4.Bölüm

2834 Words
“Böyle uygunsuz giyinen birinin değil bir savaşçı bir prenses vekili olması bile mantıklı değil. Kızımın yerine geçmesi söz konusu dahi olamaz!” Bu sert sözler beni devasa bir boşlukta süzüldüğüm saçma rüyamdan tam anlamı ile söküp çıkardı. Yılların verdiği deneyim ve savaşçı içgüdülerim sayesinde gözlerimi açmadan ve nefes alışverişlerimin düzenini bozmadan neler olduğunu hatırlamaya ve nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Son hatırladığım şey üzgün adamın beni kucağına alması ve geçide doğru yürümesiydi. Kanımda dolaşan yoğun ilaç, kan kaybı ve elbette geçitteki yoğun sihir benim kendimden geçmeme sebep olmuş olmalıydı. Muhtemelen Kırmızı Topraklar’daki sarayda, benim için ayarlanmış bir odada ve oldukça rahat bir yataktaydım. Yattığım yatağın sağ kısmının biraz çökmüş olmasından orada birinin oturduğunu anlamak zor değildi. Düzenli soluklarım arasından aldığım kokuya bakılırsa bu kişi abim olmalıydı. Ona hediye ettiğim parfümü kullanıyordu. Koku çok hafifti ama onu tanımama yetmişti. Ayrıca az önce kılık kıyafetimi oldukça uygunsuz bulduğunu ve hiçbir mevkiinin bana uygun olmadığını beyan eden annem de odada bulunanlardan biriydi. O adam da buradaydı. Onun burada olduğunu kanıtlayacak herhangi bir şeye ihtiyacım yoktu. Bunu biliyordum. Aslında daha çok hissediyordum. “Kız kardeşimin daha farklı giyindiğini sana düşündürten ne bilmiyorum ama RV’nin ve kızının moda anlayışları oldukça benzer. Hatta aynı bile diyebiliriz.” “Kızımın daha usturuplu giyindiğine eminim.” Annemin bana olan bu boş güveni nereden geliyordu acaba? “Belki yedi yaşındayken evet. Ama şimdi RV’nin eteğinden daha kısa şortları giydiğini hatta insanların bikini dedikleri şu bez parça-“ Annemin öfkeyle ayağını vurduğunu ve homurdandığını duydum. Bu belli ki abimin susmasını sağlamıştı. Ama nedense abim birkaç saniye ardından tekrar konuştu. “Burada konu RV’nin veya kızının kıyafetleri değil. Kimseyi giydikleri kıyafet üzerine yargılayamazsın.” Abimin bunları söylerken yanımdan yavaşça kalktığını duyumsadım. “Saçmalık!” Annem bunu söyledikten sonra önce yürüme sesleri sonra da kapının hızla açılıp ardından çarpıldığını duydum. Belli ki kızı yerine başkasının geldiğini görmek onu pek mutlu etmemişti. Eh bende bu durumda kimsenin savaşçı RV’yi heves ile beklediğini düşünmemiştim zaten. “Saçma bulduğu şey kızının gardırobunun avuç kadar kıyafetlere sahiplik yapıyor oluşu mu yoksa kişileri kıyafet ile yargılamaması gerektiği mi?” Bu soruyu soran o adamdı. Kral. İsmi neydi bilmiyordum. Vaktiyle yeni kral tahta çıktığında en büyük prens ile bir küçüğü arasında anlaşmazlık vardı. Pek ilgimi çekmediğinden olayı hiç dinlememiştim. Keşke dinleseymişim. Keşke Jessica’ya bildiği büyülerin yanında biraz da kardeşlerini sorsaymışım. Sol tarafımda bir hareketlenme hissettim. Artık yatağın sol tarafı daha ağır basıyordu. Biri üzerime eğildi. Eliyle boynumun yaralı olduğunu sandığım yere dokundu, yumuşakça. İşte yine adeta bir elektrik dalgası okşadı bedenimi. Ne kadar da tanıdıktı ve ne kadar da yabancı. İç çekerek kalktı yataktan. “Bir insan değil, değil mi?” Kral çıkarımını hızlı iyileşmeme yormuştu. Eh bilmem kaç farklı varlığın olduğu devasa orduyu bir insanın yönetebileceğini ona düşündüren neydi anlamak zordu. “Hayır, değil Connor.” Demek adı Connor’dı. Ah işte onun prens zamanları hakkında çok şey duymuştum. Ülkenin son savaşlarının çoğu onun sayesinde kazanılmıştı. O bir ölüm makinesiydi. Kırmızı Topraklar’ın yaşayan bir efsanesi. Bir de yıllar önce yapılan bir savaşta ele geçirdikleri ülkenin prensesi ile evlendiğini duymuştum. Ama tamamen yersiz bir dedikodu olduğunu abimin suratıma tam anlamı ile anırarak gülüp “Her duyduğuna neden inanırsın ki?” dediğinde öğrenmiştim. “Peki ne?” Sesi gerçekten merak ediyormuş gibi gelince onu görmek için gözlerimi açtım. Yatağımın ayak ucunda abim ile karşılıklı dikiliyorlardı. Connor siyah kumaş bir pantolon; kolları sıvanmış, yakası iki düğme açık beyaz bir gömlek giyiyordu.  Siyah saçları geriye doğru taranmış olsa da biraz dağınık görünüyordu. Koyu kahverengi gözlerini abime dikmiş ondan bir cevap bekler gibi bakıyordu. Ona bakarken sadece aklımdaki düşüncelere odaklanıyordum. Çünkü kalbimde derinlerde bir yerde bir şeyler kımıldıyordu.  Bu çok yabancı gelen ama garip bir şekilde tanıdık olan his beni ürkütüyordu. Tanrılar aşkına! Hiç tanımadığım bir adam hakkında böyle şeyler hissetmemeliydim. Saçmaydı. “Söyleyemem. Bu onun iyiliği için. Kimliği saklı kalmalı.” Abim sözlerini vurgulamak istercesine kelimeleri bastıra bastıra söylüyordu. Babamdan aldığı siyaha çalan saçlarını son görüşmemizden bu yana kısacık kestirmiş. Onun üstünde sanki emanetmiş gibi bol duran kumaş mavi bir ceket, içinde siyah tişört ve altında lacivert bir kot vardı. Ona vereceğim moda derslerini yakın bir zamana çekmem şarttı. Tanrıların verdiği müthiş vücudunu ve yakışıklı suratını boşa harcıyordu resmen.  “Anlamalısın dostum. Her şeyden önce o bir savaşçı. Adı her krallıkta bir efsaneye dönüştü. Kimliğini saklaması onun …” Söylediklerini vurgulamak istercesine bana döndü ve sustu. “Tanrılar! RV sen sinsi sinsi bizi mi dinliyorsun?” Elini ağzına götürmüş kınarcasına bana bakıyordu. Alaycı bir ses tonu ile konuştum. “Kusura bakma ama kış uykusundaki bir ayıyı bile uyandırabilecek bir sese sahipsin.” Bunları söylerken önce yüzümü buruşturdum sonra da ona dil çıkardım. Connor bir kahkaha attı. Abimin omzuna vurdu, sertçe. Öyle ki sıradan bir adama vurmuş olsaydı adamın ciğerleri dışarı fırlardı. Ama abim bu tür davranışlara alışıktı. Tek tepkisi bir göz devirme oldu. Ardından bana baktı. Şefkatle … Ki bu benim alışık olduğum bir durum değildir. Bir an kendimi acizmiş gibi hissettim. “İyi misin? Yaraların iyileşti ama 12 saattir uyuyorsun ve  …” Uyumayı ilaçlara bağlayabilirdim ama yaralar kelimesindeki çoğul ifade kaşlarımı çatmama neden olmuştu. Sadece boğazıma saldırmışlardı. Yani en azından ben öyle hatırlıyordum. “Vay canına 12 saat demek. Bu kadar uyuyunca kendimi dinlenmiş hissetmem gerekmez mi? Ben hala yorgunum. Ayrıca yaraların da ne demek oluyor?” Soruyu abime bakarak sorsam da gözlerim istemsizce Connor’a kaydı. Nasıl da dikkatle bakıyordu bana. Sözlerimin sonu ona dönmem ile bittiği için üstüne alınmış olacak ki bana o cevap verdi. “Çok kan kaybettiğin için bu kadar uyuman da yorgun olman da normal. Biraz dinlenmelisin.” Konuşurken göz göze geldiğimizde çok kısa bir an da olsa bana bakan gözlerinde abiminkinden farklı bir şefkat gördüğüme emindim. Yoksa? O da hissediyor muydu benim gibi? Yok artık ne yapıyordum ben? Anlık bir hissin daha güçlü bir duygudan kaynaklandığını düşünmem aptallıktı. 12 saat uyumak benim için oldukça yeni bir deneyimdi açıkçası. Bu durum benim için hiç normal değildi. Ben seksen beş yıldır günde en fazla 4 - 5 saat uyuyan biriydim. Bunun sebebi ejderha olmam değildi. Çünkü ejderhalar da insanlar gibi en az 8 saat uyumalılar. Vampirler de öyle. Ama bunun konumuzla alakası yok. Az uyumamın sebebine gelirsek… En büyük nedeni gördüğüm ama uyandığımda çok detaylı hatırlayamadığım kâbuslar. Birkaç gün önceye kadar bunlar genelde ailemle ilgili olan kâbuslardı. Geleceğe baktığım günden itibaren aralarına Connor’ da katıldı. Ki bu onları daha korkunç kılmıştı. Kâbuslarım da ya onlar tutsak oluyor ben onları kurtarmaya çalışıyordum –başaramıyordum - ya da hepsi benden nefret ettiklerini söylüyorlardı. İkincisi son günlerde pek katlanılmaz bir hal almıştı. Nedenini bilmiyorum Connor bunları söylediğinde canım bir başka acıyordu. Derin bir nefes alarak dikkatimi toplamaya çalıştım. “Sadece biraz kanımı emdi. Başka yaram yoktu! Değil mi?” Abim kollarını göğsünde kavuşturup bana kaşlarını çattı. Sanki olanların suçlusu benmişim gibi bakıyordu. “Kafandaki devasa çatlak ve vampirin ne zaman yaptığını bilmediğim bıçak yarasını saymazsak tabi.” Bu sözler üzerine hemen yorganı açtım ve doğrulmaya çalıştım. Acilen bir ayna bulup kafama bakmalıydım. Karnımda ki yarayı da görmek istiyordum. Ama Connor benim ani çıkışımı oldukça hızlı bir şekilde engellemişti. Aslında tek yaptığı eliyle koluma dokunmak olmuştu. Belki niyeti beni tutmaktı ama gerek kalmadan durmuştum. Zira dokunuşu beni şaşkına çevirmişti. O an göz göze geldiğimizde onun da bir şeyler hissettiğini anladım ama o kendini hemen toplayıp benden uzaklaştı. Abimin uyarı dolu sesi ile kendime kendim. “Yaraların hala iyileşmedi. Dikkatli olmalısın. Şu an canın acımıyor. Annem acını azaltmak için bir büyü yaptı ama bu yaralarının iyileştiği anlamına gelmiyor. Sargın 1 hafta kalacakmış.” Sadece birazcık yorgun hissediyordum. Ama yatağa bağlı kalacak kadar da değildim. Hadi ama! Hasta insan muamelesi görüyordum resmen. Elimi iki yana açıp isyan ettim. “Bu 1 hafta boyunca yatağa bağlı kalacağım anlamına mı geliyor?” Bunu biraz bağırarak söylemiştim. Abim kafasını iki yana hayır anlamında salladı. Gülümseyerek elini uzattı. “Dikkatli olacağına söz verirsen…”  * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * Kibar olmak ile olmamak ve ortalığa dehşet saçmak arasında gidip geldiğim şu anlarda tek avuntum karnımın doymuş olması. Bir oda dolusu ejderhanın yanında 2 porsiyon biftek yemem laf oldu. Tanrılar! Ben de bir ejderhayım. Doğama göre bir danayı yesem bile az. Gerçi onlar bunu bilmiyorlar o yüzden haklı bir isyan olmadı bu. Ama 15 saatten fazla zamandır yemek yemedim, hayatım boyunca en fazla 4 saat uyuyan biri olarak ilk defa 12 saat uyudum, yaralıyım. İşte bu yüzden kahrolası çenelerini kapamaları ve benim yediğim üç beş parça yemeğe laf etmemeleri gerekiyordu. Lanet olası ejderhalar. Özellikle de abim ve Connor! Umarım ellerinizin de pençelerinizin de hiç ulaşamadığı yerleriniz kaşınır, avınız elinizden kaçar, her gece uykunuzda boşluklara düşe düşe uyanırsınız. Kıyafetlerimden rahatsız olan anneciğim bana kıyafet ayarlamak için kolları hemen sıvamıştı. Bana kendi moda anlayışına göre gerçekten her tarafı kapalı bir elbise geldi. Uzun kollu boğazlı bir elbise. Eteğin uçları da yerlere kadardı. Annem beni rahibe sanıyordu sanırım. Tüm bu ayrıntıları geçersek çok hoş bir kırmızı elbiseydi ve kesinlikle benim dokunuşuma ihtiyacı vardı. Hem de sihirli bir dokunuşa. Bu gereksinimi elbette halletmiştim. Şimdi üzerinde daha modern ve güzel bir yırtmaca sahip straplez bir elbise vardı. Yemek bittikten sonra koca masada oldukça uzağımda oturan ‘kraliyet üyeleri’ ile tanıştım. Ailem ile tekrar tanışmak bana oldukça iyi gelmişti. Ayrıca eğlenmiştim de. Tanışma sırası babama geldiğinde onu yemekte görmediğimi anımsadım. Yeni gelmiş olmalıydı. Abiminkinden daha koyu renkte olan saçlarının arasında hala tek bir beyaz yoktu. Güzel gözlerinin kenarında ise gülmekten oluşmuş birkaç kırışıklık vardı sadece. En büyük abim Jackson kesinlikle babamın bir kopyasıydı. Babamın üzerinde gri bir takım elbise vardı. Her ejderha gibi o da yaşına göre oldukça formundaydı. Boyu benden biraz uzundu. Geniş omzu, oldukça güçlü görünen kolları vardı. İstemsizce o kolların bana sıkıca sarılmasını istedim. Sanırım ben babasına düşkün olan kızlardandım. Ona hayran hayran bakarken babamın da beni incelediğini fark ettim. Göz göze gelince bana gülümsedi. “Birine mi benzettiniz küçük hanım?” dedi. Ona birçok erkeğin hayran kaldığı özel gülümsememden hediye ettim. “Babama çok benziyorsunuz. Ama söylemeliyim siz daha yakışıklısınız.” Annemin abim Jackson’a yaklaştı. Bunu sadece göz ucuyla görmüştüm. Ardından onun kulağına doğru eğilip fısıltıyla “Önce oğullarıma asıldı şimdide kocama mı asılıyor?” dedi. O kadar yakınımdaydılar ki her şeyi duyabiliyordum. Abim anneme “delirdin mi kadın?” bakışı attı. Bunu biliyorum. Çünkü bana da öyle bakıp duruyor. “Babama benziyorsunuz dedi anne! Bundan o sonuca nasıl vardın acaba?” dedi ardından. Annemin ne diyeceğini biliyordum. Çünkü bunu bana daha önce anlatmıştı. “Ben babanı böyle ayartmıştım.” Abim kınayan bir bakış attı annesine ve yanından hızla uzaklaştı. Onları dinlediğim şu kısa vakitte babam da bir şeyler demişti ama ne olduğunu kaçırmıştım. “ … Babanızla da tanışmak isterdim.” dedi sevgili babacığım. “Ben de.” Sesim oldukça kısık çıkmıştı. Ailemle 7 sene geçirmiş olsam da pek görüşme şansımız olmamıştı. Bilirsiniz ne olduğumu anlamaya çalışan insanlar yüzünden ailemle pek görüşememiştim. “Bu arada … Elbisen ne hoşmuş.” Elimden tuttu ve beni döndürdü. Bir an kendimi Alevler içindeki Katniss gibi hissettim. Ayrıca belirtmeliyim ki konunun değişmesinden de memnun olmuştum. Gülümsedim. Birkaç adım ilerimizde duran annemi işaret ettim. “Tatlı eşiniz verdi. Gerçekten çok kibar ve hoş bir hanım. Çok şanslısınız.” Anneme baktım. Gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. Babam gülümseyerek onayladı. “Ah öyleyim. Bu arada ben Garvin Siliva.” Hala elimi tutuyordu. Hafifçe sallayarak “memnun oldum.” Dedim. “Bende RV.” Evet evet. Benim gerçek soyadım Siliva. Gümüş demek. Ailem en eski ejderhalardan gelmekte. Soyadımızın binlerce yıla dayanan özel bir öyküsü var. Ne yazık ki buradan uzak kaldığım için kendi ailemin soyu ile ilgili de pek bir bilgim yok. Detaylı hiçbir bilgim yok. Bu hatayı en yakın zamanda düzeltmeliyim. Babamın gözleri kocaman açılırken tuttuğu elimi biraz şiddetli bir şekilde sallıyordu. “Şu efsanevi RV mi? Hani Kırmızı Topraklar’ın hatta evrenlerin en büyük en güçlü bağımsız birliğine sahip olan komutan mı?” diye sordu. Sesinden çok şaşırdığı belli oluyordu. “Evet. Yoksa siz de mi kızlardan savaşçı olmayacağını düşünüyorsunuz?” Açıkçası bu beni kırardı. Ne olursa olsun hayatım boyunca hep babamı örnek almışımdır. O benim için çok önemliydi. Onun böyle bağnaz bir düşünceye sahip olmasını kaldıramayabilirdim. “Bence kadın bir komutan savaşın seyrini tamamen değiştirebilir.” Biri hemen yanımızda boğazını temizleyince sağıma doğru döndüm. “Konuşmanızı bölüyorum ama RV’ye sarayı göstereceğim.” dedi abim aramıza girerek. Babamın gözlerindeki hayal kırıklığını görmek garip bir şekilde beni sevindirdi. Demek ki beni sevmişti. Hiç bırakmadığı elimi iki eli ile kavradı. “Seninle sohbet etmek isterim RV. Savaşlar ve sevgili kızım hakkında.” Bu isteği karşısında ona samimi bir gülümseme ile baktım. “Uzun süre buralardayım. Sohbet için zamanımız olacak.” Sohbetlere pek karışmayan Connor baş koltuğundan kalkıp bize doğru geldi. Biraz huysuz görünüyordu. Bana biraz uyarı dolu bir bakış attı. “Daha yeni yaralandın. Yaraların hızlı iyileşiyor olabilir ama yine de dinlenmelisin.” Omuz silktim. “Sorun değil. Jackson beni yormadan da gezdirebilir. Ayrıca savaş konusunda konuşmak da istiyorum.” Abim bir anda durduğu yerde dikleşti. “Belki de Connor sana eşlik etse daha iyi olur. O sana daha iyi rehber olur. Tabi kralımız bunu arzularsa.” Onun bir şeyler çevirdiği gözlerindeki o kurnaz ışıltıdan belliydi. Bunun hakkında düşünecek zamanım yoktu çünkü Connor abimi küçük bir baş işaretiyle onaylamış kolunu bana uzatmıştı. El mecbur koluna girince beni kapıya doğru götürdü. Üzerimdeki rahatsız kıyafete baktım. “Böyle balo kıyafetleriyle mi gezeceğiz?” diye sordum ona. Bana döndü. Beni baştan aşağıya süzdü. “Bence bir mahsuru yok.” Elbette olmazdı. Hala siyah kumaş pantolonunu ve o beyaz gömleğini giyiyordu. Ama gömleğinin kollarını indirmiş yakasını da toplamıştı. “Bana 1 dakika verin. Hemen üzerimi değiştirip geleyim.” “Hayatım boyunca birçok kadın tanıdım RV ama hiçbirinin 1 dakikada kıyafetlerini değiştirip makyajını sildiğini görmedim, duymadım.” “Beni tanımıyorsunuz. Herkesi bir tutamazsınız Ben bir savaşçıyım. Saldırının ne zaman olacağı belli olmaz. Sizce bu kıyafetlerle rahatça dövüşebilir miyim?” “Deneyebiliriz.” dedi Connor gözleri ışıl ışıl parlarken. “Deneyebilir miyiz? Tanrı aşkına şu an bacağımı on santim bile kaldıramıyorum.” “Bacaklarını kullanmadan dövüşmeyi bilmiyor musun?” “Hayır bilmiyorum.” Dedim sinirle. Bilmediğimden değil yani. Ben her türlü koşullara uyum sağlayacak şekilde eğitilmiştim. Gerektiğinde bu elbise ile elbette dövüşebilirdim. Yine de biraz gereksiz bir çıkış yapmıştım. Sanırım biraz bağırmıştım da. Kızacağını düşündüm bir an ama aksine gülümsedi. Sert bir gülümsemeydi. Sanki hayatı boyunca gülmemiş de ilk defa deniyor gibiydi. Beni holde bir yöne çekerken; “Gel ben sana öğretiyim.” dedi. Ağzım açık ona baktım. “Dalga geçiyorsunuz değil mi?” Ne yapacağımı bilemez bir halde sadece onu takip ediyordum. “RV ben hiçbir zaman dalga geçmem.” dedi sert bir ifadeyle. Ardından biraz daha yumuşak bir sesle “Ama sen benimle dalga geçiyorsun. Ben askerleri bizzat eğitirim.” “Ne güzel. Bende kendi askerlerimi eğitiyorum ama ara sıra. Neyse ben gidip üzerimi değiştirebilir miyim artık?” Onu en tatlı bakışımı attım. Ama onun dert yüzünde tek bir kası bile oynamadı. “Hayır.” dedi ardından önüne döndü. “Hayır mı?” Koridordan sola döndük. Hala ona şaşkın şaşkın bakıyordum. “Hayır.” Sesi oldukça sert çıkmıştı. “Neden?” Mızıkçı bir çocuk gibi inlemekten kendimi alamamıştım. “Sana dedim RV. Ben dalga geçmem. Sana öğreteceğim dediysem bunu yaparım. Ben bir şey dediysem onu yaparım.” Tanrım! Bu tür erkeklerden nefret ediyordum. ‘Ben bir şey dediysem onu yaparım.’ ‘Ben bir şeyi istersem onu kesinlikle alırım’ vıdı vıdı vıdı. Tipik ejderha erkekleri. “Evet. Doğru bildin hayatım. Ben bir şeyi istersem onu kesinlikle alırım.” derken bana döndü. Sözlerinin gerçek olduğu gözlerinden belliydi. Kahverengi gözlerinde ki o değişik kararlılık bunu anlamam için yeterliydi. Bir dakika! Ben az önce düşündüklerimi dışımdan mı söylemiştim? “Ayrıca bütün erkeklerden nefret etmemen beni sevindirdi.” derken sesi eğlenircesine çıkıyordu.  * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * Ona söyleyebileceğim birçok şey vardı. “kendini beğenmiş, öküz, odun” bunlardan sadece bir kaçıydı ve muhtemelen bunlar bile beni dar ağacına yollamaya yeterdi. Özellikle de az önce Connor’a attığım yumruktan sonra. Söylediklerinde ciddiydi. Yarım saattir antrenman salonundaydık. Bana gerçekten de bu elbiseyle nasıl savaşacağımı gösterdi. Tabi arada beni aşağıladığı da oldu. Özellikle son söylediği söz gerçekten sinir bozucuydu. “Bir kadından savaşçı olmaz demiştim.” Bu sözleri görmezden gelmek için çok büyük uğraş verdim. Ama bu durum onu memnun etmemişti. “Jackson bana senin kavgacı biri olduğunu söylemişti. Sanırım yanılıyor. Seni sinirlendirmek için o kadar laf söyledim ama pek işe yaramıyor gibi.” “İnanın bana eğer olduğunuz kişi olmasaydınız şu an Jackson’nın doğru söylediğini anlardınız.” Dedim ona. Bana tek kaşını kaldırarak baktı. Dövüş dersini bitirmiş olacaktı ki üstündeki koruyucuları çıkarmaya başladı. Birinin ipini bir türlü açamayınca yardımına koştum. Önce açamadığını hallettim. Sonra diğer omzunda durana yöneldim. Öteki ipi çözmek için döndüğümde dudaklarım yanağını sıyırdı. Çok yakındık. Elini çeneme koyarak beni ona bakmaya zorladı. Burunlarımız birbirine değiyordu. Gözleriyle bana bakarken sanki ruhumu görüyormuş gibi hissediyordum. Bedenim tuhaf bir şekilde karıncalanıyordu. Aklımda kalbimde aynı adam hakkında bir şeyler söylüyordu. Ondan uzak durmam çok zor olacaktı. Özellikle aklımda dolanan sorulara bir son vermezsem. Acaba insan haliyle böylesine yakışıklıysa ejderha hali nasıldır?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD