Tutunmak

2652 Words
Saç diplerimden tırnaklarıma kadar sızlıyordum. Atacağım adımlar ne kadar sağlam olurdu meçhul. Yüreğim sessiz çığlıkları barındıran gözyaşlarına boğulmuştu. Uçsuz bucaksız kara göğün altında eziliyordum sanki. Aldığım nefesler göğsüme batıyordu. Onun sesini duydum, gözlerim gözleriyle buluştu. Yüreğimde ağıt duruldu. Nefes aldım. Fakat, tüm bunlar ondan kaçma isteğimi bastıramadı. Keşke diye sayıkladı zihnim. Keşke onu hiç görmeseydim. "İyi misin?" Aramızda metreler varken santimler kalmıştı. Ne zaman yanı başımda bitmişti anlayamamıştım. Oysa gözlerim ondaydı. Onun geceyle koyulaşan gözlerinden bir an olsun çekememiştim gözlerimi. Aldığım kesik nefes ciğerlerimde ince bir sızı oluşturdu. Sorduğu soruya yanıt vermek istiyordum. Ona iyi olduğumu söylemek istiyordum ama sanki dudaklarımı aralasam yine karşısında ağlayacakmışım gibi hissediyordum ve bu isteyeceğim son şey bile değildi. Onun karşısında daha fazla zayıf görünmek istemiyordum. Başımı usulca salladım ve gözlerimi gözlerinden çekmeyi başarabildim sonunda. Ciğerlerime çektiğim nefes vücuduma ağır gelirken bir yere oturma isteğim her dakika artıyordu. Ona tek kelime etmeden yanından geçtim. Attığım adımlarım boşluğaydı sanki. Bir an yer altımdan kaydı ve başım döndü. Düşecek gibi olduğum anda ellerim tutunacak bir yer aradı. Onun güçlü parmakları omuzlarımdan kavradı beni. Ellerim refleksle onun kollarına tutundu. Beni tutan parmakların kime ait olduğunu biliyordum, bakmama gerek yoktu. "Ferra?" İsmimi fısıldadı kulağıma. Sıcak bir yaz gününde esen ılık, tatlı bir meltem gibiydi nefesi. Bana çok yakın olmasına rağmen çok uzaklardan işitmiştim sesini. "Biri buraya baksın!" Başımı kaldırıp ona baktım. Gözlerim açıktı. Bayılmamıştım. Görebiliyordum ama idrak kabiliyetimi kaybetmiştim. Etrafıma yaklaşan kalabalığı görmezden gelerek kendimi dinledim. Nefes alış verişlerim sakindi. Ağzımın içi kuru bir çöl gibiydi. Kalbim alabildiğine hızlı atıyordu. Ayaklarım yerden kesildiğinde iç çektim. Buz mavisi gözler gözlerimi bulduğunda buğulu gözlerimden taşan gözyaşlarına şahit oldu. Kaşları çatıldı. Neden bu halde olduğumu sorgularcasına baktı yüzüme. Bir şey demedim. Diyemedim. Ne kadar da saçmaydı şu anki halimiz. Birbirimizi göreli, isimlerimizi öğreneli, tanışalı kaç gün oluyordu şunun şurasında? O, aksi gibi her defasında gözyaşlarıma şahit olmuştu. Hep aynı soruyu sormuştu bana. 'İyi misiniz?' O anlar yeniden zihnimde canlandı. 'İyi misin?' Halimi bilmiyordu ama yine de sormuştu. O adamın yapmadığını yapmıştı. Yıllar sonra ona gittiğimde bir kez olsun sormamıştı. Aklından geçmiş miydi ona bile şüphe ederdim. Fakat kucağında olduğum adam, beni daha tanımadan ilk gördüğü anda sorduğu tek soru bu olmuştu. Belki onun için bir anlamı yoktu. Benim için çok şey ifade ediyordu. Ondan uzaklaşmak istedikçe daha da yakınımda bulmuştum yine onu. Asif'i. Bir sedyenin üzerine oturtulduğumda ancak gözlerimi ondan çekebilmiştim. Ayaklarım sedyeden aşağı sarıyor ama yere değmiyordu. Hemen yanımda hareketlilik oluştu. Sol elim ince bir el tarafından tutulduğunda parlak zeminde olan gözlerim elime çıkmıştı. İlk başta anlam veremedim. Sol elimin büyük bir kısmı kıpkırmızıydı. Kandı. Burnuma demirin keskin kokusu geliyordu. Az önce yaptığımın sonucunda hissettiğim acıdan kalan iz buydu demek. Midem bulanıyor ve hatta başım dönüyordu. Sessizliğimi korumaya devam ediyordum. Kusacak gibiydim ama kusmayacağıma da bir o kadar emindim. Sonra annem yeniden aklıma geldi. Can parem bir gün belki de bir anda hiç var olmamış gibi benden gideceği. Kalbim korkuyla kasıldı. İpin ucunu kaçıran gözyaşlarım yeniden akmaya başladı. "Canın mı yanıyor?" Gözlerim tanıdık sesle ona döndü. Yüzü hemen yüzümün ilerisindeydi. Dizlerimin önüne çökmüştü ve ben onu yeni fark ediyordum. Elime bastırılan pamukla ince bir sızı kapladı elimi ve hatta kolumu. Elimin titrediğini hissedebiliyordum. Anlık acı ile gözlerimi sıkıca kapatmıştım ama yine de ses çıkarmamıştım. Bile isteye sessiz kalmıyordum. Onu görmeye dayanamıyordum. Sesini duymaya da aynı şekilde. Hem neden bu kadar ilgili yaklaşıyordu bana onu da anlamış değildim. Neden yanımdaydı? Niye her seferinde gözyaşlarıma omuz olmaya bu kadar gönüllüydü? Biz yeni tanışmıştık ama aynı zamanda birbirimizi hiç tanımıyorduk. Kazağımın eteğini sıkı sıkıya tuttuğum sağ elimin üzerinde büyük, soğuk bir el hissettiğimde gözlerimi açmış ve elin sahibine bakmıştım. "Acı hissediyorsan söylemelisin. Konuş ki insanlar anlasın." Hislerimi tarif edebilecek kelimeler bulsam konuşurdum elbette ama duygularıma uygun cümleler kuramıyordum. Acıdan harfler havada uçuşuyordu ve tek heceli kelimeler dahi kuramaz hale geliyordum ben. O nereden bilebilirdi ki? Titreyen dudaklarımı birbirinden ayırdığımda dudaklarım arasından giren hava yakıcıydı. Ağzımın içindeki kuruluk keskinleşti. Onunla konuşmak istedim. Gitmesini söylemem gerekiyordu. Onu daha fazla yanımda ya da yakınımda istemiyordum. Onunla her göz göze gelişimizde ya da ne zaman bana dokunsa kalbimin patlayacakmış gibi atmasına katlanamıyordum. Zihnim onca şeyin arasında kulaklarıma ondan uzaklaşmam için bağırırken kalbim tam tersini istiyordu ve arada kalan ben çaresizlik içinde boğuluyordum. Kendimle çelişmek isteyeceğim en son şey bile değildi. Söyleyemedim. Konuşmak için sesimi aradığım sırada elimle ilgilenen hemşirenin dışında gelen başka biri sağ elimi Asif'in elinden kurtarıp serum iğnesini elime yaklaştırdı. Sorgusuz sualsiz takacaktı elime. "Ufak çaplı panik atak geçirmişsiniz. Sakinleştirici vereceğiz. Bu gece burada istirahat edin." Yeni yeni düzene soktuğum nefes alış verişlerim yine bozulmuş ve sıklaşmıştı. Olmaz! Olmazdı. Olamamalıydı! Benim annemin yanında olmam gerekiyordu. Böyle saçma bir şey yüzünden koskoca bir gece annemden uzak mı kalacaktım yani? Saçmalık! "Hayır!" Bağırmak için çabalasam da boşa güç kullanmıştım çünkü sesim fısıltıdan farksızdı. Sağ elimi hemşirenin elinden çektim. Sol elimi bırakan hemşireyle oturduğum sedyeden kalkmak için hareketlendim. Böyle olmamalıydı. Kendimi bu hale getirmeyi nasıl başarmıştım? Annemi istiyordum. Utanmasam küçücük çocuklar gibi annem için ağlayabilirdim bile ki bunu az önce yapmıştım. Sadece dile getirmemiştim o kadar. Sessiz gözyaşlarımı kimse anlayamamıştı. "Hayır!" Dudaklarım tek kelimelik olumsuz cümleler fısıldarken kısa bir süre önce bedenimden ayrılan eller yeniden omuzlarımdaydı. Sıkıca tutmuştu beni ama incitmiyordu. Ondan kurtulmak için omzumu silktim. "Önce biraz sakinleş!" Başımı hızla iki yana sallarken oturduğum yerden kalkmak için yeniden atakta bulundum fakat yine başarısızdım. Onun gücüyle benim kuvvetim bir değildi. "Ferra," Adımı yine onun sesinden duymuş olmak tüylerimi diken diken yapmış, kalbimin atışını hiç yoktan daha da hızlandırmıştı. Onun uzaklaşmasını istiyordum. Ben, bu zamana kadar kimseye güvenmemiş, Sena haricinde derdimi kimseye anlatmamışken hiç tanımadığım bir adama sırf kalbim onun için hızlandı diye derdimi ona dökemezdim. "Bana ne olduğunu anlatırsan sana yardım ederim. Söz. Ne istersen yaparım. Ama önce anlat." Duraksadım. Gözlerim yeniden gözlerine tırmandı. Alacağım tek nefesi kesik kesik iki defada zor alabilmiştim. Bu zamana kadar bir başımaydım. Her zaman bir çözüm bulmuştum. Yine bulurdum. Onun yardımına ihtiyacım yoktu. Sadece beni yalnız bırakmalıydı. Hem nasıl anlatabilirdim ki ona? Anneme gitmek istediğimi nasıl söyleyebilirdim? Şimdi anlatmamı istiyorsa sonrasında sorular sormaz mıydı? Bir kere insanlara çizdiğim çizgiden geçmesi için tolerans tanırsam devamı gelmek miydi? Ben ona içimi dökemezdim. Kalbimle aklımın savaşı buraya kadardı. Aklım verdiği savaşta galip gelmişti. Başımı iki yana salladım. Derin bir nefes alıp sakinleşmek için kendime uzun sürmeyen bir zaman tanıdım. Omuzlarımdaki ellerini tutarak indirdim. Belki sakinleştiğimden emin olmasa tutuşunu sıkılaştırır yine de beni bırakmazdı ama bırakmıştı işte. "Git." Ve sonunda söyledim. Onunla karşılaştığımdan beri söylemek istediğim tek kelime dudaklarım arasından çıkmıştı. Ona sarf ettiğim kelimeyle boğulacak gibi hissetmiştim. Kıstığı gözleri katılaştı. Kesin bir tavır takındı. "Seni böyle bırakamam." Ona söylediğim bir kulağından girip diğer kulağından çıkmış gibiydi. Başını iki yana sallayarak konuşmuştu. Ben gideceğini zannederken sözümü yok saymıştı. "Git." "Hayır!" Kesin bir dille reddetti. Şaşırmıştım. Ondan böyle bir tepki beklemiyordum açıkçası. Bu nedenden olacak ki hiçbir şey söyleyememiştim. Hiçbir söz bulunmaksızın ona bakakalmıştım. Bu zamana kadar kime git dediysem gitmişti. Bir Sena kalmıştı yanımda. Şimdi ise o yanımda kalmak istiyordu. Yine de o Sena değildi. Ben tek dostumla yıllarımı geçirmemiştim. Birkaç defa karşılaşmıştık sadece karşımda durup keskin gözlerinin parladığı adamla. Bir anda kabullenemezdim onu ama gitmiyordu da. Ne yapacaktım? "Tamam, bana ne olduğunu anlatma. Seni güvenle evine bırakayım. Olur mu?" Beni istesem de evime bırakamazdı çünkü o evde annem yoktu. Annemin olmadığı ev benim evim olamazdı. Benim canımın içi neredeyse benim evim orasıydı. Annemsiz yapamazdım. Onun yokluğu beni bitirirdi. "Canın çok mu acıyor?" Canım sadece acımıyor. Etimi kemiğimden lime lime ederek koparıyorlardı. Onun olmama ihtimali ruhumu yakıp yok ediyordu. Ben annemsiz yapamazdım. Allah'ım bu nasıl bir sınav?! Asif'in ince kemikli parmakları yanaklarımı bulduğunda titreyerek daldığım düşüncelerden sıyrıldım ve kendime geldim. Zemine inen gözlerim yeniden onun buz gibi gözleriyle buluştuğu sırada başparmakları yanaklarımı okşadı. Gözyaşlarımın bıraktığı izleri sildi. "Beni eve götüremezsin." Onun dokunuşları beni sakinleştirdi ise de sesim titrek çıkmıştı. Her an ağlamaya hazırdım hala. Beni anlamak ister gibi çattı kaşlarını. En azından ben buna yordum. "Neden?" Alt dudağımı dişlerim arasına aldım. Ona söylemekte zorlanıyor olsam da beni bırakmayacağını anlamıştım. Yani, aklım kazansa da yine kalbimin istediği oluyordu. "Annem burada." Kelimeler ağzımdan zoraki çıkmıştı. Sessizleşti. Gözleri gözlerimden bir an olsun ayrılmamıştı. Sanki en derinleri görmek ister gibi bakıyordu bana. O görmek isteyebilirdi ama ben buna izin vermezdim. "Tamam, seni onun yanına götürmemi ister misin?" Onun gelmesini istemiyordum. Bu... Ona çizdiğim sınırın bir anlamı kalmadığı anlamına gelirdi. Ayrıca ben gidebilirdim. Kimsenin yardımına ya da kimseye ihtiyacım yoktu. Bu zamana kadar sırtımı kimseye yaslamamıştım. Her düştüğümde kimseden elini uzatmasını beklememiştim. Yani, gerek yoktu. "Ben giderim." Asif sessiz kalırken sedyeden sarkan ayaklarımı zeminle buluşturdum ve yavaşça kalktım. Buna rağmen başım dönmüş ve sendelemiştim. Eğer onun elleri yine bedenimi tutmasaydı düşecektim. Bilincim bir anda bulanıklaşmıştı. Gözlerimi birkaç defa kapatıp açtığımda ancak kendime gelebilmiştim. Çok yorgun hissediyordum kendimi. Vücudum titriyordu. Annemin yanına gidene kadar dayanabilirsem iyi olurdum. "Seni annenin yanına götüreceğim. Nerede olduğunu söyle." İstemesem de onun yardımı olmadan anneciğimin yanına gidemeyeceğimin farkındaydım. Az önce onun yaptığı gibi sessiz kaldım. Bir nevi kabul etmiştim. İçten içe büyük bir çatışma içerisindeydim. Aklım onun yakınlığına katlanamıyor, beni sıkı sıkıya tutan adama çizilen her sınırı geçişine dayanamıyor ve beni huzursuz ediyordu. Kalbim ise keyifliydi. Hatta daha fazlasını istiyordu. Ben ise ikisi arasında kalarak çok fazla yıpranıyordum. Onunla birlikte uzun koridorda çıktığımızda omzumu tutan eli belime indi ve ona daha da yaklaşmıştım. Ondan ayrılmak istesem de o olmadan yürüyebileceğimi sanmıyordum. Bu mecburiyet beni çıkmaz sokaklara atıyordu. Sessizliğim sürerken içinde bulunduğum duruma katlanabilmek için sağ elimi yumruk yapıp sıktım. Birkaç kişinin bulunduğu asansöre bindiğimiz sırada yansımamızı barındıran aynada takılı kaldı gözlerim. Yüzüm solgun, gözlerim ağlamaktan şişmiş, saçlarım dağılmıştı. Benim bu harap halimin yanında o jilet gibiydi. Alnım çenesine ancak geliyordu. Gözlerimi kaldırıp keskin çehresine baktım. Onun bakışları sac kapıdaydı. Yüz ifadesi çok katı ve soğuktu. Gözleri dikkatle karşısındaki kapıya bakıyordu. Dudakları düz bir çizgi halindeydi. Onun bakışlarından belli başlı ilkelere sıkı sıkıya bağlı olan biri olduğu anlaşılabilirdi. Yanına kolay kolay kimse yaklaşamazdı. Ben nasıl ona böylesine yakın olabilmiştim anlam veremiyordum. Ona yakalanma korkusuyla kaçıştı gözlerim. Onun gözleriyle karşılaşmak istemiyordum. Onunla ne zaman göz göze gelsem çok garip hissediyordum ve bu beni daha da rahatsız etmeye yetiyordu. Her katın nereye ait olduğunu söyleyen asansörün hoparlöründen gelen ses olmasa bulunduğumuz ortam sessizliğe gömülebilirdi. Asansörün hoparlörüyle hareket eden insanlar duran her katta değişiklik göstermişti. Asansörün kapıları yeniden açıldığında çıkışına adımladım. Asif hareketlenmemi beklemiyor olacak ki başta hareketleri dengesizleşti ama sonrasında bana ayak uydurdu. Asansörde beklediğimiz her anda ayaklarımın uyuştuğunu ancak attığım adımlarda fark edebilmiştim. "Ferra?" Tanıdık sesle sarsak adımlarım duraksadı ve zeminde olan bakışlarımı kaldırdım. Her hareketimde vücudum daha da yorgun düşüyordu sanki. Kızıl saçları özenle geriye taranmış, yeşil gözleri merakla Asif ve ben arasında gidip geldi. Karşımda duran, bana seslenen adam Levent Beydi. Asif ve benim şu anki yakın temasımız yanlış anlaşılmaya müsaitti ve ben ondan uzaklaşamıyordum çünkü halim yoktu. Adımlarımı ileriye atmakta dahi zorlanıyordum az önce. "Siz, ikiniz?" Gözlerimi sıkıca kapatıp soluklandım. Levent Beyin bana yakınlaşma çabalarının gördüğü manzarayla neden başarısız olduğunu pekiştirdiğini gözlerinde görmüştüm. Düşündüğüm gibi yanlış anlamıştı. Şayet bu kadar halsiz olmasam ona açıklama yapabilirdim. "Levent, merhaba." Daha ben konuşmadan Asif sözü devralmıştı. Ona durumu açıklamasını bir yandan isterken diğer yandan istemiyordum. Fakat şöyle düşününce, Asif'ten önce Levent Bey zaten her şeyi biliyordu. Yani ona açıklama yapabilirdi. "Merhaba, Asif" Arkadaş olduklarını Han'ı görmeye gittiğimde öğrenmiştim. Yine de Levent Beyin Asif'i selamlaması oldukça soğuktu. Bakışları onda çok kalmayarak bana döndü ve bir adım yaklaştı. "İyi misin Ferra? Neyin var?" Levent Beyin sorusuyla duraksadım. Odağını kaybeden gözlerim ona döndü yeniden. Bir süre önce, Asif yerine onunla karşılaşsaydık, o olsaydı yanımda kendimi bu kadar yıpratmayacağıma emin oldum. Çünkü benim ona karşı iyi bir insan olduğu düşüncesi haricinde bir görüşüm yoktu. Ona benimle ilgilenme fırsatı verdiğimde ona da çizdiğim sınırı geçmesine mecburen izin verecektim. Öyle olsa bile ona yeniden sınır çizebilirdim. Bir adım geriye itebilirdim onu. Asif'e ise bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. "Ferra'nın dinlenmeye ihtiyacı var. Ben de ona yardımcı oluyorum." Konuşmak istemediğim anlamış olacak ki Asif Levent Beye karşı yeniden sözü devralmıştı. Konuşmaya halim yoktu evet ama aynı zamanda Levent Beye ne diyeceğimi de bilememiştim. Sessiz kalmak benim için en iyisiydi. "Anlıyorum," Başını salladı. Asif'e bir kez olsun bakmamıştı. Gözleri sadece bendeydi. "Ben de sizi ziyaret etmek istemiştim aslında. Daha uygun bir zamanda görüşürüz. Kendine iyi bak Ferra." Başımı usulca salladığımda yanımızdan geçip asansöre adımladı. Asif'in belimdeki elinin sıkılaştığını ancak yürümeye başladığımızda fark etmiştim. Canımı yakmıyordu ama parmaklarını tenimde net bir şekilde hissedebiliyordum. Yanaklarımın yandığını hissedebiliyordum. Kalbim yine hızını artırmıştı. Ona bu kadar yakın olmasam kalp atışlarımın atışına aldırış etmeyebilirdim belki ama onun duyumsamasından korkmuştum. "Neva?" Asif'in anlık duraklamasıyla ben de mecburen durmuş ve başımı kaldırarak ona bakmıştım. Sert çehresi sağda kalan koridora dönmüştü. Onu takip ederek ben de o yöne döndüğümde okul müdürü Neva Hanımı görmüştüm. "Merhaba Asif. Burada ne işin var?" Neva Hanımın gözleri sadece Asif'teydi. Bana bir an dahi olsa bakmamıştı. Beni görmezden geliyordu. "Benim buraya neden geldiğimi biliyorsun. Asıl bu soruyu ben sormalıyım." Birbirlerini tanıdıklarını konuşmalarından anlayabilmiştim ama bu tanışıklık veli müdür ilişkisi değildi. İkisinin arasındaki elektrik çok farklıydı. Hem rahatsız edici hem de güvenilir. Birbirlerini seviyor ama aynı zamanda nefret ediyorlardı sanki. "Bir arkadaşımı ziyarete gelmiştim. Tam da gidiyordum. Görüşürüz." Asif'in konuşmasını beklemeden koridordan çıktı ve asansöre adımladı. Yanımızdan geçerken bana yandan bir bakış attı. Gözlerimiz çakıştığında yüzünde benden haz etmediğini açıkça belli eden bir ifade belirdi. Bana neden öyle bir tepki gösterdiğini anlayamamıştım. Asif ile birlikte koridor boyunca yürüdük ve sonunda annemin odasının kapısında durduk. Beni burada bırakması gerekiyordu. Kendimi toparlamam ve ondan ayrılmalıydım. İçeri girdiğimde annem uyanık olabilirdi. Harap halimden kurtulmalıydım. Anneciğim iyi olduğumu görmeliydi. "Teşekkür ederim." Bakışlarımı ona kaldırmadan dudaklarım arasından fısıldadım. Onunla yakınlığımızdan dolayı beni duyduğuna emindim. Bir adım gerileyerek parmaklarının bedenimden ayrılmasını sağladım. Ayağım yere sağlam bassa da onun beni bırakmasıyla geriye sendeledim. Elim hızla kapı koluna tutunurken sanki odaya girmek için bunu yapmışım gibi gösterdim. "Seni bu hale kim ya da ne getirdi bilmiyorum ama kendine bunu yapma Ferra." Sessiz kaldım. Başım hala eğikti. Ona bakmayacaktım. Bir an önce gitmesini istiyordum. Daha fazla ayakta kalabilir miydim bilmiyorum ama onun yardımını gereği kadar almıştım. "Hoşça kal." Sonunda konuşabildiğimde deri, klasik ayakkabıları görüş alanımdan çıktı. Sessizce benden uzaklaştığında başımı kaldırıp kabanının sıkı sıkıya sardığı sırtına bakabilmiştim. Onun gözleriyle yeniden karşılaşmaya cesaret bulamamıştım. O sadece bakmıyordu bana. Gözlerimin en içini görmeye çalışıyordu. Başarabilme ihtimalinden korktuğum için kaçınmıştım ondan. Derin bir nefes aldım ve kapıya döndüm. Bacaklarım titriyordu. Atacağım adımların sağlamlığından şüpheliydim. Kapıyı aralayıp içeri adımlarken bakışlarım odada gezindi. Annemin başucundaki sandalyede oturan Akif'le bakışlarımız buluştuğunda hızla ayağa kalktı ve bana yaklaştı. "Ferra Hanım, iyi misiniz?" Elimi yanımdaki duvara yaslayarak yüzümü örten saçlarımı sargılı elimle geriye ittim. Akif'in gözleri sargılı elimle eş hareket ederken irileşmişti. O adama haber vereceğine adım kadar emindim. Alayla güldüm. Çaresizliğime. "O kadar mı kötü görünüyorum?" Yorgundum. Kendimden yorulmuştum. Yaşadıklarım yetmezmiş gibi iç çatışmalar beni bitkin hale getiriyordu. Katlanamıyordum. Karşımdaki adamı tanımıyordum bile ve o da insanlara çizdiğim sınırı geçiyordu. İnsanların bu kadar umursamazca özel alanıma girmesi beni öfkelendiriyordu ama o kadar yorgundum ki dışa yansıtamıyordum. "Elinize ne oldu? Yapabileceğim bir şey var mı?" Başımı iki yana salladım. İhtiyacım olan tek şey uyumaktı. Biraz dinlenirsem kendime geleceğimden emindim. "Ben iyiyim Akif. Ama daha fazla burada konuşursak annemi uyandıracağız." İkimiz de annemin uyuduğunun bilincinde olarak fısıltılı konuşuyorduk. Annem bizi duyamayacak kadar uzaktaydı. Bu konuşmayı bitirmenin en kısa yolunun bu olduğunu düşünmüş olsam da Akif'in mahcuplaşan yüzüyle pişman olmuştum. "Affedersiniz efendim. Bir şeye ihtiyacınız olursa ben hemen dışarıda olacağım." Başımı onaylarcasına sallarken ona teşekkür etmeyi de ihmal etmedim. Başka bir koşulda olsaydık teşekkür etmez hatta onu görmezden gelebilirdim o adama duyduğum kızgınlıktan dolayı ama bu bir nevi ondan özür dileme şeklimdi. Akif odadan çıktığında titreyen bacaklarım ve sarsak adımlarımla koltuğa zor zar ulaşmış ve bedenimi bırakmıştım. Nefesimi sessizce dışarı saldım ve gözlerimi sıkıca kapattım. Dizlerimin üzerine dirseklerimi koyup avuç içlerimle yüzümü kapattım. Onun ellerini omzumda hissettim. Onun dokunuşları yine bir süre benimle olacaktı sanırım. O yokken dokunuşlarının bıraktığı hisse tutunmak istedi kalbim. Az önce galip gelse de yenilgiye uğrayan aklım anında reddetti. Hiç kimseye tutunmayan ben, yıllar sonra bir adamın kollarına tutundum. Ona yaslandım. Onun beni sarmasına izin verdim. Yaptıklarım belki hataydı ama birine tutunmanın o kadar da kötü olmadığını fark etmemi sağlamıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD