7.Bölüm

3369 Words
‘İntikam ve Savaş’ günün özetini veren iki kelimecik. Sadece bir saat içinde yapılan savaş hazırlıkları… O andan kurtulmamı sağladığı için minnettardım ama savaşı bu kadar da erken beklemiyordum açıkçası. Ordumun öne gelen komutanlarını hızla görevlerinden geri çekmiştim. Destiny hariç. Ajanlık yaptığı için kimliğini açık edemezdim ve şu an ben burada olduğum için onun konumunu üstlenecektim. Genelde tam tersi olduğunu düşünürsek bu ilkti ve zaten ilk defa kendi ülkem adına bir savaşa giriyordum.   Önümde ki planlara bakarken Connor’ın söylediği şey ona dönmemi sağladı.   “Savaşa katılmayacaksın.” Masanın başında, ellerini masanın üzerine koymuş bana bakıyordu. Bunu dememişti değil mi?   “Hee?” Çok ilkel bir tepki vermekle birlikte öfkem kendini hemen belli etmişti. Ne demek savaşa katılmayacaksın?   “Savaşa girmeyeceksin.” Dedi tekrar. Kısık gözlerle beni izliyordu. Masadaki herkes bize bakıyordu.  Kaşlarımı kaldırıp ona baktım. Bu konuşma gerçekten yaşanıyor muydu şu anda?   “Nedenmiş o?” Dedim vereceği cevabı merak ederek. Umarım geçerli bir nedeni vardır. Hoş olsa bile kimse beni bir savaşta geri plana atamazdı. Bel kemiğiydim girdiğim her savaşın. Birçok savaşı benim varlığımla kazanmıştım.   “Çünkü ben öyle istiyorum.” derken dudakları yavaşça yukarı kıvrılmıştı. Oturduğum sandalyeden hışımla kalktım. Bardak taşmıştı ve artık gözüm hiçbir şeyi görmüyordu.   “Her istediğini böyle yaptıramazsın.” dedim ses tonumun yükselmemesine dikkat ederek. Muhatap olduğum kişi kraldı.   “Yaptırabilirim.” dedi omuz silkerek. Bu kayıtsızlığı tüm sinirlerimi gererken ellerimi masaya koydum ve öne doğru eğildim. Vücudum tehditkâr bir biçimde öne doğru meyilliydi. Her an birilerine saldırabilirdim.    “Yaptıramazsın!” diye haykırmak istesem de odada yalnız olmadığımızı bildiğimden sesimi pek yükseltmedim.   “Yaptırabilirim.” Tekrar omuz silkerek konuştuğunda saçlarımı sinirle yolmak istedim. Derin derin nefesler alıp verirken sakinleşmeye çalışıyordum ama hiçbir işe yaramıyordu. Sakinlik sınırından çok uzaktaydım.   “Sen… Sen kendini ne zannediyorsun?” Dedim dikleşerek. Odadakilerin bir bir çıktığını –kaçtığını- göz ucuyla olsa da görmüştüm.  Artım umurumda değildi. İster Kral olsun ister cellat kimse beni ordumun bizzat katıldığı bir savaştan mahrum bırakamazdı. Ordu benim ordumdu.   “Kral olabilir mi mesela?” Alaycı bir edayla dedikleri üzerine iyice zıvanadan çıktım. Adam resmen benimle dalga geçiyordu ya! Büyük bir zevk aldığını da suratındaki eğlenen ifadeden gayet net bir şekilde anlıyordum.   “Kralmış… Pabucum-” ağzımı kapatan bir el sözcüklerimi anlamsız birer homurtuya dönüştürdü. Ama gerçekten sinirlenmiştim. Ağzımdaki elin sahibini karşı taraftaki duvara yapıştırmaya niyetlenerek döndüm. Karşımda babamı görünce çok şaşırdım. Abim Jackson’dır diye düşünmüştüm. Babamı duvara fırlatacak halim yok ya. Emin de değildim. Connor biraz daha üstüme gelirse duvarı bu odada bulunanların üstüne fırlatabilirdim gerçi.   “Sakinleşsen iyi olur.” dedi gülümseyerek. Çatık olan kaşlarımı havaya kaldırdım. Cidden mi? Sakinleşmek mi? Beni şu an kimse sakinleştiremezdi!   “Eminim kralımız biraz düşününce sana hak verecektir. Ama bunu ona hakaret ederek sağlayamazsın.” dedi fısıltıyla elini ağzımdan çekerken. Bak, babam ne kadar mantıklı. O da benden yana! Kollarımı göğsümde kavuşturup Connor’a dil çıkarmamak için kendimi zor tuttum.   “Hayır! RV bizimle savaşa gelmeyecek.” dedi Connor dediklerinden taviz vermeyeceğini yüzündeki sert ifadeyle de belli ederken.   “İyi de onu savaşması için çağırdık.” dedi babam. Ellerimi iki yana açıp ‘’Al işte, al!’’ diyesim geldi ama suskunluğumu korudum ve babamın beni savunmasına izin verdim. Hoş bir duyguymuş babamın benim yanımda olduğunu bilmek.   “Bu onun kız olduğunu öğrenmeden önceydi.” Dedikleriyle sol kaşım seğirdi. Kız olmamın ne alakası vardı bununla? Ayy kafayı yemek üzereydim.   “Cinsiyetim yaptıklarımı ve yapabileceklerimi değiştirmiyor!” diye homurdandım.   “Olay sadece kız olman değil RV.” Connor derin bir nefes vererek konuşmuştu. Kollarımı göğsümde birleştirdim ve ona alayla baktım.   “Bak sen. Başka ne varmış ki?” Connor bana hayatından bezmiş gibi baktı.   “Bunu daha sonra yalnızken konuşacağız.” Sözlerini dinlemem için gözleriyle resmen emir veriyordu ama umurumda bile değildi. Ne söyleyecekse hemen öğrenmek istiyordum. Neymiş bakalım benim savaşa girmemem için geçerli olan neden?   “Hayır, efendim, hemen şimdi konuşacağız.”   “Sonra dedim.” İtiraz edecektim ki ellini kaldırıp beni susturdu. Normalde kimse beni susturamazdı ama sanki bir tartışmanın içinde değilmişiz gibi odada kalanlara dönüp;    “Keşif ekibi görevlerini yerine getirir getirmez saldıracağız. Normalde bunu beklemezdim ama bu seferki olay hafife alınacak bir olay değil. Şimdi gidip dinlenin önümüzde büyük bir savaş var.” Herkes odadan çıkarken ben olduğum yerde kalmıştım. Tartışmaya devam etmek ve hakkım olanı almak istiyordum. Abim yanımdan geçerken omzuma dokundu ve sırıttı. Tam otuz iki diş! Pislik herif. Yüzüne yumruğumu geçirmek istesem de dişlerimi sıktım. Bunun altında onun olduğunu biliyordum. Elbet bir gün ben bunun intikamını alırdım. Arkamdan yaklaşan biri kulağıma eğildi. Nefesini ensemde hissediyordum. Elimi arkaya uzatıp tuttuğum gibi masanın üstüne fırlatacaktım ki konuşmasıyla kaşlarımı çattım.   “Düğün çanlarının sesini sende duyuyor musun?” Dönüp arkamdaki Richard’a baktım ters ters.   “Savaş olmasın o?” dedim dişlerimin arasından tıslayarak   “Biliyorsun RV… Ejderhalar bir şeyi isterse onu kesinlikle alır. Hele o ejderha Connor ise… Acaba düğünde hangi takımımı giysem?” Bugün herkes beni çileden çıkarmak için plan yapıp özel bir çaba harcıyordu sanki. Yakında cinnet geçirip devasa uzunluktaki bir kazığa benimle uğraşanları geçirip büyülü alevde kızartacaktım.   “Richard! Saçmalama.” Dediklerim bir kulağından girip diğer kulağından çıkarken elini havada ‘boş versene’ dercesine salladı ve gülerek kapıya doğru gitti.   “Sanırım senin benim için yaptığın takımı giyeceğim.” Derken gülümsemesi kahkahaya dönüştü. Gözlerimle onu öldürürken aklımdan türlü türlü işkence planları geçiyordu. Ve hiçbiri kolay yoldan olmayacaktı. Zamanı yavaşlatma büyüsünü de kullandım mı…   “Ona takım mı diktin?” İrkilerek arkamı döndüm ve Connor ile burun buruna geldim. Neden herkes sinsice arkamdan yaklaşıp duruyor ki bugün benim?   “Eee evet. Şey Connor azıcık geri çekilir misin? Kişisel alanıma giriyorsun.” Gözlerine bakmamak için üzerindeki pelerinin tokasına odaklandım. Ani yakınlık az önceki sinirimi unutturmuştu. Bunda burnuma gelen misk kokusunun da etkisi olabilir tabi. Derin bir nefes almamak için kendimi zor tuttum. Tehlikeli bir içgüdüydü bu ve genelde ejderhaların yaptığı bir şeydi. Bir ejderha birini kokladığı zaman ona ilgi duyduğunu belli ederdi ve bir bakıma da olsa onu sahiplenirdi. Aynı köpeğim Dragon’un evin bazı köşelerini işeyerek işaretlemesi gibi. Aklıma gelenle yüzümü buruşturdum. Acaba saraya köpeğimi de aldırabilir miydim? Abimle bu konuyu konuşsam iyi olacak.   “Burası benim sarayım.” Connor’un dedikleriyle aklımda dolaşan saçma sapan düşüncelere son verdim. Connor elini çeneme koyup kafamı kaldırarak ona bakmaya zorladı. Kahverengi gözleri farklı bakıyordu bana. Rahatlatıcı ama aynı zamanda da ürkütücü. Kafamı geri çekip yana eğdim ve kaşlarımı havalandırdım.   “Yani?” Burası onun sarayı diye kişisel alan diye bir şey olmayacak mıydı?   “Benim sarayımda kişisel alanın diye bir şey olamaz. Gerçi… Yakında bizim sarayımız olacak… Ama o zaman bile kişisel alanın diye bir şey olmayacak.” Aklımdan geçeni sesle söyleyince kaşlarımı çattım.   “Anlamadım?” diyerek bir adım geri çekildim son dediklerini yeni idrak ederek. Anlamıştım ama doğru mu anlamıştım onu anlamamıştım. Ayy! Deliriyordum galiba.   “Anlamayacak bir şey yok RV. Richard’ı duydun.” dedi ve aramıza açtığım arayı bana doğru bir adım atarak kapattı. Bu bir nevi evlenme teklifi miydi yani? Hiç de hayal ettiğim gibi değil, üzgünüm.   “Yani sen gerçek adını bile bilmediğin bir kadınla mı evlenmek istiyorsun?” Az önce çeneme koyduğu elini yanağımda gezdirmeye başladı. Bir savaşçının elinin bu kadar nazik olması gerçekten şaşırtıcıydı. Benim gibi bir savaşçının da elinin tenimle olan temasından bu kadar etkilenmesi tuhaftı. Bana en son böyle yaklaşan kişinin kolunu koparmıştım. Tabi onun niyetini çok daha başkaydı ama neyse. Konu bu değildi şimdi.   “Ben iki haftaya yakın zamandır tanıdığım kadınla evlenmek istiyorum ve evleneceğim.” Pat diye söylediğiyle ellerimi iki yana açtım.   “Adımı bile bilmiyorsun!” Beni Rv olarak tanıyordu. Sahne adımı herkes biliyordu, boyutlar arası en büyük ordunun komutanıydım ben. Dünyadaki Madonna’ydım.   “O zaman söyle!”   “Bu çok saçma! Seninle evlenmeyeceğim.” Kollarımı göğsümde birleştirip ona dik dik baktım. Çok saçmaydı. O kraldı ve ben de ülkesinde bile istenmeyen dışlanmış biriydim ki o bunu bile bilmiyordu. Gerçek beni tanımıyordu.   “Birincisi evlilik konusunu açan sensin. İkincisi adını bilmemem önemli değil. Sana RV diye seslenmek hoşuma gidiyor. Üçüncüsü bazı ejderhalar eşlerini gördükleri ilk an bile seçebiliyorlar. Bu kadar sabrettiğim için şükretmelisin.” Ne yani şimdi ayaklarına mı kapanmalıydım bu kadar sabrettiği için?   “Bu çok saçma. Hayat felsefeme bile uymuyor.” Kaçıncı defa ‘bu çok saçma’ dediğimi hatırlamıyordum ama gerçekten de çok saçmaydı. Ne demek gördükleri ilk anda eşlerini seçmek? Neyim ben? Abajur mu?   “Neymiş senin hayat felsefen?” Yanağımdaki elini çekip o da kollarını göğsünde birleştirince gözlerimi kıstım. Çok açık değil miydi? Bunu kitaplığıma bakarak anlayabilirsiniz. Büyü kitaplarıma değil. Orada yazanları görmek birçok kişinin aklını yitirmesine sebep olabilirdi.   “Romanlara konu olacak bir hayat yaşayabilmek.”   “Ne yani, bu olanlar romana konu olamaz mı?” Fantastik bir roman ise olur ama benim demek istediğim bu değildi. Aşk romanlarıydı bahsettiğim. En sevdiklerim.   “Olayın akışını bozuyorsun Connor. İnsanlar önce tanışırlar, birlikte bir şeyler yaparlar sonra çıkmaya başlarlar; sonra nişanlanır ve ardından evlenirler.” Biz resmen sonuca bodoslama atlıyorduk ve ben kitabın sonunu okumaktan nefret ederim.   “Ben insan değilim.” Biliyorum, bilmem kaç tonluk bir ejderha ve Kırmızı Topraklar’ın kralısın.   “Ama ben insanım.”   “Hayır değilsin.” Pat diye cevabımı yapıştırınca gözlerimi devirdim.   “Peki değilim ama uzun zamandır insanlarla yaşıyorum…”   “Ve bundan sonra benimle beraber ejderhalarla yaşayacaksın.” Lafımı kesmesine sinirlenirken daha doğru düzgün bir iletişim kuramadığımızı fark ettim. Beni sinir etmek için yapıyordu, bundan emindim.   “Konu bu değil! Beni hiç dinlemiyorsun. Biz tanıştık ve evleneceğiz. Bu kadar basit mi yani? Konuşmama bile izin vermezken evlilikten nasıl bahsedersin?”   “Sana söyledim. Evlilikten ilk bahseden sendin.” Gözlerimi kıstım, ben miydim? Ne demek bendim?   “Hayır Richard’dı.” Evet, o demişti; düğün ile ilgili bir şeyler zırvalamıştı. Onu boğazlamam gerektiğini aklıma not ettim. Bu konuşmayı –daha doğrusu tartışmayı- onun yüzünden yapıyordum.   “Ne?” Anlamayarak kafasını yana eğdi. Gözlerimi devirip göğsümde birleştirdiğim kollarımı çözdüm ve Connor’a doğru sağ elimin işaret parmağını uzattım.   “Richard’ın söylediklerinin doğru olduğunu söyleyen sendin!”   “Ben sadece “Richard’ı duydun” dedim.” Beynimden dumanlar çıkmaya başlamıştı. Taktik değiştirmeye karar verdim. Kendi sözcükleriyle oynayabilirdim onunla.   “Ohh… Yani bu evlenmeyeceğimiz anlamına mı geliyor.” Madem evlilikten bahsetmediğine bu kadar emindi.   “Hayır. Biz evleneceğiz.” Hiç düşünmeden verdiği cevapla gözlerim irileşti.   “Bu… çok fazla!” diyebildim sadece. Bu tartışmanın galibi olamayacağımı anlamıştım. Genelde hazır cevaplılığımla bilinirdim ama Connor’a karşı hiçbir yeteneğim işlemiyormuş gibiydi. Sanki benimle daha önce tanışmış ve benimle huylarım üzerine idman yapmış gibiydi. Bana bağışıklılığı varmış gibiydi. Beni çok iyi tanıyordu.   “İnan bana gerçekten çok sabrettim.’’ Kollarını göğsünden çözüp bana bir adım daha yaklaşıp elini yanağıma koydu. Yüzümü inceleyen keskin gözleri dudaklarıma sabitlendi. Boşta kalan elini belime nazikçe doladı. Beni iyice kendine çekti. Kalbim sanki kulaklarımın dibinde atarcasına ses çıkarıyordu. “Korkuyorsun… Korkmalısın da. Bir ejderhanın eşi olmak çok zordur.”   “Ben… Bana zaman tanımalısın Connor. Ben duygularımdan bile emin değilim.” Tamam, kabul ediyorum. Ondan etkileniyordum, beni sinir etmesini bile bazen hoş buluyordum ama bu demek değil ki yarın gelinliğimin tasarımını yapmaya başlayacağım.   “Benden hoşlanıyorsun. Bu yeter.” Ben öyle bir şey mi dedim az önce?   “Nereden çıkardın bunu şimdi?”   “Hayatım hoşlanmadığın bir erkeğin bu kadar yakınına gelmesine izin vermeyecek kadar akıllı bi kadınsın…” bana doğru eğildi ve derin bir nefes aldı. ‘’Şu an tüm savaşçı içgüdülerin beni odanın bir köşesine fırlatmak istiyor. Yaydığın feromonlardan bunu anlayabiliyorum. Üstelik çok güzel kokuyorsun. Hem ölümcül, hem de kadınsı. Hımm? Vanilya aroması mı bu?’’   “Aman tanrım Connor bunu nasıl yaparsın? Bu çok sapıkça.” dedim ve elinden kurtulmaya çalıştım. Az önce ejderhalar için düşündüğüm şeyi yapmıştı resmen. Beni koklamıştı. Hem bir koklamayla mı anlamıştı tüm bunları? Nasıl bir gurmelikti bu?   “Sadece seni kokladım.” Bir an elinden kurtulmuştum ama kaşlarını çatıp üzerime yürüyerek beni duvarla kendi arasına sıkıştırdı. Bir eliyle saçlarımla oynamaya başladı.   “Böyle deyince kulağa daha çok manyakça ve sapıkça gelmeye başladı. Beni öyle her istediğinde koklayamazsın. Off ne diyorum ben?” İyice saçmalamaya başlamıştım. Bu yakınlık ve temaslar mantıklı düşünme ve konuşma yetimi yitirmeme sebep oluyordu.   “Bence… Düğünde saçlarını açık bırakmalıyız. Sana böylesi çok yakışıyor.” Hayaller alemine dalmışken dudağımı ısırdım.   “Connor…” Söylemeliydim. Burada kalamazdım. Ben yasaklanmış biriydim. İçimde hala buradan yollandığım için az da olsa kin beslediklerim vardı. Dahası buraya sıkışıp kalamazdım. Benim dünyada işlerim, arkadaşlarım vardı. Hayatım vardı. Özgür olmayı seviyordum.   “Fazla makyaj yapmana gerek yok.”   “Connor…” Bir ülkeye bağlanamazdım. Eğer Connor ile evlenirsem bir bağlılığım olacaktı. Sorumlu olacağım insanlar olacaktı. Halkım olacaktı. Kocam ve çocuklarım. Ben bunlara hazır değildim. Üstelik tüm bu haklara ben sahip olamazdım. Abimin dedikleri çalındı kulağıma. Krallar sıradan halkla evlenemezlerdi. Oysa ben Rv adımla sıradan biriydim. Kraliyet üyesi değildim.   “Gelinliğini en iyi terzile-”   “Connor! Yapamam. Bak ben bu konum için doğru kişi değilim. Kraliçe olamam tamam mı? Ben ailesi ve kendi toplumu tarafından dışlanmış biriyim. Ros… Rosalinda ile arkadaş olmamın nedenlerinden biri de bu. İkimizde dışlandık, ezildik… Ama şimdi ikimizin de kendi düzenimizde kendi krallığımız var. Ben seninle yapamam. Ben sana aşık olamam. Anla-”  Dudaklarımın dudaklarıyla örtülmesi sonucu sözlerim anlamsız mırıltılara döndü. Basit ama uzun bir öpücüktü. Kalbim göğsümü döverken gözlerimi yummamak ve Connor’a karşılık vermemek için tüm irademi kullandım.   “Sakın! Sakın bana aşık olamayacağını söyleme. Eğer istediğin zaman ise sana savaş bitene kadar müddet. Seni sıkıştırmayacağım. Ama saraydaki herkes senin benim olduğunu bilecek. Bu konu daha sonra konuşmak üzere rafa kaldırılmıştır. Şimdi… Savaşa katılmak istiyorsan geride durman gerekecek. Başka bir şey kabul etmem.” dedi Connor ve anlımı öptü. Ardından ona ait olan kapıya yöneldi. Kapıya vardığında döndü ve “Bana âşık olacağını garantilemek için elimden geleni yapacağımdan emin olabilirsin.” dedi ve gitti.     Arkasından aval aval bakmakla yetindim. Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Her savaşta en ön saflarda duran ben, geride kalmam konusunda Connor ısrar ediyordu. Ona aşık olacağımı garantileyecek şeyler yapıp evleneceğimize kendini inandırmış durumdaydı. Oysa hakkımdaki gerçekleri bile bilmiyordu ki! Ne kadar öyle durduğumu bilmiyorum ama kendime geldiğimde acıktığımı fark ettim. Bu olayı aklımdan bir süreliğine atıp yemek salonuna doğru yürümeye başladım. yemek yemek şimdilik terapi gibi olacaktı.   --   Yemekten sonra biraz bahçeye çıkıp gezmeye başladım. Neredeyse bir ejderha kadar yediğim için midemdekilerin sindirilmesi gerekiyordu. Çiçek tahılının olduğu bölüme doğru yürüdüm yüzümde hüzünlü bir ifadeyle. Burada savaşlardan dolayı bir kış bir yaz yaşanabiliyordu kısa süren aralıklarla. Bu yüzden çiçeklerin çoğu bu hava değişikliklerine dayanamamış ve ölmüştü. Çok kötü bir görüntü yaratıyorlardı.   Çiçeklerin yanında diz çöktüm ve bir tanesini elime aldım. “Canlan!” diye fısıldadım. İlk önce elimdeki çiçek açtı. Ardından diğerleri de rengârenk açmaya başladı. Gülümsedim. Hayat vermek ne güzel bir duyguydu. Savaş alanında cellat olarak anılsam da…   “Çok hoş bir manzara.” diye mırıldandı biri. Ürkerek arkama baktım. Karşımda üzerinde kanla kaplı bir peştamal olan bir ejderha buldum. Ejderhalara has vücudu, kızıla çalan gür saçları vardı. Burnuma kan kokusu gelince onun yaralı olduğunu anladım. Aslında kanla kaplı peştamal de büyük bir ipucuydu, neyse. Yavaşça ayağa kalktım ve adama daha dikkatli bakmaya başladım. Vücudunun birkaç yerinden yaralanmıştı. En kötüsü kalbinin bir karış altında olan iri yaraydı. Muhtemelen peştamalını kana bulayan da oydu. Gözlerimi yaralı olmasına rağmen muhteşem görünen vücudundan ayırıp yüzüne baktım ve işte o zaman anladım.   “Aaa sen rehin alınan prenssin. Bekle bir dakika, sen buradaysan savaş olmayacak mı şimdi? Of ya Connor geriden de olsa savaşabileceğimi söylemişti.” Somurtarak konuşurken prens kaşlarını çattı.   “Kim olduğunuzu bilmiyorum leydim fakat neredeyse ölecek durumda olan bir adamı görünce aklınıza gelen ilk şey bu mu?” Dedikleriyle omuz silktim.   “Birincisi ben bir leydi değilim. İkincisi neredeyse ölecek gibi dur-” Ejderha Prens sendeleyince onu tutmak için öne adım atıldım ve yere düşmeden onu yakaladım. Yaralarına zarar vermemeye çalışarak yakındaki ağaca doğru gittim ve sırtını ağaca verebileceği şekilde oraya oturttum.   “Belki de neredeyse ölecek gibi duruyorsundur. Neyse… Sanırım yardım çağırmak için saraya gidip-”   “Hayır…” diye fısıldayarak beni susturdu. “Beni yalnız bırakma… Az önce çiçeklere yaptığın şey… Sen bir cadı mısın?” Dudak büktüm. Pack duysa kırılırdı. Ordumdaki cadıları yöneten güçlü bir cadıydı ve benim onun türüyle kıyaslandığımı duysa…   “Ah pekâlâ. Bir cadı sayılırım. Merak etme yaşaman için elimden geleni yaparım.” dedim ve neler yapabileceğimi düşünmeye başladım. Dünyada olsak her arabamda ve çantamda özel yardım için iksirler bulundururdum ama şimdi yanımda hiçbir şey yoktu. Etrafıma bakındım ve az önce açmaları için büyü yaptığım çiçeklerin parıldamaya başladıklarını fark ettim. Koşarak çiçeklerden birkaç tane koparmaya başladım.   “Aslında çiçek toplamak yerine beni yaşatmayı denesen fena… Aaaaa! Bu canımı acıttı!” O kükreyişi ile ormanı inletirken bende az önce topladığım çiçeklerin suyunu yaralarının üzerine sıkmaya başladım.   “Sanırım bu doğanın bir tür teşekkürü.” diye mırıldandım ejder prensin yaraları kapanırken. “Bu canını yakıyor mu?” diye sordum.   “Tanrım! Sence yakıyor mu? “diye bağırdı bana. Yüzümü buruşturdum ve sinirle derin bir nefes aldım.   “Bana bağırma! Tıpkı abin gibisin. Yapılan hiçbir şeyden memnun değilsin. Şimdi çeneni kapat ve azıcık cesur ol.” diye bağırdım bende ona. Olanlar yüzünden zaten canım sıkılmıştı. Birde bu adam için canımı sıkmayacaktım. Hem savaş da olmayacaktı. Off ya!   Bütün yaraları iyileştirmeye yüz tutunca kırığı var mı diye elimle yoklamaya başladım.   “Tanrı aşkına kadın! Ne yapıyorsun? Umarım beni okşamak gibi-”   “Okşamak mı? Sen Zack olmalısın.” dedim. Abim Connor’ı anlatırken ona en çok benzeyen kardeşinin Zack denen “hergele”nin olduğunu –evet onun hakkında konuşurken ona ‘hergele’ demişti – söylemişti. “Tıpkı abin gibi aklın hep başka şeylerde.”   “Ben Korkusuz Prens Zack’im kadın. Bana saygılı davran.” Hıhı, tabi. Az önce onu yaşatmam için geveleyen bendim tabi.   “Korkusuzmuş. Külahıma anlat sen onu. Ben de Prenses Vekili RV’yim sende bana saygılı davran.”   - "RV, bir kadın mı?" durdu. Yüzünde yalan söylediğimi düşündüğüne dair bariz bir ifade vardı ve ciddi olduğumu anlayınca gözleri irileşti. Şaşkınlığını atınca sırıtmaya başladı. Onu umursamayıp kaşlarımı çatarak yaptığım işe devam ettim. Kaburga kemiklerinde kırık yoktu ama incinmişlerdi. Saraya gidince sarılması gerekiyordu. “Cidden sen RV misin?” dedi. Suratındaki gülümseme silinmemişti. Gözlerini de kocaman açmıştı. . “Ne o hayal kırıklığına mı uğradın?” diye sordum bir kaşımı kaldırırken. “Hayır. Aksine sevindim." Sesinde garip bir şey vardı. Gözleri parladı. İstediği oyuncağı gören bir çocuk gibi bakıyordu. "Böyle güzel bir kadının bizi koruduğu... Bir dakika." Sustu. Bir şeyler hatırlamaya çalışır gibiydi. Gözleri yine parladı. Ama bu seferki hayal kırıklığıydı. "Sen az önce prenses vekili olduğunu mu söyledin?" “Evet de... Kafanı bir yere mi çarptın sen? Korkusuz bir prense göre çok garip davranıyorsun. Bence en iyisi yardım çağırmak olacak. Zaten kimsenin dışarı çıktığımdan haberi yok.” dedim ve o itiraz edemeden önce çevik bir hareketle ayağa kalktım. Saraya doğru hızla yürümeye başlamıştım ki elleri belinde, çok kızgın bir halde etrafına bakınan Connor’ı görünce yavaşladım. Tanrım adam pimi çekilmiş bomba gibiydi. Ona seslenmekte tereddüt edip olduğum yerde çakılıp kaldım. Omzuma bir el dokundu. “Bence abimin sahiplendiği prenses vekili sen değilsin. Abimin kokusunu senin üzerinde hissetmiyorum." dedi arkamdaki Korkusuz 'aptal' prens Zack. Aptaldı çünkü abisinin burada olduğunu, sesini duyunca bize döndüğünü, omzumdaki eli belime kayınca burnundan dumanlar çıkarttığını veya bize doğru geldiğini görmemişti. Connor'ı ancak yaşlı bir ağacı ikiye bölecek şekilde sert fırlatılınca gördü. “Bu canımı acıttı. Lanet olsun abi. İnsan kardeşine bir hoş geldin falan der." “Ben insan değilim." diye hırladı Connor. Sonra bana döndü. "Neredeydin sen? Her yerde seni aradım." “Beni iyileştiriyordu. Sen fark edemesen de ben düşman birliklerinin elinden kurtuldum. Yarı ölü bir halde buraya kadar uçtum ve yanında duran güzel kadın olmasa belki ölmüş olurdum. Ahh... Sanırım kaburgam kırıldı." “Ben bir şey duymadım.” dedim iki kardeş arasında geçen diyalogdan bağımsız bir şekilde. Kardeşi rehin alındı diye savaş başlatmasına ramak kalan Connor, kardeşinin eli belimde diye onun yaralı olduğunu umursamadan rastgele bir ağaca fırlatmıştı. Ailecek bir tuhaflık vardı bunlarda. “Git ve Jackson’ı bul, iyi olduğunu haber ver. Bizim işimiz var." dedi Connor. Kardeşler arasındaki iletişimsizliği ele almak istesem de Connor’un ‘bizim işimiz var’ demesi daha önemli geldi şu an için. “Ne işimiz varmış bizim?” diye sordum ona ama bir cevap alamadım. Zack bizi yalnız bırakınca Connor kolumdan tuttu ve ona bakmamı sağladı.   "Daha bir saat önce birlikteydik neden beni aramaya çıktın?" Hiç yalnız kalamayacak mıydım ben? Kişisel alanı geçtim kendime ayıracak vaktim bile olmayacaktı sanırım. “Richard bana eski sevgililerinin hepsinin senin süründe -topluluğunda- olduğunu söyledi. Bu doğru mu?" Ahh şu Richard ve boşboğazlığı. Ona işkence etmek için sabırsızlanıyordum. “Utanmasa bir ara ona âşık olduğumu da söyleyecek olmalı.” diye homurdandım. “Ne! Ona âşık mıydın?"  
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD