Uğursuz İçgüdü

3771 Words
Suvar Pekin Zihnimi dolduran milyonlarca olasılığı kontrol etmek, bu görü olasılıkları içerisinden en işe yarar olanı seçmek hiçbir zaman kolay bir iş olmadı benim için. Çocukluğumdan beri bunu kontrol edebilmek için eğitilmiş olsam da böyle bir kriz anında ne yapacağımı seçme fikri korkutucuydu. Binlerce olasılık içerisinde tüm dünya için en iyi olanını seçme gücüne sahip olmak düşünüldüğü gibi bir hediye değildi. Geleceği görmek lanetten başka bir şey de olamazdı. Yaşanabilecek tüm olasılıkları bildikten sonra yaşamanın bir heyecanı kalmıyordu. Gelecek için en iyisini seçerken sevdiğim insanların acı çekişlerini izlemek zorunda olmak, daima kontrollü durmak ve kusursuz olmak için çabalamak berbattı! Yine benim için karar anıydı. Gözlerimin önünde yaşanan olaya müdahale etmeli miydim yoksa en iyisi için Ebren’in acı çekişini mi seyretmeliydim? “Pekin!” dedi Iraz öfke ile. “Onlara yardım etmeliyiz!” Gözlerimi yumup bir karar vermeye çalıştım. En doğrusu olmasını ummaktan başka çarem yoktu. Zihnimde canlanan görüntülerin şiddetini birebir hissediyor olmak bazen yıpratıcıydı, özellikle kıyamete dair olanlar. Yine de görevime sadık olmalı ve gerekeni yapmalıydım bana sunulan farklı bir alternatif yoktu. “Alaca!” dedi Iraz bu sefer, dikkatimi dağıtıyordu ama farkında bile değildi endişeden. “Yer kabuğunda bir sarsıntıya yol açıp aralarına derin bir uçurum aç derhal. Onlara ulaşamasınlar!” Zihnimde canlanan görüntüler ile gözlerim şiddetle aralandı, ellerim etrafımda hareket ederken görülerimi her birinin zihinlerine yansıttım. Doğru bir an seçmeyi başardığım ve Alaca harekete geçemeden onu durdurabildiğim için mutluydum. Yoksa sonu fecaat olacaktı! “Hiçbir şey yapmayacaksınız!” diye fısıldadım usulca. “Karıştığımız an işler onlar için daha kötü bir hâl alacak. O yüzden yakalanmalarına müsaade edin.” Iraz’ın ellerini yumruk yaptığını gördüm. Bir sonraki adımının neler olabileceğini bilmek, herkese karşı avantajlı kılıyordu. Gücüme dair nadir avantajlarımdan birisiydi bu. Sırtımdaki yayı atik bir hareketle elime alıp karşımdaki ağacın gövdesini hedef seçtim. Parmaklarımın sıkıca kavradığı okun ucunu serbest bıraktığım an ok yaydan fırladı ve Iraz’ın gözünün önünden geçerken hızıyla saçlarını savurup ağacın gövdesine saplandı. Birkaç santim daha ileride olmuş olsa o güzel yüzü dağılmış olacaktı! “Bir adım daha atma!” dedim. O Koruyucu denenin akıl hocası seçilmiş olması umurumda değildi. Onun kanında dolanan deli dürtü benim kanımda da dolanıyordu hatta daha beteriydi! Ebren’in çaresizce tüm ormanı ateşe verişini seyrederken kalbimi biri avuçlamış da sıkıyordu sanki fakat durmak zorundaydım. Bu anda müdahale etmek akıllıca olmayacaktı, onları kapatılacakları hapishaneden kurtarmalıydık. Bu daha zor bir işti fakat şu anda kurtarmamızdan daha iyi sonuçlar doğuruyordu. Geleceğin şekillenmesini, dallanıp budaklanmasını zihnimin ücralarında canlandırırken oluşabilecek her kaosu bilirken seçim yapmak daha zor oluyordu. Belki de dünya için en iyisi biz insan ırkının tamamen yok olmasıydı... “Bize ihanet ettin!” Ebren’in o sözleri kulaklarıma ulaştığında göğüs kafesim sıkıştı. Böyle düşünmeliydi, böyle düşünmesine izin vermeliydim. Her ne kadar berbat hissetmeme sebep olsa da beni tanımıyordu neticede, böyle düşünmesinden daha olağan bir şey olamazdı. “Bize ihanet ettin!” Gözlerimi yumup derin derin nefes aldım. Kendimi engelleyebilmek adına müthiş bir savaşa girdim. Bir yanım, Ebren’e karşı yıllardır çok hassas olan o yanım şu an hiçbir şey yapmadığım için çığlık çığlığa bağırıyordu içimde. Çeperlerimde yankılanıyordu resmen isyanı fakat kendimi durmaya zorlamaktan başka çarem yoktu. Şu an durmazsam sonrasında yaşanacakların önünü alamayacaktık. “Merak etme,” diye fısıldadım kendimi durdurmaya çalışırken. “Zarar görmene asla müsaade etmeyeceğim!” *** Ebren Gözlerimi hışımla araladım. Aldığım nefes ile birlikte ciğerlerim dakikalarca su altında kaldıktan sonra oksijenle dolmuş gibi sancıdı. Hızlı soluklarımı düzene sokmaya çalışırken göz bebeklerim endişe ile etrafımızı taramaya başladı. Kupkuru kesilmiş dudaklarımı oynattığım an hissettiğim acı ile yüzüm buruştu. Kısa bir an sonra dudağımı yaladığımda ağzımın içi metalik bir tat ile doldu. Susadığımı hissettim. Bakışlarım nihayet aradığına ulaştı ve endişe ile üstünde dolandı. Başı önüne düşmüştü, bilinci yerinde değildi ve tam karşımda elleri bir zincirle bağlı duruyordu aynı ben gibi. "Yazgan?" Diye mırıldandım fakat bu bile boğazım için acı vericiydi. Kaç gün geçmişti o kıyamet ormanından çıkalı? "Uyanmış bizim söz de Vadedilmiş..." diyen birinin sesini işittiğim an bakışlarım o tarafa döndü. Parmaklıkların arkasında bir zindandaydık, tam karşımızdaki masada iki üniformalı adam oturuyordu. Bana olan nefret dolu bakışlarını yadsıyamazdım. Benden kurtulmak istiyorlardı, beni bir tehdit olarak görüyorlardı! Görmeliydiler de! "Kimsiniz ve bizden ne istiyorsunuz?" Dedim korkusuz bir şekilde. Bana zarar veremezlerdi, beni incitemezlerdi, ben bağışıktım! Beni durduramazlardı! "Suvar Birliği Astsubayı Ozan Dalgan," dedi biri kendinden emin. Sözleri dudaklarından döküldükten hemen sonra yanındaki ensesine bir tane patlatmaktan geri durmadı. Ardından öfke ile ona baktı. Cevap vermesinden hoşlanmamış olmalıydı. "Niye cevap veriyorsun?" Derken sesinde bariz bir aşağılama hissettim. "Üstün sormadığı sürece cevap verme!" "Emredersiniz!" Kendinden emin konuşanın daha rütbeli olduğunu bu şekilde anladım. Bakışlarım üzerinde oyalandı bir süre. Onu kör etmeyi planlıyordum ya da onu kışkırtarak bana yaklaşmasını sağlar ve işini bitirirdim! "Aklından o güzel işkence planlarını geçirmeden arkasında bulunduğun demir yığınının seni de bizi de güçlerimizden mahrum ettiğini bilmelisin!" Dedi çokbilmiş bir eda ile. Soylu Kanı durdurabilen bir şey mi vardı? "Bu binaya giriş yapan hiç kimse gücünü buna karşı kullanamaz!" Onu anlamıyordum çünkü bizim eğitimlerimizde kendilerine ait zayıflıkları öğretmezlerdi. Onlar kendini kendilerine karşı savunmayı dahi öğrenirlerken bilerek cahil kalmamızı isterlerdi. İşlerine yarayacak olmasa bir şeyler öğrenmemize de müsaade etmezlerdi. "Kankıran." Dedi Yazgan, nihayet kendine gelirken. "Hiçbir kan ona gücü ile etki edemez, onu yenemez. Çözülememiş en büyük gizemlerden biri, ona dair bildiğimiz tek şey bizi etkisiz kıldığı." “Ama nasıl?” dedim şaşkınlıkla. "Uyanmış, aptal Soylu Kan Yazgan!" Dedi ukala olan asker. "Uğruna vazgeçtiklerine değdi mi bari?" Pis pis gülerken ensemden bir ürperti geçtiğini hissettim. Onu kızartmak istiyordum! "Sakın!" Dedi zihnime Pekin. Onu gördüğüm ilk yerde tekmeleyecektim! İhanetinden sonra utanmadan zihnime fısıldayabiliyordu demek hâlâ! "Buna karşı da bağışık olduğunu anlamasına izin verme!" Tenimin altındaki güç parmak uçlarımı karıncalandırdı fakat kendimi tuttum. Pekin'i gebertme isteği ile dolup taşsam da bir planı olduğunu anladım. Yediği pisliği temizlemeye gelecekti elbette, bana muhtaçlardı! "Soylu biri değilsin, askersin, düşük rütbeli bir asker hem de!" Derken Yazgan'ın o bildiğim kendine has sesi kulaklarımı doldurdu. Bakışlarım yeniden onu bulduğunda o soylu kanından gelen özgüvenin çehresine yerleştiğini ve yorgunluğunun silindiğini gördüm. Yine o bildiğim Soylu Şımarık gibiydi ama bu sefer hoşuma gitmişti. "Suvar Soylu Kanlarından bir delege ile görüşmek istiyorum, hemen! Bunu sağlamazsan kelleme konmuş ödülü ülkenin kazandığını görmene izin vermem!" Sözlerinin bilenmiş ucunun keskinliği irkilmeme neden oldu. Yazgan’ı gerçekten tanıdığımı sanacak kadar aptaldım. Onun asker yönüne hiç şahit olmamıştım. Soylu Kanın getirdiği tüm gücü her zaman kullanabilirdi ama benim yanımda, karşısında ben varken asla kullanmamıştı. Bunu tercih etmemişti fakat şimdi korkutucu görünüyordu gözümde. Bazen neyime güvenerek ona bu kadar diklendiğimi merak ediyordum doğrusu. Tüm bunlara müsamaha göstermiş olması ise en şaşırtıcı olan yandı! "Emredersiniz!" Dedi saf olan asker. Diğeri ise pek oralı gibi gözükmese de korktuğu anlaşılıyordu bakışlarından. Daha düşük rütbeliyi hızlıca gönderdi oradan. Bu hapishaneyi kaç kişi koruyordu, bizi buradan çıkarabilecekler miydi? "O kıymetli düşük rütbeli kıçını kaldırıp bize su getirir misiniz sayın Subay..." deyip duraksadı Yazgan. "Poyraz Demir!" Dedi kendinden emin bir şekilde. "Suvar Birliği Subayı." "Düşük rütbeli asker işte..." Yazgan'ı sinirlendiren şey onun kendini bilmez konuşmasıydı. Bu aşağılama normalde beni de sinir ederdi şayet o adam bize ayağı altında ezebileceği bir böcek gibi davranmasaydı... Asker su almak için gittiğinde orada baş başa kaldık. Bakışlarım endişe ile Yazgan’a döndü. Aynı anda o da bana bakıyordu. “İyi misin?” dedi endişe dolu bir sesle. Başımı olumlu anlamda salladım. “Asıl sen nasılsın?” derken onunla son anlarımız aklıma geldi. “Elimden geleni yaptım ama bir yerden sonra yetersiz kaldı.” Bakışlarım utançla önüme döndü sözlerimin ardından. Bedenim sarf ettiğim güce dayanamamıştı ve güçsüz düşmüştü. “Ebren...” dedi o şefkat dolu sesi ile. Yavru bir köpeği andırdığına emin olduğum bakışlarım yine onu buldu. “Muhteşemdin! Birden fazla Zihnin ve Zamanın Hakiminin saldırısına maruz kaldığım anlarda bile muhteşem görünüyordun gözümde.” Yanaklarımın ısındığını hissettim. Hâlâ aynı konuyu mu konuşuyorduk? “Başaramadım...” dedim mahcubiyetle. “Onu zamanla göreceğiz,” dedikten sonra bana göz kırptı. “Başarısızlık senin değil, bizi kurtarması gerekirken yapmayan kişinin.” Aklıma yine o anlar geldiğinde dişlerimi sertçe birbirine bastırdım. Pekin’i parçalayacaktım! Elinde iki bardak ile geldi. Bardakları masaya koyup önce içinde bulunduğumuz zindanın kapısını açtı hemen kemerinin arkasından çıkarttığı anahtarla ve zincirli olduğumuz için suları masadan alıp getirdi. Bize suyu istemeye istemeye uzattığı esnada beni dürten deli hisse zor karşı çıktım. Beklemeliydim, şimdi sırası değildi! Suyu kana kana içtik her ikimiz de. Ne kadar susadığımı tam olarak o an anladım. Bizi neyin beklediğini kestirmek kolay değildi. Pekin’in bizi nasıl kurtaracağını deli gibi merak ediyordum. Ne yapıp edip kurtarmak zorundaydı, buna muhtaçlardı! Diğer çaylak asker de yerine döndüğünde oradaki sessizlik her geçen an daha fazla büyüdü. Yazgan ile arada birbirimize bakıyorduk yalnızca. Söylemek isteyip de sustuğumuz onlarca kelime havada asılı kaldı ve ağırlığı her geçen anda üstümüze çöktü. Onun da aklında bir kaçış planı döndüğüne emindim. Günün hangi saatinde olduğumuzu bilmiyordum fakat üstüme bir uyku çökmeye başladı yavaş yavaş. Yere atılmış olan bir döşeğin üzerindeydik fakat oturmaktan kalçam uyuşmuştu artık. Tenimin altında dolaşan gücün bilincinde onu kullanamıyor olmaktan öylesine rahatsızdım ki bunu kelimelerle anlatamazdım. “Nasıl hissediyorsun?” dedim nihayet sessizlikten rahatsız olarak. Yazgan’ın koyu hareleri gözlerimi buldu. Sol gözündeki gri kısma dikkatle baktım. Şu an ürkütücü görünüyordu işte. Yüzünden hisleri okunmuyordu ve ne hissettiğini bilememek benim için yıkıcıydı, o an öğrendim bunu! “Daha iyi olacağız,” diye mırıldandı usulca. “Çok daha iyi!” “Geliyoruz...” Pekin’in sesini işittiğim an yemin ederim kanımın ısındığını hissettim. Saatlerdir bu anı bekliyordum. Bir yolunu bularak bizi bu delikten çıkarmasının vakti gelmişti. Vereceği hesabı düşünürsek epey ağrıyacaktı başı fakat şimdilik bunu düşünemezdim. “Kimleri görüyorum?” Yazgan, duyduğu ses ile başını hışımla o yöne çevirdi. Bense daha çok şaşkınlıkla ona baktım fakat sonra bakışlarım onunkileri takip etti. Gördüğüm adamı tanımıyordum. Kim olduğunu veya Yazgan’ı neden bu kadar şaşırttığını bilemezdim. “Soylu Kan Yazgan,” dedi alaylı bir ifade ile bize doğru yürürken. “Seni Kankıran Hapishanesinde görmekte mi varmış?” “Alay etmek için geldiysen zahmet etme,” dedi dümdüz bir ses tonuyla Yazgan. “Vadedilmiş...” derken bakışları üstümde dolandı. “Efsanelerden daha güzelmişsin.” Yazgan son sözlerine hitaben hırladığında hayretle ona bakmaktan alıkoyamadım kendimi. Sinirli gözleri karşısındaki adama sabitti. Öfkesi gözlerinden taşıyordu. Bu adamdan neden bu kadar nefret ediyordu? “Kendimi tanıtmama müsaade edin lütfen,” diyen adama döndüm. “Soylu Kan Ataman Beylem. Beylem Hanedanının varisi, Suvar Ülkesinin Prensi.” Sözleri ile hayretler içerisinde ona bakakaldım. Bir ömre yetebilecek iğrenç bir prensle tanışmıştım. Onların neler yapabilecekleri düşünüldüğünde gözümü korkutuyorlardı açıkçası. “Kan Hâkimi,” dedi bir anda Yazgan sanki aklımı okuyor gibi. “Burada onun da güçleri etkisiz.” “Çok doğru,” derken sesi alaylıydı. “Merak etmeyin, güçlerimi üstünüzde kullanmak gibi bir gaflete düşmezdim zaten. İlter’e göre tehlikeli bir biçimde bağışıksın! Zamanın, Zihnin Hâkimlerinden ve İlter’in yeteneğinden bile etkilenmiyormuşsun.” Yazgan’ın dişlerini gıcırdattığını işittim fakat pür dikkat karşımdaki adama bakmayı sürdürdüm. O surat ifadesindeki aşağılayıcı ifadeyi silebilmek istiyordum. Madem bu hapishane denen saçma yerde benden başka gücünü kullanabilen yoktu neden Pekin durmamı istiyordu? Yeni bir ihanet miydi bu? “Ebren!” diye bağırdı adeta öfke ile zihnime. “Aptalca bir şey yapma, geliyoruz!” Sensin aptal... “Oysa Yazgan’ı bulunduğu zamana hapsettikleri zaman oldukça eğlenmişler.” İkinci kez aynı yemi yutmayacaktım. Bu prenslerin genel olarak kullandıkları bir yöntem olmalıydı. İnsanları zaaflarından, sevdiklerinden vurmayı seviyor olmalıydılar! “Ne istiyorsun?” dedim merakla ona bakarken. “Bu hapishanede ne görmeyi umuyorsun?” Kumral kaşları havalandı cesaretime hayranlıkla bakarken, ayrıca bunu aptalca bulduğunu ima eden bir küçümseyici ifade vardı suratında. “Basit kanına rağmen fazla özgüvenlisin.” Derken o ses tonundaki kışkırtıcı tını derimin altında bir karıncalanmaya sebep oldu. “Sonunu getirecek olana bakarken fazla cesursun!” dedim kendimden emin bir sesle. “Ebren...” dedi usulca Yazgan. Onun anlatacağı görgü kurallarını, basit kanımın getirisi olarak itaat etmem gerektiği gerçeğini umursamıyordum ben. Bir amaç uğruna o kutlu gece de Vadedilmiş olarak dünyaya gelmiştim. Ömrümün her anında olamadığım her şeyden, bu ayrımcılıktan, ötekileştirilmekten nefret etmiştim. Adaletin yoksunluğu, dengenin bozukluğuna daima içerlemiş, isyan etmiştim. Zamanı geldi, bir şeylerin değişmesinin artık sırasıydı ve ben bunu yapmakla görevlendirilmiştim. Denge Getiren olacaktım. Ya da Yıkım Getiren... “Doğduğun günden beri aldığın o eğitimlere karşı gücü hakkında hiçbir şey bilmeyen basit kanlı bir kadın olarak düello yapılmasını talep ediyorum. Ben Ebren Hıncal, Suvar Prensi Ataman Beylem’e meydan okuyorum!” Arkada duran başları öne eğik iki askerde sözlerim ile hayretle bana çevirdiler bakışlarını. Sözlerime karşılık olarak prens koca bir kahkaha patlattı. Hayretle ona bakakaldım. Dakikalarca nefes dahi almadan güldü. Geçen her saniyede sinir kat sayım artmaya devam etti. Bu kadar komik olan neydi? “Sence ben o kadar aptal mıyım?” derken bir anda ciddileşti ve dikkatle yüzüme bakmayı sürdürdü. “Yeteneğimin üstünde etkisi olmadığını biliyorum, Vadedilmiş...” “Aferin,” dedim bir anda. Yazgan’ın çarpık sırıtışı ile bana döndüğüne emindim. O aşağılayıcı tutumlarından o kadar rahatsızdım ki ona haddini bildirme arzusu ile yanıp tutuşuyordum. “En azından basit kanının farkındasın!” Sözlerim ile Yazgan’ın kahkahası doldurdu her yeri. Karşımdaki prensciğin seğiren gözüne büyük bir keyif ile baktım. Haddimi bildirmek için geldiği hapishaneden haddini öğrenerek gidecek olması büyük bir keyifle dolmama neden oldu. Dört köşeydim o an! “Sen kimsin?” derken sesinde alay yoktu artık, öfkeden elleri titriyordu. Bu yaşına kadar kimseden ağzının payını almamış olmalıydı ki ilk seferinde bu kadar öfkelenmişti. “Ebren,” dedim kendimden emin bir tavırla oturduğum yerden kalkarken. Zincirlerin izin verdiği ölçüde demir parmaklıklara yaklaştım. Parmaklarım ile onları kavrayıp başımı parmaklıklara dayadım. “Dengeyi ve adaleti sağlamaya geliyorum!” Hışımla hücremize yaklaştı ve beni yakamdan tutup resmen demir parmaklıklara yapıştırdı öfkeyle. Yazgan’ın hışımla yerinden doğrulmasını görmesem de zincirinin sesinden anladım. Zincirleri nedeniyle yetişemediği için bir haykırış döküldü dudaklarından. “Çek ellerini!” “Ebren...” dedi zihnime yatıştırıcı bir tonda Pekin. “Bitir işini!” “Seve seve,” dedim dudaklarım keyifle kıvrılırken. Parmaklarım o beklemeden bir anda tenine dokundu. Hareketim ile irkilerek elini yakamdan çekti ve çektiği an fırsatını yakalayıp parmaklarımı şakaklarına bastırdım. “Kör et!” diye bağırdığım o an gözlerimi yumdum ve tenimin altında akan enerjiyi hissettim. Kankıran olmasına rağmen gücünün o yıkıcı etkisini damarlarımda anbean hissettim. Kendimi geriye doğru çekerken gözlerim hızla aralandı. O anda bulunduğumuz kata giren kızıl saçların savruluşunu gördüm. Elinde bulunan iki kılıcı da usta bir şekilde öldürme niyetinden ziyade kendini koruma niyetiyle tutuyordu. Kör ettiğim iki askeri de etkisiz hale getirdikten sonra anahtarı o rütbeli kendini beğenmiş olandan alıp kapıyı açtı. Zihnimin derin uykuda, ruhumun Fısıltı Kahinlerinin oldukları yerde olduğu an gördüğüm o güzel kıza çarpan gözlerim ile kalbim sıkıştı. Demir kapıyı açtıktan sonra elindeki anahtarlar ile hışımla bana koştu Pekin. Kızıl uzun saçları dağılmıştı. Sarımtırak gözlerini yüzümde dolandırdıktan sonra elini uzatıp burnumun hemen altına dokundurması ile irkildim. “Prensi öldürmeye mi çalışıyordun?” dedi usulca cebinden çıkarttığı bez ile burnumu silmeye başladığında. “Anahtarı ver, Pekin!” diyen kadını işittiğim an gözlerimi kırpıştırıp bakışlarımı ona çevirdim. Eflatun gözlerini kısa bir an bana dikti. Pekin hızlıca bileklerimdeki ve ayaklarımdaki zincirlerden kurtulmamı sağladıktan sonra anahtarı kıza uzattı. “Öldürmek gibi bir niyetim yoktu.” dedim usulca bakışlarım o kız ve Yazgan’ın üstünde dolaşırken. “Olmasın da!” derken sesi keskindi. Bakışlarım hışımla ona döndü. Sarımtırak harelerinde parlayan endişeyi o an görebildim. “Bu sana daha fazla zarar verir.” Bileğimi tuttuğu gibi beni o hücreden çıkartmak için harekete geçti. O beni çekiştirirken bakışlarım Yazgan’a döndü. Onu dibimizde bulmayı beklemiyordum. Pekin’in elinin üstüne kendi elini koyarak bir anda durmamızı sağladı. Pekin’in tehdit dolu gözleri anında Yazgan’ı buldu. Bu anları yutkunarak seyretmek durumunda kaldım. İkisi de yırtıcı hayvanlara benziyordu! “Bir daha ona dokunma!” derken Yazgan her kelimeyi ayrıca vurguladı. “Sana ne!” Pekin’in cevabı ile derin bir nefes alan Yazgan’ın burun delikleri genişledi resmen öfkesinden. O an olay çıkacağını anlayarak bileğimi hızla ikisinin de ellerinden kurtardım. Bakışlarım her ikisinin arasında dolaşırken ikisini de geride bırakarak çıktım o yerden. “Kankıran’a karşı güçlerini kullanabilen görmemiştim!” diye mırıldandı tam arkamdan gelen Yazgan. “Çünkü daha önce Fısıltı Kahinleriyle karşılaşmamıştın!” diyerek alaylı konuştu elbette Pekin. “O çok bilmiş yanın bizi bu cehennemden nasıl çıkartmayı düşünüyor?” Yazgan’ın sorusu ile o kadın harekete geçti yeniden. “Akbel, kalkan!” dedi bir komutan edasıyla. “Yakın durun,” dedi bir anda anlamadığım şekilde ellerini hareket ettiren kadın. “Dışarıdan görünmezsiniz fakat birisine dokunursanız hissedecektir, sessiz olmaya özen gösterin çünkü yalnızca görünmezsiniz!” Pekin’in o dağıtmak için can attığım sırıtışını görebildim. Gitmemiz gereken yere gittiğimiz ilk an onu pataklayacaktım, henüz sırası gelmemişti yalnızca! Koridorda oldukça sessiz bir biçimde ilerlerken ayaklarımızdaki ayakkabıları kaçış için seçtiğimize şükrettim. İki koridor asker doluydu ve onlara dokunmadan sessizce geçebilmek çok zordu. Dakikalar sonra çalan alarm ile her şey giderek zorlaştı. Akbel denen kadının alnından ter akıyordu, oldukça zorlandığı aşikârdı. Ayrıca onun da bağışık olduğu gözümden kaçmadı. Bu bağışıklık yalnızca Kankıran’a mı yoksa benim gibi tüm özel güçlere mi karşıydı acaba, oldukça merak ediyordum bunu. “Yalnızca Kankıran’a karşı…” diye fısıldadı Pekin yine zihnimi okumuşçasına… “Çıkışları kapatacaklar!” diye fısıldadı Yazgan sessiz kalmaya özen gösterirken. Başlarını olumlu anlamda sallayarak yanıt verdiler yalnızca. Şimdi ne yapacağımızı gerçekten merak ediyordum çünkü bir kapana kısılmak üzereydik, yine! “En iyi ihtimalimiz nedir, Pekin?” derken o kadına döndüm yine. Mizacı sertti, sesi daima kontrollüydü ve asla ödün vermediğini haykırıyordu. “Düşünüyorum, Iraz!” dedi öfkeyle Pekin. Kısa bir an sonra, “Bu taraftan!” diyerek bizi yönlendirmeye başladı. Yanından geçtiğimiz herkesten kaçınmak giderek zorlaşmaya başladı. Tek sıra halinde Pekin’i takip ediyorduk. Bu lanet yerden çıkabilmek için saniyeleri saymaya başlamıştım. “Neredeler?” diye bağırışlar duymaya başladık. Biri, “Prensi revire götürün!” diye çığlık atıyordu iletişim için kullandıkları araca. Prenslerini biraz incitmiştim! Pekin’in tam konsantre olmuş hali ürkütücüydü. Emirler yağdırmaktan kaçınmıyor, herkesin üstünde bir rütbede olduğunu açıkça belli ediyordu. Kızıl saçları hızlı hareketleri yüzünden savruluyordu. Bakışlarındaki çelik ifade korkutucuydu. “Acil çıkış kapılarını kapatmadılar,” dedi usulca. “Onu gizlice açacağız, Belen onları sağır ederken Alaca yer kabuğunu kırarak peşimizden gelmemizi engelleyecek. Gerekmedikçe Ebren’in kendini riske atmasını istemiyorum. Bu lanet yerden çıkana kadar bizlerin size hiçbir faydası yok.” Bizlerden kastı kendisi ve Yazgan olmalıydı. Kutsal Kan’dan olanlar Kankırandan etkilenmiyordu. Şu an o da güçlerini kullanamıyordu. Bu lanet yere girmeden hemen önce tüm olasılıkları düşünerek hareket etmiş olmalıydı. Kafasında kaç farklı plan kurduğunu tahmin bile edemezdim. On beş dakikanın ardından nihayet acil çıkışların olduğu kısma geldik. Buradaki asker sayısı diğer yerlere oranla çok daha azdı. Daha yakın olan kapılarda bizleri beklediklerine emindim. Hızla kapılara geldiğimizde Iraz öne geçti. Ellerinde saniyeler içerisinde parlayan ateşi gördüğümde irkildim. Koca demir kapıyı ateş ile keserek açtığında büyük bir gürültü kopmuş olmalıydı ama biz bunu duymadık! “Belen!” demişti hemen sonrasında Pekin. Belen’in öne geçip hareketlenmesi ile ortamdaki sesi yuttuğunu anbean hissettim, sebebi bu olmalıydı! Fısıltı Kahinlerinden olan kadınların akıl almaz güçleri vardı. Buna neyin sebep olduğunu, onların diğer soylu kanlardan farkını deli gibi merak ediyordum. Etrafımız giderek daha fazla asker ile dolmaya başladığında Pekin sahip olduğu kılıçlardan birini Yazgan’a uzattı usulca. Belen onları engelleyebilirdi ama tamamen durduramazdı. “Kör et!” diye bağırdım fakat sesimi işitip işitemeyeceklerinden emin değilim. Gözlerimi yummadığım için kendimden yayılan ışığı o an görebildim. İnanılmaz bir ısı açığa çıkıyordu bunu yaptığım her an. Gücümü kullandığım an bir içgüdü sarıyordu beni. Her şeyi yok etmemi isteyen bir içgüdüydü bu. Korkutucuydu! “Dur!” diye zihnime fısıldadı Pekin. Ona dönen bakışlarımda alenen bir meydan okuma vardı. Beni yönlendirmesine bir sözüm yoktu fakat bazı anlar bana emretmesi daha önce hissetmediğim bir şeyi tetikliyordu. Ona baktığım an askerler artık bize daha yakınlardı. Kör olmalarına rağmen deli cesareti ile hala üstümüze doğru gelmeye devam ediyorlardı. İçgüdüsel olarak elimi havaya kaldırıp bir askeri hedef seçtim. Avucumu ona doğru döndürdüğüm de bir an duraksadığını gördüm. Acıyla kasılıp yere düşüşünü izledim. “Ebren!” diye haykırdı zihnime Pekin. “DUR!” Tenim parlamayı durdurduğu an her şey daha hızlı gelişmeye devam etti. Tenimin altında karıncalanan hisse direnmedim ve o gücü serbest bıraktım. Avuçlarımın içinden fırlayan ateş topları, tenimden yayılan ışık ile onlarla birlikte savaşmayı sürdürdüm. Hedef olarak beni seçiyorlardı çünkü artık emindim, öldürülme emrim verilmişti. Ellerinden kaçmama müsaade etmeyeceklerdi! Giderek daha fazlası geldi. Yazgan ve Pekin’in omuz omuza savaştıklarını gördüm. Iraz’ın kuvvetli alevleri askerler ile aramızda set çektiği esnada Belen’in çığlığı ile irkildim. Sesi kendine kalkan olarak kullanıyordu. Ses titreşimleri yıkıcıydı. Alaca, gizlice acil çıkış kapısını açabilmek için kontrol odasına kadar ilerlemiş ve nihayet oraya girmişti. Orada kapıyı açmaya çalışıyor olmalıydı. Dövüşümüz dakikalarca devam etti. Artık hepimiz yorgunduk. Pekinler zarar vermemek için direniyorlardı. Özellikle ölümcül yaralar vermediklerini görmüştüm bense daha önce binlercesini öldürmüş gibi vahşiydim. Onları öldürmüyordum, her ne kadar bunu yapmak için deliren bir yanım olduğunu hissetsem de! Etrafımdakileri dikkatlice incelerken hâlâ yaklaşmakta olanları görerek irkildim. Bakışlarım bizimkilerin üstünde dolandığı esnada Yazgan’a arkadan yaklaşan kişiyi gördüm. Kılıcını başının üstünde kaldırırken atağa geçmek için hareketlendi. Hışımla ona doğru koşarken çığlık atıyordum fakat o esnada Belen sesi emdiği için hiç kimse beni duyamıyordu. Kılıcın sivri ucu Yazgan’ın sırtına temas ettiğinde dudaklarımdan benim dışımda kimsenin duymadığı bir haykırış firar etti. Yazgan’ın acı ile yere serilişini bir kez daha izlerken dizlerimin üstüne yere kapaklandım. Ellerimden destek alırken avuç içlerimin acısı eklendi yüreğimdekine. Başımı öfkeyle kaldırdığım an etrafımı saranları gördüm fakat ben yalnızca yerde yüz üstü yatan Yazgan’a odaklanabiliyordum. Etrafa yayılan kan dehşete kapılmama neden oldu. Ölüyordu, ölüyordu! Pekin ona doğru koşuyor, kızıl saçları hızıyla dalgalanıyordu fakat yetersizdi. Onu kurtaramazdı! Gözlerimi yumup acı ile çığlık attım. Çığlığım Belen’in gücünü yırtıp geçti ve öyle şiddetle duyuldu ki yankılarından kendi kulaklarımın çınladığını hissettim. Etrafımdaki herkesin büyük bir patlama olmuşçasına sağa sola fırladığını gördüm. Tenimde yanan gücün ötesinin bile olduğunu hissediyordum. Cayır cayır yanıyordum resmen. Gözüme kestirdiğim herkesi küle çevirmek istiyordum. Gözüm seğirdi. Yapacağım şey için birinin beni durdurması adına yalvarabilirdim ama durduramayacaklardı! “Sakın!” diye haykırdı Pekin. “Ebren, yapma!” Olduğum yerden doğrulup hızla Yazgan’ın yanına gittim. Onu usulca döndürürken etrafımda olup biten umurumda değildi. Kalbimde öyle bir acı vardı ki, tarifini yapsam kanlar içinde kalırdım! “Yazgan...” dedim sesim titrerken. “Yazgan!” Korkularım beni ele geçirirken hıçkıra hıçkıra ağladığımın farkında değildim. Duyduğum müthiş gürültüye rağmen bakışlarımı onun güzel çehresinden çekmemiştim. Hâlâ yaşıyordu, benimleydi! Ona bir şey olmayacaktı, buna izin vermezdim! “Çıkıyoruz!” diye bağıran Pekin’i işittim. “Onu bırakmak zorundasın!” Beni tutup çekiştirmeye çalışırken başım hışımla tavana yükseldi. Onu bırakmayacaktım! Hiç kimse benden onu arkamda bırakmamı isteyemezdi! “Sana benden bunu istememeni söyledim!” diye bağırdım öfkeyle. “En iyi ihtimal bu, anlamıyor musun?” diye bağırdı benim gibi. “İnsanlığın akıbeti için yapmak zorundayız, iyi olacak!” Hâlâ onlarcası üstümüze doğru geliyordu. Diğerleri ne kadar uğraşsalar da onları tutamıyordu. Yapılacak geriye tek bir seçenek kalıyordu. Bu seçenek Pekin’inkiyle aynı değildi! “Ebren, hayır!” diye haykırdı Pekin ne yapacağımı anladığında ama umursamadım. Bakışlarımı etrafımızdakilere çevirdim. Orada bulunan düşmanların varlığını hissettim. Her insanın enerjisinin farklı olduğunu bir şekilde biliyordum. Kime zarar vermem gerektiğini de! Bir fısıltı döküldü dudaklarımdan, benim dahi kendimden korkmamı sağlayacak olan gücümü tetiklemek için. Pekin’in karşı çıkan haykırışına rağmen bizi kurtarabilecek olan o tek şeyi yaptım! “Öldür!”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD