İşgal

2591 Words
Günler birbirini takip ederken takvim yaprakları yüreğimden sonbahardaki kuru yaprak misali savuruluyordu. Zamana bırakıldığında hallolan çoğu şeye sahip olan ben, yine zamana bırakmıştım yaşananları. Sindirmek için çabalıyordum. Fakat bu defa hallolur mu bilemiyordum. Daha öncesinde de sıkıntılı zamanlar geçirmiştim ben ve bazı zamanlar annemle ikimiz. Olgunlaşmak insanı sessizleştiriyordu zannımca. Sessizdim. Annemin ilaç tedavisi aynı seyrinde devam ediyordu. Ben yeni hayat tempoma biraz daha alışmaya başlamıştım. Çocuklarımla olan diyaloğum eski haline dönmüş ve biraz olsun kendime gelmiştim. Umutsuzluğun kara dibinde değildim en azından artık. Yine de çoğu zaman, işten hemen yanına koştuğum zamanlarda anneciğimin yorgun yüzünü izlerken buluyordum kendimi. Öylece dalıyordum yüzüne. Üstelik bakışlarımı da annemin ona neden baktığımı sorguladığında fark ediyordum. Kafamın içi bomboş oluyordu o anlarda oysa. Düşünce bataklığı bile durgun, berrak bir suya dönüşüyordu. Anneme ne diyeceğimi ağzımdan öylesine fırlayan kelimelerin sonrasında bulabilmiştim. "Merak ediyorum da her geçen gün nasıl böylesine güzelleşiyorsun sen?" Aldığı iltifatın sonrasında yanakları pembeleşir ve gülümserdi canımın içi. Ona takıldığımı düşünüyor olsa gerek bununla ilgili bir şeyler söylemişti ama inkar etmiştim. Ona iyi gelen cümleleri yavaş yavaş zihnimin en önemli köşesine koyuyordum. Canımın içini gülümsetmek beni de en az kendisi kadar mutlu ediyordu. O benim sadece annem değil, arkadaşımdı da. En zor günleri birlikte atlattığım, onunla ağlayıp yine onunla güldüğüm günlerim olan can dostumdu. Annemi çok seviyordum. O benim her şeyimdi. Kapının kenarında bulunan megafondan yükselen zil sesiyle titredim ve kendime geldim. Tek bir noktada kalan gözlerim odağını kaybetti ve etrafına bakındı. Ne zamandır böyleydim? Yatağımın köşesine oturmuş, kucağımda katladığım turuncu, örme kazağımla düşüncelere dalmışım. Beni düşünce bataklığına çeken şey, kucağımdaki kazağı geçen doğum günümde annemin almasıydı. Kendisi benim için bir hediyeyken bir de bunu almıştı bana. O an hem çok sevinmiş hem de çok duygulanmıştım. Bir bez parçasını alamayacak zamanlar yaşamıştık çünkü biz ve birlikte atlatmıştık o günleri de. Kapı zili yeniden çaldığında yatağımdan kalkıp odamdan çıktım ve kapıya ilerledim. Kapı deliğinden kimin geldiğini kontrol ettiğimde canım dostum Sena'yı görmüştüm. Hızla kapıyı açtım ve hiç beklemeden sıkıca sarıldım. Ona o kadar çok ihtiyacım vardı ki! Onu çok özlemiştim. Halbuki görüşmeyeli kaç gün olmuştu? "Canım arkadaşım." Sırtımı sıvazlayan avuç içini hissettiğimde yine aynı an geldi gözümün önüne ve yine aynı hisler kapladı bedenimi. Az önce var olan düşünceler toz oluvermişti. Şimdi o vardı. O. Tek bir temasta neden tekrar düşüyordu aklıma? Sena'dan ayrılıp sıkıntıyla ona baktım. Onunla paylaşmam ve sormam gereken çok şey vardı. Cevap alır mıydım bilmiyorum ama en azından paylaşmak bana iyi gelirdi belki? "Bak sana neler getirdim," Bir adım gerileyerek içeri geçmesi için ona alan açtığımda içeri adımladı ve elinde tuttuğu büyük poşeti kaldırarak görüş açıma soktu. "Annem seni eve girerken görmüş. Canoşumuz için çok endişe ediyor ve seni üzer diye soru sormaya da çekiniyor. O yüzden beni gönderdi ve özellikle tembihledi. Bu yemeklerin hepsi bitecek. Hadi, ben de yemedim. Çok açım! Soğumadan yiyelim." Sena bir yandan konuşuyor, diğer yandan ayakkabılarını çıkarmış ve mutfağa doğru adımlıyordu. Her zamanki enerjik hali üzerindeydi. Konuşmalarında üsteleme olmadığı için sanki basit bir şeyden bahsediyor, geçiştirir gibi konuşuyordu. Boşta kalan eli hiç durmuyor, sürekli havada savruluyordu. Sözlerinin sonucunda üzülmemem için yaptığını biliyordum. Çünkü biz çoğu zaman birlikte güldüysek yine birlikte ağlamıştık. Anne gibi bir de Sena vardı. Ve ben onu tanıyordum. Daha fazla onun ardından bakmayı bırakıp kapıyı kapattım ve peşinden mutfağa ilerledim. Sena, borcamlardan çıkardığı yemekleri tabaklara koyarken ona ancak yetişebilmiştim. Çekmecelerden çatal, kaşıkları çıkarırken Sena da tabakları masaya koydu. İki bardağa su koyduktan sonra masaya döndüm ve birini Sena'nın diğerini benim önüme koyup oturdum. Aslında canım hiçbir şey yiyip içmek istemiyordu ama aynı zamanda sıcak ev yemeklerine hasret kaldığım için yemek için can atıyordum. Ne garip bir ruh hali. Bir süre ikimiz arasında tabaklardan çıkan sesler haricinde ses olmadı. Sonrasında sessizliğe tahammülü olmayan dostum bu sessizliği bozmak için konuşmaya başladı. "Ee, ne var ne yok bakalım?" Öylesine sorduğunu biliyordum. Yemek yerken sessizliği sevmezdi. Benim de ona anlatacağım, birikmişler vardı. Çiğnediğim lokmayı yutup çatalı tabağın kenarına koydum ve bir süre yarısını bitirdiğim yemeğe baktım. Hangisinden başlayacağım belliydi ama nasıl başlayacağımı bilemiyordum. Bana çok uzak şeylerdi. Bu yüzden zorlanıyordum. "Sena," Bakışlarımı ona kaldırdığımda onun gözlerinin bende olduğunu ancak görebilmiştim. "Bir süre önce bir adamla karşılaştım." Sena'nın kıstığı sorgulayan bakışları bir anda aralandı ve parlamaya başladı. Yüzünde kocaman bir gülümseme oluşurken sanki bir anda canlanıvermişti. Onunla böyle bir konu hakkında konuşacağım aklının ucuna bile gelmemişti eminim. "Ne adamı? Kim? İnanmıyorum!" Bakışlarımı ondan çekip ofladım ve yüzüme gelen saçlarımı sıkıntıyla geriye ittim. Ben de bilmiyordum. Yani, neden aklımı bu kadar meşgul ediyordu ki bu adam? Ben böyle bir insan değildim. Etrafımda zaman zaman çok adam olmuştu ama hiçbiri böylesine aklımı işgal etmemişti. Üstelik onunla bir iki cümle haricinde konuşmuşluğumuz da yoktu. Yine de bakışları yetmişti sanırım ve sonra dokunuşları eklenmişti. Onun derin denizleri beni içine çekmişti. Ben yüzmeyi de bilmezdim. Boğulma korkusundan mıydı yoksa onun gözlerine çok bakamayışım? Daha kaç kez karşılaşmıştık ki? "Ferra?" Sena'nın bana seslenmesiyle ona baktım yeniden. Zihnim o adamla dolmuştu çoktan. Adını yenilerde öğrendiğim adam. Asif. "Sena. Sen beni tanıyorsun, biliyorsun. Nasıl oldu ben de anlayamıyorum. Yani ben böyle bir insan değilim." Sözcükleri dudaklarım arasından çıkarken kıvranıyordu sanki. Canım arkadaşıma anlatma çabam boşaydı biliyorum. O zaten beni tanıyordu ama yine de kelimelerime yön veremiyordum. Kendimi açıklama çabam da boşaydı üstelik. "Ferra, canım," Sena'nın eli masanın üzerindeki elimi kavradı ve destek verdiğini göstermek için hafifçe sıkıp bıraktı. "Ben seni çok iyi anlıyorum. Her şeyden önce güven sorunu çıkıyor ortaya. Ne zaman aklına o adam gelse baban aklına geliyordur biliyorum. Korkuyorsun, kaçıyorsun ama bunu kendine yapma. Eğer gerçekten kalbin birine attıysa bırak, kabullen. Herkes baban değil." Herkes babam değil. Buna inanamıyordum. Daha önce de çabaladım ama olmuyordu. İnanmak istiyordum ama 'ya öyleyse' ihtimali beni mahvediyordu. Ben de sevebilir ve hatta beni seven bir adam da bulabilirdim. Kendime izin vermem gerekiyordu sadece, ben de biliyordum ama yapamıyordum. Olmuyordu işte. Onun gözleri geldi yeniden gözlerimin önüne. Asif'in. Buz mavisi donuk gözleri, keskin bakışları. Karşısında kim olursa olsun ipe dizecekmiş gibi. Kaskatı. Fakat olmazdı. Yüreğim ona kayabilirdi. Engel olamazdım belki hislerime ama ben yapmazdım. Yapamazdım. Bir adama hele de tanımadığım bir adama güvenemez, söyleyecek sözlerine inanamazdım. Tüm bunları yapacak olursam kendime, verdiğim sözlere ihanet etmiş olurdum. "Olmaz!" Oturduğum sandalyeden bir hızla kalktım. Geriye kayan sandalyenin ayakları gürültüyle zemine sürtünmüştü. Bir anda ruhum daralmıştı. Ciğerlerime çektiğim nefes yetmiyordu sanki. Telaşlanmıştım. "Ferra, iyi misin?" Kısa süreli adım sesle yanımda sonlandı. Sena'nın eli omzuma dokunduğunda ona döndüm. Konuşamadım. Bir çözüm yolu bulmalıydım. Kendimi ikna etmeli ve bir daha o adamı görmemeliydim. Bu benim için en iyi seçenekti. Ben kendi kendime zor yeterken bir de kendimle çelişemezdim. "Al, biraz su iç hadi." Sena'nın ne zaman uzattığını bilmediğim, içi suyla dolu bardağı elime alıp birkaç yudum içtim. Derin nefes alış verişimin sonucunda sakinleşebilmiştim. Kararımdan memnundum. Kimseyi hayatımda istemiyordum. "Teşekkür ederim." Canım arkadaşım Sena konuşmak yerine sırtımı sıvazladı. Benim için endişelenmiş olmalıydı. Onu telaşlandırdığım için mahcup hissediyordum kendimi. "Masayı kaldıralım mı? Daha fazla geç kalmak istemiyorum anneme." Sena başını aşağı yukarı salladı ve masaya yöneldi. O tabakları ve bardakları tezgaha koyarken ben de hızla yıkadım. Dağıttıklarımızı temizledikten sonra açtığım pencereleri kapatıp perdeleri çektim. Annem olmadan bu küçük ev bile kocaman, bomboş geliyordu bana. Onu burada, yeniden evimizde görmek için can atıyordum. Onun sesiyle doluyordu bu ev. Kapıyı çalmak ve annemin açmasını istiyordum ya da içeri girdiğimde mutfaktan çıkıp beni karşıladığını görmek istiyordum. Her yerde her anımda anneciğime hasrettim. Odamdan kıyafetlerimi koyduğum çantayı alıp kapıya ilerledim. Sena beni orada bekliyordu. Kapının önüne geldiğimde ayakkabılarımı ve montumu giyip tam kapı koluna uzanmıştım ki Sena'nın el buna engel olarak kolumu tuttu. Ona döndüğümde dudaklarını araladı ve yeniden kapattı. Bir şey söylemek istiyor ama biraz çekiniyor gibiydi. Ona karar vermesi için süre tanıyarak sessizce bekledim ve sonunda konuşmaya başladı. "Ferra, canım arkadaşım seni çok seviyorum. Yaşadıklarını anlattığın kadar bilsem de hissettiklerine birebir şahit oldum ben. Babanın sende bıraktığı izlere çoğu kez şahit oldum. Bana güvenmen bile çok uzun zaman aldı, farkındayım. Ama bu hayat böyle geçmez canım bak. Bu senin hayatın. Kendine haksızlık etmeyi bırak. Hayatını yaşa. Lütfen, artık mutlu ol Ferra!" Gözlerim yanmaya başlamıştı. Elimde sıkıca tuttuğum çantam zemine düşerken ona sıkıca sarıldım. Sözlerinde art niyet aramıyordum çünkü Sena öyle bir değildi ve beni düşündüğü için bu sözleri sarf ettiğini biliyordum. Gözyaşlarım yanaklarıma dökülürken Sena sırtımı sıvazladı. Kısa süre sonra birbirimizden ayrılırken yanaklarımı elimin tersiyle sildim. Her ne kadar sözlerinde haklılık payı olsa da isteklerini gerçekleştiremeyeceğimi biliyordum. Kendi içimde aşamadığım duvarların ardındaydı istedikleri. Yine de bir şey demedim. Sessizliğimizin içinde ayrıldık evden ve sonra birbirimizden. * Hastaneye ulaştığımda hızlı adımlarla annemin yanına çıktım. Bazen, anneciğim ve hastalığı zihnimi meşgul ettiğinde yüreğimde inanılmaz bir acı beliriyordu. Aldığım nefesler bedenime ateş olup giriyordu sanki. Nefesimi tutuyordum ama bir zaman sonra bayılacak gibi oluyordum bu nedenle nefes alışlarıma engel olamıyordum. Bu acı böyle devam ediyordu. Taki annemi görene kadar. Şimdi de yine o acı içimi yakıp kavuruyordu. Adımlarımın hızı, asansörün önünde sabırsız bekleyişlerim.. Hapsi annemi bir an önce görebilmek içindi. Canımın içini görmeli ve iyi olduğundan emin olmalıydım. Annemin kaldığı odaya geldiğimde tam kapı koluna uzanmıştım ki bana fırsat verilmeden kapı içeriden başka biri tarafından açıldı. Bakışlarım dışarı çıkacak olan kişiyi merakla beklerken görüş alanıma annemin doktoru Çetin girdi. Çetin doktorun gözleri gözlerimle buluşurken beni karşısında görmeyi beklemediğini açıkça belli etti başta ama sonra toparlandı ve yüzüne zoraki bir tebessüm oturttu. "İyi akşamlar Ferra Hanım." Ona karşılık olarak ben de nezaketen gülümsedim ve başımı salladım. Onu gördüğüm bir nevi iyi olmuştu aslında. Tam annemin durumunu sormak için dudaklarımı aralamışken bana engel oldu ve yeniden konuştu. "Müsaitseniz odamda biraz konuşmak istiyorum." Teklifin hemen kabul edecekken elimde hissettiğim çantamla bakışlarım oraya kaydı. Önce çantamı odaya bırakmalı, anneme bakmalıydım. Sonra konuşabilirdik değil mi? "Çantamı odaya bıraktıktan sonra görüşsek uygun olur mu sizin için?" Elbette ki kimse benim keyfimi bekleyemezdi. Çetin Bey her şeyden önce bir doktordu ve hastası sadece annem değildi. Onun için hastaları öncelik arz ederken benim için de annem önceydi. Konuşabilir ve ikimiz için de uygun bir zamanda karar kılabilirdik. Sonrasında ne konuşmak istersen oturur konuşurduk. "Uygun. Sizi odamda bekliyorum." Çetin doktoru başımla onaylarken o çoktan yanımdan ayrılmıştı. Ben de daha fazla vakit kaybetmeden odaya girdim. Sessizce adımladım odanın içerisinde. Elimdeki çantayı koltuğun köşesine, zemine bıraktıktan sonra anneme döndüm. Uyuyordu. Yine. Ama nefes alış verişleri bile bana yetiyordu. Ki bu nefesleri ağzına takılan oksijen maskesinden alıyor olsa bile. Sıkkın bir nefes alıp yüzüme dağılan saçlarımı geriye ittim. Herhangi olumsuz bir anda nasıl davranmam gerekiyor bilemiyordum. Bunu düşünmek bile istemiyordum. Annemin ağzını ve burnunu içine hapseden o maskeyi ne zaman görsem bu sorun aklıma işgal ediyordu. Soğukkanlı davranabilir miydim, hiç zannetmiyordum. Gözlerimi hasta yatağında yatan anneciğimden çekip dolan gözlerimi sıkıca kapattım. Şimdi ağlamanın sırası değildi. Neden ağlayacaktım ki zaten? Annem iyi olacaktı. Ona en iyi şekilde bakılıyordu sonuçta. Odada daha fazla kalmayarak koridora çıktığımda Mehmet'le karşılaşmıştım. Elinde kahve bardağıyla karşımdaydı. Onu geldiğimde görmememin nedeni buydu demek. "İyi akşamlar Ferra Hanım. Bir şeye mi ihtiyacınız vardı?" Akif'in de Mehmet'in de ne kadar özveriyle çalıştığına zaman geçtikçe şahit olmuştum. Sanki kendi anneleri gibi davranıyor, en az o kadar çok değer veriyorlardı anneme. Onlarla arama mesafe koymayı ben tercih etmişken annem çok iyi anlaşıyordu ama benim için böylesi daha iyiydi. Sonuçta onlar her ne kadar bizim yanımızda olurlarsa olsunlar o adama çalışıyorlardı. "Hayır, Ben Çetin Beyin yanına gidiyorum." Mehmet anladığını belli edercesine başını sallarken yanından ayrıldım ve bir alt kattaki Çetin Beyin odasına doğru ilerledim. Müsait bir zamanda ben de onunla konuşmak istemiştim fakat düzenim ancak kurabiliyordum. Onunla karşılaşmak ve konuşmak istemesi benim için de iyi olmuştu. Çetin doktorun odasının önüne geldiğimde siyah üzerine altın yaldızlarla yazılan Çetin Beyin adına ve unvanına takıldı bakışlarım kısa süre. Daha fazla vakit geçirmek istemeyerek kapıyı çaldım ve içeriden onay alarak kapıyı araladım. Çetin doktor elini çenesinin altına koyarak bilgisayarındaki bir şeyi gözlerini kısarak inceliyordu. Ciddi ve odaklanmış yüz ifadesi beni fark edince değişti ve bilgisayardaki ilgisini bana yöneltti. "Lütfen oturun." Eliyle işaret ettiği yere, masasının önünde sade krem rengi siyah demirli deri sandalyeye oturdum. Gözlerimi Çetin doktordan ayırmıyordum. Sarf edeceği her sözcük benim için çok önemliydi. Cümlelerinin olumlu olması için içten içe dua ediyordum. "Ferra Hanım. Geldiğiniz ilk günden beri asistanlarım ve ben büyük bir çabayla annenizle ilgileniyoruz. Yaptığımız tetkikler sonucunda verdiğimiz ilaçların başarılı bir sonuç alacağını düşünerek başlamıştık ki başta her şey çok iyiydi. Anneniz her ne kadar acılı bir süreçten geçiyor olsa da durumu iyiye gidiyordu. Hatta bugün sizinle bu güzel haberi vermek için konuşacaktım ama." Bir anda, yarıda kesmişti cümlesini Çetin doktor. Kaşlarım çatıldı. Kalbim benzersin bir acıyla kıvranmaya başlarken soluğum kesildi. "Ama?" Kelimeler fısıltıyla çıkmıştı dudaklarım arasından. Devam etmesini istiyordum. Devam etmeli ve her şeyi anlatmalıydı. Konunun tamamını öğrenemezsem ölecektim sanki. "Beklenmedik bazı semptomlarla karşılaştık. Asistanlarımla tüm gün bunun üzerinde çalışmalar yürüttük. Annenizi şu anda uyutuyoruz. Bu defa daha ağır ilaçlarla tedaviye yeniden başlayacağız fakat bu tedavinin sonucunda hastanın iyileşme oranı oldukça düşük. Süreç muhtemel üç ay sürecek. Bu süreçte her şeye hazırlıklı olmanızı istiyorum. Biz elimizden geleni yapacağız. Fakat bu süreç sadece doktorlar ve tedaviyle ilerleyemez. Annenizin morale çok ihtiyacı var. Yanında olumsuz hiçbir şeyin yaşanmadığına emin olun." Annem. Anneciğim. Nasıl olabilirdi? Nerede hata yapılmıştı? Hata var mıydı? Neden böyle olmak zorundaydı? Neden benim annem? Ayağa kalktım. Daha fazla dinlemeye tahammülüm yoktu. Çetin Beye dikkatli olacağımı ağzımın içinden söylerken odasından çıktım. Başım dönüyor, midem bulanıyordu. Açık havaya ihtiyacım vardı. Bulunduğum koridorun beyaz, parlak duvarları üzerime üzerime geliyordu. Hastanenin bahçesine çıkmak için attığım her adımda bacaklarım eriyordu sanki. Adım atıyordum, ayaklarım zeminle buluşuyordu ama hissedemiyordum. Zihnim algılarını kaybetmişti. Merdivenleri nasıl indim, bahçeye nasıl çıktım bilmiyorum. Her şey çok bulanıktı. Açık havaya çıkmanın verdiği ferahlık bedenime ulaşamıyordu. Ne yapacaktım? Anneme nasıl belli etmeden devam edecektim? Yine de düşük de olsa iyileşme ihtimali vardı değil mi? Peki neden olumsuz olasılık daha yüksekti? Hastanenin bahçesinde biraz yürüdüm. Koskoca alan küçücük kalmış da beni hapsetmişti içine sanki. Başımı kara göğe kaldırıp derin bir nefesi ciğerlerime çektim. Yanaklarıma süzülen gözyaşlarım boğazımdan aşağı iniyordu artık. Ayın dahi kaybolduğu gökten medet umdum. Fakat biliyordum ki boşa bir çabaydı. Bu zamana kadar yardımını istediğim ve her seferinde daha da beter duruma düşüren kara gökten bunu istemem yanlıştı. Hastanenin surlarına geldiğimde avucumu yaslayıp sıkışan yüreğimi yatıştırabilmek için avucumu göğüs kafesime bastırdım. Gözyaşlarım durmaksızın akarken hıçkırıklarım da eklenmişti artık. Hep sessiz olurdu ağlayışlarım da hıçkırıklarım da. Dikkatli bakılmasa anlaşılmazdım. Ellerimi gözlerime kapattığımda bu defa omuzumu sura dayayarak ayakta kalabilmiştim. Çetin doktorun odasından buraya yürümeyi nasıl başarabilmiştim anlayamıyordum. Yüreğim anneme koşuyordu ama bedenim canımın içinden de ondan da kaçmak istemişti. Dayanamıyordum. Annemi kaybetme korkusu öylesine işlemişti ki bedenime zapt edemiyordum. Vücudum her bir hücresine çaresizlik ilmek ilmek işlenmişti ve titremesini durduramıyordum. Ellerimi gözlerimden indirip burnumu çektim. Bakışlarım tuğlayla örülmüş çıkıntılı surda kalmıştı. Gözyaşlarım yanaklarıma akmaya devam ederken yumruk yaptığım sol elimin yan kısmını duvara bastırdım. Duvar boyu ilerleyen adımlarımla birlikte elim sura sürtündü. İçimdeki acının kavrukluğu bedenimde hissettiğim acının yanığıyla ger planda kaldı bir süre. Ruhumu saran sarmaşık elimin her duvara sürtünüşünde kurudu yavaşça. Ruhumda hissettiğim açıya fiziksel acım eklendiğinde boşta kalan elimle dudaklarımı kapattım. Acıyla inleyen bedenimden boğuk, kısık bir ses çıkmıştı. Yine de yapmaktan vazgeçmedim. Fiziksel acıyı çekmek çok daha iyiydi. Sadece ruhumdaki acı değil, zihnimin işgali de azalmıştı. Fakat acım katlanmıştı. Sonunda, biraz olsun sakinleşebildiğimde annemin yanına dönme cesaretinde bulunabilmiştim. Yeniden hastaneye dönmüştüm. İstemeye istemeye atıyordum adımlarımı. Alışmalıydım. Alışmazsam her defasında yıkılacak ve sonunda kendimi toparlayamayacaktım. Annem ne olacaktı o zaman? Unutma Ferra! Senden önce annen. Unutma, hep hatırla! Nefes alış verişlerim sıklaşırken gözlerim yeniden dolmuştu ve kendimi tutamamış, hastanenin giriş kapısının önüne geldiğim an yeniden ağlamaya başlamıştım. Neden? Neden benim annem olmak zorundaydı? Neden çektiği onca çileden sonra mutlu olamıyordu? Neden benim annem? "Ferra?" Adımlarım duraksadı. Zeminde olan bakışlarım yukarı kalktı ve buz gibi esen rüzgarla yüzüme dağılan saçlarımın arasından onu gördüm. Yine en kötü anımda karşımdaydı. Bu defa birbirimizi tanıyorduk. İsimlerimizi biliyorduk ve bana seslenmişti. Günlerdir zihnimi fetheden adam adımla seslenmişti bana.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD