5.Bölüm

2525 Words
Sinirle odada bir o yana bir bu yana yürürken koltukta oturmuş beni ziyaret eden abime neden bu halde olduğumu sıralıyordum. Sonuçta burada olmamın sebebi bir bakıma da o değil miydi? “Telefon çekmiyor, bilgisayarım resmen kızardı, televizyon yok, kıyafetlerimi hala getirmedin,  kitap okuyamıyorum, annem sürekli benim moda anlayışım hakkında konuşuyor, bir de Robert var. Sanki beni öldürecekmiş gibi bakıyor. Ve üstelik Connor, ahh! Onun hakında konuşmak bile istemiyorum” Yüzümü buruşturup ellerimi saçımın içinden geçirdim yolmak istercesine.  “Vaov. Biri seni feci sinirlendirmiş anlaşılan.” Abimin dedikleriyle kafamı hızla aşağı yukarı salladım.  “O adam… o adam…” Adını bile dillendirmek istemiyordum.  “Connor mı?”  “Evet o! Kralın olacak o adam var ya-”Abim sözümü kesti.  “O senin de kralın.” Dedikleriyle kaşlarımı çattım ve ellerim belimde ona döndüm. Az önce oturduğu koltuktan kalmış bana yaklaşmıştı.  “Değil! O kendini beğenmiş, makak maymunu kıçı suratlı, öküz, hıyar-” Abim dayanamayıp eliyle ağzımı kapattı. Kaş çatışım biraz daha derinleşirken gözlerimi kısıp abime baktım. Sonra bunu neden yaptığını anladım. Zira biraz bağırıyor olabilirdim.  “Cidden neye sinirlendin sen böyle?” Ağzım kapalı olduğu için bütün söylediğim sözler anlamsız seslere dönüştü. Abime sert sert bakınca elini çekti.  “Beni… Off sana ne!” Dilimin ucuna yuvarlanan kelimeleri yuttum sinirle.  “Pekâlâ, sen söyleme! Ben de gidip Connor’a sorarım.” Dedikleriyle iyice öfkelenirken ona fırlatabileceğim hançer veya ona benzer bir şey aradım odamda ama malum saray odasıydı.  “Defol odamdan!” Diye bağırıp abim odamdan çıkarken arkasından fırlatabileceğim tek şeyi, yastığı attım. “Bütün erkeklerden nefret ediyorum!” Son sözlerim abimin ardından kapanan kapıyla odamda yankılanmıştı.  Buraya geleli tam 3 gün oldu, tam tamına 3 gün. Ve şimdiden geri dönmek istiyorum. Derhal!  Abime söylemediğim, beni delirten olaya gelince;  Connor bana modadan hiç anlamadığımı söyledi. Bana söyledi bunu! Tanrı aşkına ben bir modacıyım. Her şeyden önce bir kadın! Benim elbiselerim dünya üzerinde büyük rekabet görüyor ve o… Aptal herif! Annemle işbirliği yapmış olmasından şüpheleniyorum. Çünkü farklı zaman ve yerlerde giydiğim kıyafetlerin uygunsuz olduğunu farklı şekillerde söylediler.  Bir de o gün yaptığı şey var… O elbiseyle bana nasıl savaşılacağını gösterdiği gün burun buruna geldiğimizde bana baktı ve “Senden iyi savaşçı olur mu bilemem ama iyi bir ev hanımı olacağın belli” dedi. Ardından dudaklarıma doğru bakarak “Mutfakta nasılsın henüz göremedim lakin diğer yerlerde iyi olacağın kesin” dedi. Ona yumruk atmamak için içimde gerçekten büyük bir savaş verdim. Kral olacak adi pislik! Aşağılık adam. Canım kıymetli olmasaydı orada onu boğazlayabilirdim. Lakin o kraldı ve vatana ihanetten çarmıha gerilmek için henüz genctim.  Yinede her ne olursa olsun ona karşı bir şeyler hissetmeye başlıyordum. Beni deli eden sözcükleri fısıldayan dudaklar davetkar gözüküyordu. Nasıl savaşacağımı gösterirken kurduğumuz fiziksel temasları hala hissedebiliyordum tenimde. Bir an önce bunu engellemeliydim. Bu engelleme işini de tıpkı Mary’ye önerdiğim gibi yapacağım. Mary kim diye sormayın uzun bir hikaye. Kendisi bir ejderhaya aşık olmuş da. Saçmalık! Oluru yoktu! Ki Connor ile benim de olurum yoktu. O ejderhaların, Kırmızı Topraklar’ın kralı; ben ise ülkesinden bir bakıma kovulmuş ejderhaya dönüşemeyen biriyim. Ihıh! Oluru yoktu.  Hemen hizmetime verilmiş olan kızı çağırdım Mary’ye önerdiğim şeyi yapmak için.  ‘’Aditi!’’ Sesimin fazla yüksek çıktığını fark ederek boğazımı temizledim ve kapıyı aralayıp içeriye giren minyon kumral kıza baktım. Çilleri yanaklarını süslüyor ve ela gözleri zekayla parıldıyordu. Zeki kadınları severim.  “Buyurun efendim.” Sesi oldukça gür çıkarken onun hamurunda savaşçılık olduğunu fark ettim. Yüzümü bana efendim demesinin verdiği hoşnutsuzlukla buruşturken odamdaki masaya doğru ilerledim.  “Bana bir defter ve kalem getirir misin? Mümkünse defterin kilidi olsun.” Ejderhalar için dünyadaki kilitlerin bir anlamı olmayabilirdi ama Kırmızı Topraklar’ın kilitlerinin sağlamlıyla benim büyülerim birleşince meraklı gözlerden onu koruyabilirdim. Zira içine yazacaklarım ölüm fermanım da olabilirdi.  “Emredersiniz efendim.” Tam kapıdan çıkmak için hareketlenmişti ki elimi kaldırıp onu durdum ve sandalyeme ona dönük oturdum.  “Aditi?”  “Buyurun efendim.” Bana tekrar aynı şekilde hitap edince yüzümde yumuşak olduğunu düşündüğüm bir ifadeyle konuşmaya başladım.  “Ben resmiyetten nefret ederim Aditi. Bana adımla seslen bundan sonra ve ben emretmem, rica ederim. Ben yanımda hizmetçi veya kahya değil,  yardımcı isterim. Bir arkadaş gibi. Bundan sonra bu dediklerime göre davranırsan sevinirim.” Bana şok olmuş bir şekilde bakıp karşı çıkacakken kaşlarımı çattım ve olabildiğince sert bir şekilde ona baktım.  ‘’Bu sana son emrim!” dedim. Aditi önce irkildi ki bu istediğim tepkiydi. Gülümsedim. İfademin yumuşadığını görünce o da bana gülümsedi ve memnun bir ifadeyle selam vererek çıktı.  Beş dakika sonra defterim ve kalemim elimde yazmaya hazırdım. İlk sayfayı açtım ve yazmaya başladım:  Connor’dan uzak durmam için nedenler;   1-Bana modadan anlamadığımı söyledi. Saçma ama ilk sıraya yerleşecek kadar önemli bir şey! 2-Yürürken kalçalarıma bakıyor. Bakarken görmedim ama her erkek bakıyordur! 3-Bana sürekli hakaret ediyor. Özellikle kadınlardan savaşçı olmaz demesine gıcık kapıyorum. Bunu beni sinir etmek için özellikle yaptığına eminim. 4-O bir kral ve bu benim yaşantıma biraz ters düşüyor. Ben bir şeye bağlanamayacak kadar özgür ruhluyum. Hele hele bir ülkeye asla bağlanamam! 5-Tam bir manyak! Etekle dövüşmemi sağladı. Bence niyeti bacaklarıma bakmak. Bunu savaş taktiği olarak da kullanabilirim aslında. Sonuçta ejderhalar ve doğaüstü birçok türün erkekleri –insanlar da dahil- uçkuruna fazla düşkündü. Dikkat dağınıklığı için bire bir! 6-Kendini bir dev zannediyor –tamam, birkaç tonluk ejderha ve bir kral falan olabilir ama bu onun bana karşı ve dövüşüme karşı bir aşağılama yapabilme hakkını vermez. Küçük dağları ben yarattım havasında! Makak maymunu! Ne olacak! 7-Eminim bir sürü sevgilisi olmuştur ve hepsine de bilmişlik taslayıp kendinden kaçırtana kadar uğraşmıştır. Çünkü sadist bir deli! Sadist ama bir içim su… Hakkını da yememek lazım. Biraz törpülersek- öhhö! Konuyla uyuşmayan düşünceler! 8-Herkesin çevresinde dönmesine alışmış, benden de bunu bekliyor ama ben onun kölesi değilim. Bir ejderhayım! Dönüşemeyen bir ejderha ama olsundu. Sonuçta birçok ejderi büyülerim ve dövüş yeteneğimle alt etmişim ben be!   O sayfanın devamını ve 2 sayfayı boş bıraktım zira devamını daha sonra yazabilirdim. Bana daha birçok neden çıkaracağından eminim. Aklıma Layd Gaga’dan million reasons şarkısı gelirken sözleri mırıldanmaya başladım. Hımm, devam edelim. Şimdi iyi nedenleri yazmaya başlamalıyım. Ama ne tür bir başlık yazacağımı bilemedim. Bu yüzden sadece nedenleri yazdım. Başlığı sonra bulabilirim.   1-Gelecekte onunla evlenmiş ve kavga edip ayrılmış olduğumu gördüm. Bunun iyi bir neden olup olmadığına karar vermiş değilim. Yine de burada dursun. Evlilikte keramet vardır. 2-Ona karşı bir tür çekim hissediyorum. Ki bu bir ilk. Yani tamam birçok kez flört ettim ama genelde görev icabı ya da kendi egomu tatmin etmek içindi. 3-Çok yakışıklı. Hakkını yiyemem, özenle yaratılmış gibi. Sanki en ünlü ressamlar ve heykeltıraşlar onu yaratmak için tüm yeteneklerini kullanmış gibi. Her bir saç tanesinden sakalına kadar her şeyi özenle çizilmiş gibi. Bir modacı olarak dünyada birçok yakışıklı türle çalıştım –vampir, kurt adam, ejderha, elf, peri- ama hiçbir erkek bu kadar mükemmel değildi. 4-Karizması var ama egoist. Krallığına veriyorum. 5-Ukalalığını da beğenmem normal değil. Ya da beni sinir etmesini. 6-Çok gizemli biri ve ben gizemleri severim. Dünya’da Sherlock’a o kadar bağlanmayacaktım. 7-Bela kokusunu saymazsak hoş kokuyor. Ki ben belaları da severim. 8-O bir kral!  Tanrım… daha ne olsun gücü var herif yıkılmaz. Ağzından çıkacak sözle bir savaşı başlatabilir! 9-Gözleri kuyu gibi içine bakıp ‘hu hu orda bir kalp de var mı?’ diye bağırasım geliyor. Ne demiştik? Gizeme bayılırım.   Kapımın vurulmasıyla kafamı kaldırdım ve dalmış olduğum işimden hızla sıyrıldım. Masamdan kalkıp defteri yatağımın altına sıkıştırdım ve tam bağdaş kurup oturacaktım ki üstümde annemin verdiği garip elbiselerden olduğunu hatırladım. Abim hala dünyaya gidip benim kıyafetlerimi almamıştı. Rahibeler gibi giydiriyordu bu kadın beni! Üzerimi düzelttim ve yatağıma hanım hanımcık oturdum.  “Gel.”  “Bir an içerde birini öldürdün de onun cesedini saklıyorsun zannettim.” Teknik olarak o günlüğü saklamasaydım ben ceset olabilirdim. Kral için yazdığım hakaretli cümleler aklıma gelince sırıttım.  “Ukala abim konuştu.”dedim dilimi şaklatarak. O da benim gibi sırttı ve yanıma gelerek yatağıma resmen kendini attı. Ellerini başının arkasına koydu. Yatağa yanlamasına uzandığından ayakları dışarıda kalmıştı.  “Rahat mısın bari? Yastık vereyim istersen?”  dedim ona tatlı tatlı.  “Yok böylesi kafi.” Onu yataktan o kadar hızlı fırlattım ki şaşırmaya bile zamanı olmadı.  “Yok böylesi kafi” diye taklit ettim onu. Abim yattığı yerden bana şok olmuş bir ifadeyle bakıyordu. “Seni küç-” Gür bir kahkaha abimin sözünü keserek bütün odayı çınlattı.  “Jack tanrı aşkına yerde ne arıyorsun öyle?” Connor’un kahkahası bitince gülerek dedikleriyle abim yerdeki halıyı yoklamaya başladı.  “RV küpesini kaybetmiş.” Connor gözlerini kısarak bana baktı.  “E kulağında ikisi de.”  “Belki takmadığı küpeleri kayıp alla alla…” Abimin verdiği cevapla gözlerimi devirdim ve Connor’un kapımı çalmadığını fark ettim. O kral Rv! Kendine gel. Onun sarayındasın.  “Jack…”  “Odamda ne aradığınızı merak ediyorum.”diye Connor’un sözünü keserek aralarına girdim.  “Bana mı soruyorsun?”dedi Connor. Sesi biraz kızgın gibiydi.  “İkinize de sordum!” dedim bir elimle Connor’u bir elimle de ayağa kalkan abimi göstererek. Yüzümdeki masum ifadeye aldanarak az önce kastığı vücudunu gevşetti.  “Ben yemeğe giderken sana eşlik etmek için gelmiştim.”dedi Connor oldukça masumane bir şekilde. Ayy çok tatlı!  “Ah… Çok kibarsınız teşekkür ederim.”diyerek ona gülümsedim. “Hazırlanınca size haber veririm. Peki, sen Jackson?”  “Ben sana Richard’ın geri döndüğünü ve akşamki ye-”  “Richard geri mi döndü?”diye bağırdım sevinçle. Sonra koşup abimin iki kolundan tutup;  “Eğer benimle dalga geçiyorsan yemin ederim seni ejderha şiş yaparım ona göre.”dedim. Sonuçta Richard’dı konu!   “Bir dakika. Şu Richard dediğiniz bizim Richard mı?” diye sordu Connor araya girerek. Sesinde bir gariplik vardı. Kıskanmış gibiydi. Ya da ben ona biraz fazla kafayı taktım bana öyle geliyor. Yine de beni kıskandığını düşünmek hoşuma gitti. Yazayım bunu bir kenara.   “Evet, bizim Richard ve neden sana yalan söyleyeyim ki?” Abim hem Connor’un hem de benim soruma cevap verince dedikleriyle onu bırakıp kollarımı göğsümde birleştirdim.   “Sen hep benimle dalga geçiyorsun!” dedim küçük çocuklar gibi mızmızlanarak.   “RV! Git hazırlan geç kalacağız.” Dedi Connor sert bir şekilde. Elleri belindeydi. Burnundan duman da çıkabilecek gibi duruyordu şu an.   “Emredersiniz kralım.”dedim ona tatlı tatlı gülümseyerek. Ortamı daha fazla germenin anlamı yoktu. İkisi üzerinde bir süre gözlerimi gezdirdim. Çıkmaları için onlara bakıyordum. Gülümsemem yüzümden silinirken onlara bakmaya devam ettim.   “Neyi bekliyorsunuz? Gitsenize…”   “Eee tabi. Yürü Jack!” Connor abimin koluna girerek ve bir bakıma onu sürükleyerek odadan çıktıklarında derin bir nefes alıp verdim. Şimdi hazırlanma zamanı! Anneciğimin verdiği elbiseleri dolaptan çıkardım yüzümü buruşturarak. İçlerinden kumaşı kaliteli siyah olanlardan birini seçtim. Küçücük bir büyü ile onu giyilecek bir elbiseye dönüştürdüm. Diğer türlüsü manastırdaki papaz ölmüş de cenazesine giden rahibelere benzerdim. ***     Yemeğe giderken Connor bana Richard’la nasıl tanıştığımı sordu. Onun sorularını cevaplarken eğlendiğimi inkâr edemem. Ama sanırım o, aldığı cevapları pek sevmedi. Çünkü ben gülmemeye çalışırken o oldukça ciddiydi, hatta öfkeli.   “Neden bu kadar sinirlendiğini anlamadım Connor.” Dedim oldukça masum bir şekilde ona bakarken.   “Ne yani tanımadığın bir adamla saatlerce küçücük bir kulübede mi kaldın?” Sesi bu durumu garipsediğini vurgularken bir bakıma da kızgındı.   “Ne yapsaydım? ‘Aa ben seni tanımıyorum. Üzgünüm ama seninle yalnız, bu küçücük alanda kalamam. Dışarıdaki ejderhalara diyelim de ben başka kulübeye geçene kadar beklesinler’ mi deseydim?” Sesimdeki alaycılığı fark edip kaşlarını çatarak kısa bir bakış attı bana. Sonra başka bir soru daha yöneltti.   “Küçücük bi kulübede nasıl hayatta kaldınız ki?” Gözlerimi devirmemek için büyük bir sabır gösterdim zira o kraldı ve bu saygısızlığı hoş karşılamayabilirdi.   “E ben koruma büyüsü yaptım. Dışarıdaki ejderler hem kulübeyi fark etmedi hem de uzak durmak için büyük bir istek hissettiler içlerinde. Büyümün nasıl işlediğini açıklamak zorunda kaldığıma inanamıyorum.  Hem neden bu kadar taktın ki bu duruma?” Sorumu ve yakınmamı duymazdan gelerek başka bir soru sordu ve bu bardağı taşıran son damlaydı. Küçücük çocular gibiydi. Neden, neden, neden… diye soranlardan.   “Peki, ne yaptınız kulübede?”   “Seviştik.” Pat diye hiç düşünmeden verdim cevabı. Sabrım taşmıştı artık.   “Ne?!” Şok içinde sorduğu soruyla kolumdan çekiştirerek beni durdurmuştu. Ona dönüp kolundan çıktım ve ellerimi iki yana açarak konuşmaya başladım. Bu dediklerimi ordumdan Destiny, Norman ya da başka bir komutana anlatsam kıçlarıyla gülerlerdi.   “Anladın işte seviştik! Başka ne yapabilirdik ki? Richard çok karizmatik bir adam sonuçta. Hem olduka kaslı bir vücudu. Uzun zamandır da dünyanın erkekleriyle uğraştığım için bu fırsatı kaçırmak istemedim. Sonuçta bir ejderhayla, oldukça yakışıklı bir ejderhayla bir kulübede sürekli yalnız kalmıyorum.”Connor’ın yüz ifadesini anlamam bile imkânsızken anlatabileceğimi sanmıyorum. Şaşırmış şapşal tuhaf bir ifadeydi. Ama itiraf etmeliyim ki bu hali çok tatlıydı. Dudaklarını bir şey söylemek için aralıyor sonra vazgeçip tekrar kapatıyordu. Suratını balon balığına benzetmem normal miydi? Onu öyle görünce dayanamayıp kahkahalarımı saldım. Connor bana anlamamış gibi baktı kaşlarını çatarak. Ne yapayım ama üzerime çok gitmişti ve bende onunla uğraşmak istemiştim.   “Richard'ın karnı boydan boya yarılmışken düşündüğüm tek şey onunla sevişmekti!" dedim imayla. Connor'ın kaşları daha da çatılırken kafasını yana eğdi anlamamış gibi. Kafası cidden çok karışmış olmalıydı. “O yaralıyken seviştiniz mi yani?" dedi şaşkınlıkla. Çok kötü bir şey yapmışım gibi söylemişti. Tek kaşımı havaya kaldırıp sırıtınca kafasına dank etmişti her şey. "Siz sevişmediniz!" Neredeyse bağırarak olayı idrak ettiğini belirttiğinde kahkahalarımı tutmak imkânsızdı .~~~   Politika, savaş, işler, güçler ve daha birçok sıkıcı konu... Emin olun benim yerimde olmak istemezdiniz. Kafamı masaya koyup gözlerimi kapatmak istiyordum. Hiçbir şeyi duymamak... Annem bir türlü susmuyor ve ben konuşulanları anlamakta zorlanıyordum. Zaten anlamaya çalışmıyordum. Anneme sanki uzaydan gelmiş bir varlıkmış gibi uzun uzun baktıktan sonra bakışlarımı karşımda oturan Connor'a çevirdim. En son baktığımda sıkıcı konuşmanın bir parçasıydı. Ama şu an bana bakıyor ve sırıtıyordu. Kaşlarımı çatıp "kes sesini!" bakışı attım. Ama ya beni anlamamıştı ya da anlamamazlıktan gelmek daha avantajlıydı onun için. O sırada kulağımın dibinde şıklayan parmaklarla birlikte gözlerimi tepemde dikilen kişiye çevirdim. Jackson! Niye hiç şaşırmadım acaba? "Ne istiyorsun Jackson?!" O kadar sıkılmıştım ki biriyle ölümüne dövüşmek istiyordum şu anda. Keşke ordumun komutanları da çabucak gelebilseydi Kırmızı Topraklar’a. Zira onlarla idman kapıp üstümdeki gerginliği atardım. Onları kum torbası niyetine kullanmak istemiyordum ama onlar da benim yerimde olsa aynı şeyi hissedip anlayış gösterirlerdi. Ama aptal ben ne yapmıştım? Destiny’i Uzak Diyarlar’a cadılar ve onlarla işbirliği yapan ejderhalara ajanlık için göndermiştim. Elflerin komutanı Norman’ı ve trollerin komutanı Lindsey’i sorun çıkaran birkaç trolle uğraşması için Devler Diyarı’na; yer altı mağaralarında yaşayan yaratıkların sadakatini sağlamlaştırmak için orduda olan yaratıkları kontrol eden Hades ve ona yardım etmeleri için perilerin komutanı Becca ve cadıların komutanı olan Pack’i göndermiştim. Ronald ise şu an dünyadaydı. Hani şu vampir olan sarışın. "Bak kim geldi?" Jackson’un konuşmasıyla dağılmış dikkatimi tekrar ona yönlendirdim. Sırıtarak arkasını işaret ediyordu. Ne demişti o? Bak kim geldi.   Bakışlarımı kapıya çevirdiğimde hissettiğim tek şey koskoca bir şaşkınlıktı. Ama bu durum uzun sürmedi. Çünkü şaşkınlığım yerini katıksız sevince bırakmıştı. Ve benim dudaklarımdan engelleyemediğim bir çığlık kaçarken herkesin bakışlarının üzerime çevrilmesi umurumda bile değildi! Bu Richard'dı! Gülerek hışımla yerimden kalkıp ona doğru koştum ve hiç düşünmeden boynuna atıldım. Kollarını bana dolayıp bir tur döndürdü beni. "Heyy! Güzellik çok özlemişim seni." dedi gülümseyerek. Emin olun çok güzel gülümsüyordu. Sonuçta o Richard’dı. “Bende seni çok özledim." Dedim gülümseyerek. Gerçekten çok özlemiştim onu! “Belli oluyor. Herkes bize bakıyor" dedi sırıtarak. Tabii ki bu onun umurunda değildi. Ama ben kendimi tuhaf hissetmiştim. Kollarından istemeyerek de olsa ayrılıp bize bakanlar üzerinde hızla bakışlarımı gezdirdim. Gözlerim bir an Connor'ın gözleriyle buluştu. Gördüğüm tek şey saf öfkeydi. İyi ama neden?  
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD