Beni kendine çekti. Zaman onun buzullarında dondu. Buzulları arasındaki küçük, ince nehirlerde gezindi gözlerim. Onun en içine bakmaya çalıştım. Kalbinin gözlerine yansıdığı kadarını görmek istedim. Göremedim. Bana yaklaştı ve zaman çarkını sürdürmeye devam etti. Kalbimin göğüs kafesime çarpışı bedenimi titretmeye yetse de sağır olduğum aklımın çığlıkları uğultu şeklinden net bir sese dönüştü.
Refleks olarak tuttuğum kollarından ellerim göğsüne kaydı ve onu ittim. Ona karşı kullandığım güç oldukça zayıftı ama onu durdurmaya yetmişti. Kolları belime sarılı olduğu için bedenlerimiz yapışıktı. Yüzlerimiz arasındaysa birkaç santim kalmıştı.
Ne yapıyordu Allah aşkına! Ben ne yapıyordum! Kafayı mı yemiştim? Kendime bunu yapamazdım! Ben tüm yaşadıklarımı unutup bir adama duyduğum hisleri kabullenemezdim. Ona güvenemezdim.
Hareket etmek yerine sadece gözlerimin içine bakıyordu. Gözlerimin içinde bir şeyler arıyordu sanki. Oysa ona göstermekten korktuklarım bir bir yansımıştı az önce. Görmüş müydü?
Korkuyla sıkıca kapattım gözlerimi. Şayet görmediyse şimdi görme ihtimali vardı. İzin veremezdim. Geriye attığım adımlarla kolları belimden kaydı ve aramıza birkaç adımlık mesafe bırakarak durdum. Onunla aramda hep böyle bir mesafe olsun istiyordum.
Onun bana her dokunuşu, yakınlaşması kalbimin delirmesine sebep oluyordu. Kalbimin ona karşı beslediği duygular azalmak yerine artıyordu. Aklım başımdan gidecek diye korkuyordum. Kendime verdiğim sözleri bir bir yine ben bozacakmışım gibi geliyordu ve bunu istemiyordum. Kim kendine ihanet etmek ister ki? Nasıl yapabilirdim bunu kendime.
Ona kısaca bakıp gerimde bırakarak sırtımı döndüm. Acilin kapısına hızla yürüdüm. Annemin bulunduğu odaya girene kadar büyük bir telaş içindeydim. Odanın içine adımlayıp kapıyı kapattığımda bile nefes nefeseydim.
Sırtımı kapıya yaslayıp sesli bir nefesi koca odanın içerisine saldım. Kalbimde ondan uzaklaştığım için ufak bir burukluk vardı ama dayanılmayacak kadar değildi. Yapmayacaktım. Kesin kararımı vermiştim.
Onun okyanuslarında bir kere akıntıya kapılırsam bir daha kurtulamazdım. Boğulmayı göze alamazdım. Kendimi bile bile ölüme sürükleyemezdim. Onun varlığından kalbim mutlu olsa da ona olan güvenimde hep bir şüphe olacağı için içten içe kendime zarar vermekten öteye gitmezdi. Bu yüzden en iyisi verdiğim karardı. Evet, kalbim acı çekebilirdi ama sonunda o acı dinecekti. Dinerdi. Bilmiyordum fakat tahmin yürütebiliyordum.
Alt dudağımı dişlerimle ezerken verdiğim kararın arkasında durabilecek irademi sorguluyordum. Doğrusu o da bilmiyordu. Bir bilinmezlik girdabının içine sürüklenmiştim.
Başımı iki yana salladım. Lavaboya geçip elimi yüzümü kendime geldiğimi kesinleştirene kadar yıkadım. Bu kesinlik yüzümün birden fazla kez suyla buluşması sonucunda karara kavuşmuştu. Koltukta katlı şekilde duran nevresimleri bozmadım. Üzerimi değiştirdikten sonra nevresimlerin yanına, koltuğa oturdum ve anneme ancak bakabildim.
Geldiğimden beri gözlerim ondan kaçınmıştı. Derdimi annemle paylaşmak istiyordum aslında. O çözüm bulamasa da bana bir sarılırdı, her şey geçerdi. Zihnimi meşgul eden tüm sesler susardı. Daralan ruhum refaha ererdi.
Dolan gözlerimi kırpıştırarak gözyaşlarımı geri itmek istedim fakat çabam boşa gitti ve gözyaşlarım yanaklarımdan çeneme doğru aktı. Neye ağladığımı kestiremiyordum. Duygularımı bastıramaya özen gösteriyordum. Bazen böyle çatlaklardan sızan duygular olabiliyordu işte. Bu gibi zamanlarda da neye ağladığım sonuca ulaşmıyordu.
Yanaklarımı elimin tersiyle silip ayaklandım ve anneme yürüdüm. Başucundaki koltuğa oturup onu izledim. Tüm gece hiç uyumadan. Hareket ettiği zamanlarda yüzünün aldığı acı ifadeyi gördüm. Belli zaman aralıklarıyla sayıklayışını işittim. Ne söylediğini anlayamadım. Elini tuttum nazikçe. Sakinleşti. O uyumaya devam etti ben de onu izlemeye.
Önceden olsa sıkı sıkıya tutardım ellerini ama şimdi canı yanacak diye varla yok arasındaydı tutuşum. Annem elimi bıraksa onu yeniden tutmak için vaktim olmazdı. En çok bundan korkuyordum.
Şöyle düşünüyorum da ne korkak bir kız olmuşum ben! Kibar ama yeri geldiğinde sert, herkese kafa tutan, kimseye güvenmeyen kız içimde bir yerdeydi ancak kaybetmiştim onu. Arasam da bulamıyordum. Ne korkunç bir şeydi benim için! Böyle zayıf bir kıza nasıl dönüşebilmiştim?
Akrep yelkovanı takip etti ve gün ağardı. Gözlerim anneciğimden bir an olsun ayrılmazken aklımdan türlü türlü şey gelip geçti. Hiçbiri kalıcı olmadı. O hariç. Ne yaparsam yapayım onu aklımdan atamadım. Kalbimden sonra aklımı da esir almıştı sanki. Aklımın duvarlarında onun portreleri asılıydı. Nereye dönsem onu görüyordum. Dehşete düşüren kabuslar gibiydi. Burada değildi. Fiziksel olarak onu hissetmiyordum ama o hep yanımdaydı sanki.
Güneş doğduktan birkaç saat sonra annemin gözleri ağırca aralandı. Koltukta yayılan bedenim onun uyandığını görünce kendine geldi ve bulunduğum yerde dikleştim. Hareketlenmemle annemin soluk bakışları tavandan bana döndü.
"Günaydın anneciğim."
Annemin donuk bakışları beni görünce ışıltılarla süslendi. Dudakları kıvrılırken elini ellerim arasından ayırdı ve yanağıma koyup baş parmağıyla okşadı.
"Günaydın canımın içi."
Onun yorgun, kısık sesini duyduğum an gözlerim yeniden yanmaya başlamıştı ama bu sefer dolmasını engelleyebilmiştim. Elimi elinin üzerine koyup avuç içini öptüm.
"Ne zaman geldin? Neler yaptınız Sena'yla?"
Elini yeniden yatağına indirdiğinde kısaca dünü anlattım anneme. Anlattıklarım yüzeyseldi. Sena'yla bir yere oturup sohbet ettiğimizi ve Asif'in yardım istediği projeden bahsettim sadece. Onun adını çok kısa bir an geçirmiştim ama annemden kaçmamış, gülümsemesi biraz daha büyümüştü.
"Ne güzel bir şey yapıyorsun. Seninle gurur duyuyorum güzel kızım benim."
Anneciğimin bana her seslenişi içsel çöküşlere neden oluyordu bende. Ne olduğunu bilmediğim bir şeyler yüreğime yıkılıyordu. Gözyaşlarım taşkına dönüşüyor, kaburgalarıma sığmıyor gözlerime ulaşıyordu.
Alt dudağımı dişlerim arasına aldım ve en sert şekilde ısırdım. Ağzımın içine kanın metalik tadı yayılırken gülümsemeye çalıştım anneme. Boğazımı temizledim. Omuz silktim.
"Bugün kendini nasıl hissediyorsun?"
Titremeye hazır dudaklarımdan birkaç kelime ancak dökülebilmişti. Konuyu değiştirmek istemiştim. Anneme odaklanmamla onun silinen görüntüsü yeniden zihnimde belirsin istemiyordum. Annemin ise bana seslenmesini nasıl engelleyebilirim bilmiyordum.
"Yeni ilaçlara alışmaya çalışıyorum."
Benim gibi o da omuz silkti. Beni geçiştirdiği gözümden kaçmamıştı. Onu uyurken görmüştüm bir kere. Acı çektiğinin farkındaydım. Bugün, doktoruyla yeniden görüşmek istiyordum. Annem bir denek değildi. Hastalığının çaresi var ya da yok. Öğrenmem gereken tek şey buydu. Onun daha fazla acı çekmesini izlemek istemiyordum.
"Günaydın!"
Odanın kapısı çalındıktan hemen sonra içeri iki beyaz önlüklü genç kız girdi. Esmer olan günaydın dileğini enerjisi tüm odayı kaplayacak kadar yüksek sesle söylemişti. Anneme gülümseyerek yaklaşırken ardından genel beyaz tenli genç kız sessizliğini korumuştu.
Onlara gülümsedim ve annemin sol yanağına ufak bir tebessüm kondurup kulağına birkaç işim olduğunu söyledim ve odadan çıktım. Anneme her ne yapıyorlarsa görmek istememiş ve kaçmıştım aslında. Üzerimde siyah eşofman takımım vardı. Bir tek cüzdanımı ve telefonumu almıştım yanıma.
Kapıyı araladığım an yan taraftaki bekleme koltuğunda oturan Akif ayaklanmıştı. Başta onu görmezden gelmek istedim. Vazgeçtim. En azından ona günaydın diyebilirdim değil mi? O adama olan öfkemi başımızı bekleyen adamlardan çıkarmam ne kadar doğruydu?
"Günaydın."
Akif beklemiyor olacak ki bir an duraksadıktan sonra bana doğru yarım adım atıp başını hafifçe eğdi.
"Günaydın Ferra Hanım. Benden bir isteğiniz mi vardı?"
Başımı iki yana sallayıp yürümeye devam ettim. Patronu ne ki çalışanı ne olsun? İnsan olmayı bilmeyen bir adamın çalışanıyla konuşmaya çalışmak benim hatamdı. Karşımdaki insandı ama belli ki patronu onlara sadece bir şey istemek için sesleniyordu.
Kafeteryaya inip kahve aldıktan sonra hastanenin bahçesine çıktım ve hastane girişinin çapraz köşesinde kalan banka oturdum. Oturduğum bank kör noktaya denk geliyordu. Dikkatli bakılmadığı müddetçe giriş çıkışlarda beni kimse göremezdi.
Havanın soğukluğu buraya ilk geldiğimiz günkü kadar hatta belki ondan bile daha soğuktu. Üzerimde kabanım yoktu. Bu da soğuğu daha net hissetmeme sebep oluyordu. Kış yeni başlamıştı ama sanki hiç geçmeyecek gibiydi. Soğuk esinti saçlarım arasından geçip giderken hep benimle kalacakmış gibi hissediyordum.
Onun zaman zaman bana bakarken yakaladığım soğuk bakışları geldi birden bire gözlerimin önüne ve zihnimden dahi artık silemediğim yüzü. O an onu gülümserken çok az gördüğüm aklıma geldi. Hatta belki hiç görmemiştim. Bana gülümserken kaç defa görmüştüm ki onu?
Bakışlarım yarısını içtiğim, soğumaya yüz tutmuş kahveme indiğinde karton bardağı sargılı elimle tuttuğumu ancak o zaman fark edebilmiştim. Dizimin üzerindeki elimi sargılı elimin üzerine koydum. Başparmağım çoktan çıkması gereken bez sargıyı okşadı.
Bir sen varsın sende. Sana sarılan, kol kanat geren bir kendin var. Bunu unutma Ferra. Sen kendine yeten bir kızsın. Kimseye ihtiyacın yok senin.
Cidden ihtiyacım yok muydu? Bazen, çok nadir zamanlarda ben de birinin omuzuna başımı yaslamak istiyordum. Hata mı ediyordum? Bunu istemeye hakkım yok muydu?
"Neden burada bir başına oturuyorsun?"
Onun sesini duydum. Omuzumun üzerine bırakılan kalın, yün kabanla irkildim. Gözlerim şaşkınlıkla kapanıp açılırken az önce yalnızlığıyla yüzleşerek bir çiçek misali solan kalbim can suyunu bularak yeniden açmıştı. Soğuğu engelleyen ve içi sıcacık olan kabana sokulma isteğimi üzerimden atamadım. Bakışlarım ne zaman gelip yanıma oturduğunu bilmediğim adama döndü.
Onun burada ne işi olduğunu sorguladım. Neden ondan kurtulamıyorum? Neden hep yanımda buluyorum onu? Kendime engel oldukça neden daha da varlığını hissettiriyor kalbimde? Neden?
"Neden buradasın?"
Buzullarının arasında okyanustan kalan küçük gölcükler dahi kalmamıştı. Koca bir buz dağını set çekti önüme. Bana bakıyordu. Duygularımı görebildiğine emindim ama ben onunkileri göremiyordum. Gözlerini gözlerimden çekip bacak bacak üzerine attı. Ondaki umursamaz tavrı çok net hissedebiliyordum.
"Kız kardeşim burada tedavi görüyor. Sık sık onu ziyarete geliyorum."
Karşısına bakarken gözleri kısılmıştı. Eğer başka bir kız kardeşi yoksa Han'ın annesinden bahsediyordu. Göksel Hanıma karşı önyargılı olduğum için en önce kendime kızdım. Onun sorumsuz bir anne olduğunu düşünmüştüm ama meğerse hastaymış.
"Geçmiş olsun. Umarım bir an önce sağlığına kavuşur."
İçtenlikle dilemiştim şifa niyetimi. Hastalığını bilerek sormamıştım. Belki söylemek onun için zor olurdu ya da söylemek istemeyebilirdi. Ona kardeşinin hastalığını sormak söylemesi için emrivaki yapmaktı bana göre.
"Teşekkür ederim," Gözlerini yeniden bana çevirdi. "Sorumu hala yanıtlamadın. Neden burada yalnız oturuyorsun?"
Çünkü yalnızım. Ben hep bir başımayım. Annem ve Sena var, evet ama ikisi de bir yere kadar var. Derinlerimde ben hep yalnızım. Önceden olsa buna alışkın olduğum için bir üzüntü hissetmezdim. Yalnızlığımı kabullenmiştim. Fakat şimdi yalnızlığım ne zaman benimle olsa buruk hissediyordum kendimi. Kalbim ait olduğunu savunduğu adamı istiyor ve aklım bunu neredeyse kabul etmek üzere. Yalnızlığım ise ona nasıl alışacağını soruyor bana. Gerçekten isteyip istemediğimi.
Ben de bilmiyorum. Alışabilirim belki. Ya güven? Güvenemem.
"Annem tedavide."
Omuz silktim. Başka ne derim bilmiyorum. Annemin acısını görmeye dayanamazdım. Acı çekiyor muydu onu da bilmiyordum gerçi. Sadece korkmuş ve kaçmıştım. Anneciğime cesaret veremezdim. Onun ağladığını görsem ben daha çok ağlardım. Kıyamazdım ki ben ona. İşten döndüğünde ellerinin yara olduğunu gördüğüm zamanlarda bile ağlayarak krem sürerdim. Güçlü olmam gerektiğinin farkındaydım. Yine de konu annem olduğunda dayamazdım.
"Sana eşlik etmeme izin verir misin?"
Oturduğu yerden kalkıp elini bana uzattı. Önce eline sonra ona baktım. Beklentiyle karşımda duran yüz ifadesinde takılı kaldım. Olumsuz yanıt versem nasıl bir tepki verirdi acaba? İçimde ondan köşe bucak kaçan küçük bir kız varken kabul edemezdim. Aklım bile yeri geliyor kalbimle bir olabiliyordu artık ama o kızı ikna etmek kolay değildi. Belki hiç ikna olmazdı.
Nasıl güvenecekti ki? Ağzından onunla ilgili tek kelime çıksın diye beklediği babası, onunla konuşması için gözünün içine bakan küçük kıza ihanet etmişti. Güvendiği dağı. Korkup kaçtığı çınarı yapmıştı. Bir yabancıya öylesine güvenemezdi.
Sadece yüzüne baktım. Ona yanıt veremedim. Havada asılı kalan eli tepki vermemem karşısında hareket etti ve sargılı elimin üzerindeki elimi tutup beni kendine çekti. Gevşekçe tuttuğum yarısı dolu karton bardak elimden kaydı ve yeri boyladı.
Dudaklarım arasından şaşkınlığımı ifade eden kısık bir nida dökülürken sargılı elim koluna tutundu. Bedenlerimiz arasında yarım adım var yoktu. Dün de yapmıştı. Yine ona çok yakındım. Kalbim yine delicesine atıyordu. Aklım onun yakınlığıyla ne yapacağını bilemeyecek hale gelmişti.
Kabul etmek zordu evet ama kalbim artık onundu. Aşık değildi. Onu seviyordu. O buz gibi bakışlarını, gülümser mi diye bakakaldığı sert yüz hatlarını, sesini, hatta konuşurken kıpırdanan dudaklarını. Her hareketini takip ediyordu gözlerim. Dokunuşundaki kararlılığı hissetmeyi seviyordu bedenim. O kadar çok seviyordu ki beni bıraksa bile saatlerce o dokunuşu hissedebiliyordu.
Kalbimin sesini duymak istemeyerek kulaklarını kapatan küçük kız bir köşede inkar ederek ağlıyordu. 'Yapma' diyordu. Ben de biliyorum. Yapmamalıyım. Hissettiğim tereddütlere rağmen nasıl yapabilirim? Fakat engel olamıyorum. Bir şekilde oluyor. Önce aklım kaybetti verdiği savaşı. Şimdi de ben. Kabullendim. Zorla ya da değil bir önemi yoktu artık.
"Ferra."
Fısıltıdan farksız sesiyle ancak kendime gelebildim. Gözlerinde kalan gözlerimi birkaç defa kırpıştırdım. Ne saçmalıyorum ben Allah aşkına? Ne kabullenmesi?! Kafayı mı yedim ben? Neden böyle yapıyorum?!
İyi ki bana seslenmişti Asif. Yoksa iyice kapılacaktım. Gözlerinde barındırdığı soğuk, tatlı bir uykuya hapsedecekti beni az kalsın. İnanamıyorum! Ben o uykuya razı olmuştum az önce. Kendime inanamıyorum!
Geriye adımladığımda onun yakınlığı uzaklaştı. Başımı iki yana salladım ve hafif esen rüzgarla dalgalanıp yüzüme saçılan saç tellerimi titreyen parmaklarımla zar zor kulaklarımın arkasına iliştirebildim. Hala yapacağım hatanın şokunu atlatamamıştım.
"Benim," Gözlerim onun olmadığı her yerdeydi. Ona bakmaya korkuyordum. Yutkundum. Bir şey söylemeli ve gitmeliydim. Daha fazla onun yanında olmayı istemiyordum. "Benim gitmem gerekiyor."
Varla yok arası sesimle konuşabildim ve hızlı hareket ederek yanından gitmek istedim ama attığım ilk adımla önüme geçerek gelecek adımlarıma set oldu. Başımı kaldırıp da bakmadım ona.
"Bana bak ve neden gitmen gerektiğini söyle."
Güpegündüz ondan kaçıyordum ve bunu dile dökmemi istiyordu. Nasıl söyleyebilirim ki? Sol yana kaydım. Benimle birlikte o da adım attı. Yine önümdeydi. Yenilgiyle nefes verip gözlerimi kaldırdım ve ona baktım en sonunda. Belli ki onunla konuşmadan beni bırakmayacaktı.
"Sen kendini saklayamıyorsun. Gözlerinde görüyorum seni Ferra," Yaklaştı. Az önceki kadar yakındık. Sadece dokunmuyorduk birbirimize. Ben ise hala hissediyordum biraz önceki güçlü tutuşunu. "Hissettiğin tüm duygular orada. Kalbini görüyorum."
Gözlerimi yeniden gözlerinden kaçırmak istesem de yapmadım. Çünkü sözlerini inkar edecektim ve bunun için gözlerimin onda kalması gerekiyordu. Dikleştim. Kaşlarımı çattım. Tam dudaklarımı aralamıştım ki baş parmağını kaldırıp dudaklarımın üzerine koydu.
"İnkarın boşa. Yeterince şey gördüm gözlerinde," Sert hatları yumuşadı. Bu ifadeyi en son yeğeni Han'a bakarken görmüştüm sanırım. Bana daha önce böyle bakmış mıydı? Gülümsediği o kısa zamanlarda bile böyle değildi. "Gözlerimin içine bak ve sen de gör beni. Sana ne söylüyor gözlerim Ferra?"
Sustu. Sessizliğime ortak oldu. Parmağı dudaklarımdan çekildi ve avucunu yanağıma koydu. Avucundan yüzüme sıcaklığı yayılırken gözlerimi kapatmamak için direndim. Asif'in söylediğini yapmak istemeyen tarafımı artık duyamıyordum.
Buz dağlarının ardında sonsuzluğa uzanan okyanusu gördüm. Ne ay vardı ne de güneş ama görebiliyordum. Derinlerine inmem gerekiyordu onun sakladıklarını görebilmem için. Buz kütleleri arasında yürürken ilk defa üşümüyordum. Okyanusun kıyısına gelene kadar cesaretimi toplamak için uğraştım. Ayaklarım buz kütlesi ve okyanusun sınırındaydı artık. Kendimi derin suya bırakmam yetiyordu.
"Ferra?"
Sesini duymayı en son dahi istemeyeceğim kişi adımı seslenmişti. Kendimle cebelleşip de kaybettiğim noktada kendini varlığıyla hatırlatabilecek adamın sesini duymuştum. İhanetle birlikte var olan tüm kötü duygular yeniden benimleydi.
Önce Asif'in gözleri ayrıldı gözlerimden. Bana seslenen adama ilk o baktı. Onun gözlerinin etkisinden çıkmam zor olmuştu. Kendime gelmem için kısa da olsa biraz zaman tanıdım kendime. Bu sürede yan profilini izlemiştim. Bir ressamın ellerinden çıkmışçasına kusursuz hatlarında gezindi gözlerim.
Ona bakmak güzeldi. Güzel bir anda sanki zamanı durduruyordu. O güzeldi çünkü kalbim onu seviyordu.