Balo

3830 Words
*** Suvar’a gitmeyi planlamak en zor olanıydı. Ülkeden kimliklerimizi gizleyerek kaçmamız gerekecekti. Yançı, Yazgan ve ben yine bu konuyu konuşmak için gecenin bir yarısı odamda buluştuk. Günlerdir üstünde düşündüğümüz ve şekillendirdiğimiz planı artık netleştirmeliydik. Ne zaman kaçacağımız belli olmadığı için en yakın ihtimaller ile düzenli olarak plan kurmamız gerekiyordu. Yançı bu konuda fazlasıyla yardımcı oluyordu. Kaçış yolları hakkında tuhaf bir biçimde uzmandı ve sebebini henüz ona sormuyorduk. “En kolay olanı baştan belirttiğim gibi limandan bir turistlik gemiyle kaçmanız.” Diyerek başladı sözlerine. “Araştırdım, birkaç gün içinde Anubis Gemisi Obar’a demir atacak. Birkaç günlüğüne burada kalmayı planladıklarını da öğrendim.” “Önümüzdeki iki hafta içinde kaçmamız gerekirse onu kullanacağız anlaşılan,” derken düşünceli gözüküyordu Yazgan. “Kimlikleri ayarlamalı ve dikkat çekmeden gemiye binmenin bir yolunu bulmalıyız. En yakın ihtimal o olduğundan planı buna göre şekillendirebiliriz. Mete’den de yardım isteyeceğim.” “O işi ben Mete ile hallederim.” Dedi hemen Yançı. “Ya iki haftamız yoksa?” diye sorarken sesimden endişem anlaşılmasın istesem de başarılı olamadım. Yançı ve Yazgan aynı anda bana baktı. Daha erken kaçmamıza ihtimal vermediklerini birbirine benzer gözlerinde görebildim. Yazgan, gözlerini yumup derin bir nefes alırken Yançı dikkatle beni izledi. “Sizi her ihtimale hazırlamamız gerekecek ve hazır olacaksınız da!” Yançı’nın kendinden emin ses tonu güven verici olsa da endişelenmeden edemiyordum. “Ben Suvar Kıyılarına yaklaştığında sizin gemiden kaçmanıza yardım edebilecek birisini ayarlayacağım. En uygun zamanda gizlice gemiden kaçırabilecek birisi olacak. Ben halledeceğim. Birkaç gün içinde bu planımız için her şey hazır olacaktır. Daha erken kaçmanız gerekirse de onun için bir B planı hazırlayacağım.” Ona minnetle baktım. Geleceğin iyiliğini, kendi kanına tercih etmişti. Canlarını benim için ortaya koymaları beni korkutsa da bir yerde yaptıklarımızın gelecek için olduğunu unutmamaya çalışıyordum. Bize verilen görev kimliklerimizden, bizden daha kutsaldı! “Çok teşekkür ederim,” dedim dudaklarımda minnet dolu tebessümüm ile. “Etme,” dedi bana dönerken bakışları. “Ben teşekkür edebileceğim bir şey yapmıyorum. Geleceğimiz için bir değeri varsa ne mutlu bana. Sen tek ve son umutsun Ebren. Bu umudu korumak zorundayız!” Tebessümüm genişledi. Canlarını tehlikeye attıkları bir gerçekti. Bu bazen kendimi berbat hissetmeme sebep oluyordu. Buna engel olamıyordum. Yazgan’ın sıkı tutuşunu ellerimin üstünde hissettiğimde hayretle bakışlarım ona döndü. Çehresine yayılan o güven verici ifade ile gözlerimin tam içine baktı. Dudaklarında yatıştırıcı bir gülümseme peyda oldu. “Merak etme,” dedi tüm endişelerimi silebilen bir tonla. “Her şeyi halledeceğiz.” Birlikte… “Kaçışınız için her şeyi ayarlayacağız.” Diye konuşmaya başladı Yançı. “Her ihtimale karşı gemiyi erken limandan ayrılmaya zorlayabilmek için babamın mührünü çalacağım ve gemiye sularımızı terk etmesi için bir belge hazırlayacağım. Eğer kötüye giden bir şey olursa birkaç saat içerisinde limandan kalkmanızı sağlamak senin görevin, Yazgan.” Her şeyi düşünebiliyor oluşuna ve zekâsına hayran kalmamak çok güçtü. Tüm ihtimalleri düşünerek hareket edeceğine emindim. “Merak etme, kötü bir şey yaşansa bile biz o limandan kaçana kadar hâlâ oranın yöneticisi ben olacağım, Siyayushchaya Zvezda.” (Parlayan Yıldız) Gecenin ilerleyen saatlerinde iki kardeş gizlice odamdan çıktığında üstümü değiştirip yatağıma uzandım. Bu saatten sonra yaşanabilecekler için endişelenmek anlamsızdı. Sadece uyumak istiyordum… Bu korku, tedirginlik derimin altında anbean beni yiyip bitiren bir histi. Başaramayacağımı düşündüren güçlü bir yan içten içe kurt gibi tüketiyordu beni. Ne yapacağımı bilememek zordu. Bu kadar belirsizlik içerisinde akıllıca adımlar atmamı beklemekte haksızlıkmış gibi geliyordu… Düşünceler eşliğinde uykuya dalmıştım. Sabah gözlerimi araladığımda ayılmam uzun sürdü. Ne kadar süre öylece duvara baktığımı anlayamadım. Yataktan kalkıp banyoya yönelmek dakikalar sonra aklıma geldi. Banyodan çıktıktan sonra üstüme günlük bir elbise giyip saçlarımı atkuyruğu şeklinde topladım. Dalgalı bukleler önüme dökülüyordu ama umursamadım. Yüzüme hafif renk vermek için makyaj yaptım. Gözaltlarım artık uykusuzluktan balon gibi şişmişlerdi. Evet, uyumakta zorluk çekiyordum! Odamdan çıktığım an karşılaştığım kargaşa beni hayrete uğrattı. Mutfakta çalışan Ayda’yı da o an fark ettim. “Ayda?” diye mırıldanarak yanına gittim. “Neler oluyor?” “Haberin yok mu?” dedi şaşkınlıkla bana bakarken. “Akşam Kıtay Sınırında başarılı olan Barçkent’li komutanlar ve soylu aileler için yemek veriliyor. Şaşaalı bir etkinlik olacak. Çok iş var, yetişmez diye korkuyoruz.” Bu akşam ortalıkta dolanmamaya karar verdim. Gerçi Aspar Soylu Kan Ailesinin kullandığı balo salonuna, yatak odalarına, salonlara ve nicesine zaten uzaktı odam. Kahvaltı işini kendi başıma hallettim, herkesin işi başından aşkındı kimseyi meşgul etmek istemedim. Gerçi Dilge Teyze beni gördüğünde bir güzel azarladı ondan istemediğim için. Ona şebeklik yaparak kahkahalarla güldürdükten sonra gönlünü almayı başardım. Bugün işe gitmeyecek miydik? Aklıma gelen soru ile yolun ortasında duruverdim bir anda. Ayaklarım beni odama doğru götürüyorlardı ama bunu öğrenmeliydim. Hazırlanıp gitmeliyim diye düşünerek odama döndüm. Gri bir ceket ve etek aldım dolabımdan. İçine giymek için de buz mavisi saten bir bluz seçtim. Askılı bluzu giydikten sonra eteğimi de geçiriverdim hemen bacaklarımdan. Masama oturup makyajımla biraz daha uğraştım ve daha resmi bir hale getirdim. İş kıyafetlerim aylık olarak bana iletilirdi. Çoğunu oldukça beğenirdim. Acaba iş kıyafetlerimi kim seçiyordu? Aklıma gelen soru ile yanağıma allık süren elim havada asılı kaldı. Onu usulca indirip aynanın önüne yerleştirdikten sonra gözlerimi kısarak aynadaki aksime dikkatle baktım. Yazgan mı seçiyordu? Çünkü bana en sevdiğim renklerden biri olan kahverengi bir takım asla gelmemişti! Başımı iki yana sallayarak kendime saçmalamamam gerektiğini hatırlattım ve aynanın önünden kalktım. Ardından ceketimi ve çantamı da elime alıp odamdan çıktım. Koridordaki görevlilerden birisine Yazgan’ın odasını sorduğumda bana eşlik edebileceğini söyledi. Bunu memnuniyetle kabul ettim. Kalenin o kısmına daha önce hiç gitmediğim için kaybolmam işten bile sayılmazdı. “Burası, Hanım Efendi.” Dedi kibar genç delikanlı. “Benden istediğiniz farklı bir şer var mı?” Soylu Kan Yazgan Aspar’ın asistanı olduğum için bana gösterilen bu saygıya istemesem de alışmak durumunda bırakılmıştım. Beni ne kadar rahatsız etse de artık müdahale etmiyordum. “Çok teşekkür ederim, kolay gelsin size.” Genç, beni selamladıktan sonra uzaklaştı. Ardından kısa bir süre baktım. Sanırım bu odaya girişimi geciktirmeye çalışıyordum. Kaçamayacağımı bildiğimden harekete geçtim. Kapıyı usulca tıklattıktan sonra beklemeye koyuldum. Duyduğum olumlu komuttan sonra derin bir nefes aldım. Kapının kolunu kavrayıp usulca aşağıya indirdim ve onu açtım. Kısa bir koridordan geçip köşeyi döndüğüm an odanın tam içinde buldum kendimi. Karşımda üstsüz bir şekilde görmeyi beklemediğim patronum sayesinde kalakaldım bir an. Çarpılmış gibi hissediyordum. Kalbimin sert kan pompalayışını kulaklarımda hissediyordum. Dolaptan beyaz gömleği çekiştirerek aldıktan sonra bana doğru döndü. O an nefesim kesildi. Bir kolundan gömleği geçirirken asi kıvırcık saç tutamlarını savurarak başını kaldırdı. Simsiyah irisleri, gözlerime çakıldı! “Ebren?” dedi şaşkınlıkla. Gömleğinin diğer kolunu da geçirdi… “İşe…” dedim ama kekelemekten korkarak kendimi susturdum. “Gidecek miyiz diye sormaya gelmiştim.” Mantık, çığlıklar atarak benden uzaklaşıyordu. O usulca gömleğine dönüp düğmelerini iliklemeye devam etti. “Hayır,” dedi usulca. “Bugün bir yemeğe katılma zorunluluğum var, maalesef ki… Akşam kısa bir süre senin de yanımda olman gerekebilir. Bazı iş adamları ile konuşup onlarla mallarını taşımak için anlaşma sağlamam gerekecek. Hangilerini seçtiğimi ve ayarlayabildiğimi not tutman gerekecek. Uygun bir elbise ayarlamalarını sağlarım.” Öyle hızlı konuşuyordu ki bir yerden sonrasını anlayamadım. “Tabi,” dedim yalnızca. “İlter’de gelebilir…” dedi ardından endişeyle. “Daima yanında olacağım, seni yeniden test etmediğinden emin olmalıyız.” “Aslında buna gerek yok,” diye mırıldandım bilinçsizce. “O anda zaten Pekin tarafından uyarılıyorum.” İrisleri karanlığa gömülürken, çenesinin seğirdiğini gördüm. Onun adını duyduğu anlarda bedenini saran öfkeyi havayı koklayarak anlayabilirdiniz. Bunu bilerek yapmamıştım, her an peşimde dolanmak zorunda kalsın istememiştim yalnızca. Her ne kadar her şeyi geride bırakacak olsa da sonrasında keşke diyebileceği bir şey olsun istemezdim. Onu seçiminden pişman etmek en korktuğum şeydi. “Yine de yanında olacağım!” dedi sertçe. “Siz nasıl isterseniz...” derken buldum kendimi. Bakışlarım ayaklarıma kaydı. “Baş başayız,” diye ikaz eden bir tonda konuştu. “Benimle her zaman ki gibi konuşabilirsin.” Tam ağzımı açmış bir şey söyleyecekken odaya giren kadın ile birlikte ikimiz de irkildik. “Yazgan...” derken beni görerek duraksadı. Bakışları ilgi ile üstümde dolaşırken başımı eğip selamladım onu. Elbette gelenin kim olduğunu biliyordum. Yazgan’ı tam şu anda görebilmek için can atsam da başımı yerden kaldıramazdım. Yanımızdaki Soylu Kan Tela Aspar’dan başkası değildi! Öktem Soylu Kanından geldiğini biliyordum. Bir Zaman Hâkimiydi, korkunç bir özellik daha… “Merhaba, ben Tela...” dedi fazlasıyla mütevazı bir biçimde. Yazgan ve Yançı’nın babalarına değil de annelerine benzediğini anlamam zor olmadı doğrusu. “Merhaba, efendim. Ben Ebren, Soylu Kan Yazgan’ın asistanıyım.” Diyerek reveransta bulundum. “Resmi bir ortamda değiliz, tatlım. Ben kurallara körü körüne inanan birisi hiç olmadım, lütfen kaldır başını.” Dediği an şaşkına döndüm. Bakışlarımı kaldırıp oğullarını da kendisi gibi yetiştiren kadına hayranlıkla baktım. Anaç bir şekilde gülümsüyordu. Yanıma gelip önce bana sarıldı. Bu hareketi beni şaşkına çevirdi. “Sonunda seninle tanıştığımıza çok memnun oldum, Ebren.” Derken öylesine güzel gülümsüyordu ki… Bakışları oğluna döndü. Merakla ben de döndüm. Hayretle bize bakmasına şaşırmadım. “Sanırım kendisi tahmin ettiğim kişi,” derken manalı bir bakış attı oğluna. “Anne…” diye başlayacak oldu Yazgan. Zarif bir el hareketi ile onu susturdu ve yeniden bana döndü. “Ben de çok memnun oldum, efendim.” Dedim sonunda konuşmam gerektiğini hatırlayarak. “İnan bana, ben kadar olamazsın kızım. İyi ki geldin, yıllardır bunu bekliyordum.” “Anne!” dedi Yazgan bir kez daha. Hiçbir şey anlamasam da yeni bir aile tartışması arasında kendimi bulmak iyi hissettirmedi. “Tamam, tamam...” diyerek tatlı tatlı sırıttı. “Yemekten sonra seni de aramızda görmeyi çok isterim Ebren, mutlaka uğra.” Olumlu anlamda başımı salladım. Tela, oğluna akşam için birkaç şey söyledikten sonra odadan çıktı. Çıkarken ima dolu bakışlarını bizim aramızda gezdirmeyi de ihmal etmedi elbette. “Bu da neydi?” derken şaşkındım. “Boş ver, annemi tanıdıkça normal karşılıyorsun.” Diyerek omuz silkti yalnızca Yazgan. “Eminim öyledir...” diye iğneleyici konuştum fakat cevap vermedi. Kaybedeceği bir savaşa girmek istemiyordu anlaşılan. “Balo için hazırlanabilmeni sağlayacağım, bizzat annem davet ettiği için artık istemesen de gelmek zorundasın...” derken sırıttı. “Öncesinde de öyle değil miydim?” dedim onun sözlerini kast ederek. “Bana her zaman, hayır, diyebilme ayrıcalığına sahipsin, Siyayushchaya Zvezda*...” (Parlayan Yıldız) *** Ebren Odama döndükten kısa süre sonra kapım çaldı. Ayda ve birkaç çalışan kız bir sürü kıyafetle beraber yanıma geldiğinde nevrim döndü. Hayretle bir onlara bir de getirdikleri elbiselere bakmaktan kendimi alamıyordum. Bu işi biraz abartmış olabilirler miydi? “Bunlar da ne böyle?” diye sorarken sesimde şaşkınlığımın emareleri vardı. “Soylu Kan Yazgan emretti, Ebren.” Derken kıkırdadı Ayda. Ona kıstığım gözler ile bakarken omuz silkerek benimle uğraşmaktan keyif aldığını gösterdi. Ardından birlikte onlarca elbisenin içerisinde bana uyacak bir tanesini seçme işine koyulduk. Ömrüm boyunca çalışsam bir tanesini bile alamazdım belki de… “Bu efsane!” diyerek askıdan yeni bir elbiseyi çıkarttı Ayda. Tuttuğu buz mavisi tonunda, üstü taş işlemeli parıl parıl parlayan elbiseye hayranlıkla baktım. Gerçekten harika gözüküyordu, büyülenmemek imkânsızdı. “Deneyeyim…” diyerek hipnoz olmuş bir şekilde elinden elbiseyi aldım. Banyoda soyunup oldukça özen göstererek elbiseyi üzerime geçirdim. Fermuarı çekmeleri için banyodan çıktığımda kızlardan beğeni dolu sesler işittim. Ayda dikkatli bir şekilde fermuarı çektiğinde zaman kaybetmeden hızla aynanın önüne gittim. Elbisenin buz mavisi kumaşı tamamen parlak taşlar işe işlenmişti. Belimden aşağıya dökülen tüllerinden zarafet akıyordu. Göğüs dekoltesi kışkırtıcı görünüyordu. “Sanki senin için dikilmiş,” diye mırıldandı Ayda, birleştirdiği elleriyle birlikte bana hayranlıkla bakarken. “Bir yıldız gibi parlıyorsun…” Son sözleri tüylerimin diken diken olmasına neden oldu. Parlayan Yıldız… Elbiseye karar verdik böylelikle. Ardından saçımın yapılması için görevlendirilmiş kişi geldi. Fazla abartmamasını rica ettim fakat elbette benim beklentimin çok ötesinde bir sonuç çıktı. Dalgalandırılan saç tutamlarımdan birazını omzumdan göğsüme doğru dökülecek şekilde bıraktı. Ardından bozulmaması için koca bir şişe saç sabitleyici boca edildi. Makyajımı gerçekten abartmamalarını istediğimi net bir biçimde belirttim. Elbiseme uygun tonlarda hafif bir makyaj yapıldıktan sonra işte hazırdım! “İnanılmaz…” diye mırıldandım aynadaki aksime bakarken. Bir gün böylesine güzel görünebileceğimi asla hayal edemezdim. Prenseslere benziyordum… “Daha önce görülmemiş duru bir güzelliğiniz var,” dedi saçımı yapan kız. Dudaklarımda memnun bir tebessüm belirdi. Onlara her şey için defalarca kez teşekkür ettikten sonra beklemeye koyuldum. Yazgan, gelmem gereken anda birisini göndereceğini söyledi. O gelene kadar biraz bekleyeceğime emindim. Yemeğin bitmesinin hemen ardından kapımın tıklatıldığını duydum. Ellerim heyecandan titrerken oturduğum yerden kalktım. Usulca kapıya ilerledim ve açtım. Karşımda beni gören çalışan bir an bakakaldı. Gözlerindeki hayranlığı görmek mümkündü. Aynı etkiyi bir başkasında görmek için can atıyordum… “Sizi Soylu Kan Yazgan’ın yanına götüreceğim, hanımefendi.” Diyerek beni selamladı. Ona aynı şekilde karşılık verdikten sonra harekete geçtim. Önümde yürüyen adamı dikkatlice takip ettim. Bir Eski Kan, hem de orada bulunan tüm Soylu Kanları tehdit eden kişi olarak yanlarına doğru ilerlemeyi sürdürdüm. İçlerinde bir yıldız gibi parlamaktan mutluluk duyacaktım! *** BARÇKENT İlter Rüyalarım ve zihnime fısıldayan ses giderek kontrolden çıkıyordu. Kafayı yemek üzere olduğumu düşünmeden edemiyordum. Ebren’den başka bir şey düşünemiyordum çünkü peşimi uykumda bile bırakmamıştı! Benden tam olarak ne istediğini öğrenmem gerekiyordu yoksa aklımı kaçıracaktım artık! Tuhaf bir biçimde ona karşı her gün artan bir çekim hissediyordum. Bir şey vardı ve bunu o an bile zihnimin ücralarında biliyor gibiydim. Bu yüzden tekrar Barçkent’e gitme kararı aldığım anda karşıma çıkan fırsat ile kaderin benim yanımda olduğunu anladım. Aspar Ailesinin düzenlediği davet biçilmiş kaftandı! Bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. Hiç şüphe çekmeden oraya gidebilirdim. Kral ve Kraliçe de bu davete katılamayacaklarını iletmişlerdi. Daha ne kadar şanslı olabilirim diye düşündüğüm esnada büyük bir hayal kırıklığına da uğradım. Babam bana güvenmiyor olacak ki kardeşim Tilun’u da peşime taktı! Ona tahammül edemiyordum. Varlığı, sesi beni mahvediyordu resmen! Hazırlanıp, sarayın çıkış kapılarından birinde onu beklerken yolda onu yok etmemek için kendimle savaşıyordum. Nihayet onu gördüğümde gözlerimi devirdim. “Bu davete katılmakta neden bu kadar ısrarcı olduğunu öğrenebilir miyim, İlter?” Fazlasıyla sessiz olan kardeşimin çenesi düşüktü bugün anlaşılan. O nefret ettiğim ses tonu ile konuşmaya başladığında boynunu kırmamak için büyük bir çaba sarf ettim. Hangi tür manyak sırf daha güçlü gözükebilmek için ses tonunun gerçekliğini bükerdi? Kraliyet cronuna binerken kapısını açıp binmesini bekledim ve cevap vermedim. Bakışlarımız birleştiğinde dikkatle birbirimize baktık. Sarı saçlarını her zaman ki gibi yaptırmış ve her şeyiyle kusursuz görünüyordu. Benim aksime! Bazen babamın beni görmezden gelerek onu varis ilan etmesinden korkuyordum. Bendense o mükemmel bir kraliçe olurdu, bu gerçeği inkâr edemezdim! “Onu zapt etmek zorundasın!” diye zihnime fısıldayan tanıdık sesi işittiğimde tüm bedenim kasıldı. Sürekli zihnime fısıldıyor, bana emirler yağdırıyordu. Onun bir Fısıltı Kâhini olduğuna emindim. Bir şekilde kader bağımız olmalıydı ki zihnime erişebiliyordu. Vadedilmiş olanı zapt etmem için sürekli beni yönlendiriyordu. Yaratıcının en büyük kurtarıcısına karşı beni kışkırttığına göre onun karşısında yer alanlardan birisiydi. Benim zihnime fısıldayabildiğine göre benim de onlardan biri olmamı istiyordu. “Bu saraya katlanamıyorumdur belki,” dedim dümdüz bir sesle. “Çocuk değilim, İlter. Bir şeyler sakladığının farkındayım ama ne dediğini unutma!” derken ses tonu uyarı doluydu. “Her zaman kanının yanında olmaya yemin ettin!” “Biliyorum, Tilun!” derken öfkeden gözüm döndü o an. “Bana ne yapmam gerektiğini söyleyip durma artık. Ben de farkındayım her şeyin hatta senden bile fazla!” Sözlerim ile yüzünde memnuniyetsiz bir ifade oluşsa da tek kelime etmedi. Bu hoşuma gitti. Tüm yol boyunca onun başımın etini yemesini çekemezdim. Hele de ses illüzyonu ile beni delirtmeye çalışırken! Yolun kalanında kardeşimin de sessizliği sayesinde düşünmeye başladım. Bu sefer resmi bir şekilde karşılarına çıkacaktım. Hazırlıksız değillerdi, tüm savunmaları aktif olmalıydı ama yine de açık vereceklerini düşünüyordum. Bir şekilde gerçeği öğrenmeliydim. Zihnime fısıldayan ses bana oldukça fazla seçenek sunuyordu zaten. Hangisini seçeceğim ise tamamen bana kalandı… Ebren’i öyle bir köşeye sıkıştırmalıydım ki yapabileceklerini görebileyim! Cron hızla ilerlerken zihnimi istila etti bir kez daha zehirli düşünceler. Onlardan kurtulamıyordum, sanki ne yapacağım çok önceden belliydi de benim seçme şansım yok gibi hissediyordum. Tomris denen kız elimi tuttuğu an gördüğüm vizyonları anımsıyordum. Gerçekten o kehanetin karşı tarafındaki kötü ben miydim? Bunları öğrenmem gerekiyordu. Ebren’in Vadedilmiş olup olmadığını bilmem gerekiyordu! Cron, saatler sonra nihayet gösterişli kalenin sınırlarından içeri girdikten sonra ana kapısına kadar devam etti. Malikânenin önündeki süs havuzunun etrafında yarım ay şeklinde döndükten sonra tam kapının önünde durdu. Görevlilerden birisi derhal kapımızı açtığında özgüvenli bir şekilde arabadan indim. Üstümü düzelttikten sonra kapıda bizi bekleyen Tela’yı gördüm. Onu annem kadar severdim. “Yıllar seni es geçiyor,” derken yanına gittim ve açtığı kolları arasına girdim. “Ne bu güzellik?” “Benim yaşımdaki her kadının kendince gençlik sırları vardır,” dedikten sonra şuh bir kahkaha attı ve benden uzaklaştı. Onu çok uzun zamandır tanıyordum, aileme en yakın Soylu Kan Ailesi olmaları da bunda etkendi elbette ama aramızda garip bir bağ vardı. Yazgan ile olduğu gibi... “İlerleyen zamanlarda bu sırları öğrenmek isterim,” dedim mutlulukla. Kıkırdadıktan sonra Tilun’a döndü. Onun önünde reverans yaptıktan sonra, “Hoş geldiniz, majesteleri.” Dedi usulca. “Teşekkürler, Tela. Nasılsın?” derken yüzünde sahte bir gülümseme vardı kardeşimin. “Sizleri gördüm, şeref duydum majesteleri. Bu küçük davetimize katılarak bizi onurlandırdınız.” “Davet ettiğiniz için teşekkür ederiz,” dedikten sonra gülümsedi. “Hoş geldiniz majesteleri, şeref verdiniz.” Diyerek kapıda belirdi Soylu Kan Kutan. “Misafirler sohbete tutunca yetişemedim sizi karşılamaya.” “Hiç önemli değil,” derken gerçekten mutlu göründü bu sefer gözüme kardeşim. “Biraz geç kaldık, umarım bölünmemiştir davet.” “Ah, elbette hayır.” Derken her zaman ki gibi kibardı Tela. “Yemekleri sizin için sıcak tutturdum. Hemen sofranızı hazırlattırıyorum.” “Yanında meşhur sıcak şaraplarından isterim,” derken sesim sevinçliydi. Burada olmayı her zaman severdim. Birlikte önce yemek salonuna geçtik. Kutan misafirlerle ilgilenmek için yanımızdan ayrıldığında Tela asla bizi yalnız bırakmadı. Yemeği yediğimiz sırada da her şeyimizle itina ile ilgilendi. Şarabımı yudumlarken onunla her zaman yaptığımız sıradan sohbetlerimizi ettik. Tilun bu süre zarfında biraz sıkıldı, bundan deli gibi zevk aldım. Yemeğin ardından nihayet balo salonuna geçmek için kalktık. Tela yine önde bize yolu gösteriyordu sanki bilmiyormuşuz gibi. Her zaman ki gibi kibar ve nazikti. Koridorda yürüdüğümüz esnada sohbet ediyor ve gülüşüyorduk. Tam o anda yan taraftaki koridordan geleni gördüm ve olduğum yere adeta çakıldım. Hayret, hayranlık ve bir dolu duygu ile öylece kalakaldım. Ona bakmaktan nasıl alıkoyabilirdi insan kendini? Parlıyordu, aynı bir yıldız gibi… Durduğumu gören Tilun, anlam veremeyen bakışlar ile bana baktı. Bir sonraki an baktığım yöne döndü. Ona bakmasam da bunu biliyordum! Kaşlarını çattığını ve ne olduğunu anlamaya çalıştığını çok iyi biliyordum, onu çok iyi tanıyordum! “Majesteleri,” diyerek tam önümüzde durdu ve bizi selamladı. Lahuti bir güzelliği vardı… “Ebren…” dedi hayranlık dolu bir sesle Tela. “Harika görünüyorsun!” “Teşekkür ederim, efendim.” Diyerek bakışlarını kaçıran kadını dikkatle izlemeye devam ettim. “Siz önden ilerleyin lütfen, sizi alıkoymak istemem.” İnce, nazik ve peri gibiydi… “Hep beraber girelim salona, bizle birlikte gel canım.” Teklifinde bulundu Tela. O an mantığım beni terk etmişti. Sonraki an ise… “Bence de…” diye mırıldanarak Tela’yı destekledim ve Ebren’e doğru ilerledim. “Eşlik etmeme izin ver, lütfen…” Bu sorunun olumsuz bir cevabı olmadığını herkes bilirdi. Karşındaki Barshan’ın Prensiyse ona hayır diyemezdiniz… “İlter!” dedi dehşetle Tilun. Onu umursamadım… Ebren, şaşkınlıkla bana bakakaldı fakat saniyeler sonra bile olsa uzattığım koluma girdi. Kolumda balo salonuna bir Eski Kan ile girecek olmam kuvvetle muhtemel infial yaratacaktı ama bu umurumda değildi. Tilun’un ilk işi bunu babama yetiştirmek olacaktı ama bu da umurumda bile değildi. Yazgan’ın o ifadesini görmek hepsine değecekti… Tela’nın endişe dolu bakışlarını görebildim. Endişelendiğinin ben olmadığını biliyordum. Bunun sonuçları bendense Ebren için daha ağır olabilirdi… Balo salonundan içeri girmeden önce geldiğimizin haberi verilmiş olmalıydı. Kapıdan içeriye kolumda Ebren ile girdiğimde ilk başta pek tepki olmadı çünkü herkes reverans yapıyordu. Fakat birkaç saniye sonra başlarını kaldırdıkları an gördükleri manzara ile dehşete kapıldılar. Bakışlarım asıl görmek istediğim kişi ile kesiştiğinde onun öfkesiyle beni boğduğunu hissettim. O ne kadar saklamak için çabaladıysa ben o kadar gözlerin üzerinde olmasına neden oldum… Bir saniye bile düşünmeden beni öldürebilirdi. Yançı onu zar zor zapt edebildi. Giriş dansı için anons verilirken bakışlarım Ebren’e kaydı. Ayazda kalan bir serçe gibi göründü o anda gözüme. Yoksa şu anda avcısının kollarında olmak mıydı onu rahatsız eden? “Benimle dans eder misin, Ebren?” “İlter!” dedi bu sefer sert sesi ile Tilun. Dumura uğramış olacak ki yıllar sonra gerçek sesini işittim. “Ne saçmalıyorsun sen?” “Bu uygun olmayacaktır, majesteleri.” Derken bakışlarını bir kere bile bana döndürmedi. “Ben Barshan’ın Prensi İlter Pars’ım,” diye mırıldandım. “Kaideler benim dudağımdan dökülen fısıltılardır!” Sözlerim karşımdaki üç kadınında korku dolu gözlerle bana bakmasına sebep oldu. Tilun bile o andan sonra beni durduramayacağını anladı. “Majesteleri,” diyerek araya girme cesaretini Tela gösterebildi. “Bu onun için çok tehlikeli!” Tela’nın bahsettiği şey, basit hayatının darmadağın olabilme ihtimaliydi ama yine de durmam gerektiğini anımsadım. Babam bu işi kurcalayacak olursa altından çıkarabilecekleri oldukça tehlikeliydi. “Yalnızca bu seferlik,” dedim kolumdan çıkmasına müsaade ederken. Ebren reverans yapıp hızla yanımızdan uzaklaştı. Oldukça korkmuş görünüyordu. Arkasından bakmadan edemedim. Doğruca Yazgan’ın yanına gitti. “Neydi bu?” diyen Tilun dibimde bitiverdi. “Seni ilgilendirmez!” dedim hâlâ Ebren’i izlerken. “Babam bunu duyacak, biliyorsun! Eski Kan zafiyetin ile anılmak mı istiyorsun? Niye böyle bir şey yaptın?” “Babamı sinirlendirmekten zevk alıyorum…” dedim umarsız bir tonla. Ardından ilk dans için ona elimi uzattım ve piste doğru ilerledik. *** Ebren Kalbim deli gibi çarpıyordu. Yaşadığım korkunun bir tercümesi yoktu. Onun yanındayken, Pekin’in işkence gibi gelen sesi ve korkum beni mahvetti. Ondan uzak durmam için bas bas bağırmasına gerek yoktu zaten yapabildiğim an uzaklaşacaktım ondan! Pekin’in bu kadar korktuğu şey neydi bilmiyordum ama ben onu bilmezken bile ölesiye korkuyordum zaten. İlter fazlasıyla tehlikeliydi. Tahmin edilemez ve dengesiz oluşu bu tehlikesini katlıyordu. Bakışlarım Yazgan’ı arıyordu fakat bir türlü onu göremiyordum. Neredeydi? Onu bulamayacağımı kabullendikten sonra hızlıca en yakın kapılardan birisinden balkona çıktım. Çıkmadan gördüğüm son şey ise İlter ile yanındaki kızın dansı başlattığı oldu. Bu Soylu Kan entrikaları benim boyumu aşardı. Ben onlarla boy ölçüşemezdim! Az önce İlter’in yaptığı ile de bunu görmüş olduk! Salondan görünmeyecek bir kısma geçip sıkıca taş korkulukları kavradım ve başımı kaldırıp derin derin soluklandım. Kendime gelemiyordum! Beni herkesin içinde ifşa ederek neyi amaçlıyordu? Herkesin şu anda beni konuştuğuna emindim ve buradan gidemezdim bile! “Ebren?” Duymak için tutuştuğum sesi işittiğim an hışımla gözlerimi aralayıp ona doğru döndüm. Koşa koşa kollarının arasına atlamamak için kendimle savaşmam gerekti. Soğuk hava tenimi cam gibi keserken içten içe yandığımı hissediyordum ama bu umurumda bile değildi. Karşımda Yazgan vardı, en çok yanımda olmasını istediğim kişi… “Dans ettiğini sanıyordum…” diye mırıldandım titrememek için dişlerimi sıkarken. “Uzun zamandır bu tarz davetlerde dans etmemeyi tercih ediyorum.” Diyerek yanıtladı beni. Tam önümde durdu. Üstündeki ceketi çıkarttığı esnada titrediğimin farkına iyice vardım. Ceketi omuzlarıma yerleştirirken kuzguni gözleri gözlerimi ele geçirdi. O kuzguni siyahın içinde kendi hâkimiyetini haykıran gri haresi endişeyle parlıyordu. “Birisi görecek...” diye mırıldandım. Dudaklarına iç kaynatan bir tebessüm oturdu. Bakışlarında kıvılcımları görebildim. “Az önce buraya bu ülkenin prensinin kollarında girdin,” dedi gülümsese bile öfkesini gizleyemezken. “İnan bana bu pek ilgilerini çekmeyecektir.” Ses tonu ürpertici bir hal aldı. Ona bakmakta zorlandığımı hissettim. “Bunu ben istemedim…” diye mırıldandım sesim içime kaçarken. “Biliyorum,” diye fısıldadı nefesi tenimi yakarken. “Ama bu öfkemi dizginleyemiyor.” Bakışlarımı yere eğdim. Bu hareketimden sonra eliyle çenemi kavradı. Başımı kaldırıp bakışlarımı yakaladı. Nefesim kesildi. Çok tehlikeli bir suda yüzüyorduk. “Salona girdiğin an dikkat kesildiğim şey kimin kolunda olduğun değildi, Siyayushchaya zvezda...” (Parlayan Yıldız) derken sesi uyluklarımda bir ateş başlattı. “Güzelliğindi!”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD