Söylediklerini işiten kulaklarımla bir anlığına vücudumun uzuvları işlevlerini kaybetti. Elimi kolumu koyacak yer bulamadım. Şaşkınlıktan ne yapacağını bilemedim. Ne demek istiyordu?
"Ne?
Bir anlık aralanan dudaklarımdan dökülen tek kelime buydu. Sözlerini anlayamayan bana biraz daha yaklaştı. Gözlerimin içine bakmaya devam ediyorken harelerindeki hareketliliğe şahit olmuştum. Buzullarının üzerindeki kristaller parıldamıştı çok kısa bir an.
"Neden her yerde karşıma çıkıyorsun?"
Hatırlamıştı. Onu hatırladığım gibi o da beni hatırlamıştı. Onunla göz göze geldiğim her anda o da farkıma varmıştı benim. Göz bebeklerimin büyüdüğünü hissedebiliyordum. Bulunduğum konum beni rahatsız ederken hipnoz olmuş gibi çekemiyordum gözlerimi gözlerinden.
Aklımı başıma toplamam ve buradan bir an önce uzaklaşmam gerekiyordu.
Gözlerimi kırpıştırdım ve hızlıca ondan uzaklaştırdım. Sorularını duymazdan gelmeyi seçmiştim. Ne cevap verebilirdim ki zaten? Ben de bilmiyordum.
Benden bir yanıt alamayacağını anladığında uzaklaştı ve bir adım geriledi. Gözlerinin hala üzerimde olduğunu hissedebiliyordum ama dönüp bakmadım.
"İyi akşamlar tekrardan."
Fısıltıvari çıkan sesimle konuşup kaçarcasına çıktım evinden. Başım hala eğik, bakışlarım zemindeydi. Uzun koridora çıktığımda derin bir nefes alıp sonunda başımı kaldırdım ve o anda biriyle çarpıştım.
Çarpmanın etkisiyle omuzum geriye itilirken sendeledim. Kuvvetli bir el kolumu sıkı sıkı tutmasaydı belki de çoktan yeri boylamıştım.
"Ferra?"
Duyduğum tanıdık sesle odağını kaybeden gözlerim önce kızıl saçları gördü. Sonra tanıdığım ela gözlere indi. Bana çarpan kişi, Levent Beydi. Onunla karşılaşmayı ben de hiç beklemiyordum.
"Merhaba."
Şaşkınlığın verdiği hissiyatla dudaklarımın arasından mırıltı gibi çıkmıştı onu selamlamam. Yüzündeki hayret silinerek dudakları tebessümle kıvrıldı.
"Nasılsın? Seni görmeyi hiç beklemiyordum."
Ben de öyle. Fakat takıldığım bir başka konu vardı. Bir anda senli benli konuşmaya başlamıştı. Aramızda çok bir samimiyetin var olduğuna inanmıyordum ki buna dair adım da atmamıştım ben. Anlaşılan o ki kendisi bu adımı atmaya karar vermişti. Sessiz kalabilir ya da onu bozabilirdim ama ikisini de yapmadım. Kendi çizgimden yürümeye devam edecektim.
"Teşekkür ederim Levent Bey, siz nasılsınız? Tunahan'ı ziyarete gelmiştim."
"Ah, demek Asif yanına getirmiş. Anlıyorum."
Ona karşı hitabımı duymamış gibi yüzündeki tek mimik dahi değişmeyerek benimle olan konuşmasını sürdürmüştü. Asif'i ya da Asif Beyi, hala nasıl hitap edeceğimi bilmiyordum, tanıyordu demek. Resmi konuşmadığına göre bu tanıdıklık arkadaşlık gibi olsa gerekti.
"Evet öyle olmuş," Konuşmanın sonlanmasını istediğimi belli etmek amaçlı bileğimdeki saate yeniden baktım ve karşımdaki adama tekrar döndüm. "Gitsem iyi olacak. İyi akşamlar."
Levent Bey anlayışla başını salladı. "İyi akşamlar."
Yanından ayrılıp asansörün önüne geldim hızlıca. Asansör bulunduğum katta olduğu için düğmesine basar basmaz hemen kapılarını açmıştı. İçine girip koridora döndüğümde Levent Beyin bulunduğu yerden bana bakıyor olduğunu görmüştüm. Kibarca gülümsediğimde başını selam verir gibi aşağı eğdi ve asansörün kapıları o anda kapandı.
Büyük antreye indiğimde buradan hastaneye nasıl gideceğim yeni aklıma dank ediyordu. Bulunduğum yeri de bilmiyordum ki taksi çağırayım.
Bakışlarımı etrafta gezdirirken danışmada oturan, kırklarının başında olduğu yüzündeki hatlardan belli olan adamı gördüm ve ona doğru adımladım. En mantıklı şey şu anda onlardan yardım istemekti.
"Merhaba."
Çekingen çıkan sesimle duraksayıp boğazımı temizledim. İnsanlardan bir şeyler istemek oldum olası beni rahatsız eden bir şeydi. Hoşlanmıyordum.
Karşımdaki uzun, şekilli masada oturan adamın bakışları önündeki bilgisayardan bana kalktı ve kibarca gülümsedi. Her an vazgeçmeye hazır halim adamın tavrıyla biraz olsun rahatlamıştı.
"Merhaba, nasıl yardımcı olabilirim?"
Yaşına göre genç çıkan sesiyle selamladı adam beni. Diksiyonu çok iyiydi ve kendisi de oldukça kibardı. Açıkça söylemek gerekirse dışarıdan bakıldığında hiç böyle görünmüyordu. Az önceki ciddi tavrı beni biraz ürkütürken tek gülümsemeyle bunu silmişti.
"Buraya bir taksi çağırabilir misiniz?"
Adam başını olumlu anlamda sallayıp çaprazında bulunan sabit telefonun ahizesini eline alırken gözlerim yaka kartındaki gri zemine işlenmiş altın renklerle Ahmet Kun yazan isme düşmüştü. Demek adı buydu. Keşke daha önce fark edip adıyla hitap etseydim.
Bu tür şeylere önem verirdim çünkü insanların çoğu zaten umursamazdı. Benim için insanlara hitap önemliydi. Karşındaki insanı önemsediğini gösterirdi.
"Taksi yakın zamanda burada olacak," Ahmet Beyin sesiyle kendime gelip bakışlarımı isimlikten çekip onun kahve gözlerine kaldırdım. "İsterseniz şurada oturup bekleyebilirsiniz."
Eliyle gösterdiği köşede yan yana konulmuş, aralarında koltukların ayaklarıyla uyumlu siyah demire sahip zigonların bulunduğu tek kişilik üç kahve deri koltuğa çevirdim başımı. Burada var olan her şey çok fazla lükstü. Mermer, parlak zeminler, kenarlara konulmuş bitkiler, tepede sarkan avizeler... Beni boğuyordu.
Ahmet Beye döndüm ve başımı iki yana salladım. "Teşekkürler, iyi akşamlar."
O kadar sıkmıştı ki bu ortam bir anda beni önünde durduğum adamın bir şey söyleyip söylememesini dinlemeden çıkışa ilerledim. Belki de buraya geldiğimden beri dikkat etmediğim ayrıntıları yeni gördüğüm için böyle hissetmiştim.
Kapı girişinin solunda duran güvenliklerin yanından geçip dışarı çıktım. Akşamın çökmesiyle birlikte hava çok daha fazla soğumuştu ve rüzgar da cabasıydı. Boynuma doladığım atkımı burnuma doğru kaldırdım ve ellerimi kabanımın cebine koyarak bekledim.
Soğukta bir başıma kalmam annemi özlediğimi fark ettirmişti bana. Onu özlemiştim. Bazen geç kaldığımda birlikte yatar ve hasretimizi öyle giderirdik. Artık yanına da yatamazdım. Ona dokunmaya bile korkuyordum. Yanlışlıkla canını yakarım diye.
Gözlerimi sıkıca yumup iç çektim. Çok zordu. Benim için bunlar zordu. Anneciğimin yaşadıklarını tahmin bile edemiyordum. Düşmanımın başına gelsin istemezdim. İnsanın sevdiğiyle sınanması çok güç bir durumdu.
Sarı taksi önümde durduğunda hiç beklemeden bindim ve şoföre hastanenin adresini vererek oraya ulaşmayı bekledim.
Buz gibi havadan sıcak ortama geçmemle kastığım tüm kaslarım gevşemişti. Yanından hızla geçip gittiğimiz sokak lambalarının ışıklarına bakarken aklıma az önce olanlar düştü.
Az önce dışarıda olduğumda nasıl hissediyorsam öyle hissetmiştim onun gözlerine baktığımda da. Buz gibi. Üşümüş. Üzerimden asla ayrılmayan buz mavisi gözler. Büyük, kemikli elini belimde hissettiğim an. Üstelik üzerimde kabanım vardı ama sıkı tutuşunu düşününce bir an yeniden hisseder gibi olmuştum.
Adlandıramadığım hisler yeniden içimi sardığında başımı iki yana sallayıp sıkkın bir nefes verdim. Böyle olmamalıydı. Bilmediğim hislerin varlığını duyumsamak istemiyordum. Herkes için olurdu ama bana yasaktı. Yasak olmasını isteyen de bizzat kendimdim. Bana yasak olmalıydı. Bilmediğim ya da korktuğum ve kaçtığım hisleri istemiyordum.
Taksi hastanenin önünde durduğunda parayı uzatıp üstünü aldım ve taksi şoförüne iyi akşamlar dileyerek arabadan indim ve hastanenin girişine yürüdüm. Daha yolun başındaydık ama ne kadar süreceğini şimdiden düşünüyordum. Biliyordum ki bunu yapmamalıydım. Düşünmek bana zarar vermekten başka bir şey yapmıyordu.
Annemin bulunduğu kata merdivenlerden çıkmayı istesem de en üst katta oluşu asansöre binme mecburiyetimi doğurmuştu. Asansörlerden hoşlanmasam da merdivenleri çıkacak hali kendimde bulamıyordum. Çok geçmeden anneciğimin odasının bulunduğu kata geldi asansör. Uzun koridora adımlayıp odasının önüne yürüdüm.
Kapının önündeki iki tane yan yana konuşlandırılmış farklı renklere sahip koltuklardan birinde oturuyordu Mehmet. Ona yaklaştığımda varlığımı sezip zeminde olan gözleri bulunduğum yere kaydı ve beni görüp ayağa kalktı. Yaptığı davranıştan saniyesinde rahatsız olmuştum.
"Beni her görüşünde ayağa kalkmamanı söylemiştim."
Akif'e oranla uzun boylu, zayıf, sarışın, yeşil gözlü, benden birkaç yaş büyük olduğunu düşündüğüm genç adam tüm ciddiyetiyle bana bakmaya devam etti ve bir yanıt vermedi.
Beni hiç aramamasına eklenen bu tavrıyla sinirim artmış ve kaşlarımı çatmıştım. Her ikisine de yanımda rahat olmalarını hatta burada bulunmamalarını çok kez dillendirmiştim ama aldığım tepki hep aynı olmuştu. Ciddiyetle gözlerime bakıp sessizce durmak.
"Neden aramadın? Annem de mi sormadı?"
Konuyu bir anda değiştirmem karşımdaki adamın tutumunda herhangi bir değişikliği oluşturmamıştı. Sakince sorularımın bitmesini beklemişti.
"Canan hanımın bugün düne oranla ağrısı artınca ağrı kesicinin dozunu artırdığını söyledi doktorlar. Bu nedenle Canan Hanım çoğu zaman uyudu. Sizi bilgilendirmek için aradım ama ulaşamadım."
Annemin durumundan bahsedişi beni endişelendirmiş ve ona sadece başımı sallamakla yetinmiştim. Hızlıca odaya girdim ve kapıyı yavaşça kapattım. Şayet annem uyuyorsa fazla ses çıkarmamam gerekiyordu.
"Ferra?"
Annemin yorgun sesini işittiğimde burnum sızladı ve gözlerim sanki bu anı bekliyormuş gibi gözyaşlarıyla doldu. Aceleci davranmak istemesem de çabucak dönmüştüm yattığı yatağa. Ona adımlarken çantamı ve boynuma doladığım atkımı çıkarmış ve ona belletmeden akan yaşları yanaklarımdan silivermiştim.
"Anneciğim."
Sesim titremişti ama umursamadım. Sanki çok uzun zamandır görüşmüyor da hasret kalmıştım ona, gözlerine, sesine.
Elimdekileri yatağın dibine, yere bırakırken anneme eğildim. Serumlu elini kaldırıp avucunu yanağıma koydu. Avucu sıcacık, parmak uçları soğuktu. Sıcaklığına sığınarak yanağımı eline yasladım.
Gözlerimin içine bakan güzel gözleri hala parlaktı. Hala hayat dolu bakıyordu bana. Ben nasıl bakıyordum acaba?
"Yeni mi geliyorsun?"
Başımı salladım usulca. Ona haber vermediğim için kendimi suçlu hissediyordum. Yalana başvurdum. Onu üzmemek için. Haber vermediğimi öğrenirse üzülürdü. Onu unuttuğumu düşünmesini bir an olsun istemezdim.
"Evet, sen uyuyormuşsun o yüzden haber veremedim sana."
Yüzündeki ufak tebessüm biraz büyüdü. Bana hiç göstermiyordu ama kaşlarının hareketliliğini bulunduğumuz ortamın loşluğuna rağmen görebiliyordum. Canı yanıyordu.
"Anne, canın çok mu yanıyor?"
Annem, bir an afalladı. Yüzündeki tebessümü seğirdi. Ben söylesem de o bana yalan söylemezdi. Dürüst olacağını biliyordum ve korksam da sormuştum.
"Biraz ama yakında geçecektir. Doktorlar öyle söyledi."
İçimde suçluluk duygusu artarken ona dürüst olmadığım için vicdan azabı etimi tiftikliyor gibi hissediyordum.
İlaçların işe yaradığını mı gösteriyordu bu acılar yani? Doktorlar doğru yolda mıydı? Yoksa yanlış mı yapmıştım annemin hastaneye yatmasını istemekle? Kafam karmakarışıktı. Elimden bir şey de gelmiyordu.
"Canımın içi, sen bunları boş ver. Günün nasıl geçti bakalım?"
Hissettiklerimi gözlerimde gördüğünü biliyordum. Ben hep açık bir defter olmuştum ona ve herkese karşı. Halbuki tam tersi olmayı çok isterdim. Herkese karşı duygularımı gizleyip buz gibi olmayı.
Tıpkı onun gibi.
"Her zamanki gibiydi aslında. Han hasta olmuş, onu ziyarete gittim. Bu kadar gecikmemin nedeni de buydu."
Yatağının ucundaki boşluğa oturup ellerini avuçlarım arasına aldım. Gözlerinin içine baktım. Şefkatle dolu, kadife gözlerine.
Annem, çok güzel bir kadındı. Bunu sadece benim annem olduğu için söylemiyordum. Onu gören herkes bir daha dönüp bakardı. Bekar bir kadın olduğunu duyanların getirdiği tekliflere de şahit olmuştum birkaç defa ama o hep reddetmişti. Sebebinin ben olduğumu da biliyordum. Ben olmasaydım kendine yeni bir hayat çizer miydi? Belki de bu hastalık onu hiç bulmazdı.
Elini kavrayan parmaklarım daha da sıkılaştı. İçten içe varlığım için ondan af dilemek istedim ama dillendiremedim. Söylemezdi, biliyorum ama ağzından bana karşı istemediğim tek kelimeyi duysam yıkılırdım.
"Çok üzüldüm, iyi yapmışsın kuzum. Hem zaten gidip görmeseydin aklın onda kalırdı."
Başımı usulca aşağı yukarı salladım ve tebessüm etmek için kendimi zorladım. Ben nasıl anneciğimi iyi görmeyi istiyorsam onun da ben iyi görmeye ihtiyacı vardı. Hastalığı boyunca mutluluğa ve pozitif enerjiye ihtiyacı olacaktı ve ben bunun bilinciyle hareket etmeliydim. Kendimi umutsuzluğa düşürmek yapacağım en büyük hata olurdu. En azından bunu annemin gözleri önünde yapmamalıydım.
"Evet ama en kısa zamanda toparlanıp sınıfa döneceğine eminim."
"Bu çocuğun annesi yoktu değil mi? O konuda birkaç defa bana yakındığını anımsıyorum."
Bana bakan gözleri kısıldı. Hatırlamaya çalıştığı bir anı vardı ve doğru hatırlıyordu da. Bazen, annemle velilerin tavırlarıyla ilgili konuşurdum. Çoğu zaman akıl danışmak içindi.
"Annesi var aslında ama yok demek de yanlış olmaz. İki koca yılda Han'ın annesini iki defa gördüm ya da görmedim. Çıkıp gelse ve oğlunu almak istediğini söylese kim olduğunu sorarım. Öyle bir kadın."
Omuz silktim. Han için çok üzülüyordum. Bazen, sınıf içerisinde ona ayrıcalık tanıdığım zamanlar olurdu çünkü akşam eve gittiğinde birilerini şikayet edecek anneye de babaya da sahip değildi. Anneanne ya da dede ya da dayı ebeveynlerin yerini tutamazdı. Herkes bir yere kadar vardı.
"Yazık, çok yazık."
Bakışları avuçlarıma hapsettiğim ellerimize indi. Annemin Tunahan'a üzüldüğünü fark ettiğimde yaptığım hatanın farkına yeni varmıştım. Az önce iyi şeylerden bahsedeceğimi söyleyen ben şu geldiğimiz hale bakıyordum.
"Neyse! Annesi olmaya bilir ama anneannesi, dedesi, ve dayısı var. Hepsi de Han'a çok değer veriyor. Yani, bence endişelenecek bir şey yok. Han şanslı bir çocuk."
En iyisi olduğunu umut ederek gülümsedim. Bakışları bana döndü ve bir süre öylece baktı bana. Annemi üzmek isteyeceğim son şey bile değildi. Gülümsememi genişlettim. Yüzümü tarayan gözlerine içimde barındırdığım duyguları belli etmemeyi istediğim için gülümsememe tutundum.
Avucumda tuttuğum ellerinden birini çekti ve yeniden yanağıma yasladı, baş parmağıyla okşadı. Göz kapaklarım kendiliğinden kapanırken gülümsemem yeniden tebessüme dönüştü ama bu gerçek, içtendi.
"Seni çok seviyorum, canımın içi."
Göz kapaklarım aralanırken burnum yeniden sızladı. Onun güzel yüzüne, gözlerine baktım. Anneciğimin sevgisini hissetmek kadar güzel bir duyguyu daha tatmamıştım henüz.
"Ben de seni çok seviyorum anneciğim."
Anneme şuanda sıkıca sarılıp tüm şefkatimi ve sevgisini bedenimde hissetmek istiyor olsam da bir süre sadece yanağımı okşaması ile yetinmem gerektiğinin farkındaydım ne yazık ki.
"Hadi artık uyuyalım, saat geç oldu. Yarın işe gideceksin."
Başımı aşağı yukarı sallayarak annemi onayladım ve avuçlarımdaki elini yanına bırakıp ayaklandım. Dolaptan geceliklerimi alarak banyoya geçtim. Elimi yüzümü yıkayıp üzerimi değiştirdiğim sırada aynaya çarpan yansımamla ona bakakalmıştım.
Uslu bir çocuk olmuştum hep. Annemin her sözünü dinlemezdim belki ama çoğuna uyardım. Çocukken daha şımarık, asiydim ama büyüdükçe sakin ve uyumlu bir çocuk olmuştum. Sanırım yaşadıklarım olgunlaştırmıştı beni.
Sıkkın bir nefes alıp üzerimden çıkardıklarımı katladım.
En son çok mutlu olduğum bir zamanı anımsamaya çalıştım. Annem ve Sena'nın doğum günümü kutladıkları andı. Sonrası yoktu. Doya doya mutlu olduğumu hiç hatırlamıyordum ama çok da önemli değildi benim için. Annem yanımdayken huzurluydum. Asıl önemli olan da buydu. Annemin yanımda olması.
Banyodan çıkıp katladığım kıyafetleri eve götüreceğim çantaya koyup yeniden dolaba yöneldim ve sabah katlayıp koyduğum nevresim takımını çıkartıp geniş koltuğa serdim. Koltuğun üzerine oturup parmaklarımı saçlarım arasından geçirdim.
Sonra yine, bir anda o gözler gözlerimin önüne düştü. Benden hiç ayrılmayan, rastgele bir boya darbesiyle maviye boyanmış ve buzullar arasında donuklaşmış gözler.
Başımı iki yana salladım. Sadece tesadüf. Başka bir şey değil. Onunla karşılaşmalarımız tesadüf.
Aklım bir karış havadaydı. Ne saçma şeyler düşünüyordum ben böyle?
Koltuğa uzanıp ince yorganı üzerime örttüm ve kollarımı bedenime doladım. Onun dokunuşu zihnimde canlandı ve yine, orada hissettim avucunu. Gerildiğini fark edemediğim bedenim rahatladı.
Neden böyle hissediyordum? Onun bir dokunuşu, bir bakışı neden beni böylesine etkilemişti?
Neden?