızım." Elleri omuzlarıma değdiğinde irkildim. Avuç içlerim yüzümü kapatmaya devam ediyorken onun yardımıyla kalktım oturduğum koltuktan. Kollarıyla beni sardı. Hiçbir itirazım olmadı. Çetin Bey nereden ya da nasıl şahit olmuştu onun annemi sevdiğine ve anneciğim için endişe ettiğine bilmiyordum ama ona inanmayı seçtim. Annemi gerçekten seviyorsa acılarımız benzerdi değil mi? Babam olabilirdi belki. "Ben yapamam. Herkes olur hatta ben bile olabilirim. Ölebilirim ama annem olmaz. Ben onsuz yapamam." O küçük kızı serbest bıraktım. Babasıyla benzer acılara sahiplerdi şimdi. Onu anlardı. Babasına sığınmasına izin verdim. O saf kalbiyle babasını güvenli bir liman olarak görürdü. Fakat aynı şey benim için geçerli değildi. Ben onu affedemezdim. Affetmek istesem de edemiyordum. Kolları bedenime sarılı oldukça nefesim daralıyordu. Onun yaşattıkları annem ve beni bu duruma sokmuştu. Annemin hastalığının sebeplerinden biri de oydu. Öylece affedemezdim onu. Sessiz kaldı. Gözyaşlarım avucumda yok oldu. O ağladığımı anladı mı bilmiyorum. Bir süre sessizce yürüdük. Gözyaşlarımı durdurabildiğimde ellerimi yüzümden çektim. Annemin odasının bulunduğu koridorda olduğumuzu gördüm. Adımlarım yavaşladı ve sonunda kesildi. Benimle birlikte o da durdu. Bir adım gerileyerek kollarından çıktım. "Annemin seni görmesini istemiyorum. Muhtemelen biz de yarın evimize gideriz." Ona bakmadım. Bakmak da onu görmek de istemiyordum. Gitmesini istiyordum. Annemle yalnız kalmalıydım. "Bu zamana kadar senin sözlerine sessiz kalmış olabilirim ama bu defa olmayacak." Az önce kaçındığım adamın yüzüne baktım. Daha fazla konuşmasına izin vermeyecektim ki zaten ona bakar bakmaz susmuştu. Neye sessiz kalmıştı bu zamana kadar? Yaşadığımız her şey onun eseriyken bir de sessiz kaldığı için beni mi suçlu çıkaracaktı? İzin vermezdim! "Git." Fısıltıdan farksızdı sesim ama ona ulaştığına emindim. Sırtımı ona dönüp annemin bulunduğu odanın kapısının önüne yürüdüm. Ona durumunu anlatamazdım. Kim söyleyebilir Allah aşkına annesine sonu ölüm olan bir hastalıkta iyileşemediğini? Kapının önüne geldiğimde titreyen ellerimle yüzümü ovuşturdum. Kendime gelmem gerekiyordu. Annemin karşısına hiç böyle çıkmamıştım ben. Annem o haldeyken karşısına böyle bitik çıkmak anneciğimi üzmekten öteye gitmezdi. Derin bir nefes aldım ve boğazımı temizleyip önünde durduğum kapıyı aralayıp içeri girdim. Odaya iki adım atmıştım belki. Gördüklerimle kalakalmıştım. Yüzüme yerleştirdiğim zoraki gülümseme anında soldu. Annem, yatağının kenarına oturmuştu. Saçlarını ensesinde toplamıştı. Üzerinde koyu mavi kabanı vardı. Ayak ucundaysa buraya gelirken eşyalarını koyduğum küçük çantası. Ben odaya girdiğim anda başını kaldırmış ve göz göze gelmiştik. Onu böyle gördüğüm anda gözlerime dolan gözyaşlarıma engel olamamıştım. "Anne." Çatlak sesimle anneme seslendim. Gözyaşlarım yanaklarıma döküldü. Demek ki her şeyden haberdardı. Eve gitmek için bir bahane uydurmama gerek kalmamıştı. Sözlerime inanacak mı endişesi yaşamayacaktım çünkü annem çoktan öğrenmişti. "Canımın içi." Sesi titremişti. Kollarını iki yana açtı. Gözlerini sürekli kırpıştırmasından ağlamamaya çalıştığını fark etmiştim. Başımı iki yana sallayarak hızla anneme adımladım ve en çok güvendiğim sıcaklığında huzur bulduğum kollarına bıraktım kendimi. Anneme sıkıca sarıldım. Daha fazla ağlamamak için kendimi sıktım, dudaklarımı kanatana kadar ısırdım, annemin sırtına koyduğum ellerim avucuma büküldü ve tırnaklarım derimde izler bıraktı. Kendime verdiğim onca hasar sonunda işe yaradığında gözyaşlarım kesildi. Annemin kokusundan derin nefes alıp ondan ayrıldım. Ellerimin tersiyle ıslak yanaklarımı sildim. Sargılı taraf daha bir acıttı canımı. Aldırmadım. Tüm ilgim annemdeydi. "Eve gidelim anne. Evimize gidelim." Konuşmadı. Başını salladı. Şefkatle gülümsedi annem. Sanki onca acıyı ben çekmişim gibi. Sanki onunla rutin bir kontrole gelmiştik de artık eve dönüyorduk. Hiçbir şey olmamış gibi kalktı yatağından. Ayak ucundaki çantasını almak için eğilmişti ki ondan önce davranıp ben aldım. Onun eşyaları hazırdı ama benimkiler hazır değil diye düşünürken koltuğun kenarındaki diğer çantayı görmüştüm. O mu hazırlamıştı bunları? Böyle şeyler için kendini yorması canımı sıkmıştı ama bir şey demedim. Diğer elime de kendi çantamı aldıktan sonra kolumu ona uzattım. Annem koluma girdikten sonra birlikte hastane odasından çıktık. Kapının önünde bizim çıkmamızı bekliyormuş gibi duran Akif hiç beklemeden elimdeki çantaları aldı ve yanımızdan uzaklaştı. O anda onun hala gitmemiş ve olduğu yerde durduğunu görmüştüm. Üstelik yalnız değildim. Annem yanımdaydı. Onu en son ne zaman görmüştü bilmiyordum. "Canan," Annem ve bana yaklaştı ama onun gördüğü tek kişi annemdi. Onu kaybetme korkusunu gözlerinde görebiliyordum. "Canan, yepyeni bir başlangıç yapacağımız evimize gidelim sevgilim. Lütfen." Annem kolumdan çıktı ve ona bir adım yaklaştı. Onu gördüğüne şaşırmışa benzemiyordu. Aksine onu bekliyormuş gibiydi. Yani Çetin Beyin dediği gibi o daha önce çok kez gelmişti demek annemin yanına. Şimdi ikisi karşı karşıyaydı. Ben onlar için bir anlığına yok olmuş gibiydim. İkisinin de gözlerinde görmüştüm. İmkan vermemiştim. İnanmak istememiştim ama gerçek gözle görülebilecek kadar açıktı. Annem onu, o annemi dinlerdi. Ben onların yanında etkisiz elemandım. İstediğim kadar inkar edeyim ya da karşı çıkayım değişen bir şey olmazdı. Onlar hala birbirlerini seviyorlardı. Hatta sadece görmüyor hissedebiliyordum da. Onların birbirine beslediği sevgi bir araya geldiklerinde hissedilebilecek kadar canlıydı. Sessizce bekledim. Annem ne derse kabul edecektim. Şu durumda tatsızlık çıkartmayacaktım. Burada benim ne isteyip istemediğim değil annemin kararı önemliydi ve eğer annem istiyorsa sessizce kararına razı gelecektim. "Gidelim Yıldırım." Nitekim öyle de oldu. Annem sevdiği adamın kollarına sığındı. Demek ki annemin sığınağı da onun kalbiydi. Demek ki annem onu sevmeyi bir an olsun bırakmamıştı. Onun kolları annemi sıkıca sardı. Onlar önde ben arkalarında birlikte hastaneden çıktık. Annem onun arabasına bindi. O bana döndü ama ben çoktan Akif'in kullanacağı arabaya binmiştim. Gideceğimiz yer aynı olsa da onları öyle görmenin verdiği duygunun ağırlığı beni uzaklaşmaya itmişti. Belki de benim yüzümdendi. Annemin hasta olmasının asıl nedeni bendim? O sevgisini kalbine gömmüş ve acı çekmişti. Bana hiçbir şey söylememişti. Annemin onu hala sevdiğini görememiştim. Ben o adama olan öfkemi kusarken annem sessiz kalmıştı. Sonrasında da hasta olmuştu kim bilir? Bulunduğum tarafın penceresini sonuna kadar açtım. Bu sefer kendimi sıkmam bir işe yaramıyordu. Kendimi tutamıyordum. Suçluluk duygusunun uzun, sivri tırnakları derimi yırtıyordu. Annemden nasıl özür dileyeceğimi düşünüyorken araba yavaşladı. Beyaz demir parmaklıklara sahip kapıdan geçip üç katlı, büyük, duvarları beyaza boyanmış evin önünde durdu. Annem ve o merdivenlerden çıkarken ben yeni arabadan iniyordum. İki kanatlı kapının önünde durduklarında annem arkasını dönüp bana baktı ve gülümsedi. Elini bana uzattı. Beklemeden tırmandım merdivenleri. Annemin uzattığı elini tuttuğumda beni kendine çekip sarıldı. "Evimize geldik kızım. Evimizdeyiz artık." Kulağıma fısıldadı annem. Mutluydu. Tüm kalbimle huzurunu hissetmiştim. Benden ayrılırken yüzüme zoraki bir gülümseme iliştirdim. Onun için istediğim şey onun mutluluğuyken bozamazdım. "Her şeyi istediğin gibi ayarladım. Yine de eklemek istediğiniz bir şey olursa söylemeniz yeterli." O konuşurken kapılar iki yana açıldı ve bizi ferah, geniş, kısa bir koridor karşıladı. Kapıda bekleyen iki yardımcı kabanlarımızı aldı. Koridordan geçtiğimizde karşımıza geniş, buz mavisi ve kırık beyaz renklere sahip salon çıktı. Sol tarafta yukarı çıkan merdivenler varken sağ tarafta cam bir kapı vardı. Dışarıyı görebildiğim kadarıyla denize sıfır bir bahçeye sahipti. "Her şey çok güzel görünüyor." Annemin sesiyle ona döndüm. Mutluluktan gözlerinin içi parlıyordu. Ona dönüp sarıldığında gözlerimi sıkıca kapatıp onların tersine döndüm. Onları böyle gördükçe pişmanlığım daha da artıyordu. Yıllarca onları ayrı tutan kişi bendim. Bunun farkına da yeni varıyordum. "Sence de güzel değil mi güzel kızım?" Annemin bana seslenmesiyle yeniden döndüm onlara. Bu defa da gülümsedim ve beğendiğimi göstermek için başımı salladım. "Şey," Yanaklarıma dökülen saçlarımı kulaklarımın arkasına iliştirdim. "Benim odam neresi? Kendimi yorgun hissediyorum. Dinlenmek istiyorum." "Esin Hanım." Onun gür sesinin eşyalarla dolu olmasına rağmen evin her yerine ulaştığına neredeyse emindim. Merdivenin yanındaki kapı aralandı ve beyaz saçlara sahip, orta boylu, zayıfça bir kadın görüş alanımıza girdi. "Buyurun Yıldırım Bey." İnce ve yumuşak bir sese sahipti Esin Hanım. Gözleri annemde ve bende gezindi ve gülümsedi. "Esin Hanım yardımcılardan ve evin genel işlerinden sorumlu kişi," Bana ve anneme baktıktan sonra Esin Hanıma döndü. "Eşim ve kızım evlerine döndüler. Kızım Ferra'ya odasını gösterin." Bana seslenişine alışamayacak gibiydim. Ne zaman 'kızım' dese içimde bir şeyler kırılıp dökülüyordu. Fark ettirmemeye özen gösteriyor ve özellikle sessiz kalıyordum. Annemin yanında onunla konuşamazdım ama elbette yalnız kaldığımız bir an olacaktı. Esin Hanımın yüzündeki gülümseme daha da genişlerken bana döndü. Eliyle merdivenleri işaret ederken aynı zamanda konuştu. "Elbette efendim. Buyurun lütfen." Birlikte merdivenlerden çıktık ve sağ tarafta bulunan uzun koridora döndük. Esin Hanım hemen yanımdaydı. Arada bakışları bana kayıyordu. Hissedebiliyordum ama ona bakmadım. "Odanız burası. Babanız deniz manzarasını sevdiğinizi söyledi o yüzden biz de burayı ayarladık. Umarım beğenirsiniz." Sessizliğimi koruyarak açılan kapıdan içeri girdiğimde geniş pencerelerden görünen boğaz manzarası beni büyülemişti. Benim hakkımda unutmadığı şeyler olduğunu bilmek garip hissettirmişti. Ona olan kızgınlığım ve suçluluk duygum arasında kalakalmıştım. Hangisini hissetmem gerekiyordu? Onu affedecek miydim? O yeniden benim babam olabilecek miydi?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD