Kaosun Kızı

4734 Words
Ebren Uğursuz bir sessizlik üstümüze çöktü. Sımsıkı yumduğum gözlerimi usulca aralarken ne yaptığımı çok iyi biliyordum. Bunun sonuçları ile yüzleşmekten ise deli gibi korkuyordum. Bakışlarımda titreyen bir korku ile etrafıma bakarken yere yığılan onlarca bedeni gördüğümde nefesimin kesildiğini hissettim. Onlara bunu ben yaptım! Bir his o an boğazıma yapıştı. Bu his beni boğuyordu ama ondan kurtulamıyordum. Sanırım hiçbir zaman kurtulamayacaktım. Hissin kaynağının vicdanım olduğunu anlayabiliyordum. Beni ömrüm boyunca içten içe yiyecek ve tüketecekti ama hiçbir zaman bunu düzeltme şansım olmayacaktı! Yaptığım şeyin sorumluluğu beni bir yılan gibi sararken sarsıldığımı hissettim. Ben bundan haftalar önce bir limanda on iki insanı kurtarmak için çabalayan sıradan bir vatandaştan fazlası değildim. Doğru olan için kendi canından olmayı korkusuzca göze olan o kız değildim. Ben bugün onlarca insanı an dahi düşünmeden öldürebilecek kadar gözü dönen biriydim. Bunu kabullenmemek için çığlık çığlığa direnen bir yanım olsa da lanet olsun ki biliyordum! Bu vahşetin sebebini bendim. Onları kurtarmakla vadedilmiş olan ben... Soluklarımın ritmi kulaklarımda çınlıyor, kalbim sertçe göğüs kafesimi dövüyordu. Zaman sanki etrafımda yavaşlıyor gibiydi. Tenimin altında bir karıncalanma hissi dolanıyordu, yine! Açığa çıkmak için benliğimi yok sayan bir gücü içimde taşıyordum. Yapabileceklerimin sınırsızlığı beni dehşete düşürüyordu. Bundan aylar önce herkesin yaşama hakkını savunabilirken şimdi bencilce hislerle onları, sevenlerini, sevdiklerini umursamadan hepsinin hayatına bir son veriyordum. Ben böyle bir insana ne zaman dönüştüm? Bunu nasıl yapabildim? Göğsümü saran bir acı ile kavrulurken bakışlarım kollarımın arasında yatan adama döndü. Onu gördüğüm an soluklarım tıkandı. Cansız gibi yatıyordu. Bunun canımı onlarca insanı öldürmemden daha fazla yakmasını açıklayamazdım. Yazgan yaşasın diye onlarcasının hayatını gözden çıkartabildiğime inanamıyordum ama yapmıştım… Yaşadığım o acıyı haykıran bir çığlık döküldü dudaklarımdan hıçkırıklarım ile birlikte. Ben ne yaptım? Etrafımı saran kırmızı kanın metalik kokusu düşünmeme müsaade etmiyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bu sıkışmışlık hissinden nasıl kurtulacağımı kestiremiyordum. Ben ne zaman böylesine acımasız oldum? “Kahretsin!” diye haykırdı Pekin tam tepemde dururken. “Onu ben alıyorum!” diye de devam etti sözlerine. Öfkesini hissedebiliyordum. Şu an düşündüklerini bilmek için her şeyi yapabilirdim. Beni uyardı, durdurmak için yapabileceğinin en iyisini yaptı, bana doğru olanı defalarca kez yaptıklarıyla gösterdi. O kimseye zarar vermeden özenle bizi kurtarmayı denedi. Bense tüm emeklerini boşa çıkarttım. Onu susturdu bilincim, içimdeki ölümcül içgüdüyü değil! Ona sağır olmayı seçtim, kulağıma şeytani bir biçimde fısıldayan güce değil... “Iraz!” diye gürledi bir yandan Yazgan’ı sırtına almak için harekete geçerken. Şaşkınlık içinde kalanlar onun sesi ile derhal harekete geçti. Çıkmak için yakınlaştılar. Kimse bana bakmıyordu, benim de yansımamı görecek gücüm yoktu. O an ne halde olduğumu bilemiyordum fakat berbat göründüğüme emindim. Yaptığım şeyden sonra kafamın üstünde şeytan boynuzları çıkmış mıdır diye kontrol bile edebilirdim. “Dinliyorum!” dedi bir asker gibi bize doğru gelirken Iraz. “Çıkıyoruz!” dedi çevik bir hareket ile Yazgan’ı sırtına aldıktan sonra. Bunu yaparken ya da onu taşırken hiç zorlanıyor gibi görünmüyordu. Yüzüme bile bakmıyordu ya da bakmak istemiyordu. Birkaç dakika içerisinde açtığımız acil çıkış kapısından dışarı adım attığımızda üstümdeki ağırlıktan silkelenerek kurtulmak istedim fakat bu ağırlıktan öylece kurtulamayacağımı anlıyordum. Bu hissin beni tüketeceğini kabulleniyordum aslında. Yaptığım şeyin affı da telafisi de yoktu... Ben bir katildim! Kıyamet Ormanı’na doğru hızla ilerledik. Kimse tek kelime etmiyordu. Sebebi olduğum onca ölümden sonra insanlardan benimle ne konuşmalarını beklediğimi bilmiyordum. Bundan dakikalar önce onlarca insanı öldürmüştüm! Bunu yapmak için kılımı bile kıpırdatmama gerek olmamıştı. Öylece istediğim an sadece düşünerek bile öldürebiliyordum! Bu güç karşısında afalladım. Bu kadar kuvvetli bir güce neden sahiptim? Bu gücün içimde olmasının anlamı neydi? Neden ben kadar basit birisi böyle bir şey yapabiliyordu? Benden korkuyor olmalıydılar ya da en azından uzak durmaları gereken bir ucube olduğumu düşünüyorlardı. Haklılardı. Ben bir ucubeydim, insanların hayatları ile oyun oynayabileceğimi düşünebilecek kadar aptal biriydim! Duygusal bir anda asla yapmamam gereken bir şeyi yapmıştım. Bunun bir bedeli olacağını bilmeliydim! Kendimden korkuyordum! Bana güvenmeyeceklerdi. Buna kızamazdım bile! Artık ben bile kendime güvenemiyordum... Yıkım Getiren... Ormanda ilerlerken Pekin izimizi kaybettirmek konusunda fazlasıyla hassas davrandı. Iraz ve Alaca oldukça deneyimli olmalıydılar ki gereken her şeyi yaptılar. Yürürken birkaç taktik konuşması ve bazı teknik konular üstüne konuştular yalnızca. Bu konuşmalara dahil olmaya cesaret edemedim. Bunun dışında da herkes sessiz kalmayı seçti. Bir süre yolumuza devam etmek zorunda kaldık. En azından düşman ile aramıza belli bir mesafe koymamız gerektiğine inanıyordu Pekin. “Pekin?” diyen Iraz’ı işittiğimde olduğum yerde durup merakla ona döndüm. Bakışlarımız buluştuğu an yüzünü ekşittiğine yemin edebilirdim ama bu öylesine kısa sürdü ki bir an ben bile hayal olduğunu sandım fakat değildi. Iraz’a benden nefret etmesi için gerekli sebepleri veriyordum anlaşılan... “Devam etmeliyiz, Iraz!” dedi Pekin, sanki ne diyeceğini biliyor gibi. Derin bir nefes aldı Iraz ardından hızlı adımlar ile durmayan, devam eden Pekin’e doğru ilerledi. “Durmalıyız, en azından on dakika!” dedi öfke ile. Bakışları benim gibi Yazgan’ın yarası üzerinde oyalandı. Beklediğimden daha az kan görmek yarasının derin olmadığını umut ettiriyordu. En kısa sürede sarılmalıydı yine de! “Koruyucunun yarasına ufakta olsa müdahale etmek zorundayız yoksa onu kaybedeceğiz!” diye devam etti sözlerine anlık bir duraksamadan sonra Iraz. Sanırım Pekin’in cevap vermeyeceğini anladı. “Merak etme!” diye çıkıştı Pekin. “Öyle bir ihtimal olsa ben de dururdum zaten.” “Enfeksiyon kapacak!” diye çıkıştı Iraz. Tutumu damarımda akan kanın akışını değiştiriyordu. Öfkenin içimde yükseldiğini hissediyordum. Iraz’ın Yazgan’a karşı olan hassasiyeti beni elbette rahatsız ediyordu. Onları ben ve Pekin gibi birbirine bağlayan kader pek umurumda değildi o an. Yazgan için ağzımı açıp tek kelime edemiyordum, uğruna onlarca insan öldürdükten sonra Pekin’in onu kaybetmeme izin vermeyeceğini bildiğimden. Iraz ise benden beklenecek hareketleri sergiliyordu. “Birazdan, Iraz!” diye çıkıştı o an Pekin. “Bugün kimse sabrımı sınamak istemeyecektir!” Buz gibi sesini işittiğimde titrediğimi hissettim. Öfkesini anlayabiliyordum. Ona kızamazdım. Benden herkesin olduğu gibi bir beklentisi vardı. Kurtarıcı olmamı, Dünya’nın kurtuluşuna önderlik etmemi istiyordu fakat ben tüm bunların aksine bir yolda ilerliyordum. Az önce yaptığımın zamanda nasıl sarmallara sebep olduğunu ve sonucu nasıl değiştirdiğini ben tahmin edemezdim. Pekin tüm bunları biliyor, tüm bunlarla başa çıkmaya çalışıyordu. Ona kızamıyordum, onu anlamaya çalışırken buluyordum sürekli kendimi. Bir süre daha yolumuza devam ettik. Pekin’in son sözlerinden sonra kimse konuşmaya cesaret edemedi elbette. Nihayet yavaşlamaya başladığımızda fazlasıyla hırpalanmış hissediyordum. Sızlanma hakkımın olduğuna inanmıyordum ama kendimi berbat hissediyordum. Iraz, derhal tedavi için kollarını sıvadı. Şifalı otlar bulabilmek için ormanda kaybolurken Alaca’da Yazgan’ın yarasını kontrol ediyordu. Üstündeki kalın kabanı çıkartması için ona Pekin yardım etti. Korku dolu gözlerle tüm bunları uzaktan izledim yalnızca. Üstünde incecik bir beyaz gömlek kaldığında ürperdiğimi hissettim. Pekin, onu yüz üstü yapraklarla kapladığı yüzeye uzandırırken hiç zorlanmıyor gibi görünüyordu. Uzakta durmak beni mahvetse de onları rahatsız ettiğim düşüncesinden kurtulamıyordum. Her an yanlarındaki varlığımdan rahatsız olduklarını düşünüp duruyordum çünkü ucubeydim! Bir an kızıp tüm kontrolümü kaybedip onları öldürebilirdim! Yalnızca fısıldamam yeterdi bunun için... Alaca, nazik bir şekilde matarasındaki su ile ıslattığı bezle Yazgan’ın yarasını temizlerken sanki açık yarama tuz basmışlar gibi irkildim. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Bakışlarım yeniden onları buldu. Pekin’in duygularını ele vermeyen çelik gibi ifadesine bakarken canımın yandığını hissettim. Tavrına kırılma hakkımın olmadığını biliyordum. Zihnini dolduran yüzlerce belki de binlerce olasılıkla boğuşuyor olmalıydı. Bildikleri onu öylesine korkutuyor olmalıydı ki o anlarda yüzüme bile bakamıyor, yüzleşmekten olabildiğince kaçıyordu. “Yarasını sarabileceğimiz bir şey lazım.” Diyen Alaca’yı işittiğim an harekete geçtim. Uzun süre onları uzaktan izlemiş olsam da artık öylece duramazdım. Pekin etrafına bakınırken tam yanında durdum ve an bile tereddüt etmeden üstümdeki kalın giysiyi çıkarttım. İçlik olarak giydiğim beyaz düğmesiz üstümü çıkarttım. Üstümde sadece ince askılı bir atlet kaldı o an fakat bunu umursamadım. Üstümün eteklerinden tutup koca bir kumaşa dönüşmesi için onu yırttım. Onu sarabileceği en iyi şekle getirirken Alaca dikkatle beni izledi. “Bu işini görür mü?” diye sordum sarabilmesi için uzatırken kumaşı. “Elbette,” dedi bana şaşkınlıkla bakarken. Üstümden çıkardıklarımı geri giyerken bir an dahi bana bakmayan Pekin’in tepkisini anlamaya çalıştım bir kez daha. O an kimseden beni anlamasını bekleyemezdim. İçinde bulunduğum çaresizliğin ne kadar derin bir kuyu olduğunu, bana verilen o korkutucu gücün kontrolünü bilmezken duygusal olarak hareket etmemin aslında pek şaşırılmaması gerektiğini anlatamazdım. Tüm bunlar bir bahane gibi duruyordu, farkındaydım fakat tam olarak yaşadığım o buhran buydu! “Ebren...” dedi Alaca, arkamı dönüp uzaklaşmak için harekete geçtiğim an. Meraklı bakışlarım anında onu buldu elbette. Anlayış ile bakıyordu gözleri. Bu beni neredeyse ağlatacaktı. Bana o anlardan sonra şefkat gösteren ilk kişiydi. Bunu asla unutamazdım. “Ölümcül değil,” dedi beklenti ile ona bakan bana. “Enfeksiyon kapmasını tamamen önlemek için Iraz’ın bulacağı şifalı otlara ihtiyacımız var. Aşpara’ya vardıktan sonra Yedisu’ya kadar dayanması gerekecek sadece. Biz elimizden geleni yapacağız, gerisi Yaratıcıya kalmış...” Başımı olumlu anlamda sallarken gözlerime dolan yaşlar ile görüşüm bulanıktı. Son sözlerinde bahsettiği Aşpara ve Yedisu neresiydi, hiçbir fikrim yoktu. Bu isimleri ilk kez işitiyordum. “Aşpara,” diyerek bir kez daha anlayışla başladı sözlerine Alaca. “Sizlerin bilmediği, yaşanabilir bir kıta fakat nükleer felaketten sonra radyasyondan arınmadığını düşündürtecek birkaç ufak taktiğimiz ile krallıklarınızın bizim topraklarımızı işgal etmesini engelliyoruz.” Ona bakarken anladığımı belli edercesine başımı salladım. Bu birkaç ufak taktiği merak ettim fakat o an soramadım. Çünkü bana güvenerek böyle bir sırrı paylaşacağını düşünmüyordum. Onlar için Vadedilmiş, bir hüsrandı sonuçta... “Alaca,” diye seslenen Iraz’ın sesini işittiğim zaman bakışlarım ona döndü. Üstümde dolaşan bakışlarında benden rahatsız olduğunu açıkça ifade eden parıltılar vardı. “Gerekli olanları buldum.” Yazgan’ın başlangıç tedavisi için onlar kolları sıvayıp gerekli işlemleri yaparken kendimi bir fazlalık gibi hissetmemi sağladı Iraz. Benden hoşlanmamasını yadırgayamazdım, Kankıran Hapishanesinde yaptığım o şeylerden sonra olmazdı... Ben bir katildim! Her biri beni öldürme emri almış olsalar da onlarca insanı düşünmeden öldürdüm! Tüm kontrolü içimde taşıdığım o vadedilmiş olmasına rağmen karanlık güce verip yalnızca Yazgan için her şeyden vazgeçtim. Duygularım beni ele geçirdi. Onu arkamızda bırakma fikri öylesine bir acı ile sardı ki beni, düşünemez oldum. Yazgan için yapabileceklerim beni korkutmuyordu, onun da benim için yapabileceklerinin bir sınırı olmadığını açıkça gördüm. Fakat yapmayı seçtiğim yol beni mahvediyordu! Bu kadar kuvvetli bir gücü içimde barındırdığımı dahi bilmezken beni yönlendiren, yapmamam gerekeni bana fısıldayan gücüm ile nasıl başa çıkacaktım? Yıkım Getiren. Zihnimde yankılanan o acı gerçek ile ürperdim. Sürekli bunu düşünmekten kendimi alamaz oldum. Gerçekten o olabilirdim. Herkesin en çok korktuğu şey, Vadedilmiş bir Yıkım Getiren olabilirdim! İçimdeki saf iyiliğin bugün ölüşünü seyrettim. Daima iyiliğin izinde olacağıma dair güven veremezdim. Hiçbir zaman benden beklendiği kadar kusursuz olamayabilirdim! Dönüşebileceğim kıyamet zihnimi altüst ederken bir ağaca sırtımı yaslayıp kelimenin tüm anlamı ile yıkıldım. Başım çatlıyordu düşünmekten. Tükenmişliğin dibini sıyırıyor gibi hissediyordum. Tünelin sonunda görünmesi gereken ışık neredeydi? Bana neden yön gösteren bir işaret yoktu? Başımı ellerimin arasına alırken zihnimin ağırlığı altında kaldığımı hissediyordum. Kaldıramayacağım kadar ağır bir yükün bana verildiğini hissediyordum. Buna sorumluluk deniyordu ama beni parçalayan bir yanı vardı. Mükemmel değildim, bocalıyordum. Dağılıyordum, toparlanması güç bir şekilde. Yirmi üç yaşında tüm dünyanın yükünü sırtımda nasıl taşıyacaktım? Her şeyin daha basit olacağını düşünüyordum, yanıldım! O kadar basit olmadığını bugün en acı şekilde öğrendim. Yanımda bir hareketlilik hissettiğimde başımı sola çevirdim. Gözüme ilk çarpan onun uzun, kızıl saçları oldu. Yanıma usulca oturan Pekin’e dikkatle baktım. Bakışlarını asla bana çevirmedi, uzakta bir yere sabitti. Ellerinden destek alarak yerleşti ve bacaklarını öne doğru uzatıp üst üste attı. “İnsanlara akıl vermekten hoşlanmam,” diyerek sözlerine başladı. Ben konuşmasını beklerken duraksadı. Ardından sarımtırak harelerini o anlardan sonra ilk kez üstüme çevirdi. Bunu gördüğüm an ağlayacak gibi hissettim aynı küçük bir çocuk gibi. “Fakat senin pusulan olmak benim görevim. Sana doğru yolu göstermek kaderim.” Sözleri ile ürperdim. Konuşurken oldukça ciddi duruşu beni gerdi fakat bunu yapmak zorundaydı. Artık bir şeyleri bana idrak ettirtmesi gerekiyordu anlaşılan. “Pekin...” dedim ama söyleyecek bir şey bulamadım. “Önünde iki yol var Ebren...” derken acı çekiyordu. “Sanırım ne söyleyeceğini zaten biliyorum,” dedim bakışlarının ağırlığından kurtulmak için bakışlarımı kaçırırken. “İnan bana, bilmiyorsun...” Ağlamak üzereydim resmen. Utanç tüm bedenimi kuşatıyordu. Beklentinin büyüklüğü ve benim müthiş başarısızlığım mahvolmama sebep oluyordu. “Seni Yaratıcı vadetti,” derken elini koluma yerleştirdi. “Senden umulanı yapabilirsin, bunu milyonlarca olasılıkta gördüm ben Ebren! Denge ve adaleti sağladığını, Dünya’ya barışı getirdiğini gördüm.” Bakışlarım hışımla ona döndü. Bu sözleri beni yüreklendiriyordu elbette. Onun gördükleri kesin sonuçların birer vizyonuydu. Bu sonuçlardan milyonlarca olsa da biri nihayetinde gerçekleşiyordu. Doğru olanın olmasını umuyordum... “Ya da?” dedim sanki bilmiyor gibi. Çok iyi biliyordum aslında! Bugün gördükleri ileride olacağımın yalnızca ufak bir ön gösterimi bile sayılabilirdi. “Ya da evrenin sonunu getireceksin...” Sözlerinin kapsadığı şey beni dehşete düşürdü. Kaşlarım hayretle havalanırken dudaklarım aralandı. Hayretimle bir nefes sızdı dudaklarımın arasından. “İnsanlığın, demek istedin sanırım?” dedim korkuyla kekelerken. “Keşke...” dediği an ağır ağır gözlerini yumdu ve derin bir nefes aldı. “Yedisu’ya gittiğimiz de sana bunları detaylıca anlatacağım Ebren, şimdilik bu kadarını bilmen en iyisi...” “Pekin...” dedim neredeyse ağlayacakken. Bakışlarını kaçırdı. Söyleyeceklerini gözlerimin içine bakarak söyleyemiyordu. Buna cesareti yoktu. Şimdiden hissediyordum gerçeklerin yıkıcı olduğunu. Bir “Sen vadedilmiş olansın Ebren,” derken oldukça zorlandı. “Hem umut hem de kaos için!” Sözlerini tamamladığında çarpılmış gibi hissediyordum. Duyduklarımın bir şaka olmasını istiyordum. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Kehanet vardı, kehanette denge ve adaletin vadedilmiş olanı olduğumu söylüyorlardı! “Kehanet...” diye başladım sözlerime ama Pekin sözümü kesti. “Fısıltı Kahinleri kehaneti dile getirirken varlığını onurlandırmak, seni iyi olana yönlendirmek ve gelişini müjdeleyip insanlığa umut vermek için devamını söylemediler.” Derken o an soyutlandığımı hissettim. “Devamı ise kaosun vadedilmiş olanını tanımlıyordu...” Duraksaması beni mahvetti. O an kalbim sıkıştı. Tüm bunların gerçek olmaması için her şeyi yapabilirdim! “Söyle!” dedim meraktan çok korkuyla. “Ebren...” dedi tereddütle. “Bilmek istiyorum, Pekin. Neye dönüşebileceğimi bilmezsem ondan kaçınamam!” Sözlerim ile yutkundu. Haklı olduğumu biliyordu. Şu an beni benden iyi biliyordu! Ne olmamam gerektiğini bilmezsem hiçbir zaman içim rahat etmeyecekti. Daima bir yanım onu merak edecekti. Buna müsaade edemezdim. Evrenin sonunu getiren ben olamazdım! “Denge ve adaletin sağdıcı olmazsa eğer kıyametin göbek adı Vadedilmiş olacak...” diye mırıldanırken bakışlarını kararmaya yüz tutan göğe kaldırdı. “Kötülük dünyayı yutarken, ona ışık tutacak...” Gözyaşları artık gözlerimi yakıyordu. İnkâr etmek, çığlık atmak istesem de bunu yapamazdım. İçimdeki gücün neler yapabileceğini bilmesem de o korkunç içgüdüyü unutamıyordum. O uğursuz içgüdünün beni nasıl sarmaladığını unutamıyordum. O hapishanede prensin gücünü emerken hissettiğim haz duygusu zihnime kazınmıştı. Karşımdaki düşmanı kör edebilir, yakabilir ve hatta gücünü emebilirdim. Onları savunmasız bırakmaya yönelikti güçlerim. Savunmasız kılan en yıkıcı şey ise... Onları öldürmekti! Bense bunu onlara dokunmaya ihtiyacım olmadan yapabiliyordum... “O kaostan doğdu, kaosun ta kendisi olacak!” Yıkım Getiren. Gözyaşlarım usulca yanağıma doğru süzülürken gözlerimi yumdum ve bir iç çektim. Tüm bunları kabullenmeliydim. Kabullenmeliydim ki doğru olanı yapabileyim. Vadedilmiş olduğumu öğrendiğim zaman, bana bir seçim hakkının tanınmadığını düşünmüştüm. Ne yapmam gerektiğini, görevimi çoktan belirlediklerini sanmıştım meğer asıl olan bambaşkaymış... Yaratıcı bana bir seçim hakkı sunmuş. Adalete mi yoksa kaosa mı ışık tutacağımı benim seçmemi istiyordu. Bana bir görev verirken yine kararın bana ait olmasını istiyordu! “Doğduğun gece Şira, Güneş ve Ayın kavuşumu olduğunu sana daha önce de söylemiştim.” Derken anlattıklarını sindirebilmem için bana zaman tanıyordu. “Kaostan doğdun Ebren çünkü evren kaostan oluşur. İçinde kaosun gücü var. Hatta gücün kaosun ta kendisi ve bu yüzden kaosa yatkın!” Daha önce bunu anlattığını hatırlıyordum, ilk kez ruhen onların yanlarında olduğum anlardaydı. O an babamın bir Soylu Kan olduğunu öğrendiğim andı. Bu gerçek benim tüm her şeyi arka plana atmama, görmezden gelmeme sebep olmuştu anlaşılan. Evren kaosun kendisiydi benim gücümse onun bir yansımasıydı! “Bunca şeyi bilirken nasıl onca sene bizleri kandırabildi babam?” derken burnumu çektim. Bu gerçeği hâlâ sindirebildiğim söylenemezdi açıkçası ama oldukça rahat konuşabiliyordum anlaşılan. “Sizi kandırmadı,” dedi dümdüz Pekin. “Baban hiçbir şeyi hatırlamıyor.” Hayretle ona döndüm. Sözleri beni hazırlıksız yakaladı. Sabahtan beri söylediklerinden en çok buna şaşırdım. Çünkü içten içe gücümün uğursuz bir tarafı olduğunu zaten hissetmiştim. Yazgan ile beni sınayan İlter’in karşısında, o hapishanede ve sonrasında... “Baban bir Kovulmuş.” “Bir ne?” dedim hayretle ona bakarken. “Kovulmuş.” Sözleri ile ona dik dik baktım. Bazen gerçekten kalın kafalı olabiliyordu. Bunu anlayamadığımı fark etmek bu kadar zor muydu gerçekten? “O ne demek?” “Fısıltı Kahiniyken yaptığı bir hatadan dolayı aramızdan kovulan, tüm anıları tamamen silinip yerine yenileri eklenmiş birisi. Aramızdan kovduğumuz herkese aynı şeyi yaparız. Önce anılarını siler ardından bir kimlik verir onu Aşpara’dan uzaklaştırırız.” Ürperdiğimi hissettim. Tüm detayları öğrenmek için deliriyordum fakat o esnada Alaca’nın seslenmesi ile konuşmamız maalesef ki yarım kaldı. Yazgan’ın durumu hakkında bana bilgi vermek isteyen Alaca, onun daha iyi olduğunu ve ateşinin düştüğünü söyledi. Ardından rahat uyuyabilmesi için ona bir yer hazırladık. Ateş yakmak çok riskli olacağından yakın uyumaya karar verdik. İki kişi nöbet tutacaktı ve sabaha kadar değişimli olarak uyanıp görevi devralacaktık. Yazgan’ın hemen yanına uzanırken ilk nöbetin bana verilmemesine fazlasıyla memnundum. Bakışlarım Yazgan’ın kirli yüzünde dolanırken içimde büyüyen bir his vardı. Onun için bugün yaptıklarımdan fazlasını da yapabileceğimi biliyordum. Bu his beni dehşete düşürüyordu. Şu anda bilincinin yerine gelebilmesi için her şeyi yapabilirdim. Ona ihtiyacım vardı, bencilce bir düşünceydi belki ama onun sıcaklığına, telkinlerine ihtiyaç duyuyordum! Onunla şu anki durumumu konuşabilmek için neler verirdim... Uykuya daldıktan bir süre sonra birinin dokunuşu ile sıçrayarak uyandım. Gözlerim Alaca’yı bulduğunda nefes nefeseydim. “Benim,” dedi şefkatle. “Nöbet değişimi.” Sersemlikle başımı olumlu anlamda salladım yalnızca ardından yerimden kalktım ve ona yer açtım. Ne yapacağımı düşünürken bir taşa oturmuş ayı izleyen Pekin’i gördüm. Sanırım onun da nöbet sırasıydı. Iraz, yanımdan geçerken bana göz ucuyla ters ters baktı fakat tek bir kelime etmeden Pekin’den boşaldığını düşündüğüm yere yattı. Ben de hareketlendim ve hikâyenin devamını dinleyebilmek için Pekin’e doğru ilerledim. Onun yanına gittiğim an gözlerinin kapalı olduğunu gördüm. Düşüncem onu rahatsız etmemekken bakışlarının aniden açıldığını fark ederek irkildim ve geri geri adımladım. Açık bir maviye dönen gözleri korkutucuydu. Karşımdakinin Pekin olması imkânsızdı! Onun sımsıcak sarımtırak bakışlarının yerine buz gibi mavi gözlerle bana bakıyordu karşımdaki kişi. “Şira’nın ve Güneş’in Kızı...” diye mırıldanan Pekin’in sesini işittiğim an tüylerim diken diken oldu. Konuşan o olmasa da ses Pekin’e aitti. “Kaosun Kızı...” Yıkım Getiren. Bedenim kasılırken onun kontrolünü kaybettiğimi biliyordum. Dizlerimin üstüne düşmem için resmen görünmez bir güç tarafından zorlandım. Başım göğe kalkarken kanımda akan kana karıştı sanki her şey. Dünya benim için anlamını yitirdi. Tüm kontrol benden alındı! “Doğru olanı yapabilmek için savaş!” diye kükredi Pekin’in bedenin de her kim var ise. “Beni rahat bırak!” diye çığlık attım. O müthiş güç anlaşılan dilimi bağlayamadı. “Pekin!” diye haykırdım ona ulaşabilmek için. “Vadedilmiş,” diye fısıldayarak korkumu şahlandırdı. “Senin zamanın geldi!” “Onu rahat bırak!” diyen Yazgan’ın sesini işittiğimde neredeyse ağlayacaktım. Uyanmıştı! Nihayet yanımdaydı! Hızlı hareket eden bakışlarım yalpalayarak bize doğru gelmeye çalıştığına şahit oldu. Zorlandığını görüyordum ama yine de durmuyordu. Söz konusu o veya ben olduğumda yapabileceklerimizin bir sınırı var mıydı gerçekten? Burada ölecek olsam bile onun için savaşacağımı biliyordum keza aynı şekilde Yazgan’ın da bunu yapacağını düşünüyordum. Aramızdaki bağın böylesine kuvvetli olmasının sebebi kaderimiz miydi? “Dünyanın kaderini biz senin ellerine bıraktık, Kaosun Kızı.” diye mırıldanan Pekin’e dehşetle baktım. O anda karşımdaki Pekin değildi, bunu unutmamam gerekirdi! “Kaosun Kızı, Yıkım Getirenin sonunu getir, görevini yap, denge ve adaleti sağla!” “Sen yapsana!” diye haykırdım bedenim acıyla kasılırken. Kendimi bir kukla gibi hissetmekten alıkoyamıyordum. Bedenimde hiçbir söz hakkım yoktu ve karşımdaki her kimse beni doğru yola sokabilmek için elinden geleni yapacak gibiydi. Buna kaba kuvvette dahil! “Vadedilmiş, sen doğru olanı yapmakla görevlendirildin.” Diye mırıldanırken bakışlarım Yazgan’a kilitlendi. “Kaosa hizmet etmeye başlamanın bir bedeli vardır!” “Onu rahat bırak!” dedi bu sefer Yazgan, öfkeyle. “Dur!” diyerek hemen onun yanına geldi Alaca. Iraz’ı görmedim ama geldiğini biliyordum. “Yarana dikiş bile atamadık, kanamanı zar zor durdurduk!” Kan! “Sana, dur, dedim!” diye haykırdı Yazgan. Ardından bir elini öne doğru uzatıp bir tur döndürdü ve her ne yaptıysa Pekin’in acı ile kıvrılarak yana doğru düştüğünü gördüm. Bedenimin rahatladığını hissediyordum, üstündeki o müthiş güç kayboluyordu. “Yaratıcının aracıları ile irtibatta!” diye bağırdı Alaca. “Dur!” “Alaca!” diyerek onu uyardı Iraz. Yazgan’a karşı tutumundan nefret ettiğimi fark ettim bir kez daha. Iraz’dan da nefret ediyordum sanırım. Kulaklarımda adım çınlarken ben de Pekin gibi toprağa doğru devrildim. Bedenimdeki o müthiş güç yavaş yavaş etkisini kaybederken derin derin nefes almaya çalışıyordum. Her kim ise benim için bile fazla yıkıcı bir güce sahipti! “Doğru olanı yapmazsan bedelini ödemek zorunda kalırsın, Ebren! Her seçimin bir sonucu vardır...” Titreyerek sarsıldığımı hissettim. Sanırım Yaratıcı bana verdiği güçten pişmandı... “Ebren!” Yazgan’ın hışımla bana doğru koştuğunu gördüğüm ayaklarından anladım. Bilincim açıktı, görebiliyordum ama bedenim aşırı kuvvetsizdi. Bana ne olduğunu bilmiyordum ama sanki bir şey kopartılmıştı içimden. “Ebren!” “Fazladan şifalı ot yok!” diye bağırdı Iraz sonunda. “Yaran kanarsa onu tedavi edemeyiz.” “Ben bir Kan Hâkimiyim!” diye konuştu Yazgan tükürürcesine. “Kanım akarsa sizin durdurmanıza ihtiyacım yok!” O kendinden emin ses tonuyla konuşmasını tamamladığı an tam önümde diz çöktü. Nazikçe başımı kavrayıp beni kucağına doğru çekerken yüzümü kaplayan saçlarımı geriye doğru attı. Gözleri benim gözlerime değdiği an yüreğimin üstünde oturan koca yük bir anda hafifledi. “Siyayushchaya Zvezda...” (Parlayan Yıldız) “Ona yardım etmemize izin vermezsen eğer tüm kâinatın ışığını söndürecek bir güce sahip...” diyen Pekin’in sesini sanki su altından işitiyordum. “Bir daha gücünü üstümde kullanma cüreti gösterme!” “Ebren’e aynı şeyi yaptığını gördüğüm an seni öldürürüm!” dedi hışımla başını arkasında duran Pekin’e çevirdiğinde. “Bunu Yaratıcı istiyor, aptal!” diye bağırdı. Sesler beni aşırı rahatsız ediyordu. “Sizler Kaosu hafife alıyorsunuz! O gün geldiğinde neler olabileceğini gördüğünüz bir iki vizyon ile tahmin edebildiğinizi mi düşünüyorsunuz?” “Sakin ol, Pekin.” Dedi onu dizginlemek ister gibi Alaca. Pekin’in öfkeli gözlerinin üstüne çarpması ile suspus kesildi aniden. Sarımtırak, tanıdık gelen göz rengine dönen bakışlarını yeniden bize çevirdiği esnada Yazgan doğrulmam için yardım ediyordu. O harelerde görmeye alışık olduğum ifadeler dışında çok başka şeyler vardı! “Sözünü dinle!” dedi Yazgan öfkeyle. “Yoksa sonuçları hoşuna gitmeyecek.” Yazgan’dan destek alarak doğrulurken yüzüme dökülen saçlarımın arasından acı dolu bir bakış attım Pekin’e. Ne demek istediğini anlayabiliyordum. Geleceğe dair bir tane vizyon gösterecek olsa aklımızı yitirirdik burada, o binlercesine katlanmak zorunda kalıyordu. “Gördüğüm vizyonlardan bir tanesini dahi görseydin eğer...” dedikten sonra bakışları gözlerime değdi. O an benim orada olduğumu fark edip sustuğunu anladım. Bakışlarında titreşen endişeye rağmen kendini susturabilmeyi başardı. Yazgan’ın öfke ile kalktı başı. Elimi sakinleşebilmesi için onun elinin üstüne yerleştirdim. Bakışları o an hızla bana geri döndü. “Lütfen...” dedim tükenmiş hissederken. Ağzını açtı fakat konuşmak yerine sessiz kalmayı seçerek gerisin geri kapattı. Bakışları üstümde endişe ile titreşirken durması gerektiği yeri çok iyi anladığı için ona minnettardım. Pekin’in devam etmesini, gördüğü dehşette ki yerimi dillendirmesini istemiyordum çünkü buna dayanamıyordum. Üstesinden gelebileceğim bir ihtimal değildi! Ay, gerdirilmiş siyah bir çarşafı andıran gökte, Güneş’in ışığıyla örttüğü kusurlarını umursamadan parlıyordu. O gece kulağıma sürekli herkesin kötü bir yanı olduğunu fısıldayan Yazgan’ın dinginleştirici sesini dinleyerek uykuya daldım. Uykumun en derin anında gözlerimi araladım. Etrafımda ayın ışığı dahi yoktu. O an fiziken yine orada olmadığımı anladım. Bunu nasıl fark ettiğimi bilmiyordum ama bir şekilde anladım işte. Karanlığı yırtan bir ışık aniden parladığında ellerimi gözlerime siper ettim. Ne olduğunu anlayamıyordum fakat buna direnmemem gerektiğini biliyordum. Bir şeyler benim kontrolüm dışında gerçekleşiyordu ve bunu artık kabullenmek zorundaydım. “Ebren?” İşittiğim ses ile ellerimi gözlerimden çekip karşımda duran kız çocuğuna baktım. Beyaza yakın sarı renkli saçları, parlak kızıl gözleri vardı. “Sen kimsin?” diye sorarken meraklıydım. Fiziken burada olmasam da her şeyin gerçek olduğunu kavrayabiliyordum. “Bugün öldürdüğün o masum yanının bir parçası,” dediği an kaskatı kesildiğimi hissettim. “Kaosu, Yıkım Getireni seçersen daha öldürecek olduğun nicesinden biriyim yalnızca.” Karşımda tek bir çocuk olmasına rağmen konuşurken sanki birden fazla ses ile konuşuyordu. Ürperdim fakat hiçbir şey demeden korku ile ona bakmayı sürdürdüm. “Doğru olanı yapmazsan...” dedikten sonra durdu ve zarif bir hareketle arkasını dönerken kolunu da dans eder gibi çevirdi ve tam karşıyı işaret etti. Bakışlarım işaret ettiği yere döndüğü an boğazıma bir yumru dizildi. Dünyayı saracak yeni bir savaşın çok yakında olduğunu biliyorduk. Ülkeler arasındaki gerilim her zaman bilinen bir gerçekti fakat benim gelişimin işleri daha çok karıştıracağı belliydi. Fakat bu gördüğüm vahşeti hiçbiri ile açıklayamazdım çünkü bu kaosu onlarcası bir araya getirse yapamazdı. Bu vahşet inanılmazdı! Kaos dünyayı sarmıştı. Etrafta görünen tek renk kızıldı! Her yer alev alevdi. Korkunçtu! Her yerde kaçmaya çalışan, kurtulmak için çırpınan insanlar vardı ve binlerce de ölüsü... “Bak!” diyen çocuğu işittiğim an bakışlarım yine onun gösterdiği yere kaydı. Savaş meydanının ortasında iki kişi, biri sarı saçları ve ürkütücü yeşil gözleri ile beni dehşete düşürecek kadar korkunç bir gülümseme ile duruyordu. Düzgünce taranmış olmasına rağmen dağılmış sarı saçları arasından süzülen kırmızı sıvıyı gördüğümde midem bulandı. Düşmanlarının kanıyla yıkıyordu kendini! Bakışlarım ikinci kişiyi seçtiğinde o an benim için her şey anlamını yitirdi. Yüzüne sıçrayan kanı silerken dudaklarında kan dondurucu bir tebessüm vardı. Kızıl gözlerinde acımasızlığın ta kendisi, gülüşünde kıyametin alametleri vardı. Kahve saçlarının rüzgârda savruluşu, savaşmaktan asla yorgun düşmemiş bedenini kıvırarak İlter’e doğru yürüyüşü mideme kramp girmesine neden oldu. Bu benden başkası değildi! “Hayır!” diye çığlık attım nihayet kendimi durduramadığımda. “Hayır, yalan bu!” Böylesine büyük bir vahşetin mimarlarından birisi olamazdım! Bunu yapacak olamazdım! İlter ile bir olup masumların kanını akıtamazdım! “Kaosu seçersen bunun sonuçları olur,” diye mırıldandı duygudan yoksun sesle küçük kız. Kızıl gözleri üstümde dolandı. İğrenir gibi baktı bana. “Senden sonrası yok, senden sonrası hiçlik Ebren. Gücün, kâinatın sonunu getirecek!” “Hayır!” diye bağırdım öfke ile. “Ben asla böyle bir şey yapmam!” Küçük kızın dudaklarında beliren buz gibi tebessümü gördüğümde derim kesilmiş gibi hissettim. “Zaten yaptın...” Sözleri ile dumura uğrarken onun kahkahaları yankılandı kulaklarımda. Çığlıklarım büyürken sonsuz karanlığın içerisinde dönmeye başladım. Sanki bir kara deliğe düşmüşüm gibi bana çok uzun gelen bir süre daha bu işkenceye maruz kaldım. Hışımla yattığım yerden doğrulurken ağzımı açıp çığlık atacakken ağzımı örten el ile nefes nefese kalakaldım öylece. Gözyaşları sicim gibi yanaklarıma akarken derin derin nefes aldım öylece. Bu olamazdı, olmamalıydı! “Ebren?” diye hayretle yanıma gelen Pekin’i gördüğümde ağzımı kapatan ellere hışımla saldırdım. Alaca, usulca elini benden kurtarırken nefes nefese ellerimden destek alarak dik durmaya çalıştım. Sessizce ağladım. Gözyaşlarımdan bulanık gördüğüm Pekin’e yalvararak bakıyordum adeta. “Öldür beni!” diye mırıldandım nefes nefese. “Ebren!” diye çıkıştı hemen Yazgan. “Yalvarırım,” diye mırıldandım Pekin’in şaşkınca bana bakan yüzünü avuçlarımın arasına alırken. Hışımla onu kendime doğru çektim. “Öldür beni!” “Ne saçmalıyorsun?” diye öfkeyle sordu Yazgan yine. “Kafayı mı yedin?” “Ne gördün?” diye soran Iraz oldu. İlk kez sözlerinde iğneleme yoktu. Bakışlarım öfkeyle ona döndü. Hâlâ ağladığıma inanamıyordum ama bunu durduramıyordum. Berbat hissediyordum. Böyle bir şeye neden olacağıma ölmem daha hayırlıydı! “Öldürün beni!” dedim Iraz’a dikkatle bakarken. “Gerekirse bunu yapan ben olamayacağım,” dedi dürüstçe. “Maalesef...” Sözleri ile irkildiğimi hissettim. Ne? Yazgan’ın bir anda dibimde bitip beni tutup kendisine çekmesi ile ne yapacağımı bilemedim. Beni kucağına doğru çekerken anında ona sarılırken buldum kendimi. Kolları koruyucu bir eda ile etrafımı sararken sarsılarak ağlamaya devam ediyordu. “Önce beni öldürmen gerek!” dedi Yazgan. Anladığım kadarıyla Iraz’a hitaben etti bu sözleri. “Gerek kalmayacak.” “Iraz!” diye araya giren Pekin’i duydum. “Kes sesini artık!” Birkaç dakika sessizlik oldu. Ortamda yalnızca benim iç çekişlerim duyuldu bir süre. Yazgan’ın kolları arasında huzurun kelime anlamını buluyordum her seferinde. Kollarım ile onu sıkıca sarıp, göğsüne kafamı yasladım. Dakikalar sonra yalnızca o enfes kokusuyla bile beni sakinleştirebildiğini anladım. “Ne oldu, Ebren?” diye ilk soran Pekin oldu. Onlara gördüklerimi en başından anlattım iyi olduğumu hissettiğim anda. Yazgan her sözüm ile kasılırken bana pek bir şey belli etmemeye çalışsa da tam kucağındaydım elbette bedeninin tepkilerini hissedebildim. Pekin ise daha sakin kaldı. Bunları zaten bildiğini bazen unutuyordum. Onun için çok normaldi, bunları yeni öğrenen bendim sonuçta. “Sakin ol,” diye teselli verir bir tonda konuşmaya başladı. “Bunlar benim de gördüğüm olasılıklardan birisi yalnızca. Yaşanabilir olması illa yaşanacağı anlamına gelmez. Gördüğüm vizyonlardan yalnızca bir tanesi gerçekleşiyor Ebren. O ana ne kadar yakınsak tahminlerim o kadar güçlü oluyor. Senin için umut bitmiş değil hâlâ doğru olanı yapabilirsin, bunu başaracağına da eminim! Yaratıcı da bunu bilmeni istiyor.” Yazgan’ın beni saran kolları sıkılaştı. Koruyucu içgüdülerinin kuvvetlendiğini anlayabiliyordum. “Iraz ne demek istedi?” diye sordum sonunda aklımı toparlayabildiğimde. Pekin’in öfke dolu bakışları anında kadına döndü. Iraz’ın umursamaz bir tavırla omuz silkmesi beni şaşırtmadı. Alaca ise onu mırıldanarak uyarmayı tercih etti. “Bunu bilmemen daha iyi.” “Bence de!” dedi nihayet dakikalardır susan Yazgan. “Gelecek hakkında daha fazla şey duymak isteyeceğini sanmıyorum. Hayatının tahmin edebilir olması yalnızca işleri daha da zorlaştırır.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD