Güler Hanım sessizlik içinde eşyaları toplarken Nur Melek ağlayarak annesinin elindekini çekip aldı. ‘’Anne lütfen babamı ikna et.’’
‘’Bunca yıl senin için çırpındım ama sen ne yaptın kendi ellerinle her şeyi yıkıp geçtin.’’ Kızının elinden aldığını geri çekip valize koydu. ‘’Uyuşturucu kullanmak ne demek Nur Melek sana hiç mi doğruyu öğretemedik?’’ Yere çökerek oturduğunda kızı gibi ağlamaya başlamıştı. ‘’Yapacağın tek şey okuyup mesleğini eline alıp hayatını kurtarmaktı. Baban yıllardır ailesine karşı başı önde geziyor, Aydınları idare edip oyalıyor ama sen…’’ konuşmasına devam edemedi.
Genç kızın başı öne eğilmişti. ‘’Annem özür dilerim yemin ederim bir daha sözünüzden çıkmam ne olur beni bu evliliğe zorlamayın. Sevmediğim bir adamla, tanımadığım insanların içinde yapamam yalvarırım babamı ikna et, bir yolunu bul.’’
‘’Bu saatten sonra babanı kimse ikna edemez. Kaderine boyun eğ olmayacak şekilde davranıp, konuşma yoksa bu öfkeyle kendi evladımdır demez mezara sokar.’’
Akşamüzeri Irmak okuldan geldiğinde annesini eşyaları toplarken, ablasını ağlarken bulmuştu. ‘’Ne oldu?’’ diye sordu şaşkın halde.
‘’Üzerini değiştir, eşyalarını topla memlekete gidiyoruz.’’ dedi annesi.
‘’Ama okul?’’ dediğinde babası eve girmişti. ‘’Baba, gidiyor muyuz? Karnemi daha almadım birkaç gün daha beklesek olmaz mı?’’
‘’Olmaz git eşyalarını topla.’’ diye sert çıktı babası.
Küçük kız babasının öfkesinden korktuğu için sessizce odasına gidip kıyafetlerini toplamaya başladı. Annesi ardından geldiğinde kapıyı kapatıp yatağın kenarına oturdu. ‘’Üzülme kızım.’’ dedi.
‘’Gideceğimizi hiç söylemedi ki!’’ Irmak annesinin yanına oturdu. ‘’Anne, ablamın durumundan dolayı görmesinler diye sen bizi hiç memlekete göndermemiştin birden bire bu gitme işi nereden çıktı hem de okullar bile kapanmamışken?’’
Güler Hanım kızına sarılıp saçlarını okşadı. ‘’Irmak, ablanın düğünü olacak. Baban şu an çok öfkeli okulla ilgili bir şey söyleme sonra sana patlamasın. Birkaç gün sonra zaten karneni alacaktın gitmesen de kaybedeceğin bir şey yok.’’
‘’Ablam bu yüzden mi ağlıyor? Biz ablam için burada kalıyorduk ya bir daha geri dönmeyecek miyiz hep orada mı kalacağız?’’ Irmak’ın sesi hayal kırıklığıyla doluydu. Bu şehirden taşınırlarsa okulundan, arkadaşlarından ayrılmak zorunda kalacaktı.
‘’Bilmiyorum kızım baban ne derse o olacak.’’
Kızını odasında bıraktığında mutfağa geçip bir kadeh rakı hazırlayıp salonda öfkesiyle sigara içen kocasına götürdü. Özdemir Bey tek kelime etmeden gelen rakıdan bir yudum aldığında karısı hemen ayaklarının önüne oturmuştu. ‘’Eşyaları neye göre toplayayım geri dönecek miyiz yoksa orada kalacak mıyız?’’
‘’Düğünden sonra döneceğiz. Orada kalırsak bize güvenip her gün geri dönmek istiyorum diye kapımıza dayanır. Tek kalsın ki yerini, yurdunu, kocasını, ailesini kabullensin.’’
Güler Hanım daha fazla konuşmadı. Sessizce kocasının rakısını içmesini bekledi. ‘’Uçak sabah altıda dört gibi evden çıkarız ona göre hazırlanın.’’ diyen kocasına sadece, ‘’Tamam.’’ dedi.
Saatler geçerken akşam yemeği için yemek masasının etrafında toplandıklarında içeride ölüm ağırlığı vardı. Kimse tek kelime konuşmuyordu. Nur Melek babasını daha fazla öfkelendirmemek için masaya oturmuştu ama yaptığı tek şey tabağındaki yemeği çatalıyla karıştırıp durmaktı. Aklı yaşamak zorunda kalacağı adama kayıyordu.
En son lisede görmüştü sonrasında bir daha karşılaşmamışlardı ama görse tanırdı. Nasıl biri olduğunu, karakterini bilmiyordu. Üniversite için buraya gelmişti ama yine de o küçük ilçede büyümüştü. Düşünce yapısı ailesi gibiyse ne yapacaktı? Bir ömür baskı altında nasıl yaşayacaktı? Bir de ailesiyle aynı evde olacaktı ki yengesinin anlattıklarından kalabalık olduklarını biliyordu.
Yanlış hatırlamıyorsa dört kardeşi vardı bir de kendisinden küçük bir amcası. Evde anne babası dışında dedesi ve babaannesinin de olduğunu biliyordu. Toplamda on kişiydiler! Neyse ki ailenin başka erkek çocuğu yoktu da halaları evlenip evden gitmişti gerçi biri evlenirken kendi başını da yakmıştı.
Irmak yemeğini yerken iştahsızdı. ‘’Yaz bitince dönecek miyiz? Okula nerede gideceğim?’’
Babası dinmeyen öfkesine rağmen sakince cevap verdi. ‘’Düğünden sonra döneceğiz kendi okuluna devam edersin.’’
Yemek bittiğinde herkes kendi odasına çekildi. Saat ilerleyince genç kız sessizce odasından çıkıp kardeşinin odasına gitti. Irmak’ı uyandırmadan yastığının kenarına bıraktığı cep telefonunu aldı. Kendi telefonuna ne olduğunu bilmiyordu. Partide mi kaybetmişti, babası mı almıştı sormaya cesaret edememişti.
Odasına dönmek için dışarı bir adım atmıştı ki annesi karşısında belirdi. Tek kelime etmeden elini uzatınca telefonu vermek zorunda kaldı. ‘’Benim sabrımı zorlama Nur Melek yoksa babanla arandan tamamen çekileceğim ve bütün öfkesini sen yüklenmek zorunda kalacaksın.’’
Konuşmadan odasına geri gidip kapıyı kapattı ve ağlamaya başladı. Bütün dünya karşısına geçmiş üzerine basa basa eziyordu. Gitme saati gelene kadar biraz uyudu, biraz ağladı. Yola çıkacaklarında üzerine basit bir kot pantolon tişört geçirmişti. Babasının dinmeyen öfke rüzgârına daha fazla kapılmak istemiyordu.
‘’Anne telefonumu bulamıyorum.’’ diyen kardeşi evin altın üstüne getirmekle meşguldü.
‘’Ben aldım.’’ dedi Güler Hanım. ‘’Düğün bitene kadar telefonun bende kalacak.’’
‘’İyi de neden?’’ diye sordu Irmak.
‘’Yok nedeni falan ben ne diyorsam o.’’
Küçük kız bıkkınlıkla sitem etmişti. ‘’Ev iyice esir kampına döndü.’’
‘’Büyüklerine karşı saygılı ol!’’ diye bağıran babasıyla sustu.
Evden çıktıklarında bir alt kattan Avşar ile Hatice’yi ve onların üç çocuğunu da alıp yola devam ettiler.
Uçağa bindiklerinde havalanınca Irmak heyecanla ablasının kolunu çekiştirdi. ‘’Abla, bulutların üzerine çıktık.’’
‘’Görüyorum.’’ dedi Nur Melek tekdüze bir sesle. Kendisi de kardeşi gibi ilk defa uçağa biniyordu ama onun heyecanını paylaşmıyordu.
Babası memlekete gidip gelirdi ama kızlarını hiç götürmemişti ki ailelerinde zaten tatil kültürü denen şey de yoktu bu yüzden bütün ömrü bu şehrin içinde geçmişti.
Uçaktan indiklerinde iki taksi tutup ilçeye dedesinin Nazlı halası ile yaşadığı eve geldiler. Burası bile istemeyeceği kadar kalabalıktı. Halasının dört çocuğu vardı, kendileriyle gelen amcasının ise üç çocuğu vardı, iki kardeş de kendileriydi, büyüklerde eklenince on altı kişi olmuşlardı. Ev ilk dakikadan panayıra dönmüştü.
Yol yorgunluğunun gitmesi için hazırlanan sofraya oturacaklarken bir de Betül halası üç çocuğuyla çıkıp gelmişti çığlık atarak kaçmamak için kendisini zor tutuyordu.
Zorla birkaç lokma yedikten sonra halasına, ‘’Yatabileceğim bir yer var mı?’’ diye sordu. İstediği tek şey biraz sessizlikte yalnız kalabilmekti.
Halası odanın yerini tarif ettiğinde giderken evin içindeki koridorda amcasının büyük oğlu Osman ile karşı karşıya geldi. Aralarında sadece iki yaş vardı. Yanından geçecekken konuşmasını duydu.
‘’Senin elinde Han’a acıyorum.’’
Genç kız, ‘’Dayıoğluna çok üzüldüysen git de sırtını sıvazlayıp teselli et.’’ dedi alay edercesine.
Yanından geçmek istediğinde Osman kolunu tutup engel oldu. ‘’Bana bak kızım, yediğin naneleri biliyorum ayağını denk al çocuğu da katil edip başını yakma.’’
Nur Melek kolunu geri çekti. ‘’Biz bunları senin işe yaramaz annen baban yüzünden yaşıyoruz. Kuzenine çok üzülüyorsan hesabını git babanla annene sor.’’
Bir hışım yanından geçip odaya girdi. Kapıyı kapattığında yere çöküp ağlamaya başlamıştı. Bütün ailesinden nefret ediyordu.
~~~~
Han uçaktan indiğinde akşam olmak üzereydi. Taksi durağına doğru ilerlerken ‘’Dayıoğlu!’’ diye bağıran sesle başını çevirince Osman’ı gördü.
Bir an şaşırsa da neden burada olduğunu tahmin etmesi zor olmamıştı. Karşı karşıya geldiklerinde kabaca tokalaştılar. ‘’Sen ne zaman geldin?’’ dedi genç adam.
‘’Dün geldik dedemin elini öpmeye size geçmiştim baban geleceğini söyleyince almaya geleyim dedim.’’
‘’Yol yorgunu çıkmasaydın tekrar yola taksiyle gelirdim.’’
‘’Yol yorgunluğu dünde kaldı hadi gidelim.’’ diyen Osman anahtarın düğmesine basıp arabanın kilidini açtı.
Beraber yola çıktıklarında Han sigarasını yaktı. Telefonunu uçak modundan çıkardığında arama kayıtları düşmeye başlamıştı. Aramasını istediği numara belliydi ama yoktu. Baha’yı geri aradığında biraz sitemli açtı. ‘’Neredesin sen Aga, telefonunda kapalı valla aklıma kötü kötü şeyler gelmeye başlamıştı!’’
‘’Memlekete geldim Reis uçaktaydım.’’
Baha’nın sitemi anında geri çekildi. ‘’Bu kadar erken mi? Hazal ile konuşacaktın, yanında mı ikna edebildin mi?’’
Osman’ın yanında ağlamamak için sigarasından derin bir nefes çekti. ‘’Düğünüm için geldim, günü belli olunca haber veririm gelmek istersen kapım açık.’’
Arkadaşı ne diyeceğini bilemediğinden ‘’Tamam Aga.’’ deyip telefonu kapattı.
Bir süre daha yol gittiklerinde Osman arabayı nehrin kenarına sürdü ve suya yakın noktada durdu. Arka koltuğa uzanıp içki şişelerinin olduğu poşeti aldı. ‘’Eve gitmeden biraz takılır mıyız?’’
‘’Olur.’’ diyen Han arabadan indi.
İkisi de birer içki açıp arabanın ön kaputuna oturdular. Osman elindeki şişeyi kuzeninin elindekine vurdu. ‘’Anlat bakalım bu yüzünün hali ne kadın gibi ağlamışsın gözlerinden belli sadece evlilik meselesi mi başka mevzu mu var?’’
‘’Karıştırma derinleri.’’ dedi Han. Hazal meselesini anlatmak istemiyordu. Osman kendi kuzeniydi ama aynı zamanda Nur Melek’in de kuzeniydi.
‘’Evlendikten sonra karı koca karşılıklı ağlamaya devam edersiniz. Geldiğimizden beri O da bir köşede ağlayıp duruyor.’’ Osman yanındakinin omzunu sıktı. ‘’Sevdiğin biri mi vardı?’’ Han sessiz kalınca devam etti. ‘’Öyleyse neyini dert ediyorsun onu da alacağım desen dayım karşı çıkmaz.’’
‘’Bana babamların ağzından konuşma cahiliye devrinde değiliz gidip iki eş alayım!’’
‘’Han sen kim olduğunun farkında mısın? Dayım düğünden sonra bütün işleri sana bırakmaya hazırlanıyor. Onca toprağın, işçinin ağası olacaksın.’’
‘’Farkındayım ve sessizce kabullenmekten başka çarem yok bunu da biliyorum.’’ Han elindeki içkiyi son yudumuna kadar içip boş şişeyi nehrin suyuna savurdu. ‘’Özdemir amca, kızını uzak tutmak için kaçıp şehre gitmişken bir anda düşüncesi neden değişti?’’
‘’Okul bitince töreden kaçmak için bahanesi kalmadı.’’ diyerek doğruyu sakladı Osman.
Birkaç şişe daha içtikten sonra sarhoş olmadan içmeyi bıraktılar ve eve gitmek için yola çıktılar.