Kader Kaçışı

4684 Words
Oturacak gibi yere çöktüm. Kollarımı bacaklarıma sarmalarken kalçam asfalt ile buluştu. Öne arkaya sallanmaya başladım. Düşünmemeliydim, düşünmemeliydim! Yazgan’ın etrafımı saran kollarını hissettiğimde hıçkırıklarım şiddetlendi. Ona sarılırken yanımızda İlter’in olduğunu tamamen unuttum. Yazgan, defalarca kez özür dilerken kalbimin gümbürtüsünün dinmesini bekliyordum. Sakinleştiğimi hissediyordum. “İyi misin?” diye sordu usulca benden uzaklaşırken. Başımı olumsuz anlamda salladım. İyinin yakınında bile değildim. Arabaya doğru gidişini izledim. Arabadan bir su şişesi alıp döndüğü an donakaldı. Bana boş gözlerle bakarken neden bu halde olduğunu anlamaya çalıştım. “Ebren?” dedi gözlerimin tam içine bakarken. “Efendim?” dedim merakla ona bakarken. “Ebren!” diye çığlık attı zihnime Pekin. “İlter!” Bir an ne demek istediğini anlayamadım. Neler oluyordu burada? “İlter, çek ellerini onun üzerinden!” dediği an afalladım. Bu da ne demek oluyordu ki şimdi? Bakışlarım merakla İlter’e döndü. Arabasının önünde durmuş pür dikkat Yazgan’a bakıyordu. “Vizyon görüyor!” Pekin’in sözleri ile başımdan vurulmuşa döndüm. Neden yapıyordu bunu? Ne çeşit bir sınamaydı bu? “Uzak dur ondan, İlter!” derken acı ile yüzü kasıldı. Bakışlarım çaresizlik ile İlter’e döndü ve göz göze geldik. Dudaklarındaki uğursuz gülümseme boğazıma bir yumru oturttu. Bunu yapamazdı! “Yapma…” diye yalvaran bir tonla fısıldadı. “Durdursana, Ebren.” Diye meydan okudu. “Senin etkilenmediğini görebiliyorum.” “Kaç!” diye çığlık attı kafamın içinde Pekin. “Biliyor, kaç!” İrkildim. Bunu asla yapmazdım! Yazgan’ı onun insafına bırakmazdım! Yazgan’ın acı ile bedeninin bükülmesi ile bir çığlık attım. Dudaklarından dökülen haykırışı beni şoke etti. Göğsüm sıkıştı acı ile. Ona acı çektiriyordu! “Kes şunu!” diye haykırdım. “Ne yaptığını göremiyorum çünkü istemiyorsun, bunun benimle bir ilgisi yok. Ne yapmaya çalıştığını bilmiyorum ama seni durduramayacağımı çok iyi biliyorsun!” “Kaç, Ebren!” Kes sesini Pekin! “Durdurabilirsin, Vadedilmiş…” dediği an tüm tüylerim diken diken oldu. “Bunu yapabileceğini biliyorum.” Yazgan’ın acı dolu haykırışı ile tüm bedenim kasıldı. “Ne saçmalıyorsun sen?” dedim öfkeyle. “Dokunma ona!” diye haykırdı Yazgan. Bedeni titremelerle kasılıp devrildiğinde nefesim kesildi. Biri sanki ciğerlerimdeki tüm havayı boşalttı. Aklım durdu! “Ebren, hayır!” dedi Pekin. “Dur!” diye ikaz ettim İlter’i. Elim asfalta çarptığı an bir çatırdama sesi işittik. Gözlerim öfke ile İlter’e sabitti. Onu öldürebilirdim! Yazgan’ın acı dolu çığlıkları fazlasıyla teşvik ediciydi bunun için! “İşte böyle…” diye mırıldandı İlter. “Hünerlerini görmek istiyorum.” Usulca yerden doğrulup kalktım ve nefretle ona baktım. Sınırı aşmıştı! “Sana. Dur. Dedim!” Sözlerimde her kelimeye ayrı bir vurgu yaparak onu son kez ikaz ettim. “Kör et!” diye haykırdı zihnime Pekin. Gözlerimi yumdum. Düşündüm, düşündüm, düşündüm. Gözlerimi hışımla açtığım an gördüğüm ışık gerçekten kör ediciydi. Tüm bedenimin yandığını hissediyordum. Gücümün tamamını bir anda İlter’e yönelttim. Ellerini gözlerine siper etse de bundan kaçamazdı. Ben yıldızdım, ben aydım, ben güneştim… Ona doğru yönelip tam dibinde bittim. “Seni durduracağım, Yıkım Getiren…” diye fısıldarken sözlerimin hâkimiyetinin bende olmadığını hissetti. “Her neye mal olursa olsun, seni durduracağım!” Parmağım şakaklarına değdiği an bedeni acıyla kasılan bu sefer oydu! Parmaklarımın altında bedeninin gerildiğini hissettim. Bir Eski Kan olmanın ne hissettirdiğini bilmesini sağladım. Tüm aktif gücünü emerken bundan büyük bir haz duydum. Parmağımı teninden çektiğim an bedeni ruhu çekilmişçesine bükülüp yere devrildi. Hızla uzaklaştım ondan. Koşarak Yazgan’ın yanına geldim. Kendini toplamaya çalıştığını gördüm. Bakışları beni buldu. Parmaklarını bana doğru uzattı. Güçsüz olmasına rağmen yanağımı okşayarak bana gülümsedi. Bu her şeye değerdi işte… “Ufak Yıldız artık parlıyorsun…” Dudaklarım yarım bir gülümseme ile kıvrıldı. Bakışları İlter’i buldu. Derin bir nefes aldıktan sonra yeniden bana döndü. “Hazır mısın?” diye sordu endişeyle karışık alaylı sesiyle. “Yolculuğumuz şimdi başlıyor!” *** Ebren Bakışlarım İlter’i bulduğunda bir an korku tüm bedenimi ele geçirdi. Artık hayatımızı kaçak olarak geçirmemiz gerekiyordu. Bir gün bunun olacağını ikimizde biliyorduk fakat tam o andayken insanın nutku tutuluyordu. Gözlerimi hızla kırpıştırırken nefes almaya çalıştım. “Bu ülkenin prensine eziyet ettim!” diye fısıldadım. Korkumla titredi sesim. İlter, Yazgan’a onun zaafları ile saldırıp tüm savunmalarını yıkarken, ona sırf ne yapabileceğimi görmek için saldırırken duramazdım. Kim olduğumu gizlememin çok daha önemli bir işe hizmet edeceğine emindim fakat o an bunun bir önemi yoktu. Yazgan’ı kurtarmak zorundaydım! Yazgan’ın çehresindeki alaycı sırıtış anbean yok oldu. Bakışlarının koyulaşmasından gerçekliğe döndüğünü anladım. “Her ne olursa olsun yanında olacağım, Siyayushchaya Zvezda.” diye mırıldandı gözlerimin içine bakarken. “Daima!” Başımı olumlu anlamda salladım. Buna inanmaya ihtiyacım vardı. Yanımda olmasına ihtiyacım vardı! Yazgan, hızla yerinden kalkıp arabasına yöneldi. Bagajını açtığında merakla ne yapacağına bakıyordum. Bu kadar hızlı toparlamasına şaşırmamak elde değildi. Kan Hâkimi olduğunu bilsem bile yeteneklerine hayran kalmadan edemiyordu insan… “Bu ilaçlar onu daha uzun bir süre uyutacaktır. Biz Suvar Kıyılarına geçtiğimizde anca kendine gelecektir. O zaman da her şey için çok geç olacak.” Açıklamasına karşılık başımı bir kez daha olumlu anlamda salladım. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Gözlerim asfalttaki çatlaklara takıldığında içimdeki gücün büyüklüğüyle ilk kez gerçek anlamda kendimden korktum. Daha ne yapabiliyordum? İlter’i cronuna taşıyıp yolcu koltuğuna binen Yazgan’ı bilinçsiz bir biçimde izledim. Cronu yoldan çekip gözlerden uzak bir yere götürdü. Bir, iki dakika daha cronda durduktan sonra indi ve bana doğru yürümeye başladı. “Harekete geçmeliyiz,” dedi tam önümde durduğunda. Bir süredir hareketsizce durmam dikkatinden kaçmamış olmalıydı. Cebinden blakinini çıkardı ve hızlıca bir numara çevirip kulağına götürdü. Dikkatle onu izlemeye devam ettim. Açılır açılmaz konuşmaya girişiyle silkelendim. “Anubis’in limanı terk etmesi için gerekli olan evrakları işleme alın. Biz bindikten hemen sonra kalkması gerekiyor!” Bir süre sessiz kaldı. Sözleri duyanın şaşırdığı belliydi. “Soru sorma, sonra anlatacağım Yançı.” Dedi. “Acilen bu ülkeden çıkmalıyız! Blakinini yok et, yenisini al. Asla bu konuşmalara ulaşılmasın!” Bir süre Yançı’yı dinledi. Söylediklerini merak etsem de susmaya devam ettim. Oturduğum yerden kalkıp tozu silkeledikten sonra Yazgan’a döndüm. Telefonunu kapatıp cronuna yöneldi. Kısa bir duraksamadan sonra harekete geçtim. Yolcu koltuğuna oturduğum an cronu çalıştırdı. Cron, asfalt zeminde yağ gibi kayarken limana giden yolların ıssız oluşuna şükrettim. Şehir merkezinden uzak olmasının işe yaradığı nadir anlardan birisiydi… Çok kısa bir süre sonra limanda indik. Yazgan, beni bileğimden tutup hızlı adımlarına ayak uydurmam için çekiştirerek peşinden götürdü. Bagajdan valizlerimi ve çok önceden hazırladığımız tüm eşyalarımızı aldık. Bagajın kapağını kapatırken gözlerimiz kesişti. “Korkma,” diye mırıldandı. “Her şey olması gerektiği gibi olacak. Anubis’e limandan ayrılma emri biz gemiye bindikten dakikalar sonra verilecek. Acil ayrılma talebi ile on beş dakika içinde limanı terk edecek ve bir sonraki durağına, Suvar’a doğru yola çıkacak.” Her şeyi detaylıca beni rahatlatabilmek için anlattığını biliyordum fakat bu yine de sakinleşmeme yardımcı olmuyordu. Aldığımız risklerin yalnızca beni değil, onu da korkutuyor olması gerekmez miydi? Peki o halde neden beni avutan oydu? Bana bir peruk ve gözlük uzattı. Kendisi de bir şapka ve gözlük taktı. Üstünde Aspar Soylu Kanı olduğunu bağıran arma işlemeli kabanı çıkarıp arabanın içine fırlattı. Üstüne bir mont giydikten sonra tanınmamayı umarak harekete geçtik. Başkurt Denizinde balayı turuna çıkmış çift rolünü oynayacaktık. Bu şekilde dikkat çekmeyeceğimizi söylemişti Yançı. Yeni kimliklerimize göre zengin bir aileden geliyorduk. Bir sorun çıkmayacağını umduk. En azından planı yaparken teorik olarak bir sorunun çıkma imkanının olmadığını söyledi Yançı. İki gün kadar gemide kaldıktan sonra Yançı’nın adamlarından birisinin yardımıyla gemiden ayrılacak ve belirlediğimiz Suvar kıyısına geçecektik. “Rol yeteneğini göster, Siyayushchaya Zvezda.” Ona bakakaldım. Böyle bir yeteneğim olduğunu da nereden çıkarıyordu? “Böyle bir yeteneğim mi var?” Sırıtışı oldukça içtendi. Arabada dikkat çekmemeye çalışarak taktığım peruğun dağılmış saç tutamlarını düzeltmek için oldukça yakınıma girdiği esnada tüm dikkatim dağılıverdi. Ne yapıyordu? “Yıllarca Soylu Kanların yanında nefretine rağmen onlara saygı duyuyormuş gibi davranmayı başaran sen değil misin?” diye fısıldadı iç gıdıklayan bir sesle. Yutkunamadım bile! Bu kadar yakınımda, bu kadar çekici bir şekilde benimle konuşmak zorunda mıydı gerçekten? “Dediklerinizden hiçbir şey anlamadım…” dedim. Külliyen yalandı! “Eşler arasında sizli bizli bir konuşma olabileceğini zannetmiyorum.” derken biraz daha yaklaştı. “Oyun başladı…” Oyunbaz sözleri kanımı kaynattı. Yüzüme çarpan nefesi başımı döndürüyordu. Beni beklemediğim her an alabora etmeyi başarabiliyordu. Sonraki an parmaklarımı kavrayan eline ateşmiş gibi bakakaldım. Beni tutup yanına çekti ve birlikte yürümeye başladık. Nabzım bir anda hızlanmaya başladı. Böyle bir anda bile heyecanlandırmayı başarıyordu… Elindeki blakini bana uzattığında ne yapacağımı bilemedim o ilk an. Sonrasında Tanla’yı aramam gerektiğini düşünerek elinden aldım. En azından birinin bilmesi gerekiyordu. Kalbimin gümbürtüsü kulaklarımda çınlarken sakince bekledim. Tanla’nın sakin sesini işittiğimde ise yutkundum. “Tanla…” diye mırıldandım. “Abla?” diye soran dehşet dolu ses tonu beni mahvetti. “Lütfen hiçbir şey sorma, en kısa zamanda her şeyi açıklayacağım fakat şimdi kaçmam gerekiyor.” “Ne kaçması abla ne diyorsun sen?” diye yükseldi korkuyla. “Sakin ol, ablacığım.” Derken bir damla yaş sol yanağıma doğru düştü. “İmkânsız gibi gelecek ama asla tahmin edemediğim şeyler oldu. Hayatım bir anda bambaşka bir şeye evirildi. Açıklayamayacağım bir sürü şey var, bilmen gereken tek şey gitmem gerektiği. Ailemize çok iyi bak, beni merak etmeyin. Çok yakında geleceğim…” En azından öyle olmasını umuyordum. Bu gidişin geri dönüşü de olacaktı elbette. “Abla,” dedi ve duraksadı Tanla. “Vadedilmiş olan sensin değil mi?” Bir an kalakaldım. Bu kadar az materyal ile bu kanıya nasıl varabilirdi? “Tanla…” dedim dehşetle. “Şimdi git, daha sonra çok daha uzun uzun konuşacağız.” Birbirimize söylediğimiz son şeyler bunlar oldu. Ben şaşkınlıkla blakini kulağımdan uzaklaştırdım ve Yazgan’a baktım. Gözleri telaşla üzerimde dolaşıyordu. “Biliyor…” diye mırıldandım. Dudaklarında sadece bir tebessüm belirdi. Ardından beni tuttuğu elimin yardımıyla peşinden ilerletti. Ailelerimizle vedamız olması gerektiği gibi kısaydı çünkü bunun da kısa bir ayrılık olmasını umuyorduk… Kimliklerimizi görevliye gösteren Yazgan, oldukça doğal ve usta bir oyunculuk sergiledi, hatta ben bile şaşkınlıkla onu izledim. Ben gerginlikten neredeyse bayılıyordum ama o oldukça iyi bir oyuncuydu… Gemiye bindiği an dönüp bana elini uzattı. Onun yardımıyla güverteye ayak bastım. Soluklarım giderek gerginliğim ile sıklaşıyordu ama bunu düşünmemeye çalıştım. O ana kadar yakalanmamamız da bir mucizeydi. Bakışlarımı kaldırıp Yazgan’a baktığımda içim sızladı. “Seni asla arkamda bırakmazdım…” diye mırıldandım gözlerinin içine bakarken. Dudakları duyduğu sözlerle kıvrıldı. “Bana arkanı dönmene izin vereceğimi mi sandın, Siyayushchaya Zvezda.” O an yaşadıklarımızın bir gün başımıza geleceği sanki ezelden beri biliyor gibiydik. Ruhlarımız sanki o doğru anda gibi coşkundu. İçimde bir umut yanıyordu aynı bir yıldız gibi. Cehennemin dibine de gideceksem yanımda o olacaktı… Gemiye bindikten sadece birkaç dakika sonra limanı terk etme emri geldi ve dakikalar sonra hayatımızın seyahati başladı. Kaptan tüm müşteriler için genel bir açıklama yaptıktan sonra limandan ayrılmak için hareket ettik. Birlikte geminin açık güvertesinde bu ülkeye son kez baktık. Güneş en tepedeydi, etraf inanılmaz aydınlıktı, geleceğimizse bir o kadar bilinmez… Ülkemiz geçen her an daha da uzaklaşırken olmak için doğduğumuz şeye doğru yol aldığımızı ikimizde biliyorduk. Bazı seçimler yapılmak zorundaydı. Hayatlarımızı terk ederken bir daha o eski konumlarımıza dönemeyeceğimizi çok iyi biliyorduk. Yazgan bir daha asla Aspar Soylu Kanı varisi olmayacak ve bense asla onun asistanlığını yapamayacaktım. Ben Vadedilmiş olarak insanlığa yol göstermek, onları kurtarmak için gönderilen bir elçiydim. Yazgan’ın ise yeri tam yanımdı! *** Maviliğin uçsuz bucaksız dört bir yanımızı sardığını gördüğümde ve geriye ondan başka bir şey kalmadığında gece çökmüştü üstümüze keder gibi. Tanla ile konuşmamız kulaklarımda çınlıyordu. O da hissediyordu, yaşadığım o tuhaf olaydan sonra ben de bir farklılık olduğunu. Oldukça zekiydi, Otrar’dan Barçkent’e asistan olarak atanmam da elbette onun şüphelerini arttırmıştı. Kim olduğumu, aslında ne olduğumu söylediğinde buna şaşırmadığını aksine önceden bilir gibi bahsettiğini fark ettim. Ya da... Fısıltı Kahininden doğan bir kadın olarak o da kendine has bir yeteneğinin olduğunu fark etmiştir? Buz gibi soğuk havaya rağmen kamaramdan çıktım ve öylece dışarı attım kendimi. Yaslandığım demirlerden siyah görünen suyu izlerken düşünceler zihnimi istila etti. Pekin’de çok sessizdi o anlardan beri. “Üşüteceksin...” Onun kadife kadar yumuşak sesi kulaklarımı doldurduğunda ürperdiğimi hissettim. Aynı saniyelerde omuzlarıma bir hırkayı sardı. Hırka ile birlikte etrafımı saran kolları ile gözlerimi yumup derin bir soluğu çektim ciğerlerime. Daha iyi hissettiğim bir an var mıydı? “Özgürlük bu mudur?” diye sordum usulca. “Sıfatlarımız ve kalan her şey çok geride kaldı... Sahip olduğun ayrıcalıklardan yoksunsun. Kurtarmamız gereken bir dünya var ve bu sorumluluk bahsettiğim her şeyden daha ağır bir yük omuzlarımıza.” “Varoluş sebebimi bulduğumu söylüyorsun kısaca...” diyerek beni şaşırttı. Bu kadar kolay mıydı onun için konforlu alanından ayrılmayı tanımlamak? “Olmam gereken yerde, olmam gereken kişiyleyim.” Son sözleri ile tüylerim diken diken oldu. Sarılışı ben ona doğru dönerken hafifledi. Ellerini usulca benden uzaklaştırıp demir korkuluklara yaslarken tam ona döndüğüm an yüzüme doğru eğildi. “Yapmam gerekeni yaptığım için pişman değilim, Ebren.” Diye mırıldandı o şehvete bulanmış sesi ile. “Ya pişman olursan?” Sorumla birlikte ilk saniyeler şaşırsa da sonrasında şaşkınlığını yüzünden hızla silen o can yakıcı gülüşü oturdu dudaklarının tam üstüne. Bakışları kışkırtıcı bir şekilde yüzümde oyalanırken nefes dahi almadan ne söyleyeceğini bekliyordum. “Bu işin sonunda ölecek dahi olsam,” dedi birkaç santim daha yaklaştığında. Bakışları dudaklarıma kaydı. Dili kanımı kaynatarak dudakları üzerinde kaydı. “Yine de yanında olmayı seçerdim, Siyayushchaya Zvezda...” Sözlerinin benim için anlamını anlatılamazdı, eşsizdi... Kendimle ne yapacağımı bile bilmezken daima yanımda olacağını hissetmekten daha harika ne olabilirdi ki? Kimliğinden, sahip olduklarından ve statüsünden an dahi düşünmeden uğruna vazgeçtiği olduğumu bilmekten daha güzel ne olabilirdi? O müthiş soğuktan korunabilmek için kamaraya geçtik. Obar Limanına uğradıktan sonra bizim yüzümüzden biraz erken bir şekilde diğer limanlara doğru seferine devam eden zenginlerin çok sık seyahat etmek için kullandıkları bu turistlik gemi de bizim için ayarlayabildiği en iyi kamara olmalıydı. Oldukça genişti ve yuvarlak büyük camlarından içeriye süzülen ay ışığında yeterli görünüyordu. Ayrı odalarda kalmıyorduk, bunu garipsemedim. Elinden gelenin en iyisini yaptığına emindim fazlasını beklemek haksızlık olurdu açıkçası. Üstümdeki hırkayı tekli koltuğun üstüne usulca bırakırken odada bizim için olan dolaba yöneldim. Uyurken giyebileceğim bir pijamaya ihtiyacım vardı. Geceliklerin arasından pijamaya dair tek bir şey bulamadığımda yutkundum. Bu oda balayı için kullanılan bir oda olmalıydı ki yalnızca kışkırtıcı gecelikler mevcuttu. Bu kıyafetlerin her misafir için özel olarak dolaba yerleştirildiğini öğrendiğimde içim rahatlamış biraz da şaşırmıştım. İnsanların kert ile satın alabildikleri benim için şaşırtıcıydı. Kendi kıyafetlerimi bavuldan çıkartmaya üşendiğimden bu dolaptan bir şeyler seçmeye karar verdim. Üstü ip askılı altı şort olan bir takım bulduğumda can simidi gibi alıp sarılacaktım ona. Bunu yapmak yerine onları aldığım gibi Yazgan’la göz göze gelmemeye çalışarak kaçar adımlarla banyoya gittim. Üstümü değiştirdikten sonra dişlerimi fırçalayıp yüzüme dökülen saçlarımı topladım. Sabah işe gideceğim diye yaptığım makyajımı silip kıyafetlerimi elime alarak banyodan çıktım. Elimdekileri hırkamla aynı yere koyduktan sonra döndüğüm an karşılaştığım manzara ile öylece kalakaldım. Yazgan, üstündeki tişörtü tek hamlede kafasından çıkartıp yatağın üstüne bıraktı. Altında rahat bir eşofman vardı. Teni ay ışığında göz alıcı görünüyordu. Gözlerimi kırpıştırırken nefes almayı hatırlattım kendime. Gözlerimi dikip ona baktığımı anlamamış olmasını umarak hareketlendim. Yatağa doğru ilerlerken üstümde dolanan bakışların ağırlığını hissediyordum, odanın içinin birden fazla ısındığını da... “Aynı yatakta uyumamız senin için sorun olacaksa yerde yatabilirim?” diyen soru dolu cümleyi işittiğimde kıpkırmızı olan yüzümü karanlık olduğu için görememesine minnettardım. “Yerde uyumana vicdanım el vermez,” dedim alayla karışık titrek bir ses tonu ile. Erkeksi kahkahasını işittiğimde hayranlık dolu bakışlarım bir kez daha onu buldu. Üstüne bir şey giymeyi düşünmüyor olmalıydı. Bu bedenimi gerdiği kadar heyecanlandırıyordu da! “Teşekkür ederim, majesteleri...” diye mırıldandı alayla. Son sözleri korkutucu bir hissin bedenimi yalayıp geçmesine neden oldu. Sabah yaşananları düşündüğüm an tüm kanım çekiliyor gibi hissettim. İlter çoktan kendine gelmiş olmalıydı. Neler yapabileceğini kestirmek çok zor değildi... Umuyordum ki öfkesi ailemin üzerinde çok oyalamazdı onu. Onların hiçbir şey bilmediğini anladıktan sonra rahat bırakacağına inanmak istiyordum. “Geç oldu, artık uyumalıyız.” Sözlerimin keskinliği ile odayı bir sessizlik sarmaladı. Usulca yatağın sağ tarafına ilerleyip hafif yorganı kaldırdım. Bedenimi soğuk yatağın içine doğru kaydırdıktan sonra Yazgan’a sırtımı dönerek yorganı boğazıma kadar çekip elimle köşesini tuttum. Yazgan’ın yatağa yattığını ağırlığı ile çöken yataktan anladım. Bunu düşünmemeye çalışarak gözlerimi yumdum ve uyumaya çalıştım uzun bir süre. Bir türlü zihnim rahatlayıp uykunun kollarına bırakmadı beni. Yaşananlar gözümün önünde defalarca canlandı, kaçamadım zihnimin derin çukurlarından. Yazgan’ı uyandırmamaya dikkat ederek ona doğru döndüğüm anda gözlerinin açık olduğunu gördüm. Bakışlarım eşsiz çehresinde dolandı usulca. Yastığını yatak başlığına doğru hafif kaldırmış, sırtını yaslamıştı. Öylece kafasını geriye doğru atmış tavanı izliyordu. Kolunun biri başının arkasına doğru uzanıyordu. Kol kasları boğum boğum gözler önüne seriliyordu. Boğazımı yırtıp geçecek olduğunu bildiğim yumruyu yine de yutkundum. “Uyuyamadın mı sen de?” diye mırıldandı onu izlediğimden haberdar. “Uyuyamıyorum...” dedim onun gibi mırıldanarak. Başını olumlu anlamda salladı usulca ardından bana doğru döndü. Önce usul usul beni izledi gözlerini dahi kırpmadan. Solukları sık ve derindi. Ne düşündüğünü deli gibi merak etmeme neden oluyordu. Aklından ne geçtiğini bilebilmek istiyordum... “Neyi düşünüyorsun?” dedim sonunda sessizlik beni rahatsız ettiğinde. “Seni.” dedi dürüstçe. “Yaşanabilecek onlarca olasılığı ve nicesini...” Dirseğimi yatağa koyup başımı avucuma yasladım ve ona bakmaya devam ettim. İçimdeki bir dürtü ile elimi ona doğru uzattım ve bir kez daha ona dokunmaya cesaret edemedim. Parmak uçlarım ona dokunma arzusu ile yanarken bile ben yine de bunu yapamayacağımı bilerek elimi çekmek istedim. Yazgan ise elimi havada yakaladı. Onu tutup kendine çekti ve yanağına yasladı. Sakalları avuç içlerime batarken hissettiğim o yoğun duygu ile gözlerimi yumdum. Ona dokunmak bile nefesimi kesiyordu. Bu hissi tanımlayarak onu sınırlandırmak gibi bir niyetim yoktu. Her şey zaten ortadaydı. “Bana zarar vermeyeceksin...” diye fısıldadı. “Bundan korkma.” Gözlerim hızla açıldı ve titrek bir nefes çekerken endişe ile ona baktım. “Kendime hâkim olamazsam?” dedim mırıl mırıl bir sesle. “Olacağını biliyorum...” Dudaklarında yatıştırıcı bir gülümseme vardı. Kafasının arkasında duran kolunu bana doğru uzatıp belimden kavradıktan sonra beni göğsüne doğru çekti. Başım çıplak göğsüne yaslanırken elimde hemen onun göğsünün üstüne yerleşti. Yatıştırıcı kalp atışlarını dinlerken parmakları saçlarım arasında beni mahveden bir yolculuğa çıktı. Anlamlı, yoğun bir andı her ikimiz içinde. Kader, bizi birbirimize kördüğüm ile bağlamıştı! *** İlter Kendime geldiğimde her şey için geç olduğunu çok iyi biliyordum. Arabamın sürücü koltuğuna oturtulmuştum, bedenimde müthiş bir yorgunluk vardı. Ebren’in beni ben yapan tüm gücü emdiğini hissettiğim o anlar aklıma süzüldüğünde bir ürperti geçti bedenimden. Yapabileceklerinin sınırını merak ediyordum. Bir sınırı olmamasından deli gibi korkuyordum… Saraya döner dönmez konseyin toplanmasını emrettim. Babam dahil hiç kimse ne söyleyeceğimi elbette bilmiyordu. Ebren tüm dünyadaki Soylu Kanları tehdit ediyordu! Konsey saatler sonra toplandığında ve Soylu Kanların tüm liderleri yerlerine geçtiğinde üstümü düzelttim. Kraliyeti simgeleyen altın ve mavi renklerini giymeyi tercih ettim. Ne kadar ciddi olduğumu bilmeleri gerekiyordu. Odadan içeri girdiğim esnada her bir Soylu Kan lideri ile göz göze gelmeye özen gösterdim. Üstümde ailemi temsil eden kıyafetleri gördükleri an verdikleri tepkiler hoşuma gitti. Babam bile oturduğu tahtta dikleşti. Bu acil toplantının sebebini merak ediyorlardı ve elbette gerginlerdi. Ülkeyi, hatta tüm dünyayı ilgilendiren bu konunun ana teması hakkında babama bile hiçbir bilgi vermemeyi tercih ettiğim için her geçen saniye gerginliklerinin arttığını hissedebiliyordum. Babamın tam önünde durdum. Herkesin merakla bana baktığını biliyordum fakat öncelikle babamın konseyi başlatması gerekecekti. “Hepiniz hoş geldiniz, Soylu Kanlar!” diyerek söz girdi babam. “Neden buradayız, Prens İlter?” Sözlerimin etkilerini her birinin simasında görebilmek için can atıyordum. Fazlasıyla heyecanlıydım. “Çok önemli bir haberim var,” dedim alaycı mizacımdan tamamen çıkarak. Tilun gibi ses illüzyonu yapabilmeyi dilerdim, etkiyi böylece daha da şahlandırırdım. “Onu buldum!” Babam, tahtında iyice dikleşip kabardı. Kimden bahsettiğimi biliyordu. Herkes onun gibi nefesini tuttu. Bu anı bekliyorlardı. Her ağızdan bir sesin yükselmeye başlamasını bu yüzden olağan buldum. “Vadedilmiş olan meğer burnumuzun dibindeymiş!” derken bakışlarım Soylu Kan Kutan’a saplandı. “Nerede?” diye soran babam yerinden fırladı. Pek umurunda değilmiş gibi göstermek için çabalasa da son zamanlarda halk arasında da dillendirilmeye başlaması ile durumdan fazlasıyla rahatsız olmaya başladığı belliydi. Onu bulup öldürmek, ondan kurtulmak istiyordu. Fakat buna izin vermeyecektim! Vadedilmiş, benimdi! “Barçkent’te,” diye mırıldandım. “Daha doğrusu Barçkent’teymiş!” Babam dehşetle Aspar Soylu Kanına döndü. Gözlerinde korkuyu görebiliyordum! “Kutan?” Ses tonundaki o bariz öfke Aspar Soylu Kanı Kutan’ı korkuttu. “Bu konu hakkında bir bilgim yok, majesteleri.” Dedi şaşkınlıkla. Dudaklarım alaylı bir sırıtışla kaplanırken onların acizliklerini izlemekten zevk aldığımı anladım. Yıllarca yetersiz olduğunu düşündükleri prenslerinin aslını görüyorlardı işte. Onların düşündükleri gibi yetersiz, yarım akıllı biri olmadığımı Vadedilmiş’i bularak kanıtlıyordum! “Doğru söylüyor,” dedim usulca. “Onun da haberi yoktu.” Kehanetin tamamen zırva olduğu gerçeğine inanmak isteyen, kanlarındaki Yaratıcının lütfu ile üstün geldiklerini ve daima üstün olacaklarını inanan o ukalaların yüz ifadelerinki çaresizlik muazzamdı. O çok güvendikleri güçlerinin yine Yaratıcı tarafından gönderilmiş bir Vadedilmiş ile ellerinden alınmasından ve normal insan olmaktan ölesiye korkuyorlardı! “Çünkü onu korumakla görevlendirilmiş olan Yazgan Aspar, onu hepimizden önce bularak himayesine altına almış ve saklamış. Burnumuzun dibine kadar sokarak her birimizle alenen alay etmiş!” derken dudaklarım vahşi bir gülümseme ile kıvrıldı. “Biz onu başka yerlerde ararken Yazgan hedeflediği gibi onu kaçırmayı başardı!” Kutan’ın suratını kaplayan dehşet şaheserdi! Tahta geçtiğim zaman yetersiz olduğumu tüm Soylu Kan liderlerine kanıtlayarak yeni bir Soylu Kan’ın Kraliyeti yönetmesini sunmak gibi planları olduğunu biliyordum. Arkamdan çevirdiği her şeyden haberim vardı. Parlamentonun desteği ile taht varisi ilan ettireceği oğlu tarafından ihanete uğramak kötü hissettiriyor olmalıydı. “Bu nasıl olabilir, majesteleri?” dedi utançla. Ömrü boyunca yaşamadığı bir utanç duygusu hissediyor olmalıydı. Hissetsin de! “Gözlerimle şahit oldum!” dedim ezici bir tonla. “Onu küçümseyerek ve göz ardı ederek aptallık ettik! Gücünün kontrolü hakkında hiçbir şey bilmezken bile inanılmaz biri. Yapabileceklerinin bir sınırı olup olmadığından bile emin değilim! İçinde bulunan o büyük ve vadedilmiş olan gücü keşfederse karşısında kimse duramayacak!” “Neden onları yakalamadın?” diye sordu celallenerek babam. “Dediklerimi duymuyorsun sanırım,” dedim alayla. “Onu yenemeyiz! Fısıltı Kahinlerine ulaşmasını engellemek zorundayız yoksa kehanette de dendiği gibi; bizi o ucu göğe uzanan kalelerimizin altında gömecek!” “Yazgan asla kaçmaz!” dedi inanamayan Kutan. “Bu işte bir yanlışlık var majesteleri, o şeytan oğlumu kandırmış olmalı! Bir şekilde etkisi altına almış olmalı!” Dudaklarımda şeytani bir gülümseme belirdi. “Ondan mı oğlun ortada hiçbir şey yokken onu Otrar’dan Barçkent’e getirip olabildiğince yakınında tuttu?” “Bir yanlış anlaşılma olduğuna eminim! Oğlum asla böyle bir şey yapmaz!” “Yalan söylediğimi mi ima ediyorsun, Soylu Kan Kutan?” Duraksadı ve bir adım geri bastı. Bu noktadan sonra oğlunu kurtaramayacağının o da farkındaydı artık. Yazgan, yakalanır yakalanmaz ülkesine ihanetten idam edilecekti! *** Ebren Gözlerim doğan gün ile birlikte aralandığında en rahat gecelerimden birini geçirdiğimi biliyordum. Başımı Yazgan’ın göğsünden kaldırıp usulca doğrulduğumda esnedim. Yataktan çıkıp banyonun yolunu tuttum öncelikle. Yüzümü yıkadıktan sonra işlerimi halledip ağzımdaki iğrenç tadı geçirmek için bir kez daha dişlerimi fırçaladım. “Dikkatli ol...” Pekin’in sesini zihnimde hissettiğimde duraksadım. Aynadaki yansımam ile bakıştığım esnada orada yaşanan dalgalanma ile sarsıldığımı hissettim. Saniyeler sonra karşımda Pekin’i görmeyi beklemiyordum elbette. “Tehlikedesin, Ebren.” Demişti beni görür görmez. Bir şaşkınlık nidası attıktan sonra hayretler içerisinde ona baktım. Benim gibi olanların inanılmaz güçleri karşısında her an şaşırabilirdim! “İnan farkındayım,” dedikten sonra duraksadım ve ona baktım. “Aynayla iletişimde mi kurabiliyorsun?” “Hayır, bir arkadaşım sayesinde şu an iletişim kurabiliyoruz.” Dedi usulca. “Önemli olan bu değil. İlter tüm Soylu Kanlara senin kim olduğunu anlattı. Bu durum en kötü sonlardan birine benziyor, senin için endişeleniyoruz. Seni almak için orada olacağım fakat yanında Koruyucunun olmasından memnun değiliz.” “Onu ölüme terk edemezdim!” dedim sertçe. “Ayrıca onun görevi daima yanımda olmak ve beni korumak. Onun zihnine bunu sizler fısıldadınız!” “Bilge Tegin’e buna gerek olmadığını söyledim...” diye homurdandı ağzının içinde. “Yanında ben varken kimseye ihtiyacın olmayacak!” Bu tavrı karşısında şaşkınlıkla ona baktım. Aleni bir biçimde kıskançlık mı yapıyordu o? “İlter’in insafına bırakamazdım onu. Her şeyini, tüm hayatını benim için tehlikeye attı!” derken kendimi onu savunmaktan alıkoyamıyordum. “Bunu ondan sen istemedin!” “Evet!” dedim öfke ile bağırırken. “Siz istediniz hatta! Şimdi benden bunun için hesap mı soracaksınız? Adalet için Vadedilmiş olan benden onu arkamda bırakmamı mı bekliyorsunuz?” “Ebren?” diyen Yazgan’ı işittiğimde bakışlarım kapıya döndü. Ardından Pekin’e döndüğümde yüzünü ekşittiğini gördüm. “Olabilecek tüm olasılıkları bilmekten ilk kez nefret ediyorum!” diye mırıldandı. “Ne olacak?” dedim korku ile. “Ona bir şey mi olacak?” Düşüncesi bile mideme yumruk yemişim gibi hissettirdi. Bu korkunç düşünce ile etrafım acı ile sarmalandı. “Merak etme,” dedi alaylı bir sesle. “Seni bekliyor olacağım.” Banyonun kapısı hışımla açılırken bakışlarım korku ile Yazgan’a döndü. Onun gözlerinde de korku vardı. Bakışları hemen banyonun içinde dolandı ve sonunda beni buldu. “Ebren?” dedi merakla. Bakışlarım yeniden aynaya döndüğünde Pekin artık orada yoktu. “Bir şey mi oldu?” “Hayır,” dedim ona doğru ilerlerken. “Merak etme.” “Merak etme...” Pekin’in o ucu açık cevabı kuşku tohumu ekti yüreğime. Neden öyle söyledi? “Ne oldu?” derken tam önünde durdum. Ayağımda boyumu uzatan ayakkabılar yokken yanında çok minyon kalmasam da aramızdaki boy farkından dolayı onu görebilmek adına başımı hafif geriye attım. “Pekin...” dedim usulca. “Burada mıydı?” diye sordu şaşkınlıkla. Gözleri merakla yine etrafı taradı. “Bir şekilde yansımasını aynaya yansıtmıştı, arkadaşından yardım aldığını söyledi. Fısıltı Kahinlerinin kız çocuklarının yetenekleri tahmin edilemez.” Dedim ona gülümsemeye çalışırken. “İlter, tüm ülkeye kim olduğumu duyurmuş. Peşimizdeymiş.” “Beni de çoktan vatan haini ilan ettirmiştir.” Dedi usulca. “O günkü aşağılanmayı affetmeyeceğini biliyordum zaten.” “Kendisi kaşındı,” dedim omuz silkerken. “Güçlerimi görebilmek için sana acı çektirmeden önce düşünseydi aşağılanmayı!” Bir çocuk gibi söylediğim sözler onu keyiflendirdi. Yanağımdan bir makas aldıktan sonra beni banyodan kovdu. Odayı toparlayıp üstümü değiştirdim o gelmeden. Nihayet banyodan çıktığında bakışlarım onu buldu. “Karnımızı doyuralım,” dedi usulca. “Bundan sonra sen Kâinat Uygur’sun.” Hayretle ona bakakaldım. İsmimin anlamıydı bu... Bunu bilmesi beni elbette şaşırttı o an. Gözlerimi ardı ardına kırpıştırarak suratına baktım. “Sen kimsin?” dedim sonunda. “Yalım Uygur.” Yalım, ateş demekti. Tam olarak onu tasvir eden bir isim daha... “Yeni evlendik, balayı için böyle çılgın bir tatile çıktık ve anın tadını çıkartıyoruz.” Başımı olumlu anlamda salladım. Neyi kabul ettiğimin elbette farkındaydım fakat başka şansımız yoktu. Onun planına harfi harfine uyacaktım. Sorgulamadan! Kahvaltı için daha uygun bir şeyler giymemizi istediğinde başta sorguladım, sözde sorgulamayacaktım... Uygur soyadının zengin bir aileye ait olduğunu ve ona göre hareket etmemiz gerektiğini belirtmişti. Dikkat çekmemeliydik. Üstüme fırfırlı kolları olan uçuk mavi tonlarında bir gömlek giydim. Bedenimi bir yılan gibi saran altın renklerin işlenmiş olduğu dizlerimin hemen altında biten eteği seçtim. Saçlarımı tepeden topuz yaptıktan sonra abartmadan yüzüme renk verdim. Odada bize özel olarak hazırlanmış bir gardırop olması harikaydı, kendi kıyafetlerim ile pek uygun değildim bu soylulara ve zenginlere. Nihayet hazır olduğumda banyodan çıktım. Bakışlarım hemen onu buldu. Üstüne salaş beyaz düğmesiz bir gömlek giymişti. V yakalı gömleği göğsünü cesurca simgeliyordu. Siyah pantolonun içine sıkıştırmıştı. Fazla yırtıcı ve memnun görünüyordu. Dağınık kıvırcık saçlarından birkaç asi tutam her zaman ki gibi alnına dökülüyordu. Beğeni ile beni süzdü gözleri. Ardından, “Gidelim,” dedi hırıltılı sesiyle. “Olur.” Oldukça zengin insanlar asla yiyemeyeceği kadar şeyi görmekten tuhaf bir haz alıyor olmalıydı. Açık büfede bulunan onlarca çeşit kahvaltılığın ve nicesinin başka açıklaması olduğunu düşünmüyordum. Bu aç gözlülüğü anlayamıyordum. Dünyanın yaşanabilir kısmında karnını doyurabilecek gıdaya ulaşamayan binlerce insan vardı! Dünya varlığının adaletsiz dağılımını gözlerimle görüyordum işte! Tabağıma yiyebileceğim kadar kahvaltılık aldıktan sonra Yazgan’ı bekledim. Onun listesi doğuştan gelen bir alışkanlıktan olsa gerek daha kabarıktı. İstediklerini aldıktan sonra bir masaya geçtik. Canlı müziğin insanın içine işlediği anlarda tabaklarımızdakileri yemeye başladık. Ara sıra Yazgan’a attığım kaçamak bakışlarda onun aşırı nazik bir şekilde, kültürlü yiyişini gördüm. Bazılarımız doğuştan şanslılardı gerçekten... Doyduğumu anladığım an aslında dünden beri aç olduğumu fark ettim. O korkunç anlardan sonra ne ben ne de Yazgan tek lokma yiyemedik. İkimizin de aklına bile gelmedi yemek yemek. Daha çok iç dünyamızda koca bir karmaşa ile savaşıyorduk! “Doydun mu?” diye soran adamı işittiğimde etrafımı tarayan bakışlarım ona döndü. Başımı olumlu anlamda salladım yalnızca. Dudaklarında memnun bir gülümseme belirdi. Kamaramıza dönmektense dikkat çekmemek için büyük salonlardan birinde müthiş bir orkestrayı dinlemeyi tercih ettik. Çayımızı yudumlarken ara ara yan tarafıma dönüp ona bakmayı ihmal etmiyordum. “Bir asil olmak için doğmuşsun...” dedim nihayet kendimi tutamadığımda. Dudaklarında beliren çapkın sırıtışından sözlerimin hoşuna gittiğini anladım. Bakışları gözlerime saplandığı an o simsiyah irisindeki gri hareyi görebildim. Sırtımdan bir ürperti geçtiği sırada iç çekmemek için çok zor dayandım. “Aslında...” dedi ve duraksadı. Ardından bana doğru eğilmeye başladı. Beni şu an tam burada öpse kalp krizi bile geçirebilirdim heyecandan! “Olmak için doğduğum yerdeyim, Siyayushchaya Zvezda...” (Parlayan Yıldız)
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD