6.Bölüm

2699 Words
Richard'a en güzel gülümsemelerimde birini yolladıktan sonra birlikte yemek masasına yöneldik. Koluna girmiştim ve yüzümdeki gülümsemeyi durduramıyordum. Mutluydum, hem de çok. Richard gelmişti, yanımdaydı. Alışkanlıklar bazen kişiye huzur verirdi ve Richard benim en güzel alışkanlıklarımdan biriydi. Tüm o kimliğimi saklama gerginliğini bir anlığına da olsa Richard’ın yanında unutmuştum. O güvenilir bir dosttu ve benim hakkımda kimseye bir şey demezdi. Kişi kendini güvende hissederse huzurlu ve mutlu olur. Bana olan da tam olrak buydu işte.    Ona bakıp gülümsemeye devam ettim ve o da bana göz kırptı. Masaya geldiğimizde ensemde hissettiğim ürpertiyle gözlerim bir kez daha Connor ile buluştu. Gözlerinden alevler çıkıyordu adeta. Sanki masadan kalkıp her yeri dağıtacakmış gibi geliyordu. Belki de kafamı koparırdı ya da Richard'ın kafasını. Çünkü kısacık bir an gözlerini Richard'a bakarken yakaladım. Beni kıskanıyor muydu? Emin olamıyordum şu an ve onu da anlayamıyordum. Ama şunu da söylemeliyim ki gözleri çok korkunçtu. Nasıl desem, bu haliyle çok ürkütücü gelmişti gözüme. Yalnızken ve gece dışarıda gezerken görsem ruhumu teslim edebilirdim korkudan. Gözlerimi kaçırmak zorunda kaldım. Hem beni kıskanması için bir neden yoktu. Ve yine hayaller âlemine daldığımı Richard bana soru sorunca fark ettim.   “Her gün bu kadar sıkıcı oluyor mu yemekler?” diye fısıldadı Richard sandalyesinden bana doğru eğilirken. O yanımda otursun diye herkes bir sandalye kaymıştı. Milleti biraz kızdırmıştık. Kimse dominodaki taş olmaktan hoşlanmamıştı ama umrumda bile değildi. Benim koskaca bir ordum vardı be! Kimse bana ufak bir rahatsızlık için karşı çıkamazdı.   “Sen gelmeden önce daha sıkıcıydı.” dedim ve ona gülümsedim. Gerçekten de öyleydi. O gelmeden önce baygınlık geçirecektim resmen. Gözlerimde lazer olsaydı eminim ki –annem başta olmak üzere- yemekteki birçok kişiyi bakışlarımla doğramıştım. Önümdeki eti –evet evet her gün et yiyoruz çünkü onlar ejderha- keserken sustum. Tam onu ağzıma atacakken gözlerim Connor’ınkilerle buluştu. Kahverengi gözlerini kısmıştı, yanağında bir tik atıyordu. Ayrıca ellerini yumruk yapmıştı. Bence biraz daha sıkarsa kendi kemiklerini kıran adam –ejderha adam- olarak tarihe geçecek. Ona şirince gülümsedim. O ise bana yerimde sineceğim kadar korkutucu bir bakış attı. Yemekten önce abimi ejderha şişi yapmakla tehdit etmişken sanırım birazdan ben ejderha kebap olacağım.   Yanımda oturan Richard’a baktım. Connor’ın yersiz öfkesinden bihaber yemeğini yiyordu. Ardından diğer tarafımda oturan abime baktım. Kaşlarını çatmış, zarif dudaklarını sarkıtmış bir Connor’a bir Richard’a bakıyordu. Sağ elimdeki çatalın arkasıyla abimin karnını dürttüm.   “Ahh… Ne?” diyerek bana döndü. Başını yana yatırıp gülmeye başladığında yemeklerde bir şeylerin onlara dokunduğunu düşünmeden edemedim. Az önce somurtmuyor muydu bu?   “Connor’ın problemi ne? Gazını çıkaramayan bebekler gibi huysuz. Ayrıca Richard’a öldürecek gibi bakıyor.”  Ben sözümü bitirirken abim artık resmen otuz iki diş sırıtıyordu. Kaşlarımı çattım. Eğlenecek ne vardı? Ejderha diyorum, kebeap diyorum, olacağım diyorum.   “Sanırım kıskanıyor.”   “Ne? Kimi?” Sanki hipnozdan uyanmış gibi kafasını iki yana salladı sorduğum sorularla. Beni mi kıskanıyordu gerçekten? Bu düşünce aklıma bir iki defadır geliyordu ama inanmak istemiyordum.   “Ne? Hiç kimseyi. Boş ver.” Tekrar somurtarak önündeki yemekle ilgilenmeye başladı. Pekâlâ, yemek yemeyi bırakıyorum. Yarın ilk işim aşçıyı sorguya çekmek olacak. Bu ani ruh değişimleri pek hayra alamat değildi. Tamam, ejderhalar pek de dengeli yaratıklar değildi. Bir bakarsınız birbirleriyle şakalaşırken bir de bakmışsınız ki şakalaşan iki arkadaş birden kılıçlarını çekmiş kavgaya tutuşmuş da olabilirlerdi.  Ama bu hiç normal değildi. Toplu olarak bir zehirlenmeden bahsediyorum burada!   “Hey RV!” dedi Richard neşeyle. Yavaşça ona döndüm. Gözucuyla Connor’ın tikinin hızla attığını ve elindeki çatalı –gümüş çatalı- büktüğünü gördüm. Bu hiç hayra alamet değil. Burada olan hiçbir şeyin sonu hayra alamat değildi şu anda.   “Elbisen çok güzelmiş.” Connor böyle düşünmüyor ama… Annem de.   Ona göre üzerimdeki bir elbise bile değil. Odamın kapısından çıktığımda kaşlarını çatıp bana “Elbisenin kalanı nerede? Odanda kaldıysa yolun yarısında döndürme bizi. Geç kaldık zaten.” demişti. Bir an espri yaptığını düşünüp kahkaha atacaktım ki yüz ifadesi hiç de öyle demiyordu, oldukça ciddiydi. Bende ona bakıp “Birincisi sen kralsın. Geç kalsanda sana kimse karışmaz. İkincisi elbisemin tamamı bu!” dediğimde çatık kaşarını biraz daha çattı. O kaşlara sinir olmaya başlamıştım. Parmaklarımla düzeltmek istemiştim. Kolunu bana uzatırken “Elbiseden çok bir elbise parçasına benziyor.” Demişti homurdanarak. Sonra konu değişmişti yanımdaki şahsın varlığıyla.   “Hu hu? RV?”   “Efendim Connor?”   “Richard!” Upss… Sanırım geçmişe dalmak bana iyi gelmiyor. Ama benim yanlış isim söyleyişim birilerinin sinirlerine iyi gelmiş anlaşılan. Zira Connor bana doğru kafasını eğip sırıtarak el sallamıştı.   “Ne? Ah pardon Richard.” Richard’a dönüp en şirin yüz ifademle baktım ve ardından tebessüm ettim az önce adını yanlış söylediğim için.   “Elbisen diyorum. Güzelmiş. Sen mi tasarladın?” Modadan anlayan ve benim yeteneklerimin farkında olan biri. Ne güzel!   “Hıhı evet.  Jackson çok kısa olduğunu söylemişti.” Dedim imayla. Richard’ın ne diyeceğini merak ederken birilerinin de gerçek zevk sahibi birinin dediklerini duymasını istiyordum.   “Bakma sen ona. O güzelim bacakların sergilenmek için var. Gerçi ben onları plajda daha yakından incelemiştim. Özellikle güneş yağı sür-” Connor’ın öksürük krizi bütün masanın dikkatini topladı. Gözleri ben ve Richard arasında gidip geliyordu. Babam hemen kalkıp su verdi. Ardından sırtına bir tane patlattı. Richard’a bakıp onu dürttüm.   “Sence bizi mi dinliyor?”   “Hiç sanmam. Öksüren Jack olsa anlarım ama Connor’la aranda bir şey yok ki. Yok değil mi?” derken gözleri kocaman açılmıştı. Olmasın diye dua eden bir ifade vardı yüzünde.   “Ne? Şey… Tabi ki yok. Saçmalama.” Gözlerini kısıp bana baktı. Az önce duraklamış mıydım ben?   “Neyse… Zaten onlara kalsa seni rahibe kılığına sokup kimseye göstermeyecekler.”   “Güzel fikir.” Bu söz ikimizide yerinden zıplatacak derecede gür bir şekilde söylenmişti. Birilerinin öksürük krizi bitmişti anlaşılan. Richard ve ben, masanın başında oturan Connor’a döndük şaşkınlıkla.  Ama o yanında oturan babamla konuşuyordu. Sonra Richard bana döndü.   “Bir an bize söylüyor zannettim.” Aklımdakini dile getiren Richard’a kafamı sallayarak cevap verdim.   “Bana da öyle geldi.” derken gözlerim hala Connor’daydı. Babamla sohbetine ara verdiğinde bana bakıp göz kırptı. Belki de bize söylüyordur!   “Sana ufak bir süprizim var.” dedi Richard. Sandalyesini geriye doğru çekti. Ayağa kalkarken bir kez daha dikkatleri üzerine çekmişti. Ona bakan insanlara –ejderhalara- bakarak;   “Bu gün sadece RV için çalışıyorum. O yüzden lütfen yemeklerinize dönün.” Dedi gülümseyerek. Dedikleriyle homurdanmalar yükselirken Richard onları duymazdan gelerek bana bakıp gülümseyerek göz kırptı.     Elini ceketinin cebine sokup küçük kırmızı bir yüzük kutusu çıkardı. Bana göre sinsi, dışarıdan bakan birine göre tatlı bir şekilde gülümsüyordu. Yine neyin peşindesin sen Richard? Kutu bir anda elinden kayınca onu yerden almak için dizlerinin üzerine çöktü. Reflekslerinin çok iyi olduğunu bilmesem ona sakar derdim ama bunu bilerek yapmıştı. Bizi izleyen annem de dâhil olmak üzere birkaç kadın şaşkın bir şekilde iç çekmişti. Richard kutuyu açarken ben de şaşkındım. Kutunun içinde abimin bana verdiği yüzük vardı. Kaybettiğim için üzülüyordum. Benim ailemden –abimden- aldığım ilk hediyeydi.   “Nerden buldun bunu? dedim sevinçle ve boynuna sarıldım.   “Benim evimde unutmuşsun." Genelde uyuken tenimde metal istemezdim. Biri uykumda beni büyüleyebilirdi. Bedenimin doğal bir savunması vardı büyülere karşı ama tenimle teması olan metallerin büyülenme olasılığı oldukça yüksekti. Büyük ihtimalle de Richard’da kaldığım bir gece çıkarmıştım ve sonra da unutmuştum. Ondan ayrılırken yüzüğümü parmağıma taktım. Richard yerine geri otururken hala daha sırıtıyordu.   “Ah tabi ya…” derken gözlerim yüzükten Connor'a kaydı. Hışımla sandalyesinden kalkmıştı. Tanrım! Bu aptal Richard, herkesin bana evlenme teklifi ettiğini düşünmesini istiyordu. Beni düşürdüğü duruma lanetler yağdırırken sadece korkuyordum çünkü Connor çoktan başımda dikilmiş burnundan soluyordu. Sahi neye kızmıştı ki bu? Neye kızdığı açık değil miydi? Ah RV! Hadi Richard aptal, sana ne oluyor kızım? Şirinlikle bakışlarımı Connor'a çevirdim ve en masum gülümseyişimle ona baktım, ayağa selam vererek kalkarken.   “Abimin hediye ettiği yüzük. Richard’ın evinde unutmuşum, o da bana getirmiş.” diye açıklamada bulundum. Bir dakika? Neden açıklamada bulunuyordum ki?   “Yüzüğünü Richard’ın evinde mi unutmuşsun?” diye sordu fazlasıyla sert bir ses tonuyla.  Dediklerimi soruyla tekrarlarken içimden göz devirmek geldi ama dıt! Adam kral.   “Evet, onunla yatmadan hemen önce çıkarmıştım.” dedim kimsenin duyamayacağı kısık bir sesle. Connor'ın yüzü gittikçe daha fazla sertleşiyordu. Yutkunmak zorunda kaldım. Onunla yine uğraşmak istemiştim. Her ne kadar tepkileri beni gerse de eğlendiğimi itiraf etmek zorundayım. Kıskanılmak, hem de Connor tarafından –adam kral!- çok hoştu.   “Si..siz o..nun…onunla-” diyebildi ancak. Koskoca kralı düşürdüğüm duruma bak. Sırıttım.   “Connor, biraz daha böyle devam edersen beni kıskandığını düşünmeye başlayacağım. Bunun olmasını istemeyiz, değil mi?” dedim sırıtmam yüzümde büyürken. Kulağımın dibine kadar yaklaştı ve nefesini üfledi. Fazlasıyla ürpermiştim ve yüzümdeki sırıtma aniden kaybolmuştu. Vücudum gerilirken ensemdeki tüyler diken diken olmuştu. Gülümsedi bu halime ve mırıldandı.   “Seninle yemekten sonra konuşacağız.” Deyip geldiği gibi bir hışımla gidip yerine oturdu. Derin bir nefes verip Tanrı'ya şükrettim yerime otururken. Connor olay çıkarmamıştı. Kızgın boğa gibiydi ve bu hali beni fazlasıyla ürkütmüştü.   “Ne oluyor?” dedi Richard yerime oturduğumda bana doğru eğilerek. Ona dönüp omuz silktim ve tekrar yemeğime döndüm.    “Hiç. Hiçbir şey.” deyip bakışlarımı etimden Connor'a çevirdim. Gözlerinde gördüklerim Connor vakasını henüz atlatamadığımın kanıtıydı   Yemek bittiğinde sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Richard ile ayağa kalkmış kapıya yönelmiştik. Ben biraz acele ediyordum ama gelin görün ki tam bu sırada yanımıza Connor geldi ve nazikçe elini kapıya uzatıp bizi durdurdu.   “Odana kadar sana eşlik edebilir miyim RV?” diye sordu kibar bir şekilde. Bakışlarımı Richard’a çevirdiğimde bu durumdan hoşlanmadığını anladım. Connor'ı reddetmek için ona döndüğümde tehditkâr bakışlarıyla karşılaştım. Üzgünüm Richard ama bu adamdan korkuyorum ve kendimi ateşe atamam. Richard’a dönüp sevecen bir şekilde;   “Yarın görüşürüz.” dedim. Richard’ı sonra halledebilirdim. Onun gazabından sevimliliğimle kurtulabilirdim ama Connor mu? Hiç sanmıyorum. Richard inanamıyorum sana der gibi baktı ve sinsice sırıtarak;   “Bilemiyorum, zaten yeterince özlememişsin beni. Senin için fark edeceğini sanmıyorum.” dedi. Şirin yüz ifademi takıp -ki Richard bu halime dayanamıyordu- onun koluna sol elimi koydum ve elimi aşağı yukarı hareket ettirdim.   “Hadi ama Richard seni çok özlediğimi biliyorsun. Ve yarın bol bol hasret gidereceğiz.” Dedim bir bakıma da Connor’a da nispet yaparcasına. Richard gülümsedi ve kafasını yana eğdi.   “Seni affetmeli miyim?” dediğinde neyi kast ettiğini anlamıştım. Yanağına bir öpücük koyup sevimli bir şekilde baktım ona. Yanağımdan makas aldı ve bir an Connor’a bakıp tekrar bakışlarını bana çevirdi. Gözlerindeki sinsiliği görebiliyordum.   “O güzel bacakların hatırına affediyorum seni.” deyip göz kırptı. Yanağıma uzun bir öpücük kondurduktan sonra uzaklaştı. İşte şimdi yandım. Oyunu ben oynarken sıkıntı yoktu ama Richard’ın da oyunuma katılıp olayı farklı bir boyuta taşımasını beklemiyordum. Bakışlarımı Connor’a çevirdiğimde tek gördüğüm saf öfkeydi. Evet, artık kesinlikle emindim. Bu adam beni kıskanıyordu.   “Hadi!” dedi sert bir sesle kolunu uzatırken. Ona önce baktım. Sonra korkarak da olsa koluna girdim. Yemek salonundan çıktık tek kelime etmeden. Koridorda yalnız kaldığımız an resmen beni sürüklemeye başladı. Daha nereye gittiğimizi anlamadan kendimi bir bahçede buldum.   “Hey… Nereye getirdin beni?” Eliyle kolumu sıkıyordu. Sertçe çekip kurtulmayı denemeyi düşündüm ama açıkçası hala korkuyordum. Etrafıma bakındım alışkanlık üzerine. Kimse yoktu. Connor beni bilerek buraya getirmiş olmalıydı. Ben çığlık atıp yardım istesem bile birileri gelene kadar beni öldürüp kanıtları kolayca yok edebileceği bir yerdi burası.   “Onunla… Onun evinde… Ne yaptınız?”  Sorduğu soruyla gözlerimi devirdim. Yine mi aynı konu? Ona bakıp dudaklarımı büktüm.   “Hangi evinde? Dünyadaki mi buradaki mi?” Kolumu bıraktı ve karşıma geçti.   “ Ka… kaç tane evi var bunun?”   “Iıı sanırım 4 tane ama ben sadece 2 tanesine gittim. Dünyadaki evinin mimarı bendim. Sırf bu yüzden onun evinde 1 ay kal…  Connor sen az önce burnundan duman mı çıkardın? Ejderhaların bunu sadece çok kızdıklarında yaptıklarını sanıyordum. Bir şeye mi kızdın?” Salaklığa yatarak kafamı yana eğdim.   “Sen hep erkeklerin evinde kalır mısın böyle?” Sesi pürüzlü ve baya sertti. Ellerini beline koydu. Dedikleriyle elimi ooo ooo dercesine salladım.   “Arkadaşlarımın evinde kalmayı severim. Eğlenceli olur.” Omuz silkerek söylediklerimden sonra Connor bir elini saçlarının içinden geçirdi.   “Erkeklerden bahsediyoruz, senin arkadaşlarından değil.”   “Arkadaşlarımın çoğu erkektir.” Ama yarısı da erkeklerden hoşlanır. Tabi ki bunu demedim. Açıkçası bu işi eğlenceli bulmaya başlamıştım. Tehlikeli alanlarda oyun oynamayı daima sevmişimdir. Sonuçlarına katlanmak isterseniz tabi…   “Tanrım!”  Birinin boğazını temizlemesiyle sert bakan gözleri benim üzerimden ayrıldı. Şükürler olsun. “Ne var?” Connor kükrerken az önce bizim çıktığımız saray kapısında ki asker selam verdi.   “Kralım savaş ile ilgili bir konu var.” Dikkatinin dağılmasından yararlanıp ondan uzaklaşmaya çalıştım ama askere bakarken kolunu uzatıp beni kendine çekti. Ardından kolunu belime doladı.   “Anladım. Geleceğim birazdan.” Asker Connor’ın hareketine baya şaşırdı. Selam verirken bile gözü Connor’ın belime doladığı kolundaydı… Connor’ın ona dikkat ettiği bile yoktu. Sinirle elinden kurtulmaya çalıştım. Bana döndü ama uzaklaşmama izin vermedi.   “Sadece bir soru soracağım.” dedi. Gözleri parlıyordu. “Aynı odada mı kaldınız?” Konunun dağılmasını savaş bile sağlamadıysa kesin beni kıskanıyordu. Sonuçta o kraldı ve ülkesi için bir savaş söz konusuydu. Benim bile ilgimi çekmişti ama Connor umursamamıştı bile.   “Tanrım! Connor kocam olsan bu kadar kıskanmazdın. Richard’ın evinde kalmış olmam seni neden bu kadar ilgilendiriyor ve kızdırıyor anlamadım.”   “Konuyu değiştirme!” dedi. Ellerini kollarımın üst kısmına koyup beni kendine çekti. “Aynı odada kaldınız mı kalmadınız mı?”   “O bir saray mensubu Connor. Senin sarayın kadar olmasa da evi gerçekten büyük.”   “Yani!!” diye kükredi. Kollarımı sıkıp beni biraz daha kendine çekti.   “Mi-misafir odası var! Orda kaldım.” Kekelemiş miydim ben?   “Her gittiğinde mi?” Gözlerimi kaçırdım. Yalan söylersem anlama ihtimali vardı. Kafamı öne eğerek;   “Bir kere odasında kalmıştım.” diye mırıldandım. Kafamı kaldırdığım da burnundan kapkara duman kümesi çıktı. Gözlerim irileşti ve bir adım geri atmak istedim ama kollarımdaki elleri buna izin vermedi. Güvenli bir alana kaçmam için dikkatini dağıtmam gerekiyordu ve ellerinden kurtulmam. Bunu başarabilirsem –yani ellerinden bir kutulabilirsem - abim Jackson’a çığlıklar atarak koşup ona sığınabilirdim.   “Connor?” Tanrı halime acımış olmalı ki ejderha kadın kılığında bir kurtarıcı melek yolladı. Derin bir nefes aldım minnetle gözlerimi kapatıp. Koskoca ordum vardı ve az önce küçük çocuklar gibi kaçmayı mı düşündüm ben? Connor’un beni soktuğu duruma içimden lanet ettim.   “Yine ne var?” diye kükredi Connor. Kükremesiyle gözlerimi aralayıp onun baktığı yere, kapıya baktım. Ablası Jessica az önce askerin olduğu yerde duruyordu. Erkek kardeşinin bahçeyi inleten kükremesine karşılık yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Connor onu görünce kollarımı serbest bıraktı ama ben daha ondan uzaklaşamadan kolunu belime doladı. Yine! Ona bıkkın bir ifadeyle baktım ve gözlerimi devirdim.   “Naber Jess?” dedim elimi sallayarak. “Görüşmeyeli epey olmuştu.”   “RV! Aman tanrım, sen çok değişmişsin.” Connor’a dik dik bakarak bana sarıldı. O bana sarılırken Connor’ın kolu hala belimdeydi. Jessica benden ayrıldığında ellerini beline koyarak Connor’a dik dik bakmaya devam etti.   “Connor kıza neden bu kadar yapıştığını sorabilir miyim?”   “Ben senin kralınım. Ben-”   “Bende senin ablanım. Ayrıca kraliyet odasında falanda değiliz.” Connor’dan kurtulmaya çabalıyordum. Tabi ki boşuna bir çabaydı benimki. Çırpınmamın bir işe yaramadığını görünce çareyi Connor’ı dürtmekte buldum.   “Ne istiyorsun? Şu an RV ile önemli bir konuyu-  Tanrı aşkına kadın dürtüp durmasana!”   “Tanrı aşkına be adam! Sapık mısın? Bıraksana beni!” Pekâlâ, biliyorum az önce bir krala –ejderha olan bir krala- o sözleri bağırarak ben söyledim. Birçok krallıkta bu yaptığım büyük bir saygısızlıktı ve birçok sonuçları vardı. İdam da bunlardan biri.   Connor burnundan duman halkaları çıkartarak bana doğru eğilirken ben de tepkisel olarak geri çekildim.   “Ne dedin sen?”   “Be… Ben…” Çok yakındık. Fazla yakın. Dudaklarımızın arasında üç santim vardı. Panik olarak gözlerimi yüzünde gezdirdim. Kolay kolay paniklemem genelde ama şu an tutuşmuştum. Bu durumdan kurtulmam gerekiyordu. Bir şey demeliydim. Aklıma gelen ilk şeyi söyledim.   “Yakından daha yakışıklı gözüküyorsun.” Upss bunu demek istememiştim. Geri alma büyüsü var mıydı diye hafızamı yokladım ama tabiki böyle bir büyü yoktu. Ama Connor dediklerimi beğenmişe benziyordu. Sinirle kaskatı olmuş suratında kibirli bir ifade oluştu. Sanırım bu söylenecek en yanlış şeydi. Çünkü o güzelim kahverengi gözleri dudaklarıma kaymıştı. Yan tarafımızda şaşkın bir halde bizi izleyen Jessica’ya el işareti yaptım beni bu durumdan kurtarması için. Ama o ağzını dahi açmadan sert ayak sesleri bu garip havayı böldü. Connor geri çekilmek zorunda kaldı. Gelen kişi abimdi ve vereceği haber kimsenin hoşuna gitmeyecekti.   “Anlaşma için gönderilen heyet… Ralf ve askerleri katledilmiş. Her şey aniden olmuş. Ayrıca erkek kardeşiniz de… ellerinde.” Kahverengi gözler buz mavisine döndü. Dünya durdu. Gökyüzü yarıldı ve çok yakın bir yere yıldırım düştü. Connor kafasını geriye atıp kükremeye başladı.   Savaş resmen ilan edilmişti!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD