İtaatkâr Elementler

3869 Words
SUVAR Ebren Yıldızlı göğün altında, karanlık olan ormanın içinde ilerlemeye devam ettik. Sonunda bu ülkeden gidecektik. Her şey hazırdı ve bizi beklediklerini söylüyordu Pekin. Bu topraklarda yaşananları asla unutamayacağımı biliyordum. Ben bu topraklarda masum bir yanımı kaybetmiştim, bunu asla unutamazdım! Dikkatle sessizliği dinlemeye devam ettik. Adımlarımız tüy kadar hafifti. Bizi ele verebilecek her şeyden kaçınmak zorundaydık. Bu ülkeden ayrılacak olmak iyi hissetmemi sağlıyordu. Uğruna her şeyi arkamda bıraktığım amacıma doğru olan yolda bu ülkenin bende açtığı yaralarımı sarmak istiyordum. Kim olduğumu ve amacımı bulmalıydım. Bunu bulamadan kaybolduğumu görmüştük! Doğru olanı yapmak adına yaptığım başlangıcı yanlışlarım ile süslediğimin farkındaydım. Tercihlerimin her zaman doğru olmayacağını öğrenmiştik. Tüm hayatım tepeden tırnağa değişiyordu. Tüm bunlara değmesini istiyordum. Onca fedakârlığı boşuna yapmamış olmak için gerekeni yapmalıydım. Olması gerektiği gibi! Gelecek nesle yaşanabilir bir dünya bırakma sorumluluğumuz vardı. Beklenen ve vadedilmiş savaşı durduramazsam onca yaptığımın hiçbir anlamı olmayacaktı. Arkamda bıraktığım hayatım için başarmak zorundaydım. Çekilen onca kahra değmek zorundaydı! Pekin, yumruğunu sıkıp havaya kaldırdığı an nefes almayı bıraktım. Adımlarım olduğu yerde durduğunda etrafıma baktım. Pekin ile göz göze geldiğimde sarımtırak harelerinde titreşen o endişeyi gördüm. Bizim yaşamadan bilemeyeceğimiz bir şeyi görmüştü. Bakışlarını benden kopartıp aldıktan sonra dikkatle ileriyi taradı. Görmeye çalıştığı bir şey vardı. Sessizliği korkutucuydu. Gördüğü her ne ise onu değiştirmemeyi seçeceğini biliyordum. Çünkü onun görevi bu değildi. İşimize geleni seçmek korkaklık olurdu. Yüzleşmemiz gereken ne var ise onunla yüzleşecektik! Yeniden hareketlendiğinde onu takip ettik. Sessizliği bozmaktan özellikle kaçınıyorduk. Nefes alamıyordum gerginlikten. Ayın aydınlattığı sahili nihayet gördüğümüzde adımlarımızı hızlandırdık. Pekin’i dikkatle izleyen gözlerim hareketlerinde bir garipliğin baş gösterdiğini fark etti lakin ona bu konu hakkında tek kelime edemezdim. Duygularını gizleyebildiğini düşünmeye devam edebilirdi, Kızıl Kafalı. Yazgan ile beni görmesinden sonra aramızda genel konular hakkında farklı bir konuşma geçmemişti. Günlerce yüzüme bile bakmadı ya da bakamadı, bilemiyordum. Duygularını incittiğimi biliyordum ama bunu düzeltebileceğim bir şey gelmiyordu elimde. Üstüne gitmemek için uzak durmakta buldum çareyi. Bazı şeyleri önceden bildiğini kendisi bile ima etmişti zamanında. Kaderimdi Yazgan’ı sevmek, onun da öyle. Bu sevgi için suçlanabilecek kimse yoktu... Sahilin yumuşak kumlarına adım attığımız an Pekin’in hırçın sesi çınladı kulaklarımızda. Bir tehlikenin var olduğunu hissediyordum ama sesindeki korku kadar güçlü bir şey beklemiyordum. “Koşun!” Sözleri ile bacaklarım anında harekete geçti. Bakışlarımız Yazgan ile kısa bir an birbirine değdi ve bana ne olursa olsun arkama dahi bakmadan kaçmamı ister gibi baktı. O arkamdan bilerek beni geçmeden koşuyorken ben de olabildiğince hızlı olmayı denedim. Bacaklarım birbirine dolansa da durmadan, düşmemeye dikkat ederek koştum. Bir süre sonra bacak kaslarımda bir yanma hissetsem de durmadım. Duramazdım, kaçmak zorundaydık. “Geliyorlar!” diye kükredi Pekin. Sözlerinin hemen ardından çevremizi saran ağaçların köklerinden sökülerek yükseldiğini gördüm. Zihnim bunun imkânsız olduğunu haykırsa da Soylu Kanlar arasında yerçekim ile oynayabilenler vardı. Nesneleri, canlıları istedikleri gibi hareket ettirebiliyorlardı. İstedikleri ortamın yer çekimi ile oynayabiliyorlardı. Koştuğumuz düz alanın önüne düşen ağaçlar ile hepimiz irkildik. Esin bir an duraksayıp çığlık attı. Akbel hızlıca onu elinden yakalayıp sola doğru yönlendirdi. Denize yakın bir yerden koşmaya devam ettiler. Onları takip ettim an dahi düşünmeden. Alaca en arkadan geliyordu, biz kaçarken yer kabuğunu kırarak aramıza bir set çekeceğine emindim. Birazdan şiddetli sarsılmalar hissedebilirdik. “Yazgan!” diye bağırdı Pekin. “Hissedebildiklerini durdur!” “Odaklanıyorum!” diye çıkıştı Yazgan öfke ile. Birinin ona ne yapması gerektiğini söylemesine alışkın değildi. O an benim hiçbir şey yapmamı beklemediklerini fark ettim. Herkes gücümden ve yapabileceklerimden korkuyordu, bende! Çok zor bir anda kalmadıkça onu kullanmaktan kaçınmalıydım! Başkalarına zarar vermemem için gereken buydu! “Burada olacağımızı nasıl bilebilirler?” diye bağırdı Iraz öfke ile. Ellerinden adeta bir volkandan çıkarcasına ateş saçılıyordu ve bazı ağaçları yakarak küle çeviriyordu. Ateşinin ısısı öylesine yüksekti ki koca koca ağaçları saniyeler içerisinde küle dönüştürüyordu. “Yakın geleceği görebilen vizyoncuları var!” diye haykırdı Pekin. Onları geleceği görebilir olarak adlandırmıyordu. Bir bakıma küçümseyiciydi tavrı ama bunu ona söylesem de asla kabul etmeyecekti. Etrafımda hızla koşan siluetler gördüğümde yine bir çoğalma özelliği olanla karşı karşıya olduğumu anladım. Onlardan nefret ediyordum. Etrafımızda gölge olarak dolaşıyor, bize fiziken zarar verebiliyordu ama aynısını bizim yapmamız imkânsızdı çünkü onlar gölgelerdi! Benim kadar güçlü birinin bile onu durdurabilmesi için fiziki varlığını bulması gerekiyordu! “Mekân Hâkimleri, mekânı büküyorlar!” diye haykırdı Alaca. “Daha ne kadar bekleyeceğim, Pekin?” Sesi öfkeliydi. Beklemeyi sevmediği aşikârdı. Ben de sevmiyordum! Onların güçlerine karşı bağışık olduğum için ben etkilenmiyordum. Birazdan Zaman Hâkimleri bizi olduğumuz ana hapsederse ne olabileceğini tahmin bile etmek istemiyordum. “Zamanı gelene kadar!” diye bağırdı öfke ile Pekin. Beklemenin ne kadar zor bir iş olduğunu ve bu erdeme sahip olmadığımızı anlayamıyordu. Kendisi uzun yıllar bekleyebilmişti, herkes bunu başaramazdı. “Akbel!” diye yükseldi Iraz. “Hedef olmamızı engelle artık!” “Deniyorum!” diye haykırdı çaresizlik ile. Herkes öylesine kaçmaya odaklıydı ki, güçlere odaklanmakta zorluk çekiyorduk. Ben bile bu anda hangi gücümü seçmem gerektiğini, nasıl hareket ettiğimi bilemiyordum ki kimse bunu benden beklemiyordu! Yine de her şeye hazırlıklı olmak için sürekli düşünmeye zorluyordum kendimi. Bakışlarım Iraz’a dönerken ayaklarım birbirine dolandı. Kısa bir yalpalamam ile Alaca ve Yazgan’ın arkasında kaldım. “Ebren!” diye haykırdı Yazgan. Ona kısa bir an bakarak devam etmesini anlattım. Sözümü ikiletmeden dediğimi yaptı. Dengemi bulabilmek için çabaladığım an ayağım bir taşa takıldı. Saniyeler sonra yuvarlanarak yumuşak kumun üstüne düştüm. Ağzımı dolduran kumu tükürürken kimsenin düştüğümü fark etmeden devam ettiğini gördüm. Korku o an tüm bedenimi ele geçirdi. Bu kötüydü, bu bana daima yanlış yaptırıyordu. “Ebren!” diye bağırdı saniyeler sonra Yazgan. Çok geçmeden fark etmişti beni. Bakışlarım onu buldu. Çaresizliğin en salt tonu kara göğün rengini taşıyan gözlerine işlemişti. Gri iris acıyla parlıyordu. Geride kaldığım yetmezmiş gibi bir de düşmüştüm ve bunu erken fark etseler de geri dönmek çok tehlikeliydi. Bakışlarım düşmanlarımızı görmek için etrafımı taradı. Onları göremiyordum. Ormanda saklanıyor olmalılardı. Korkaklar! “Odaklan, ben onu alıyorum!” diye çıkıştı Pekin derhal. Gözlerim Yazgan’ı buldu. Ellerini havaya kaldırdığını gördüm. Alnında atmaya başlayan damarı gördüğümde kendini ne kadar zorladığını anlayabildim. Ellerini göğe kaldırırken göğsünü hava ile doldurdu. Yüzük ve serçe parmağını kıvırmış, üç parmağını silah gibi tutup havaya doğru kaldırmıştı. Nefesini yavaşça verdiği esnada ellerini başının üstünde döndürdü. Saniyeler sonra yakınımızda olanlardan geldiğini düşündüğüm çığlıklar işittim. “Akbel, bizi koru!” diye bağırdı Pekin bana doğru koşmaya devam ederken. Akbel o an durdu ve ellerini yanında hafifçe konumlandırdı. Gözlerini yumup odaklandığında birkaç saniye sonra diğerleri için görünmez kılınacağımıza emindim. Üstümdeki kumu silkeledim ve ayaklanmak için harekete geçtim. O an bana doğru gelen Pekin’in bir an dengesini kaybederek düştüğünü gördüğümde bunun görüş körlüğü ve denge bozan Soylu Kanların işi olduğuna emindim. Akbel’de onlardan nasibini aldı elbette. Tüm savunmamızın o an düştüğünü anladığımda irkildim. Iraz, görünmez olamayacağımız için alevleri ile etrafımızı sararken sıcaklığın giderek arttığını hissedebildim. Bir an sonra bana doğru koşan Yazgan’ı gördüm. Adımları hızlıydı lakin yeterince değildi. Yanımda saliselik bir hızla beliren adamın beni itmesi ile dengemi kaybedip yeniden kuma düştüm. Bakışlarım hayretle o gölgeye döndüğünde yanıma yaklaşma cesaretini gösterebilenin yalnızca o olduğunu fark ettim. Dudaklarını saran o sarsıcı gülümsemesi beni dehşete düşürdü. “Küçük ve katil Vadedilmiş buradaymış!” dedi alaylı bir ses ile. Bakışlarında aleni bir küçümseme vardı. Üstüme doğru eğilip bileklerimi kavradığında zihnim hiçbir şey düşünemez oldu. Onu durdurabilirdim, bunu yapabilecek yeteneklere sahiptim. En azından uzaklaştırabilirdim ama bunu yapamıyordum. Aklım resmen durdu ve ben düşünemez oldum. Gözümün önüne devamlı olarak o hapishanede yerde yatan cansız bedenler gelmekteydi. Zihnim çığlık attı bir şey yapmam için ama yine de öylece karşımdaki adama bakmaya devam ettim. Katil! “Ebren!” diye haykırdı Yazgan. Çok az bir mesafe kalmış olmalıydı aramızda, sesi fazlasıyla yakından geliyordu. Ona bakamadım. Karşımdaki gölge beni tutarken ona ve ellerine odaklandım. “Parla, Vadedilmiş!” Pekin zihnime keskin bir ses ile haykırdı. Denileni ikiletmedim ve anında harekete geçtim sanki bunu bekliyor gibi. Gözlerimi yumdum ve düşündüm. Bir ısı dalgası açığa çıktı bedenimde. Harekete geçerken elimi kavrayan ellerin kuvvetinin giderek azaldığını ve sonunda tamamen yok olduğunu hissettim. Gözlerim hışımla açıldı. Bedenimden çıkan ışık öylesine yoğundu ki sanki güneş doğmuş gibiydi sahile. Parlaklığım yalnızca karşımdaki düşmanı değil, etrafımdaki herkesi bir anlığına kör etti. Arkadaşlarımın da elleri ile gözlerine siper aldıklarını gördüm. Öylesine parlaktım ki, aynı bir yıldız gibi! Hızla harekete geçip bir adım attım ki bir saniye sonra ayağıma yapışan el ile yeniden kendimi kumların üstünde buldum. Düşüşümden sonra ışık beni terk etti ve hızla sahil karanlığa gömüldü. Tekrar kum yuttuğum için öksürürken bileğimi sertçe kavrayan el ile nevrim şaştı. “Artık bitti!” diye haykırdı yüzüme doğru. Bitemezdi! “Yazgan!” diye bağırmaya çalıştım. Kelimeler ağzımdan fazlasıyla anlamsız bir şekilde çıktılar ama yine de beni duyduklarını ummak istedim. “Kaynat artık şunun kanını!” diye haykıran endişe dolu Pekin’di. “Bir gölge yalnızca o!” diye bağıran da Iraz. “Onun kanını nasıl kaynatsın, adamın nerede olduğunu bulması gerekir önce!” Onlar kendi aralarında tartışırken sesleri bir yerden sonra boğuk gelmeye başladı. Pekin’in sürekli zihnime fısıldaması bana yardımcı olmuyordu aksine beni tetikliyordu, yanlış yapmama sebep olacaktı! Panikliyordum, bu olmamalıydı. Karşımdaki gölge ile boğuşurken ellerimi ondan kurtarmaya uğraşıyordum ama bir türlü kurtulamıyordum ondan. Panik her yanımı ele geçiriyordu. Yapabileceğim onlarca şey aklımda dolaşırken beni korkularım durdurdu. Cesaretlendirilmeye ihtiyacım vardı, acilen! Gücüme ardı ardına ket vururken zihnim, adamdan kurtulmak için her türlü yolu deniyordum. Yazgan’ın saniyeler sonra yanımızda belirmesi ile ona doğru yöneldi adam. Boğuşurken sırt üstü düştüğüm kumun üstünde yüz üstü döndüm. O an gölgenin artık birden fazla olduğunu gördüm. Yazgan ona karşı güçsüzdü. Fiziki olarak var olmayan bir gölgeye karşı güçlerini kullanamazdı. Daha fazlasının da geldiğini düşündüğüm an kanım dondu. Panik olmamalıydım, sakinleşmezsem bir felakete daha sebep olacaktım! Kaosun tümünü içimde barındırırken bu çok riskliydi. Bir şeyler yapmalıydım ama doğru olanı! Yazgan, gölgeden kaçmak için tüm taktiklerini uyguluyor ve onu olabildiğince oyalıyordu. “Harekete geç artık!” diye bağırdığında irkildim. Onu arkamda bırakmamak için onlarca insanı öldürdükten sonra mı cidden? Hah, komik! Olduğum yerde hızlıca ayağa kalktıktan sonra derin bir nefes aldım. Ağzımda kum taneleri vardı ama bu en son önemsenecek şey olabilirdi. Gölge Yazgan’ı boğazından yakalayıp kuma tüm bedenini yapıştırdığında sıçrayarak bir çığlık attım. Odaklanmalıydım! Olabildiğince parlak olursam onu kör edebilir ve kaçmamıza yardımcı olabilirdim. Gerekirse Yazgan emekleyerek kaçardı ama başka çaremiz yoktu! Ne kadar ötelemek istesem de artık zamanı gelmişti! Gözlerim uzaktaki arkadaşlarıma döndüğünde onlarında farklı düşmanlar ile birebir mücadele ettiğini gördüm. Iraz, kendinden emin bir şekilde alevleri ile düşmanına saldırıyor ve onları püskürtüyordu. Oradan hiç ses gelmemesinin sebebinin Belen olduğuna emindim. Esin’in gücünü kullanmadığını fark ettim ya da gücü o şekilde silah olarak kullanabileceği bir şey değildi. Alaca düşmanların bulunduğu yeri sarsarken etraflarında uçuşan onlarca nesne mevcuttu. Buradan nasıl kurtulacaktık? Bedenim bir anda alev aldı. Sıcaklık derimin altından yakıcı bir şekilde yükselirken ışık bedenimden fışkırmaya başladı. Yazgan ve Gölgenin anında birbirlerinden uzaklaştığını gördüm. Gölgenin sahibi ise kontrolü kaybetmiş olacak ki yok oldu bir anda. “Kaç!” diye haykırdıktan sonra hızla hareketlendim. Pekinlere doğru tüm hızımla koştum. Aramızdaki mesafeyi kısa bir sürede kapattıktan sonra onların yanındaki yerimi aldım. Yazgan’da hemen bana yetişti. Yakındaki tüm düşmanları etkisiz hale getirebilirdim ama bu sefer kolay olanı seçmeyecektim. Bu sefer tüm anlamı ile savaşacaktım. “Belen!” diye haykırdım. “Sesi em!” Dediğimi derhal yaptığında düşmanlarımız bir an duraksadı. Belen’e durmasını söylemek için bekliyordum. Biraz daha yaklaşmalarına ihtiyacım vardı. Üstümüze doğru tüm güçleri ile koştuklarını gördüm. Kan, Zaman, Mekân Hâkimleri an kaybetmeden güçlerini kullanırken Akbel’in gücü sayesinde bunlardan en az şekilde etkilendik. Gerçi ben hiç etkilenmedim. Yakınlıkları arttıkça etkileri de arttı. Savaşan arkadaşlarımın birer birer yere düşmelerini izlemek zorunda kaldım. Ne yapacağımı bilen Pekin sesini dahi çıkartmadı. Koskoca evrenin gücünü içinde taşıyan birinden korkmalılardı ama onlar korkusuzca üstümüze geliyordu. En son Belen’in de Zaman Hâkimlerine yenik düşmesi ile ayakta tek ben kaldım. Onlarcası beni yemek için geliyordu ama midelerine oturacağıma söz veriyordum. Yakınlıkları riskli bir seviyeye geldiğinde derin bir nefes aldım. Dilim, kuruyan dudaklarımın üstünde küstah bir şekilde dolaştıktan sonra kibirli bir gülümseme yayıldı dudaklarımdan. “Ben Ebren Hıncal!” diye bağırırken sesim olduğundan binlerce kat yüksek çıktı. Kulak zarlarına zarar verip onlara dengesini kaybettirecek kadar. “Dengeyi ve adaleti sağlamak için vadedildim!” Ellerimi iki yanımda açıp önümde alkış yaptığım an her birinin geriye doğru savruluşuna seyirci oldum. Ormanın derinliklerinde beni izleyenlerin dehşete kapıldıklarına emindim. “Dengeyi ve adaleti sağlayacak olan yeryüzüne geldi.” Diye haykırırken sesim sahilde yankı buldu. Bedenimden yayılan ışığa, önlerini kesmek için parmak uçlarımdan sıçrayan ateş kıvılcımları eklendi. “Gücünü kanından alanlarında hesap vereceği gün geldi!” Avuçlarımı yukarı çevirip baş parmağım ve serçe parmağımı birleştirdim. Tepemize biriken bulutları gördüklerine emindim. “Devam et!” diye çığlık attı birisi zihnime. Bu Pekin değildi ama beni yoldan çıkartmaya çalışan kişi de! “Sen içinde evrenin, yıldızların ve kaosun gücünü taşıyansın. Elementler sana itaat eder, evren içindeki gücün önünde diz çöker!” Sahili bu sefer bedenimden yayılan ışık değil, çakan şimşekler aydınlattı. Bakışlarım bana korku ile bakanların üstünde dolandı. Sonlarının o hapishanedekiler gibi olacağına emindiler. Bu sefer değil! “Ucu göğe uzanan kalelerinin dibine gömülecek.” Derken ellerimi bedenime doğru çektim. Sol elimi tam önümde tutup tüm parmaklarımı birleştirdim. Sağ elim onun üstünde daireler çizerken şimşekler giderek şiddetlendi. Hızla yağmur damlaları toprağa düşerken onlara yeterince korku saldığımı biliyordum. “Dengeyi ve adaleti en güçlü olan duygu sağlayacak.” Dedikten sonra sırıttım. Bir de kehanetin devamını söylesem ödleri kopardı işte o zaman! Yağmur damlaları hızla donarken onları zihnimde şekillendirdim. Mızrak gibi düşmanlarımın etrafına düşerek onları buzdan demir parmaklıkların içine hapsettim. Aynı buzdan mızrakları ormanın içinde canlı varlığı hissetmediğim yerlere düşürdüm korkutmak amaçlı. “İstediğiniz kadar beni durdurmaya çalışın!” diye haykırdım. “Hiçbirinizin gücü beni durdurmaya yetmeyecek.” Elementler sana itaat edecek... Ellerimi omzumun gerisine yerleştirip hissettiğim varlık ile gülümsedim. Bir kütle suyu alıp metrelerce önümüzde uzanmasına izin verdim. Ardından su kütlesini dondurdum. Gücümün bir sınırı var mıydı? Kendimizi koruma çemberine aldıktan sonra hızla arkadaşlarıma döndüm. Onların ne halde olduklarını görmem gerekiyordu. Yazgan ve Pekin ayılmış ve doğrulmuşlardı. Her ikisi de hayranlıkla beni izliyordu. Alaca, Iraz’ın başına bir bez bastırıyordu, yaralanmış olmalıydı. Esin ve Akbel de Belen’in koluna girmişlerdi. Arkamızda koca bir gemi vardı. Orta direğinin kömürleştiğini gördüm. İlk iş olarak o kömürleşen yerden kırılmaması için direği tamamen dondurdum. Her gün kendimi yeniden keşfediyor olmak ürkütücüydü. Dünyayı yok olmanın aşamasına getirip mutasyon etkisi ile kanlarında gelişen evrimden sonra özel güçlere sahip olanların, Soylu Kanların içinde elementleri yönetebilen yoktu. Iraz’ın ateşi kontrol ettiği gibi farklı elementleri kontrol edenler olmalıydı. Element kontrolü yalnızca kadınların sahip olabildiği bir güçtü o halde çünkü Fısıltı Kahinlerinin kızları ne Soyluydu ne de Eski! Düşmanlarımızın geri çekildiklerini görmek mükemmel hissettirdi. Bunu son savaşta da yapacaklardı! Pes etmek yoktu, bu savaşı durduracaktım! Öncesinde engel olmak için de her şeyi yapmak isterdim ama kaçınılmaz olduğu aşikârdı. “Ebren!” dedi Yazgan heyecanla yanıma gelirken. “Bunu nasıl yapabildin?” Ona bakarken dudaklarımda bir gülümseme belirdi. Bir çocuk kadar heyecanlı ve meraklıydı. Gözleri parlıyordu yıldızların bulutlarım yüzünden yok olduğu gökyüzünün altında. “Çünkü içinde evrenin gücünü taşıyor.” Diyerek yerime cevap verdi Pekin. “İçinde kaosu barındırıyor.” Diyerek ekledi Iraz. Öfkeli bakışlarım derhal onu buldu. Alenen kıskançlıktı artık yaptığı! “Ve kaos sayesinde şu an hayattasın!” diyerek ona karşı ters ters baktı Belen. “Vadedilmiş olan bir yıldız olarak tanımlanır ama kaostan doğmuş olanı yalnızca bir yıldız olarak görmek sığlık olacaktır. O tüm elementlerin, gezegenlerin ve evrenin enerjisini içinde barındıran. Yapabileceklerinin bir sınırı olmadığı söyleniyor!” “Bu onu Yaratıcı yapardı!” diyerek küçümseyerek konuştu Iraz. “Bu onu Yaratıcının seçilmiş elçisi yapar!” diyerek araya girdi Alaca. “Onu evreni kurtarmak için göndermiş Yaratıcı elbette onu sınırlandırmaktan kaçındı!” “Tartışmayı kesin artık!” diyerek araya girdi Pekin. “Hepinize teşekkür ederim, birbirimizin arkasını kolladık! Düşmanlarımız kaçarken bizim de aynısını yapıyor olmamız gerek!” Onun sözlerinden sonra toparlanıp hızla gemiye doğru ilerledik. Biraz hasar almış olsa da Pekinlerin koruması sayesinde bizi varacağımız yere kadar ulaştırabileceğini söylediler. Arkama son kez baktığımda hala buz parmaklıklardan insanları çıkartmaya çabaladıklarını kalın buza rağmen gördüm. Sabah güneş o buzu eritirdi umarım... “Kaosun Kızı,” diye zihnime fısıldayan ses oldukça memnun geliyordu kulağa. “Başaracağını biliyorduk!” *** SARAYŞIK Tanla Alenen tüm haklarım gasp edilirken herkes sessizce buna seyirci kaldı. O kendini beğenmiş Soylu Piç, beni özel gayrimenkul ve menkul varlık uzmanı olarak atarken kimse, ben bile engel olamadım. Kafasına koyduğu şeyi sırf bana eziyet edebilmek için yapacağını tahmin ediyordum. Tehlikede olduğumu haykırıyordu zihnim bana lakin elimden kendimi kurtarmak için hiçbir şey gelmiyordu. Üstelik özel güçlerimin farkındaydı ve benim Eski Kandan olma olduğumu herkes biliyordu. Soylu Kanlar içinde ışığı kontrol edebilen birisi yoktu. Ablam gibi olduğum anlaşılırsa beni an bile düşünmeden öldürürlerdi ve o Soylu Piç bunu biliyordu! Kocaman sarayda, hayatımda asla bulamayacağım bir lüks içindeki odada tutuluyordum. Kapımın önünde muhafız bekliyordu. Kaçmamı engellemek için beni beşinci katta tutuyordu. Odamın pencereleri uçsuz bir yamaca bakıyordu ve buradan atlamam ölüm fermanıma atacağım imzam olurdu. Aslında fena fikir değildi! Kapım hızla açıldığında oturduğum koltukta sıçradım. Bakışlarım hayretle karşımdaki adama döndü. Sarı saçlarını elleri ile karıştırıp bana doğru yürüdü. Açık mavi gözlerinde ürpertici ışıltılar vardı. Keskin bakışları üzerimde dolaşırken oturduğum koltuktan usulca kalktım. Ona saygı duyacağımı düşünüyor ise avucunu yalardı. Değil prens isterse dünyayı yöneten kişi olsun yine de umurumda olmazdı. Ablamı ve ailemi öldürmekle tehdit eden bir ucubeydi o gözümde yalnızca! “Tanla Hıncal?” dedi alaylı ses tonu ile. “İlter Pars?” dedim tüm o soylu sıfatlarından arındırarak ismini bilerek kullandım. Dudaklarında asi bir kıvrılma oldu. Sonraki an ise göremediğim bir hızla bana doğru hareket edip bileğimi kavradı ve beni hışımla kendisine çekti. Resmen gücü altında bedenim çığlık çığlığa onun bedenine çarptı. Gözleri öfke ile yüzümü tararken kendimi fazlasıyla savunmasız hissettim. Gözümü kırptım, yeniden kırptım ve bir kez daha kırptım. Gözlerine giren ışık her hareketimde artarken nihayet bileğimi kerpeten gibi saran elinden kurtuldum. Elleri ile gözlerini ovarken hırlıyordu resmen vahşi bir hayvan gibi. “Bunu yaptığın için bile öldürebilirim seni!” diye hırladı resmen. “Ama öldürmüyorsun!” diye çıkıştım yine nereden geldiğini bilmediğim bir cesaretle. “Çünkü bir manyak gibi takıntılı olduğun güce ulaşmak, o güce de ablamın aracılığı ile ulaşmak için bana canlı ihtiyacın var! Ablama zorla bir seçim yaptırtacaksın, bu yüzden yanında olmamı istiyorsun!” Ses tonum her cümlemde bir ton daha yükseldi. Karşımda bana hayretle bakan bir adam kaldığında sustum. Öfkem her şeyeydi! Bu düzeni kuranlarda, eşiklik ve adaletten bihaber olanlara ve nicesine! En çok Yaratıcıya öfkeliydim sanırım. Çünkü bunca şey yaşanırken, Eski Kanlar ölürken öylece izlemiş olmasını sindiremiyordum. Müdahale etmek zorunda değildi ama onlar bu dünyayı yaşanamaz kılarken öylece bekleyebilmesini mantıklı bulmuyordum! “Ablandan zekisin,” derken sırıttı. Hiç düşünmeden elimi kaldırıp o bembeyaz tenine sertçe çarptım. Tokadın şiddeti yankılanan sesinde saklıydı. Bunu ben bile beklemiyordum. İlter, birkaç saniye savrulan başını bile düzeltemedi şaşkınlıktan. Yanağının her saniye daha fazla kızarışına şahit olmak beni korkuttu. İşte bu benim sonum olabilirdi. O mavi bakışlarda yanan kızıl bir alev ile bana döndüğünde yutkunmak zorunda hissettim. İşim bitmişti! Bu sefer onun öfkesini durdurabilecek hiçbir şey yoktu. Anında gücüme başvurdum. Yansımalar yaratıp ışığın arkasına saklanırken onun için görünmezdim. Banyoya kadar hızla ışık huzmelerinin arasında saklanarak ilerlerken bir anda tüm ışığın karanlığa gömülmesi ile irkildim. Beni öldürecekti! Beni bileğimden tutup döndürmesi ile bir çığlık attım. Etrafın aydınlık olduğunu, zihnime oyun oynadığını biliyordum. Buna katlanabilirdim. Sakinleşirsem her şey netleşecekti. “Sana bu cesareti veren nedir?” diye fısıltıyla soran sesinde ölüm naraları gizliydi. “Sen kendini ne zannediyorsun?” diye haykırdı bir sonraki an. Beni savurduğunda korkudan ödüm koptu. Yatağın yumuşak ve serin kumaşlarını hissettiğimde derhal harekete geçtim. Beni alenen kör etmiş olmasına rağmen direnmeye devam ediyordum. Yatağın üstüne tırmanıp kendimi diğer tarafına geçirdim ve karyolanın altına saklandım. Lakin atladığım bir şey vardı! Beni omzumdan yakaladığı gibi çektiğinde artık çığlık atmanın bile ötesine geçmiştim. Beni öldürecekti, gerçekten öldürecekti! Onun görebilirken benim zihnime etrafın tamamen zifiri karanlık olduğuna inandırılması haksızlıktı. “Çok güveniyorsan kendine adil savaşsana!” diye bağırdım suratına karşı. Omzuna olduğunu düşündüğüm bir yere vurduktan sonra çırpınmaya başladım. Ondan korkmayacaktım. En fazla beni öldürebilirdi! “Pek benlik değil,” diye mırıldandı küstahça. “Hah!” dedim ondan kurtulmak için ona vurmaya devam ederken. “Kendine güveni olan birisine benzemiyorsun zaten. Baban Kral olmasaydı vasıfsız, gerçeklik ve kendi oluşturduğu illüzyonlar arasındaki farkı bile anlayamayacak bir zavallı olurdun! O çok arzu ettiğin gücü bile kendi ellerinde alamayacağını bildiğin için ablamı yanında istiyorsun çünkü o basit kan dediklerinden birisi doğuştan asla sahip olamayacağın bir güce sahip!” Sözlerimin keskinliğinin tam kalbinin ortasına batmasını istedim ve istediğimi de aldım. Hareketleri donduktan kısa bir süre sonra görüşümde geldi. Yüzünde tek bir mimik dahi oynamazken öylece bana bakakalmıştı. İşte adice böyle oynanır, Soylu Piç! “Gerçekleri duymak pek iyi gelmedi sanırım, soğuk su ister misin?” derken onu ittirip yerden kalktım ve üstümü düzelttim. “Kendi yetersizliğin yüzünden başkalarına zarar verebilmeyi kendine hak sanan bir zavallıdan fazlası değilsin! Gücünü yettiremediğin babanın sana yaptıklarını başkalarına yaptığında soğuyor mu bari için?” “Kes sesini!” diye gürlediğinde bende tek bir mimik oynamadı. Onun karşısında hiçbir zaman güçsüz kalmayacaktım. O benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamak mı istiyordu, o halde dişli bir rakip seçmişti! “Ne o, adil oynamak istemediğini söylemedin mi?” “Kes sesini, basit kan!” diye kükredi. “En azından kanım basit, senin gibi karakterim değil!” diye gürledim kendime mâni olamayarak. Kapım bir kez daha hışımla açıldığında bakışlarım merakla oraya döndü. Oldukça güzel giyimli, sapsarı saçları özenle yapılmış olan kadın içeri girdiğinde hayretle ben ve İlter’e baktı. “Burada ne oluyor?” diye sorarken ses tonunda bir farklılık hissettim. Gücü ile sesini mi büküyordu? “Ne oluyorsa da seni ilgilendirmiyor, Tilun!” diye hırladı resmen bir yırtıcı hayvan gibi. “Her an karşıma çıkmaktan, işlerime burnunu sokmaktan vazgeç!” Öfke ile küçük çenesi kasıldı sevgili prensesimizin. Ardından o delici mavi bakışları beni buldu. Dudaklarımda küstah bir gülümseme ile ona baktım. “Ne sırıtıyorsun?” dedi kendinden emin bir şekilde. Aynı kardeşi gibi, gücü birine yetmedi diye gücünün yettiğinden hırsını çıkartacaktı! “Söylediklerini duydum, asılmanı sağlayacağım!” Şuh bir kahkaha attım. Bu iki kardeş beni gerçekten ölümle korkutabileceklerini mi düşünüyorlardı? Bu kadar acınası olamazlardı! “Ne yaparsanız yapın, denge ve adaleti sağlayacak olan sizler için geliyor!” diye bağırdım an dahi düşünmeden. “Bir de teröristsin!” dedi öfke ile. “Onca Soylu Kanı öldürmüş olanları savunduğun için acı çekerek ölmeni sağlayacağım!” “Kes sesini!” diye konuştu nihayet İlter. “Hiçbir halt etmeyeceksin! Bu odaya hiç gelmedin ve bizi görmedin. Şimdi defol!” Hayretle sarsıldı. Küçük çenesi öfke ile titrerken ona baktım dikkatle. Abisine karşı salt bir öfke besliyor olması tuhaftı benim için. Ben abim için canımı bile verirdim lakin sarayların içi sevgi dolu değildi sanırım. Daha çok entrika, öfke, suikastlar ile dolu olmalıydı! “Neden?” diye haykırdı o an Tilun daha fazla susamayarak. “Ne bu Eski Kan zaafın? Gördüğün her Eski Kana âşık olmak gibi kötü bir huyun var! Önce bunun terörist ablası ve şimdi de onun kardeşi mi, İlter? Senin derdin ne?” “Tilun!” diye kükrerken öfkeden gözü dönmüş gibi görünüyordu. “Sana sesini kesmeni ve defolup gitmeni söyledim! Her an karşıma çıkmaktan ve daima peşimde açığımı arayan bir gölge gibi dolaşmaktan vazgeçmez ise kral olunca bir varisim olduğu ana kadar ölmeyi beklemen için seni zindana kapattırırım!” Sözleri beni bile dehşete düşürdü. Ona hayretle bakakalmaktan kendimi alıkoyamadım. Böylesine birbirlerine karşı sevgisiz ve acımasız olmaları inanılır gibi değildi. Buralarda her şey aileden daha önemli gibi görünüyordu! “Sana inanamıyorum, hırstan aklını kaçırmışsın nihayet!” diye bağırdı öfke ile Tilun. Ağlıyordu, gözümle görmesem inanmazdım ama gerçekten incinmiş görünüyordu. “Basit bir kan için işittiğim sözlere inanamıyorum! Ben Barshan Ülkesinin Prensesiyim, bir daha benimle bu şekilde konuşmaya cüret dahi etme!” “Karşında da o ülkenin müstakbel Kraliçesi duruyor!”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD