Uyandığımda esnerken kaslarımda ve zavallı ayağımda hala kendini koruyan ağrının yanında bir de tuhaf yorgunluk hissi vardı. Odada göz gezdirirken gece gördüğümden farklı olarak valizlerin içeri taşınmış olduğunu anladığımda kendime geldim.
Dolap kapağını boydan boya kaplayan aynadan kendime baktığımda da ise ağzım açık kalakaldım. Zavallı saçlarım! Birbirine girmiş ve acayip derecede karışmıştı. Uyurken örmeye üşendiğim için az sonra saç fırçama saydırıp söylenerek şekle sokmam gerekecekti. Ellerim saçlarımda yataktan kalkarken endişe etmem için farklı sebeplerim olması gerektiğine dair minik bir şey canlandı kafamda ama netleştirmedim. Henüz çalışmaya başlamak için erken olduğunu ileri süren beynimi bir süre daha rahat bırakmaya karar verdim.
Banyoya geçip yüzümü yıkadıktan sonra saçlarımı hafif nemlendirdim. Boynumda nasıl olduğunu anlamadığım bir kızarıklık vardı, önemsemedim. Uyurken kaşımış olabilirdim. Soğuk suyla boynumu da ferahlattıktan sonra valizlere geri dönüp diş fırçamı aradım. Bulamayınca yeniden banyoya dönüp aynanın önünde duran macundan azıcık parmağıma sürdüm ve dişimi ovmaya başladım. Çok işe yaramadı ama ferah bir tat bıraktı.
Yapmam gereken ama bir türlü hatırlayamadığım bir iş varmış gibiydi ama ne olduğunu düşünmem işe yaramıyordu. Cevabın durup dururken beni bulacağını bildiğim için üzerine düşünmemeye çalıştım. Odaya geri döndüğümde hala değişen bir şey yoktu. Kahve içmem gerekiyordu.
Başım ağrıyordu. Perdeler kapalıydı. İçeri loştu ve bu bende yatağa geri dönme isteği uyandırıyordu. Ayaklarım yatağa giderken amaçsızdım. Kendimi örtünün üzerine bıraktıktan bir kaç saniye sonra kafam çalışmaya başladı.
Ersin neredeydi? Gece yatarken yanımdaydı! Bana haber vermeden nereye gitmişti? Odaya giren valizlerin kendiliğinden gelmediğini biliyordum. Onları Menekşe, getirmemiş ise onun taşımış olmasını diliyordum çünkü diğer seçenek Burhan Amcaydı ve bu can sıkıcıydı çünkü içeri girdiyse beni malak gibi yatarken görmüştü.
Üstümü çekiştirirken karşımdaki aynadan kendi yansımama baktığımda geceliğimin deli yatışım yüzünden dağılmış olduğunu fark edip ufladım. Askılarını nazikçe çekiştirirken yatakta doğruldum. Hazırlık yapmalıydım. Odaya girecek olan araştırma timi geceye dair kanıt toplamak isteyecekti. Geldiklerinde hazırlıklı olmalıydım. Olmayan şeyin delilini yaratamayacağım için gece bir şey olmadığını ima etsem yeterli olabilirdi ama sonrasında hangi gece olduğunu ya da olacağını takip edecekleri için diken üzerinde olacaktım ve bu arada çakma evliliğim piyasaya çıkacaktı.
Bana kan lazımdı. Kanı nasıl elde edeceğimi de biliyordum. Sadece minik bir şırınga ile el üzerinden ya da kol içinden kan alabilirdim. Pratik yaparken kullandığım enjektörlerden çantamda olabilirdi ama kendi kendimi delmek zordu. Teoride kolaydı ama insanın kendine iğne saplaması zordu. Benim bir kurbana ihtiyacım vardı. O yüzden Ersin'i bulmalı, o pot kırmadan odaya sokmalı ve gerekli delilleri elde etmeliydim. Üzerimi giyinmek için zaman kaybetmedim. Kapıya kadar gidip açtıktan hemen sonra, "Menekşe Hanım!" diye bağırdım.
Menekşe eteği tutuşmuş bir şekilde yanıma geldiğinde ise somurtup, "Ersin nerede?" diye sorunca hafifçe gülümsedi.
"Arka bahçede oğlanlar ile top oynuyorlar Hanımım."
Arka bahçe...
Arkadaş...
Top!
Lan evlendiği günün sabahı top peşinde koşmak nedir?
"Tamam, Menekşe Hanım." dedikten sonra ağzını aralayıp bir şey söyleyecekken kibarca gülümseyip lafını böldüm.
"Sonra," deyip çekildim ve sinirle kapıyı kapattım. Bu hareketimle ilk günden hevesi kaçmış damadın arkasından sinirlenen gelin imajımı da kuvvetlendirdiğimi fark edince saçlarımı daha karışık bir hale getirmek için ellerimi başımda sağa sola salladım. Ne sinirim geçti ne de zavallı baş ağrım: Ersin ve top kelimelerini aynı cümlede duyduğumdan beri beynimde peydahlanmış olan taze ağrıdan bahsediyorum.
Sinirli seri hareketlerle valizleri açıp günlük bir kot ve üzerine puantiyeli bir bluz seçmiştim ama vazgeçip valize geri fırlattım. Onun yerine beyaz eteğimi ve nude rengindeki askılımı giymeye karar verdim. İkisi bir arada epeyce güzel gözükmeme sebep oluyordu. Saçımı düzgünce örmem ve makyajımı tamamlamam titreyen ellerim yüzünden biraz uzun sürse de en zorlu kısım ayakkabıydı. Ayağımı acıtmayan ayakkabıları bulunca bir hırsla odadan çıktım. Merdivenlerden indikten sonra doğruca arka bahçeye yürümeye karar verdim. Daha ilk adımımda onunla burun buruna gelince panikle geriye doğru bir adım attım. Dengemi sağlamaya çalışırken belime sarılıp beni doğrultunca kıstığım gözlerimi onunkilere sabitledim. Gördüğüm en berrak maviydi. Çok güzeldi. İlk kez yakından baktığımda olanları anımsayınca istemsizce yüzüm asıldı.
"Dikkatli ol!" diyerek beni bırakır bırakmaz toparlanıp kollarından sıyrıldım. Belimde hala elinin değdiği yerlerdeki sıcaklığı hissedebiliyordum. Ağzımı açıp ona kızmak istiyordum ama bize çevrilmiş gözleri gördüğümde ciğerimi küçük bir sabır nefesi ile doldurdum.
Sonra yapmacık olmadığını umduğum bir gülümsemeye sahip olmak için gerilmiş yüz kaslarımı yumuşatmaya çalıştım. İşe ne kadar yaradı bilemiyorum ama konuşmaya başladığımda Ersin kaşını çatmıştı.
Kulağında küpesi vardı. Tıraş olduğu için teni pürüzsüzdü. Gözleri çatık kaşlarıyla birlikte gölgelenmiş, siyahları neredeyse eroin almış bir keşinki kadar genişlemişti. Maviler siyahın çevresinde ince bir daire gibiydi.
"Günaydın demek için yanına geliyordum hayatım." Aslında o sabit bakışlarla bana bakarken 'bir şeyler kullanmış olabilir mi' diye düşünüyordum. Onu ne kadar tanıyordum ki... Belki de tuhaf alışkanlıkları ve bağımlılıkları vardı. Cinsel tercihinin kafamda ön yargılara sebep olduğunun farkındaydım ama gözlerimin kollarında kendini belli eden damarlarında dolanışını engelleyemiyordum.
"Sen iyi misin?" derken yeniden yüzüne dönmüştüm.
Kollar temizdi. Gözaltı morlukları ve gözlerindeki kızarıklıklar hap kullanmış olabileceğini düşündürttü. Emin olamadım yine...
"İyiden de iyi..." deyip yanımdan geçecekken kolundan tuttum. İnsanlar içinde böyle davranmaması gerektiğini anlamıyor muydu? Konuşmayı odamıza saklayıp yaklaştım ve yanağına bir öpücük kondurdum.
"Sen duşunu alana kadar kahvaltı hazır olur hayatım. Özellikle istediğin bir şey varsa ellerimle yapmaktan keyif alırım." dediğimde kolunu çekiştirip iç çekti. Bir an boş boş beni süzdükten sonra gözleri anlayışla parladı.
"Zahmet olmasın." dedikten sonra yeniden hareketlendi. Elimden sıyrılıp bir adım attığında koluna yeniden yapıştım.
"Sen iste yeter ki, ne zahmeti. Hemencecik hallederim."
"Gerek yok." dedi ama dudağımı büktüm.
"Naz yapma hadi, dünden beri açsın. Yemek önemli. İştahın mı yok, yoksa hasta mısın? Ay hasta olsan nasıl top peşinde koşacaksın değil mi? Benimki de soru işte. Söyle hayatım hazırlayacağım işte. Çekinme!" dediğimde iç geçirip, "O zaman susacak mısın?" dedi. Başımı hevesle sallayınca önce koluna sarılmış parmaklarıma ters bir bakış attı. Ellerim ayrılınca da baştan aşağı süzdü. Gördüklerinden hoşnut olmadığını belli eden bir ifadeyle yüzü buruştu. Sonra gözlerimiz buluştu. Ellerini örgüden kurtulan bir tutam saçıma atıp yüzüme doğru yaklaştı. Sebepsizce yutkunup kaldım. Biliyordum, onun benden zerre etkilenmediğini biliyordum ama yine de kanımın yanmasına heyecandan nefesimin kesilmesine engel olamıyordum. İyi ki tercihleri farklıydı yoksa böyle bir yakışıklıyla böyle bir yakınlık benim sonum demek olabilirdi.
"Mücver, peynir salatası, mercimek çorbası, menemen ve bir de patlıcan közleyin yeter."
Önce ne dediğini anlamadan başımı salladım. Ağzım kurumuştu. Sesim de kayıptı. Kendime geldiğimde yine saçımı düzelten bileğine yapıştığımı ve fazlaca yaklaştığımızı fark edince toparlandım. Geri çekilirken dizimdeki gereksiz titreme yüzünden irademi ve salak hormonlarımı suçluyordum. Evde kalmış kızlar gibiydim. Adamın üzerine atlayacaktım neredeyse. Dudağını süzdüğümü fark edip gözlerimi kapattım. Geri açtığımda merdivenden çıkmaya başlamıştı bile.
Yürürken hareket eden sırt kasları o esnerken daha belirgin olmuştu ve ben onun dövmelerini incelemeden duramıyordum. Bazılarına dokunmayı isteyen salak bir yanımda vardı. Jetlag kafamda kalıcı hasara mı sebep olmuştu? Olmuştu kesinlikle. Yoksa ne diye adam dokundu diye böyle davranayım ki... İki üç saatlik yolculuk ile jetlag olduğuma kendimi inandırmaya çalışırken neler istediğini fark ettim. Mücver mi demişti o? Sabah sabah? Yoksa öğlen öğlen mi? Emin olamadım. Saatten haberim yoktu.
Saydıklarından sonra kaşımı çatsam da dişlerimin arasından, "Peki hayatım. Odaya getireyim ister misin? Yoksa bahçeye masa mı kursak? Hava çok güzel." dedim.
Cevap vermeye tenezzül etmeden tırmanmaya devam etti. Sonradan aklına gelmiş gibi, "Bahçe iyidir." deyip köşeyi döndü.
Bana sebepsiz bir gıcıklık hissettiğini görebiliyordum ama sebebini anlamıyordum. Onunla evlenmek dışında ne yapmıştım ki? Onun canını ve kendi geleceğimi kurtarmaya çalışmış, büyük ölçüde başarmıştım. Teşekkür etmek yerine beni sinirlendiriyordu.
Bunu en kısa sürede ona detaylıca anlatmaya karar vererek evi dolaşmaya başladım. Az önce koridorda gölgesini gördüğüm Menekşe, şimdi ortalarda gözükmüyordu. Ben de bağırıp çağırmak yerine evi de gezip tanımış olmak için teker teker önüme gelen kapıyı açıp kafamı uzatıyordum. Evi gezmek sandığımdan uzun süreceğe benzediği için bu işi sonraya bırakıp sevgili kocama kahvaltı hazırlamaya karar verdim.