Esin Hanım odadan çıkıp kapıyı kapattıktan sonra odanın ortasında durmaya son verip yatağa oturdum. Gözlerim odanın her yerinde dolaştı. Kendi evimizdeki odamla bu odayı ister istemez kaşılaştırmıştım. Odam buraya bakılarak daha karanlıktı. Yazın güneşin çok olduğu zamanlarda bile zor girerdi ışıkları odama. Bu oda kapalı havada bile güneş alıyordu sanki. Odamın duvarları koyu maviydi. Her ay boyayı değiştireceğim derdim kendime ama maaşı elime alamadan borçlara giderdi. Bu odanın duvarları bembeyazdı. Kendi odamda bir yatağım bir de kıyafet dolabım vardı. Bu odada televizyona kadar her şey vardı. Fakat ben kendi odamda daha mutluydum. Ne zaman başımı yastığıma koysam huzurlu bir uykuya dalardım. Burada... Burada nasıl uyuyacağımı düşünüyordum.
Sıkkın bir nefes alıp avucumu yüzüme bastırdım. Ellerimi yüzüme bastırdıkça bastırdım. Öyle ki kapalı gözlerimde beyaz noktalar ortaya çıkmaya başladı. Nefesimi tuttum. Nefes almak istemiyordum. 'Annem mutlu' diyordum kendi kendime. Defalarca kez tekrarladım. Kendimi ikna etmeye çalıştım. Anneciğimin mutluluktan parlayan gözlerini getirdim gözlerimin önüne. Nefes alacağım varsa o da yok olmuştu.
Kendimi avutamıyordum. Biz burada, bu evdeydik artık ama onun bizim haricimizde bir hayatı daha vardı. Bir karısı ve oğlu vardı. Bunları bile bile nasıl hiçbir şey yokmuş gibi yaşayabilirdim burada? Annemi koyduğu yer çok aşağılıktı. Düşüncesine bile katlanamıyorken nasıl hiçbir şey yokmuş gibi davranacaktım?
Bir an önce onunla konuşmam gerekiyordu. Annemden uzaklaşmasını istemem yanlış değildi. Çok ileri gitmiş olmayacaktım değil mi? Annemin iyiliğini istiyordum yalnızca. Belki bilmiyordu annem? Bilse gelmezdi zaten. Evet, annemi kandırmış olmalıydı. Anneciğim saftı benim. Hele bir de seviyordu onu. Kandırılması çok daha kolaydı.
Kapım çaldığında daldığım düşüncelerden sıyrılıp kendime geldim. Ellerim yüzümden ne zaman inmişti hatırlamıyordum. Gözlerimin karşımdaki duvara monte edilmiş aynada kaldığını da yeni fark edebilmiştim. Odanın kapısı yeniden çaldığında kapıdaki kişinin içeri girmesi için izin verdim.
Odaya benden küçük olduğu belli olan genç bir kız girdi. Üzerinde siyah kazak ve pantolon vardı. Evin kapısını açan iki yardımcı ya da Esin Hanım gibi etek gömlek giymemişti. Yardımcılardan biri değildi demek. Kimdi o zaman?
"Şey, telefonunuz çaldı ama getirirken kapandı."
Elinde tuttuğu telefonumu bana uzatırken gözleri çok kısa bende kalmıştı. Ona bakarken yanaklarının pembeleşmesine şahit olmuştum. Kıvırcık kahve saçları başını öne eğdiğmesiyle yüzünü yarı yarıya kapatmıştı. Onunla göz göze geldiğimiz kısacık anda dikkatimi ilk çeken şey gözlüklerinin altında kalan çilleri olmuştu.
"Adın nedir?"
Telefonumu elinden aldığımda benden bir yanıt beklemiyor, daha doğrusu adını sormamı beklemiyor olacak ki başını kaldırıp bana bakmıştı. O da benim gibi duygularını gizleyemiyordu. Gözlerinden de küçük suratından da duyguları belli oluyordu. Şaşırmıştı.
"A-Ayça adım."
Bakışları çok kısa kalmıştı gözlerimde yine. Ellerini önünde birleştirmişti. Çok çekingen ve utangaç bir kızdı Ayça. Bir adım gerilediğinde buradan hemen gitmek istediğini anlamıştım ama kim olduğunu öğrenmeden onu göndermek istemiyordum.
"Yardımcılardan biri misin Ayça?"
Başını hemen iki yana salladı. Sonra sanki bir hata yapmış gibi alt dudağını ısırdı. Aklından geçeni tahmin etmek zor değildi. Peki karşımdaki küçük kız yardımcı değilse kimdi?
"Şey, ben Esin Hanımın yeğeniyim. Arada ona yardım ediyorum."
Başımı sallamakla yetindim. Bulunduğu ortamdan rahatsız olduğu her halinden belli oluyordu. Ki onunla daha fazla konuşmayınca kaçarcasına çıktı odadan. Onu neyin bu kadar gerdiğini merak ettim. Esin Hanıma yardım ediyorsa evin sahibiyle de çok kez karşılaşmış hatta konuşmuş olması gerekiyordu. Üstelik ben Yıldırım Beye kıyasla oldukça naziktim.
Elimdeki telefonum çalmaya başladığında kimin aradığına bakmayı çoktan unuttuğum yeni aklıma geliyordu. Gözlerim telefonumun ekranına indiğinde arayan kişinin Sena olduğunu görmüş ve hemen aramayı yanıtlamıştım.
"Kuşum, hastaneye gittim. Bana Canoşumuzun taburcu olduğunu söylediler. Kapınızdayım ama açan yok. Neredesiniz?"
Gözlerimi sıkıca kapatıp ofladım. Yaşadığım durumu henüz sindirememiştim ki Sena'ya haber vereyim. Normalde ilk işim onu aramak olurdu. Ortasında kaldığım durumda ona haber vermeyi bile unutmuştum.
"Sana attığım konuma gel. Yanımda olmana çok ihtiyacım var."
Sena'nın garip bir şey olduğunu anlaması çok sürmezdi. Beni onayladığında telefonu kapatıp evin konumunu mesaj olarak ona gönderdim. Onunla konuşmak bana iyi gelecekti. Sena bana oranla daha mantıklı düşünen bir insandı. Ne yapmam gerektiği konusunda fikirleri önemliydi.
>
Sena arkadaşı Ferra'nın attığı konumu üç defa kontrol etti. Attığı konum ülkenin en zenginlerinin evlerinin bulunduğu bir muhite aitti. Ha deyince de gidemezdi oraya. Otobüsle saatler sürerdi. Dün o adamdan kaçmak için taksiye binmişti. Bu yüzden yeniden bir taksi için verecek parası da yoktu. Ferra da bir şey anlatmamıştı telefonda. Kafa karışıklığıyla abisi Hakan'ı arayıp müsaitliğini sormuştu. Hakan'ın müsait olduğunu öğrenince onu arkadaşının attığı konuma bırakmasını rica etti.
Çok geçmeden abisi Hakan kendi durumuna göre aldığı orta sınıf bir araçla Sena'nın önündeydi. Beklemeden bindi arabaya. Sena'nın abisi Hakan kendi halinde küçük esnaflara toptancılık yapan bir adamdı. Annesinin uygun bulduğu bir kızla evleneli iki yıl oluyordu. Yengesi iyi biriydi. Abisiyle de iyi anlaşıyordu. Yine de onluk değildi durumları. O her şeyden çok aşık olmak ve aşık olduğu adamla evlenmek istiyordu.
Hem çalışıp hem okumaya devam etmesinin en büyük nedeni annesiydi. Abisi gibi onun da üzerinde baskı oluşturmaya çalışıyordu evlenmesi için. Annesinin uygun bulduğu bir adamla evlenmek istemediği için okulu ve işi bahane ediyor ve bu sayede annesinden kaçabiliyordu. Yüksek lisans onun için çok zordu ama dişini sıkıyordu. Çalıştığı için de para biriktirebiliyordu. Hocalarıyla da bölüm dekanlarıyla da arası çok iyiydi. Doktorasını yurtdışında yapmak için her şeyi hazırlamıştı. Bir tek tezinin onaylanması gerekiyordu. O da yakında olacaktı. Projeden sonra tez sunumu vardı. Okulu bitiyordu. Birkaç ay sonra da gidecekti.
Bu durumdan bir tek arkadaşı Ferra'nın haberi vardı. Biricik arkadaşı Ferra'ydı Sena'nın. Ona destek çıkan, çoğu zaman onu güldüren tek dostu. Ferraların mahalleye ilk gelişi geldi aklına Sena'nın. Abisiyle geçmişi yad ettiler. Ferra'nın saf, masum hallerinden bahsetti Sena. Abisi Hakan kol kanat germişti ikisine lise yıllarında. Onlar birinci sınıftayken Hakan son sınıfa gidiyordu ve onun sayesinde olaysız başlamışlardı. Hatta abisi sayesinde öğretmenleri de sevmişlerdi onları. Sonuçta Hakan efendi, okulu ve evi arasında mekik dokuyan iyi bir öğrenciydi.
Sohbetleri son bulduğunda düşündü Sena. Abisi babasının zoruyla işlerin başına geçmemiş olsaydı da kazandığı üniversiteyi okuyabilseydi ilçeden çıkıp bambaşka denizlere yelken açabilirdi. Fakat hayat şartları ve abisinin annesi ve babasının sözünden çıkmayışı onu bu ilçeye zincirlemişti.
Sena için zor bir şeydi. Ona kimse söz geçiremiyordu. Aslında çok uysal bir kızdı ama kimse ona zincir vuramasın diye asiymiş gibi davranırdı. Kimseyi dinlemezdi. Yanlış yolda olduğunu söylese biri hatta ona hak verse de yanlışından dönmezdi. Çünkü sanki kabul ederse ilk pranga ayağına geçecekmiş gibi hissederdi. Korkardı. Bu yüzden burnu sürtse de o yanlış yolda yürümeye devam ederdi.
Arabanın durmasıyla abisine teşekkür edip koca demir parmaklıklara sahip yarısının yukarısından bahçesi görülen kapının önünde indi. Gözleri kapıda nasıl içeri gireceğini düşünürken bir adam belirdi kapının gerisinde.
"Buyurun?"
Takım elbiseli, üstten bakışlarıyla karşısında duran adama ne diyeceğini bilemedi Sena. Arkadaşının attığı konum burada bitiyordu ama nereye gideceğini bilmiyordu. Bu yüzden telefonunu çıkartıp Ferra'yı arayıp sordu.
Ferra ona geleceğini söyleyip telefonu kapattı. Adamın gözleri hala ondayken kısa sürede arkadaşı o adamın arkasında belirdi. Onu fark eden başka bir adam kapının önündeki adama seslendi ve hepsi esas duruşa geçtiler. Ferra hiçbirini umursamadı ama Sena'nın gözünden kaçmamıştı.
Ferra'nın kapının önüne gelmesiyle az önce duvar olan kapı Sena'nın önünde hızla açıldı. Hiç beklemeden sıkıca sarıldı arkadaşı ona. Dilinin ucuna gelen tüm soruları Ferra'nın sarılmasıyla gerisin geri itti. Arkadaşının kendine ihtiyacı vardı. Sorular şimdilik bekleyebilirdi.
~Ferra~
Sena'yı karşımda görmek onun yanımda olması isteğimi daha da artırmıştı. Hiç beklemeden açılan kapıdan çıktım ve ona, biricik arkadaşıma sıkıca sarıldım. Sena'yla konuşmaya, onunla dertleşmeye o kadar çok ihtiyacım vardı ki... Burada nasıl yapacağımı bilmiyordum. Bu ev beni boğuyordu. Ruhum sıkılıyordu ama çıkamazdım da buradan. Annemi almadan dışarı tek adım atmak istemiyordum.
Sena'dan ayrılıp güvenliklere bahçenin içerisinde sakin bir yer olup olmadığını sorduğumda bizi evden biraz uzakta ama aynı bahçe içerisinde asimetrik bir yapıya sahip, tepesinde ufak bir kubbesi bulunan kış bahçesinin önüne getirdiler. Ağaçların arasında çok güzel bir yerdi burası. Kış bahçesinin arkasında kalan ağaçlık alana baktım. Evin bahçesi düşündüğümden çok daha genişti.
Camlardan geriye kalan kısımlar beyaza boyanmıştı. İçine girdiğimizde güvenlikten iki kişi dışarıda kaldı. Onlara gitmelerini söylemiştim ama güvenliğimiz için burada beklemeleri gerektiğini söylemişlerdi. Saçmaydı bana göre. Görebildiğim kadarıyla bahçenin sınırları kalın duvarların üzerinde çitler, çitlerin üzerinde de tellerle kaplıydı. Yani bize kimse bir şey yapamazdı. Bunu söylesem de gitmeyecekleri belliydi o yüzden bir şey diyemedim. Üstelemenin lüzumu yoktu.
"Ferra neler oluyor?"
Sonunda dayanamamış sormuştu Sena. Onu ilk gördüğümde gözlerindeki soru işaretlerini görmüştüm. Benim onunla konuşmamı beklemişti fakat bir türlü konuşamamıştım. Ola ki soru sormasa anlatamayacak gibiydim.
Sorusundan sonra dilim çözüldü. Buraya gelene kadar hislerim de içine dahil, olan her şeyi anlattım ona. Hiçbir şeyi aksatmadım. Annem ve onun ne zamandır görüştüklerini bilmediğimi, korktuğumu, annemi kandırdığını düşündüğümü, gitmek istediğimi ama annemi nasıl ikna edeceğimi bilmediğimi. Her şeyi anlattım.
Sena sözümü hiç bölmeden dinledi beni. Anlattıkça kelimeler kılçık oldu boğazıma. Ağzımdan çıkarken battılar. Nefes alamadım bazı anlarda. Gözlerim acıdan yaşardı. Ağladım. Sarıldı bana. Sırtımı sıvazladı ama hiçbir şey diyemedi. Ondan bir çözüm yolu bekledim. Ne zaman çıkmaza girsem Sena oradan çıkabilmem için bana yön gösterirdi.
"Bir şey söyle artık."
Kolları arasından çıktım. Parmaklarım yanaklarımdan akan yaşları sildi. O da susarsa ne yapardım ben? Açık açık söyledim Sena'ya. Bir tek ona dedim. Korkuyordum. Annemin gideceğinden. Ellerim onu sımsıkı tutsa da onun beni bırakacağını anlattım. Öylesine korkuyordum ki düşündükçe aklımı kaybedecektim sanki.
"Ferra, canım arkadaşım. Hadi gel Canoşumuzun yanına gidelim."
Ayağa kalktı Sena. Ona inanamazca baktım. Neden annemin yanına gitmek istiyordu? Niye ona onca şeyi anlattıktan sonra bunu teklif etmişti bana? Ben de annemin yanına gitmek istiyordum elbette ama o adam yokken. Onun varlığı bana ağır geliyordu. Gözlerini üzerimde hissetmek beni yaralamaktan öteye gitmiyordu.
Elimi tutup beni de ayağa kaldırdı. Elleriyle yanaklarımı sildi. Yüzüme dağılan saçlarımı düzeltti. Gözlerinde bir şeye kesin karar verdiği belliydi ama neye olduğunu bilmiyordum. Bana bir şey söyleyecekti fakat ne zaman söyleyeceği belli değildi. Yüzünde tatlı bir gülümseme vardı. Elimi kolundan geçirdi ve kış bahçesinden çıktık.
İki güvenliğin eşliğinde eve geldik. Biz merdivenlerden çıkarken kapı açılmıştı. İçeri girerken Sena montunu yardımcı kıza verdi. Her an aşağı kavislenecek gibi seğiren dudaklarımı birbirine bastırdım.
Birlikte salona geçtiğimizde annemin parlayan gözleri gecikmeden bizi buldu. Yüzündeki güzel gülümseme daha da büyüdü ve inci dişleri ortaya çıktı. Ayağa kalkıp yanımıza geldi. Sena'ya sarıldı.
"Hoşgeldin kızım. Hiç haberim olmadı. Ne zaman geldin?"
Sena da anneme sarıldı. Onlar kucaklaşırken benim gözlerim annemin yanından kalktığı adamdaydı. Onun gözleri ise annemdeydi. Annem gülümsedikçe gülümsüyordu. Gözlerini çekse ortadan kaybolacakmış gibi bakıyordu anneme. Doğru bir histi ondaki. Yakın zamanda annemi ondan geri alacaktım. Biz ait olduğumuz yere evimize gidecektik.
"Yıldırım, tanıştırayım bu güzel kız Sena. Benim ikinci kızım ve Ferra'nın biricik arkadaşı."
Ayaklandı. Bakışları çok kısa bana ve Sena'ya kaydı. Sena'ya yaklaştı ve el sıkıştılar. Yüzündeki gülümseme şimdi samimiyetten çok uzaktı.
"Öyle mi? Çok memnun oldum."
Sena ile tokalaştıktan sonra yeniden anneme baktı. Elini tuttu. Annemin gözleri birleşen ellerine kaydı. Toplu saçları yüzünden pembeleşen yanaklarını saklamayı başaramamıştı ama başını da geri kaldırmadı.
Onları böyle görmek kalbimi sıkıştırdı. Sena'ya döndüm. Onun gözleri annem ve o adamda gidip geliyordu. Onları inceliyordu. Kesin bir kanıya varmak için mi onları görmek istemişti? Onları gördükten sonra mı bana çıkış yolumu söyleyecekti?
"Ayakta kaldık. Hadi oturalım. Birazdan masa hazır olur zaten akşam yemeğini yeriz. Bugün burada mı kalacaksın?"
Sena tam ağzını açmıştı ki ben araya girip annemi onayladım. Gözlerim anında ona kaymıştı. Ondan bir itiraz cümlesi beklemiştim. Çünkü tam onluk bir hareket olurdu. Sena onun için alt tabakadan biriydi. Bırak eve gelmesi, bahçeye adım atması bile sakıncalıydı onun için.
"Esin Hanıma söyleyeyim, sizin için bir oda ayarlasın."
Gülümsedi. Onu böyle görmek daha da çileden çıkmama yetiyordu aslında. Onluk sözler değildi. Bir şey söylemesi için zorlamak istiyordum. Gerçek yüzü ortaya çıksın istiyordum. Dişlerimi sıktım. Öyle sıktım ki sonunda baş ağrısına kaldım.
O yanımızdan ayrılırken biz de geniş koltuklara oturduk. O geldiğinde oturmasın diye ben annemin yanına oturdum. Oturduğumuz koltuklar çok rahattı. Yepyeniydi. Evimizdeki koltuklarla uzaktan yakından alakaları yoktu. Yine de evimize gitmek istiyordum.
"Canoşum yüzüne bir renk gelmiş. Belliydi sana bakamadı onlar. Seni bizim ellerimiz iyi eder bir tek. Gençleşmişsin resmen bu kadar mı fark eder?"
Sena sırıtarak anneme laf atmıştı. Annem kıkırdadı. Onun aklı bambaşka yerlerdeydi. Hemen yanımdaydı ama aslında aklında kim var biliyordum. Gözlerim sadece ondaydı. Görebiliyordum. Gözleri az önce o adamın gittiği yerdeydi. Annemle aynı hisleri paylaşıyorduk biz. O da ben de olmaması gereken kişilere aşık olmuştuk. Kalbimizi öylece, emanet etmeden vermiştik onların avuçlarına.
"Burası iyi geldi bana sanki. Bahçesi falan çok güzel."
Az önceden beri engellemeye çalıştığım dudaklarım sonunda beni yenmiş ve aşağı kıvrılmışlardı. Biliyordum ki burası değil yanında olduğu kişi ona iyi gelmişti. Anlıyordum anneciğimi. Bu insanın elinde olan bir şey değildi. Ancak uzun sürmeyecekti. Ne olursa olsun eninde sonunda gerçek yüzünü gösterecekti. Sadece annemi en az hasarla çıkarmalıydım bu evden.
Daha fazla dayanamayarak ayaklandım. Annem ve Sena'nın gözleri anında bana dönerken baş ağrımı bahane edip mutfağa gideceğimi söyleyerek ayrıldım yanlarından. O şimdi yalnızdı. Bundan sonra yalnız yakalayabilir miydim bilmiyordum. Bu yüzden en iyisi şimdi konuşmaktı.
İlk mutfağa baktım. İki yardımcı kız, Esin Hanım ve yeğeni Ayça yemeklerle ilgileniyorlardı. Beni ilk gören Ayça olmuştu. Elindeki bıçağı hızla bırakması Esin Hanımın dikkatini çekmiş ve baktığı yere, bana dönmüştü. Ona o adamı sordum. Sorarken Yıldırım Bey demem onun duraklamasına neden olmuştu.
Çalışma odasında bir telefon görüşmesi yaptığını söylediğinde odanın yerini sormuş ve yanlarından ayrılmıştım. Çalışma odası en üst katta, annem ve onun odasının yanındaymış. Annem ve onun odası. Akşamları birlikte yatacakları, sabahları yine birlikte kalkacakları bir yatağın bulunduğu, ikisinin odası.
Mutfaktan çıkıp merdivenlere yönelirken Sena ile göz göze gelmiştik. Annemin sırtı bana dönük olduğu için beni görememişti. Sena annemle konuşuyordu ama kaçamak bakışları bana kayıyordu. Yerinde kıpırdandı. Başımı iki yana sallayıp merdivenlere adımladım.
Basamakları ikişer üçer çıkarken nefes almakta zorlanıyordum. Annemi ondan uzak tutmak için her şeyi yapacaktım. Böyle kolay olmamalıydı. Öylece tutamazdı annemin ellerini. Suçlu değilmiş gibi bakamazdı gözlerine.
Çalışma odasının kapısının önüne geldiğimde içeride birine yüksek sesle konuştuğunu duydum. Onu rahatsız ederim diye düşünmeden hatta rahatsız olması için bile isteye kapıyı çalmadan odasına girdim.
Sırtı kapıya dönüktü. Kapının açıldığını duyduğu anda dönmüştü bana. Telefonda her kiminle konuşuyorsa sözleri yarım kalmıştı. Aklıma anında o kadın gelmişti. Ne halde bilmiyordum. Onlarla ilgili hiçbir habere denk gelmemiştim. Araştırmamıştım.
"Bölüyor muyum?"
Sesim pürüzlü çıktığı için boğazımı temizledim. Kendimi o kadar çok sıkmıştım ki artık sadece başım değil vücudumda her yerim ağrımaya başlamıştı. Hep kendime zarar veriyordum. Olan gene bana oluyordu.
"Hayır tabii ki. Gel, otur."
Telefonunu ceketinin iç cebine koyduktan sonra ahşap, kalın masanın önündeki koyu yeşil, deri sandalyeyi işaret etti. Oturmadım. Onunla hoşsohbete gelmemiştim.
"Yoksa karınla mı konuşuyordun?"
Başımı yana eğdim. Yüzündeki yumuşak ifade yok oldu. Kaşları çatıldı. Onu kışkırttığımın farkındaydım ve bilerek yapıyordum. Onun değiştiğine gram inanmıyordum. Geçmişe baktığımda iyi bir oyuncu olduğuna şahit olmuştum. Sonuçta az kalsın bizi kendine inandıracaktı.
"İnsan sadece tek bir insana aşık oluyor Ferra. Anlamanı beklemiyorum ama unutma. Canan benim ilk ve tek aşkım. Araya ne kadar zaman girerse girsin ya da her ne olursa olsun onun kalbi benim, benim kalbim yalnızca onun."
Ellerimle kulaklarımı kapatmak istedim. Onun anneme olan aşkı da annemin ona olan aşkını da duymak istemiyordum. Zaten görebiliyordum. Aptal da değildim. Anlıyordum ama keşke aptal olsaydım. Razı gelmeyecektim.
"Aşık olman başka bir kadının üzerine annemi getireceğin anlamına gelmiyor!"
Bir adım yaklaştım ona. İtiraf etmesini istiyordum. Eğer kabul ederse gitmemiz daha kolay olacaktı. Annemi bu evden çıkartabilecektim. Evimize gidebilecektik. Eskisi gibi mutlu, huzurlu olabilecektik.
"Asla," O da bana bir adım attı. Öfkelendiğini sadece gözlerinde değil, kasılan bedeninden de konuşmasında da görebiliyordum. "Asla böyle bir şey yapmam ben. Sen Pınarın nasıl bir insan olduğunu bilmeden konuşuyorsun. Ben sadece Canan'ı sevdim. Bu zamana kadar Canan benden uzak durduğu için yaklaşamadım ama artık kimse bize engel olamaz. Değil Pınar, sen bile!"
Pınar... Demek adı buydu. Hiç dile getirmemiştim o kadının adını ama o hemen anlamıştı kimden bahsettiğimi. İnkarına da inanmıyordum! En başında neden karşımıza çıkıp da bizimle öyle konuşmasına izin vermişti o zaman? Neden ona aşık bir kadının ve sevgisine muhtaç bir kızın kalbinin kırılmasına izin vermişti?
"Yalan söylüyorsun!"
Resmen çığlık atmıştım. Biri duyar mı diye endişelenmeden bağırmış ve sırtımı dönmüştüm ona. Bakmak da görmek de istemiyordum onu. O zamanlar yaşadıklarımız aklıma geldikçe, o hisleri yeniden hissettikçe daha çok sinirleniyordum.
"Söylemiyorum! Ben sizi hiçbir zaman bırakmak istemedim! Pınar'ın öyle bir şey yapacağını bilseydim onu öldürür yine de konuşmasına müsaade etmezdim!"
Ellerimi kulaklarıma koydum bu defa. Onu gerçekten duymak istemiyordum artık. Sesi bile incitiyordu kalbimi. O konuştukça bitmeyecek bir yıkım başlıyordu sanki. Kalbimin duvarlarına balyozla vuruyorlardı. En kötüsü de devam ederse ona inanabilirdim. Korkuyordum.
"Ferra, beni hiç dinlemedin sen. Pınar, çocukluğumuzdan beri bana takıntılıydı. Bunun için hastaneye bile yattı. Hastaneden çıktıktan sonra iyi olduğuna inandırdı beni. Biz öylesine bir gece geçirdik ve o yurtdışına gitti. Yıllar sonra annenle tanıştık ve ben ona aşık oldum. Pınar'ı bir daha hiç görmedim. Bir anda oldu her şey. Anneni evden çıkarmak istememin nedeni onun bir çocukla geri gelmesiydi. Korktum! Gidersiniz diye. Canan beni bırakır diye korktum. Ben onsuzluğa dayanamazdım. Ki sonra olanlarla sizi kaybettim. Mahvoldum ama Pınar'la hiç bir arada olmadım. O öyle bir manyaktı ki oğlunun adını bile benim adım koymuştu. Yıldırımı kabul ettim çünkü benim oğlumdu ama Pınar'ı asla. O değil benim yanıma yaklaşmak, bu şehre adımını atamaz! Ben sizi bir kere kaybettim Ferra. Bunun ikincisi olmayacak!"
Hızla ona döndüm. İnanmıyordum! İnanmak istemiyordum ona! İçimde ona muhtaçlığıyla duran kız babasına kollarını uzatıyordu ama ben yapmayacaktım. O benim için bir kere hata yapmıştı. Bir daha ona güvenemezdim. Ya yeniden yaparsa? O kadın değil başka biri çıkarsa? Ona yeniden güvenmem, onu yeniden kabul etmem demek ihanetin ikincisinde bir göçüğün altında kalmam demekti. Nefes alamazdım.
"Sana inanmıyorum!"
Bana bir adım attı. Ben kaçtım. Odasından çıktım. Hırsla çıktığım merdivenlerden korkarak iniyordum. Ellerim ve ayaklarım titriyordu. Dudaklarım yeniden bükülmüştü. Çenem titriyordu. Annem gibi yapamazdım ben. Ona yeniden güvenemezdim. Bir kere yapan bir daha yapabilirdi değil mi? Yapardı. Ona inanamazdım.
Koca ev insan bedenine bürünmüş de elleri boynuma dolanmıştı sanki. Beni boğuyordu. Duvarları üstüme üstüme geliyordu. Merdivenlerin sonunda Sena'yı gördüm. Annem yoktu. Sena'ya bir bakış atıp evin çıkışına ilerledim.
"Ferra."
Bana seslendi. Onu duymazdan geldiğimde kolumdan tutup beni kendine çevirdi. Gözleri beni süzdü. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Benim gözlerim odağını kaybetmişti. Arkadaşımın gözlerine bakamıyordum. Ona anlatamayacak kadar kötü hissediyordum kendimi. Bununla ilgili bir şey söyleyecek olsam ağlayacaktım.
"Ben biraz hava alacağım. Beni idare et."
Kafamı zor toparlamış da ona iki cümle kurabilmiştim. Elini kolumdan sıyırdım ve hiçbir şey almadan çıktım evden. Annem evimiz demişti bu eve ama benim evim değildi. Razı değildim. Olmayacaktım. Kabul etmeyecektim ne bu evi ne de onu. Yeniden inanmayacaktım ona. Baba demeyecektim.
Evden çıktığımda soğuk hava yüzüme vurdu. Üşüdüm. Evde olsaydık bu soğuğa hemen alışırdım çünkü dışarısı ve içerisinin çok bir farkı olmazdı. Annem olurdu evde. Onun sıcaklığı yeterdi bana ama burada yetmiyordu.
Hava çoktan kararmıştı. Karanlıkla birlikte soğuk daha da hissedilir olmuştu. Durmadım. Taşlarla döşenmiş patikada yürüdüm ve büyük bahçe kapısının önüne geldim. Adımlarım kapı açılmadığı için değil onu gördüğüm için duraksadı. Akşamdan kara, havadan soğuk gözleriyle karşılaştı gözyaşlarının yaktığı gözlerim.