Sözleri ile oturduğum yerde eridim resmen. En nefret ettiğim tür, bir Soylu Kandı lakin başıma gelen en güzel insanlardan biriydi. Ona bakarken onu Yazgan olarak görüyordum yalnızca çünkü bu şekilde olmasını sağlamıştı. Verdiği sözlerin arkasında, daima yanımdaydı. Hayatta en nefret ettiğim şeyken bile nasıl bir başkasını bu kadar sevemeyeceğimi düşündürebiliyordu?
Akşama kadar geminin içinde yapılabilecek birçok aktiviteyi yaptık, aynı balayında yeni evlenen bir çift gibi. Çok dikkat çekmiyorduk. Koskoca gemide yüzlerce insan vardı, Yançı ve Yazgan her şeyi muntazam ayarlamıştı. Korkmamı gerektiren tek şey geride bıraktıklarımızın akıbetiydi.
Akşam yemeğini yemek için tekrar yemek salonuna gittiğimizde bu sefer oturmadan önce Yazgan etrafımda dolanıp sandalyemi çekti. Ona bir an hayretle bakakaldım. Sandalyeye usulca oturduktan sonra karşıma geçmesini izledim. Bu tarz şeylere alışkın olmadığım kesindi fakat bir şekilde uyum sağlamaya çalışıyordum. Yazgan ise hepten dengemi bozuyordu.
“Menüyü beğendim,” dedi elindeki ince kâğıda dikkatle bakarken.
Önümdeki menüden pek bir şey anladığım söylenemezdi. Birazdan bir garson gelecek ve siparişlerimizi alacaktı kuvvetle muhtemel. Ona ne söyleyeceğim konusunda tek bir fikrim yoktu.
“Yardımcı olabilirim istersen?”
Bakışlarım mahcubiyet ile Yazgan’a döndü. Alt dudağımı utançla ısırırken aslında hissettiğim duyguların manasız olduğunu biliyordum. İki gün öncesine kadar hayatımda balo bile görmemiştim!
“Çok sevinirim,” dedim utangaç bir gülümseme ile.
Bana sevebileceğim birkaç alternatif sundu. İçlerinden tadına en alışkın olduğum deniz mahsullerini seçtim. Gelen garsona tüm siparişleri Yazgan verdiğinde minnettar oldum. Ağzımı açıp burada yerimin olmadığını haykırmak istemezdim doğrusu...
“Güzel bir balo varmış,” dedi yemeğimizi beklerken bardağına konan şaraptan bir yudum alırken.
“Balo kelimesini bile duymaya tahammülüm yok!” dedim çok uzak olmayan geçmişte yaşananları anımsayarak.
“Emin ol, bu sefer seveceksin.” Dedikten sonra bana göz kırptı.
O an ikna oldum.
Yemeklerimizi afiyetle yerken arkamızda bıraktıklarımızı özellikle dillendirmediğimiz bir sohbet başlattı Yazgan. Çocukluğumu ve ergenliğimi fazlasıyla merak ediyor oluşu gözümden kaçmadı.
“Asker olamadığın için hâlâ öfkelisin,” dedi ona askerlik için yeterli bulunmadığımı söyledikten bir süre sonra.
“Torpille bir başkasını alabilmek için beni elediler ve sebep olarak gayet uygun olan boyumu ve kilomu gösterdiler.” Derken burnumdan soluyordum.
“Maalesef ki bunun önüne geçilemiyor. Bir şekilde hak yeniyor ne kadar engel olunmak istense de...” dedi üzgün bir ifade ile.
Omuz silktim. “Ben bu durumu aştım.”
“Öyle diyorsan...” dedi tereddütle bana bakarak. İnanmamasına şaşırmadım elbette.
“Öyle.”
Yemeğimizi bitirdikten sonra kamaramıza geçip hazırlandık balo için. Bana bir ömür yetecek bir baloyu zar zor atlatmış, ertesi haftasında ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştık fakat Yazgan’ın heyecanı sebebiyle onu kıramadım.
O banyoda hazırlanacağını söyleyerek banyoya geçtiğinde ben de yeniden gardıroptan bir elbise seçtim.
Yine mavi ama bu sefer derin yırtmaçlı ve kabarık etekli elbiseyi üstüme geçirirken Yazgan’ın bir anda banyodan çıkmaması için içten içe dualar ediyordum. Neyse ki düşündüğüm gibi olmadı. Elbiseyi neyse ki tek başıma oldukça zorlanarak bile olsa başımdan geçirmeyi başardım. Yaprak desenleri ile kaplı transparan üst kısmı ile oldukça iddialı gösterdi beni. Derin dekoltesi yine tüm gözlere güzel bir odak noktası seçmişti. Elbisenin belinden dökülüyormuş gibi duran kabarık etek kısmı da rahatsız etmedi fakat bir şey vardı, kanımı donduran!
Elbisenin arkasındaki düğmelerin yarısından fazlasını ilikleyemedim. Çığlık atacaktım neredeyse ama yapamadım. Geniş aynalı dolap kapağına bakarak, bin bir çeşit yöntem denedim ama yine de yapamadıklarım oldu!
Kendi haline salık bıraktığım saçlarım benim kendimle savaşımda yüzümün dört bir yanına dağılıp kabardı fakat bunu umursamadım. Dün çıplak göğsünde uyuduğum adama o düğmeleri kapattırmamak için şekilden şekle de girdim ama başarılı olamadım.
Yüzümü renklendirmek için aynanın karşısında geçtim. Birkaç ufak dokunuştan sonra saçlarımı taradım ve sırtıma doğru attım. Tam o esnada açılan banyo kapısının sesini işittim. Bakışlarım aynadayken banyo kapısına döndü.
Siyah takım elbisesi ile banyodan dışarı çıktı Yazgan. Beyaz gömleğinin üst düğmelerinin bazılarını açık bırakmıştı. Saçlarını yine her zaman ki haline bırakmış, kıvırcık tutamların alnına düşmesine izin vermişti. Duruşunda müthiş bir asillik ve asilik vardı.
Yutkundum. Ondan istemek zorunda olduğum şey aklımı doldurduğunda karnıma bir kramp girdi resmen. Ben derin derin nefes almaya çalışırken aynada gözlerimiz kesişti. O an tüm çabalarımın boşa gittiğini fark ettim.
Tek bakışı ile nefesim kesildi. Üstümdeki müthiş etkisi yıkıcıydı. Her an kendimi bile şaşırtıyordum.
“Hazır mısın?” dedi uzun uzun beni süzdükten sonra.
“Aslında...” dedim ona doğru dönerken. Heyecanım sesime yansıyordu. Ellerimin titreyeceğine emindim. “Ufak bir şey yapmanı rica edebilir miyim?”
Bana anlamadığını belli edercesine baktı. Kaşları ne demek istediğimi tartarken çatıldı ve bakışlarında bir sertleşme gerçekleşti.
“Elbette.” Dedi neyi onayladığını bilmeden.
Oturduğum yerden kalkıp ona doğru adımladım tam önüne gelene kadar. Önünde durduğum an aramızdaki mesafenin azlığı ateşle oynar gibiydi... Usulca az önce sırtıma doğru attığım saçlarımı bir omuzumda toplarken ona arkamı döndüm. Onun da nefesini tuttuğunu biliyordum!
“Birkaç düğmeyi kapatamadım,” derken kalbimin atışları kulaklarımda çınlıyordu. “Rica etsem...”
Parmaklarını tenimde hissettiğim an dudaklarım aralandı. Ciğerlerim oksijen için çığlık atarken ben kıpırdamadan durdum. Parmakları her bir düğmeyi özenle ilikledi. Dengem bozuldu. Dokunuşunun böylesine sarsıcı olduğuna inanmak istemiyordu mantığım ama öyleydi, anbean bunu hissettim!
“Sanırım artık hazırsın,” dedi o hırıltılı sesi ile.
“Evet,” dedim konuşabildiğime ben bile şaşırırken. “Teşekkür ederim.”
“Rica ederim,” dedikten sonra bana kolunu uzattı.
Koluna girdikten sonra kamaradan çıktık. Balonun yapıldığı büyük salona girdiğimiz an çoğu göz bize döndü. Yanımda onun gibi biri varken aksini düşünemiyordum zaten. Neyse ki bu gemide Barshanlı kimse yoktu da onun tanınma ihtimalini düşürüyordu bu!
Açılış dansının başlayacağını bildiren sesi işittiğimizde Yazgan’ın bana dönmesi ile gözlerim büyüdü. Başımı şiddetle sallarken ne yapacağını tahmin ettim elbette.
“Bana dans etmekten korktuğunu söyleme!” derken aleni bir alay vardı sesinde.
“Korkmuyorum,” dedim memnuniyetsiz bir tonla. “Nefret ediyorum.”
Dudaklarındaki gülümseme beni kahretti. Bu meydan okumaya karşı elbette yerimde duramadım. Ona öfke ile yanan gözlerle bakarken bile uzattığı eli tutup peşinden piste gittim. Dans adımlarını ve genelde ne yapıldığını biliyordum fakat elbette bu bilgiyi kullanacak bir alana sahip olmadığım için fazlasıyla acemiydim.
Yazgan pistte yerimizi aldığımız an tam karşımda durup sağ elini avucu açık bir biçimde sol omzuna doğru çapraz olarak yerleştirip beni selamladı. Ardından doğrulup elini bana uzattı ve elimi avuçlarına bıraktığım an beni kendi etrafımda döndürüp bedenine çekti. Sırtım göğsüne yaslıyken ne kadar da güvenli hissettiğimi fark ettim bir kez daha.
Beni kendinden uzaklaştırdıktan sonra elimi bırakıp etrafımda tam bir tur döndü. Tekrar karşıma geçtikten sonra elini belime hırçın bir şekilde yerleştirip beni kendine çekti. Bedenimi yere doğru eğerken ayağımı onun bacakları arasından uzattım. Üstüme doğru eğilirken bakışlarında çakan şimşeği elbette gördüm. Ah o dudaklarındaki çapkın gülümseme yok muydu... Bana tüm dünyayı unutturuyordu!
Dans etmeye devam ettik. Tüm adımları ondan beklemediğim kadar nahif bir şekilde atıyordu. Onu tanımasam bir dansçı olduğunu bile düşünebilirdim.
Dansın ardından yeniden karşımda durduğunda birbirimizi selamladık. İkimizin de dudağında aynı anda keyifli bir gülümseme belirdi. Ardından yeniden kolunu bana doğru uzattı ve masamıza doğru ilerledik.
“O gün seninle dans edebilmek için her şeyi yapabilirdim,” diye mırıldandı elindeki kadehten bir yudum alırken.
Sözleri ile çarpıldım. Bakışlarım hayretle onun gözlerine çarptığında sözlerinde ciddi olup olmadığını tartıyordum. Bunu ilk kez söylediği anı anımsadım. Bir anda böyle sözler ederek beni dumura uğratıyordu.
“İlter’in kolunda salona girdiğini gördüğüm an biri göğsüme bir bıçak sapladı. Seni alenen ifşa etmesine mi öfkeleneyim yoksa aynı şeyi ben yapsam başına gelebileceklere mi sinirleneyim bilemedim. Tüm bu ihtimallere rağmen o baloya benim kollarımda giriş yapman için her şeyi yapabileceğimi biliyordum!” Dedi o gün hissettiklerini dürüstçe söylerken. “Sonra tüm bunlar anlamını yitirdi. Öylesine güzeldin ki aklımı başımdan aldın.”
İtirafı ile içtiğim şarap boğazımda kaldı. Birkaç kez kesik kesik öksürürken bana gülen gözlerle baktı ve bir şey yapıp yapamayacağını sordu.
“Bazen öyle şeyler söylüyorsun ki dengemi şaşırıyorum.” Derken ona hâlâ aynı şaşkınlıkla bakıyordum.
“Şaşırdığın zamanları seviyorum...”
Bugün Yazgan’ın benim kalbim ile bir zoru olduğuna emindim artık. Art arda ettiği sözler ile beni heyecandan öldürecekti, haberi yoktu!
Balonun sonuna kadar beklemedik. Kaçmamıza yardım edecek adamdan haber alan Yazgan her şeyi ayarlayabilmemiz için erkenden kamaraya dönmemizi söyledi ve kalktık. Odaya döndükten sonra gerekli olan her şeyi toplayıp sırt çantalarımıza yerleştirdik. Pekin’in bizi ne zaman bulacağını bilemediğimiz için belli bir süre kendimizi idare edebilmekti planımız her ihtimale karşı.
Saat gece yarısını biraz geçtiğinde kamaramızın kapısı hafifçe tıklatıldı. Yazgan derhal hareketlendi ve geleni karşılamaya gitti. Kapıyı aralayıp adamı odaya aldı.
“Her şey hazır,” diye fısıldadı usulca yabancı adam. “Bu küçük çantada yolunuzu bulmanız için gerekli tüm araç gereçler mevcut. Botu nasıl kullanacağınızı da bildiğinizi söylemiştiniz bu yüzden kimse size eşlik etmeyecek, aynen istediğiniz gibi.”
Yazgan usulca başını salladı anladığını belirtircesine. Ardından o odadan gerekli olan her şeyimizi aldıktan sonra ayrıldık. Önümüzde yürüyen yabancı adamı takip ettik bizi doğru güverteye götürene kadar. Acil durum filikalarının olduğu yere geldiğimizde aşağı sarkıtılmak üzere bekleyen motorlu bir bot çarptı gözlerimize.
Ona dikkatli bir şekilde bindirildikten sonra Yazgan’ın adama ödeme yaptığını gördüm. Ardından kendisi de yanıma geldi ve motora yakın bir yere oturdu. Otomatik makara bizi hafif sarsarak suya bıraktığında iplerden kurtulup hızla koca gemiden uzaklaşmaya başladık. Yazgan ona verilmiş olan küçük çantadaki pusula ve gerekli eşyaları çıkartıp bir rota çizmişti bile. Elimde onun görebilmesi için gerekli bilgileri aydınlatan küçük bir fener vardı.
Kalbim adrenalinden hâlâ güm güm atıyordu. Başardık, kaçtık! Buna asla inanamasam da yaptık! Gecenin karanlığında bir süre daha Yazgan’a destek oldum fakat bir yerden sonra daha fazla gözlerimi açık tutamadım. Botun kenarına kıvrıldıktan sonra ne zaman uyuyakaldığımı hatırlamıyordum.
Denizin üzerinde güneş yeni yeni yükselmeye başladığı esnada uyandım. Üstümü ufak örtülerden birisini daha örterek soğuktan korunmamı sağlamıştı Yazgan.
“Uyumadın mı?” diye sordum merakla. Bencil bir şekilde güneş doğana kadar uyuduğuma inanamıyordum!
“Gerek görmedim.” Dedi aşırı havalı bir şekilde.
“Ne kadar kaldı?” diye mırıldandım usulca, utancımı kendime saklayarak.
Elindeki teknolojik alete kısa bir bakış attıktan sonra bana döndü bakışları. “On dakikaya kadar karaya varmış olacağız, bak!”
Eliyle işaret ettiği yeri görebilmek için doğrulup başımı o yöne çevirdim. Ormanların yanı sıra net bir şekilde görebildim kumsalı. Özgürlüğümüze ve yapmamız gerekenleri yapmaya gittiğimiz yolculuğumuz sonunda başlayacaktı. Bunun uğrunda arkamızda bıraktığımız koca bir hayat vardı. Bize verilen bu görev için neredeyse her şeyden vazgeçmiştik. Buna değmesi için elimden gelenin çok daha fazlasını yapacaktım!
Pekin neredeydi acaba?
Onu düşündüğüm an zihnime fısıldadı sesi, “Dikkatli olun!” diye. Bedenim ses tonu ile kasıldı ve bunu hemen fark etti Yazgan.
“Ne oldu?”
“Dikkatli olmamızı söylüyorlar.”
Olumlu anlamda başını salladı. Gözleri hedefine kitlenmiş bir şekilde botu kontrolü altında tutmaya devam etti. Karaya yaklaştıkça heyecanım büyüyordu. Bizi nelerin beklediğini bilememek çok korkutucuydu.
Dakikalar sonra bot karaya vurduğunda hızla ayaklandık. Ormana doğru ilerlememiz gerekiyordu. Durmadan devam etmeliydik doğru ana kadar. Biz de öyle yaptık, ilerlemeyi sürdürdük. Kumsaldan çıktıktan sonra sırtımdaki çantamı düzelttim. Ormana doğru yürümeye devam ettik. Bakışlarım her an paranoyak gibi etrafımı tarıyordu.
“Buradalar!” diye çığlık attı zihnime Pekin.
“Yazgan!” dedim korku ile. Tehlikede olduğumuzu hemen anladı elbette, kanı hissederdi.
Sıkıca elimi tuttuktan sonra ormana doğru koşmaya başladı. “Çok fazlalar!” derken sesinin endişeden kısıldığına emindim.
Kaçmamız gerekiyordu, kaçmak zorundaydık! Onca şeyin boşa gitmesine izin veremezdik. Yapmamız gereken şey için feda ettiklerimizi anımsayınca bedenimi bir ürperti kapladı. Arkamızda bırakmak zorunda kaldığımız çok fazla insan, bir hayatımız vardı. Buna değmeliydi, değmek zorundaydı!
“Onları durduramayız, değil mi?” dedim nefes nefese.
Yazgan yalnızca kısa bir an düşündü.
“Hangi güce sahipler bilmiyoruz!” dedi tek seferde.
Koşmaya devam ederken etrafımızda dönen siluetler görmeye başladım. Bunlarda neydi böyle?
“Lanet olsun!” dedi öfkeyle Yazgan, düşüncelerimi okumuş gibi. “Kopyacılar!”
“Ne?” dedim dehşet içerisinde.
“Kendilerini çoğaltabiliyorlar. Etrafımızı saracaklar!”
Bir anda durduğunda dengemi sağlayamadım ama neyse ki Yazgan’ın güçlü tutuşu sayesinde ayakta kaldım. Yazgan bir adım benden uzaklaştıktan sonra gözlerini kapattı ve ellerini serbest bıraktı. İki eli bir anda önünde daire çizmeye başladığında gücünü kullandığını anladım. Hızla ellerini iki yana açıp avuçlarını göğe çevirdiğinde çığlık sesleri işittim.
“Ne yapıyorsun?” diye sordum merakla.
Hiçbir şey yapmıyor gibi görünüyor olsa da çığlıklar giderek yükseliyordu. Etrafımızı saranların kanlarını mı kaynatıyordu?
“Onlara engel oluyorum.”
“Bu kadar yakınlar mı?”
Sorum onun dudaklarında vahşi bir gülümseme belirmesine sebep oldu. Bu onun ilk kez korkutucu olduğunu düşündüğüm an olabilirdi!
“Yakın olmalarına gerek yok.” Dedi basitçe. “Kanlarını hissetmem onlar için ölümcüldür!”
Elinin birini öne doğru uzatıp birinin boğazını sıkar gibi yaptı. Dehşetle onu izledim.
“Odaklan!” dedi zihnime Pekin. “Gözlerini yum ve onların varlığını hisset.”
Başta afallasam da durdum ve sakinleşmeye çalıştım. Ardından dediğini harfi harfi yerine getirdim sorgulamadan. Derin derin nefes alırken tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Tenim karıncalanırken açığa çıkmak için tiz bir çığlık atıyordu sanki gücüm.
“Çığlık at!”
Ellerimi tenime saplayıp çığlığımı serbest bıraktım. Onun yankıları orman boyunca hissedildi. Dallara tünemiş kuşlar korku ile kaçışırken ortalık birkaç saniye sonra sessizleşti. Sessizlik giderek rahatsız edici oldu.
“Ne bekliyorsunuz?” diye kızdı bu sefer Pekin. “Kaçın!”
Yazgan’ı dürttükten sonra kaçmaya devam ettik. Bir süre bacaklarım yanana kadar koştuk. Artık peşimizde olmamaları gerekirdi. En azından ben öyle olmasını umuyordum!
“Çığlığımdan etkilenmedin.” Diye mırıldandım nefes nefese duraksadığımız bir anda.
“Çünkü bunu istemedin,” dedi benimle gurur duyduğunu belli eden bir sesle. “Her geçen gün beni daha fazla şaşırtıyorsun. Gücünün bir sınırı yok mu?”
“Keşke bilsem...”
“Yaklaşıyorlar!” dedi ikaz eder gibi bu sefer.
Koşmaya devam ettik. Bir ağaç dibinde dinlenmek için duraksayacağımız sırada karşımıza çıkan yırtıcı hayvan ile hayrete uğradık.
“Şekil değiştiren!” dedi bir anda Yazgan. Asıl bu Soylu Kanların bir sınırı yok muydu?
Önümüzde bir anda insana dönen adam ile Yazgan’ın elleri hareket etmeye başladı. Ondan önce davrandım.
“Kör et!” diye haykırdım o an.
Ellerini gözüne siper etmek durumunda kaldı. O an ona dokunma arzusu ile yanıp tutuştuğumu hissettim. Bu his beni korkuttu. O kötü yanımı ilk kez hissediyordum!
Yazgan’ın gücünü kullanmak için hareketlendiği sırada bir anda nefessiz kalarak dizlerinin üstüne düşmesi ile tüm dikkatim dağıldı. Bakışlarım korku ile onu bulduğunda acıyla kıvranarak yere devrilmesini izledim.
“Zihin saldırısı...” diye fısıldadı. Bu İlter’in gerçekliği bükmesinden çok farklıydı. Direkt olarak zihne yapılan saldırı sayesinde rakibinin tüm gücünü etkisiz hale getirir ve onu savunmasız bırakırdı. Bu güce Barshan Ülkesinde sahip olan Balamir Soylu Kanıydı. Yançı ile Soylu Kanlar hakkında yaptığımız bir konuşmadan hatırlıyordum tüm bu bilgileri...
“Zaman kavramını yitiriyorum,” dedi kesik kesik. “Acıyı sonsuzlaştırıyor Zaman Bükenler!”
Bu haldeyken bile savaştığımız gücü bana bildiriyordu ki bağışık olduğum için mantıklı bir şey düşünebileyim. Onu kurtarmalıydım, derhal!
Gözlerimi sıkıca yumdum, içimdeki o gücü bulmaya çalıştım amansızca. Aklımı yitirmek üzereydim. Yazgan’ın her acı çekiş nidasında kendimi kaybediyordum!
“Kendini kaybedemezsin!” diye haykırdı sertçe Pekin!
“Bunu öngöremedin mi?” diye çığlık attım acı ile. Odaklanamıyordum, bizi kurtaramıyordum. Yazgan’ın acı dolu haykırışları işi daha da kötü hale getiriyordu.
Pekin’in neden hiçbir şey yapmadığını anlayamıyordum. Burada hiçbir şey yapamadığımı görürken neden bize yardım etmiyordu? Neredeydi bu kahrolası? Neden sanki yakalanmamızı ister gibiydi?
Ellerimi iki yana açıp haykırdım. “Bize ihanet ettin!” dedim Pekin’in bunu göreceğini bilerek.
Bedenimde çatırdayan alevle kıvılcımlarım ellerimden etrafa doğru yayıldığını hissettim. Bir çığlık atarken etrafımda döndüm ve ormanı bize ulaşamamaları için ateşe verdim, an bile düşünmeden! Konu bahsi Yazgan olduğunda yapacaklarımın bir sınırı yoktu...
Alev çemberinin ortasında kaldığımız zaman derin derin nefes almaya çalıştım. Sıcaklık tenimin aşırı terlemesine neden oluyordu. Yazgan tüm çabalarıma rağmen acı çekiyordu, yine! Benim yüzümden!
Çığlığım tüm ormanı bir kez daha sardı. Bizi kurtarmak için her şeyi denedim! Burnumdan akan sıcak sıvıyı hissettiğimde kaybettiğimi biliyordum. İçimdeki gücün değil ama bedenimin bir sınırı vardı.
Yazgan’ın acı dolu çığlıklarına karıştı hıçkırıklarım. Dizlerimin üstüne düştüğümde kaybettiğimizi biliyordum. Tükenen bedenim yana doğru düşerken aynı cümleler döküldü dudaklarımdan.
“Bize ihanet ettin!”