3. Kabul Töreni Öncesi

1234 Words
Alvira Dağlarında Bir Kale Yeraltı Zindanları Orta Çağ Sonlarında Dört Cadı Karanlığın hüküm sürdüğü topraklarda geceden bir farkı yoktu gündüzün. Güneşin aydınlattığı yeryüzünde ışığın ulaşamayacağı kadar derindi zindanlar. Karanlık, ürpertici ve soğuktu duvarlar. Işığı görmeyeli aylar mı geçmişti yoksa yıllar mı, bunu bile söyleyemezlerdi bu soğuk duvarların arasında yaşayanlar. En büyük düşmanları olan karanlığı dost edindiklerinde, ışığı özleyeceklerdi. Ancak ne kadar isteseler de dokunamayacaklardı güneşin sıcaklık veren ışığına. Tenlerinde sıcaklığını hissettikleri güneşin dokunuşunu bile hatırlayamayacakları kadar uzun zaman geçtiğini fark edeceklerdi sonunda. Işığın ulaşamadığı kadar derinlerde saklanan dört genç kadın meşalelerin aydınlattığı zindanların daimi misafirleriydi. İçlerinden bir tanesi dumanı tüten bir su havuzunun başında dışarıdaki dünyada yaşananları izlemekle meşguldü. Bir diğeri otları karıştırıp, damıtma sisteminden şifalı iksir karışımları elde etme derdindeydi. Gözleri kapalı oturan genç bir kadın bilgeliğinin sınırlarını zorluyor ve gelecekten haber alabilmek için taşlarına danışıyordu. Dördüncü kadın ise parşömenleri satır satır okuyordu, ta ki aradığı şeyi sonunda bulana kadar. “Yüce Tanrılar…” Parşömenleri bırakan kadın diğerlerine “Zaman doluyor.” dedi. “Her şey kehanetteki gibi…” Suya bakan kadın “Yola çıktılar.” dediğinde, damıtma sisteminin başındaki kadın da “Her şey hazır.” dedi. Kapalı olan gözlerini açan kadın “Tören için artık hazırız.” diyebildi solgun bir sesle. Sonra da su havuzuna dönerek “Jennifer.” diye seslendi oradaki kadına. “Gelecekle ilgili bir şeyler görebiliyor musun?” Soru ortamı gererken, bu dört kadının en büyük korkusu bilinmezlikti. Geleceğin ihtimaller üzerine kurulu ve öngörülemez doğası hep korku yaratmıştır. Konu gelecek olduğunda, damarda kan yerine korku akıyordu. Kalp her atışında kan değil, bilinmezliğin korkusunu pompalıyordu damarlara. Sonunda tıpkı karanlık nasıl zindanı kuşatıyorsa, bedeni de öyle esir alıyordu korku. Yeraltı zindanlarından çıkışı olmayan dört kadın şimdi umutsuzca bir kurtuluş arıyordu. Karanlığın içerisinde ışığa muhtaç kalan gözlerle de arayışlarına devam ediyorlardı. Buharı yükselen su havuzuna bakan Jennifer umutsuzca başını salladı. “Sadece belirsizlik.” dedi herkesin en büyük korkusunu dile getirerek. “Sürekli var olan bir değişkenlik, olasılıkların yol açtığı binlerce farklı yol ve belirsizliklerle dolu bir gelecek… Orada gördüğüm şey koca bir hiçlik, büyük bir karanlık ve asla bitmeyen keder dolu bir yalnızlık…” Duydukları ile karanlık zindanların yol açtığı umutsuzluğa düşmek kolaydı. Önemli olan şimdi birlik olmaktı. Birlik oldukları takdirde içinde bulundukları zindanlardan çıkabilir ve atalarının kendilerine miras bıraktığı soylarını koruyabilirlerdi. Yere diz çökmüş oturan kadın diğerlerine “Yanıma gelin.” dedi. Su havuzunun başındaki Jennifer bir tarafına geçerken, diğer tarafına geçmesi için şifalı otları karıştıran kadına “Sara” diye seslendi. Tam karşısına ise parşömenlerle ilgilenen kadının geçmesiyle gülümsedi. “Debbie.” Dört kadın bir yoncanın dört yaprağı gibi bir araya geldiler. Hepsi de bir yönü temsil eder gibiydi. Sabah güneşi gibi parlayan doğunun incisi Sara batı dairesinde otururken, tam karşısında da batan akşam güneşiyle doğan çoban yıldızı Jennifer doğu dairesindeydi. Oluşturdukları çemberin güneyi temsil eden dairesine kuzeyin sert rüzgârlarının büyüttüğü Debbie otururken parşömenleri de yere serdi. Tam karşısında oturan kadına “Diana” dedi sıranın onda olduğunu göstererek. Kuzey dairesine oturan güneyin parlak günışığı Diana, elindeki taşları parşömenlerin üzerine fırlattı. Her biri yeryüzünün bir yönünü temsil ediyordu. Ancak güçlerini saklayabilmek adına oluşturdukları çemberin kendilerine ait kısmında değil, zıt kısmında oturuyorlardı. Güneyin sıcaklığıyla büyüyen cadı Diana gücünü saklayabilmek adına kuzey dairesinde otururken, kuzeyin sert fırtınalarıyla büyüyen sert mizaçlı cadısı Debbie kendisinin yerine güney dairesinde oturmaktaydı. Parşömenlerin üzerine fırlattığı taşlar, söylediği büyülü sözler eşliğinde dönerek bir taraflara savruluyor ve en sonunda durdukları yerlerde bir şeyleri işaret ediyorlardı. Batan güneşin kızı Jennifer oturduğu doğu dairesinden elini taşlara uzatarak “Geleceği gören yeteneğim adına yemin olsun ki kuyruklu yıldız geliyor.” dedi. Uzun zaman sonra ilk kez gelecekle ilgili umutla baktı diğerlerine. “Kuyruklu yıldız geldiğinde tören başlayacak.” Batı dairesindeki doğunun incisi Sara “Nihayet esaretimiz sona eriyor kardeşlerim.” dedi sevinçle. Mantığını hiçbir zaman kaybetmeyen soğuk mizaçlı Debbie “Törenden önce diğer kardeşlerimiz ve yeni olanlar gelmeli.” dedi unutmaya başladıkları bir gerçeği dile getirerek. Güneyin sıcağına kavuşma arzusu taşıyan Diana “Merak etme kardeşim. Törenden önce geleceklerini hissedebiliyorum.” diyerek Debbie’ye endişelenmelerine gerek olmadığına dair güvence verdi. Bilgeliğiyle ünlü bu kadından herkesin öğreneceği çok şey vardı. “Sakın korkmayın kardeşlerim. Şimdi dört kişi olabiliriz, ama dışarıda iki kardeşimiz daha var. Onlar geldiğinde tam altı kişi olacağız. 'Altı'nın Gücü' söz konusu olduğunda kimse bize karşı koyamaz.” Diana’nın sözleri diğerlerini de motive ederken Jennifer ona destek verdi içtenlikle. “Haklısın. Aramıza yeni katılacak olan kardeşlerimiz yakında burada olacak. Birleşmek için sabırsızlanıyorum.” Sabah güneşi gibi parlayan Sara bütün enerjisiyle yanındakilere mutluluk verdi. Az önce karamsar olan düşünceleri yok olurken, düşüncelerini kendileri için umut dolu seçeneklere yönlendirmek şifa yeteneğinin bir getirisiydi. “Onlarla birlikte gücümüze güç katacağız. Parlak günlerimize yeniden dönüyoruz sonunda. Yeni olanların gücüyle bu cehennemden kurtulacağız.” Debbie uzun zamandır amaçlarına kavuşmayı beklerken, kısa bir süre sonra bütün yaşadıklarına değecek gelişmeler olmasını diledi. Altı’nın Gücü adını, asırlar öncesinde ataları olan altı güçlü cadı soyundan almıştı. İnsanlar kendilerine cadı meclisi gözüyle baksalar da kendileri sadece soylarını korumaya çalışan bir avuç cadı soylusuydu. Ancak bugüne kadar atalarına nazaran kendi dönemleri çok sönük geçmişti ve bu dönem artık sona ermek üzereydi. Törenden sonra bambaşka bir devir başlayabilir, cadı soyu yükselişe geçebilirdi. İnsanlar yüzünden azalan, yok olmaya yüz tutan cadı soyu yaşam mücadelesi veriyordu. Soylarını yok olmaktan kurtarma kuvveti, insanların cadı meclisi adını taktığı Altı’nın Gücü’ndeydi. Diğer daireleri dolduran iki cadı soylusu kardeşleri uzun zamandır dışarıdaydı. Kendileri esaret altında oldukları süre boyunca "Zıt Kutup Çemberi'ni" oluşturmuşlar, güçlerini saklamanın ve herkesten saklanmanın başka yolunu bulamamışlardı. Oluşturdukları bu yeni çemberde farklı yönlerin dairelerine geçtiklerinde güçleri başkaları tarafından görülemez oluyordu. Ancak Altı’nın Gücü’nü oluşturan gerçek çember asıl güçlerini tamamen ortaya çıkarıyor ve en güçlü oldukları seviyeye ulaştırıyordu. Fakat Altı’nın Gücü’ndeki çemberi oluşturan iki daire boştu. Diğer iki cadı soylusu dairelerine geçmediği sürece asla tam güçlerine ulaşamazlardı. Kuzeyin soğukluğunu koruyan Debbie oturduğu güney dairesinde güçlerinin gerçek potansiyelini saklayarak gülümsedi. “Sonunda büyük amacımızı gerçekleştirebileceğiz. Gerçeği bizden başka bilen yok. O yüzden bizler yaşamalıyız ve yüce amacımız uğruna kendilerini feda eden atalarımızın ruhlarını onurlandırmalıyız. Nihayet ruhları huzura erecek.” Güneyin sıcağından gelen Diana minnetle andıkları atalarına saygıyla başını eğdi. “Her zaman atalarımıza minnettar olacağız. Hayalimizi gerçekleştirmek için o kadar uzun zaman bekledik ki bunun için her şeye değer. Uğruna ölünesi bir amaç için yaşıyoruz. Bu sefer hiç kimse bu hayali gerçekleştirmemizi engelleyemeyecek.” İnsanların cadıları yüzyıllardır avlayarak, insanlar ve cadılar arasında başlattıkları savaş hâlâ tüm canlılığını koruyor, vahşet cadıların avlandığı her yerde görülüp hissedilebiliyordu. Cadıların soylu meclisi kendi halkını koruyabilmek için yeni bir çağın eşiğinde duruyordu. Yeni bir çağın başlangıcında olduklarını ve bir devrin bitmek üzere olduğunu kendileri kadar insanlarda hissediyordu belki. Öngörülemez gelecek sürekli yer değiştiriyor ve dünya bir savaşın eşiğine doğru ilerliyordu. Cadı meclisi insanlara öfke duyuyor ve kin kusmak için fırsat kolluyordu. İçlerinde yanan intikam ateşini körükleyen geçmiş, insanların kanının dökülmesine zemin oluşturuyordu. Kimin ne söylediğinin bir önemi kalmadan cadı meclisi, halkının duygularını dile getirdi öfkeyle. “Bu uğurda dökülen kanların hesabı sorulmalı. İnsanlar cadı soyunu katletmenin bedelini ödemeli.” “İnsanlar dökülen kanlarımızın hesabını vermeli. Bize yaptıklarını ödemeliler. Tıpkı bizim bedelini çok ağır ödediğimiz gibi.” “Olması gereken belli kardeşlerim. Şimdi kan istiyoruz. Batan bir çağın sonunda cadı soyu yükselmeli. Durduğumuz yer yeni bir çağın başlangıcı. Artık biz yükselmeliyiz.” “Cadıların zamanı geldi, insan soyu günahlarının bedelini ödemeli, kan her şeyi temizlemeli, bunu onlara beraber ödetmeliyiz.” “Dişe diş, kana kan. Savaş yeni başlıyor. Bizim çektiğimiz acıları onlarda çekecek. Artık bizim zamanımız geldi kız kardeşlerim.” “Cadı soyu yükselmeli.” “Cadılar zamanı.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD