Gözlerimi etrafta gezdirerek Payna’ya ilk adımımı attım. Payna, tarif edemeyeceğim kadar harika gözüken bir beldeydi. Dört tarafı yeşilliklerle çevrili ağaçların arasında kalmış bir alandı ve başımı ne tarafa çevirirsem çevireyim çam ağaçlarını ve uzun kavak ağaçlarını görebiliyordum. Önümde uzanan yol beni meydana götürecekti bu sebeple adımlarımı durdurmadan kuaförü bulmak için yürümeye devam ettim.
Yürüdükçe kulağıma dolduran kalabalığın sesi ile bakışlarımı güneşi arkasına almış üç tepeye çevirdim.
Payna’nın üç tepesi…ve tepedeki üç ev…
Üç ev buranın yöneticilerine aitti. Tahmin edersiniz ki bu yöneticilerin her biri ayrı ayrı burada olma sebebimi oluşturuyordu. Gözlerimi üç tepeden zorlukla çekerek meydana doğru yürümeye başladım.
Yürüdükçe beni fark eden kalabalık önce beni baştan aşağı süzüyor ardından tanıyamayınca da birbirlerine göstererek aralarında konuşuyorlardı. Bana bakan birkaç göze ne bakıyorsunuz der gibi baktığımda bakışlarını dahi çekmediklerini fark etmemle elimdeki çantayı daha sıkı tutarak kuaförü aramaya başladım.
Çok geçmeden Kuaför Azize yazısını gördüğümde yüzümde oluşturduğum sahte gülümseme ile adımlarımı hızlandırarak kuaföre doğru ilerledim. Kuaförün önünde durduğumda neşe katmaya çalıştığım sesim ile kalabalığın merakını gidermek istercesine bağırarak:
-Halaa ben geldim dedim. Sesimi duyan Beril komiser sanki bunu bekliyormuş gibi hızla içeriden çıkarak bana sarıldı. Bende elimdeki çantayı bırakarak ona sarıldığımda meydanda bizi izleyen herkese özlem dolu bir hala yeğen kucaklaşması yaşatmıştık. Beril komiser uzun bir sarılmanın ardından kendini geri çekerek yüzümü avuçlarının arasına alıp:
-Oh güzel kızım benim nasıl da özlemişim seni diyerek bana tekrar sarıldığında bir an gerçekten halamla sarıldığımı bile düşündüm. Ayrıldığımızda elini omzuma koyarak:
-Geç halacım geç uzun yoldan geldin dedi ve ben kuaföre girerken o arkasına dönerek:
-Geçen ay anasını kaybeden yeğenim. Cenazeye gitmiştim. Benden başka kimsesi kalmadı yavrumun dedi. Ardından abartılı bir şekilde bana dönerek saçlarımı okşadı ve:
-Ah halasının güzeli kendi güzel bahtı kara yavrum benim dedi ve bizi izleyen mahalleliye dönerek:
-Ben biraz kuzum ile ilgileneyim dedi. Ardından bana bakarak:
-Geç halam geç dedi ve ikimizde içeri geçerken kuaförün kapısını kapatarak bana baktı ve ciddi bir şekilde:
-Geç otur Leylacım dedi. Anında değişen ses tonu ve tavrı şaşırmama neden olurken gösterdiği koltuğa oturdum. Beril komiser de yanıma oturduğunda yanıma iyice yaklaşarak:
-Ben de seni bekliyordum. Bundan sonra beraberiz dediğinde gülümsemeye çalışarak:
-Burası çok farklı bir yermiş dedim. Beril komiser:
-Öyledir ama zamanla alışırsın. Şimdi sana anlatmam gerekenler var dedi. Merakla ona baktığımda:
-Buraya girmiş olman kabul edildiğin anlamına gelmiyor. Payna dışarıdan adam kabul etmez. Sen de her ne kadar benim yeğenim olarak girmiş olsan da üç yöneticinin onayını almadan burada yaşayamazsın dedi. Kaşlarımı çatarak:
-Nasıl yani dediğimde Beril komiser başı ile dışarıyı işaret ederek:
-Gelirken gördüğün üç tepe Payna’nın üç yöneticisine ait. İlk tepe Adagan tepesi, orada Aslan bey oturuyor ve o tepenin eteklerindeki tüm fabrikalar onun için çalışıyor.
-İkinci ve en büyük olan tepe Kısıl tepesi, orada Haşim oturur. Aralarında en ihtiyar ve en pis olanıdır. İnsan demeye bin şahit ister dedi. Beril komiserin yüzündeki tiksinti ifadesine baktığımda Haşim’le ilgili daha fazla bilgiye ihtiyacım olmadığını düşündüm. Merakla:
-Peki ya son tepe dediğimde Beril komiser gözlerini karşı duvara dikerek:
-Son tepe Izıh tepesi, orada Ferman var. Ferman aralarında en küçükleri. Birkaç yıl önce Ferman’ın babası Faysal felç geçirip komaya girince işlerin başına apar topar Ferman’ı geçirdiler.
-Hangi tepede hangi fabrikayı görüyorsan bil ki o fabrika ait olduğu tepenin yöneticisin ait. Buranın en zengini kim diye soracak olursan da maalesef ki Haşim pisliği. Meydanda gördüğün çoğu insan onun elinden ekmek yiyor. Bu sebeple en çok ona hürmet ederler dedi. Aldığım bilgilerle anladığımı belirtircesine başımı salladığımda aklıma takılan soru ile:
-Beni nasıl onaylayacaklar diye sordum. Beril komiser bilmiyorum dercesine omuz silkerek:
-Hepsi ayrı ayrı seni görecek. Gördüklerinde gitmeni isterlerse bunu anlarsın. Eğer kalacak olursan da senin için bir şenlik düzenlenir ve Paynada yaşayacağın herkese duyurulur dedi. Kaşlarımı çatarak:
-Garipmiş dedim. Beril komiser kanepeye iyice yaslanarak:
-Garip ama eğlenceli. Buranın şenlikleri farklı olur ve herkes çok sever. Düşün ben bile seviyorum. Eğer kabul edilirsen herkes sayende bayram edecek dediğinde merakla:
-Benden sonra buraya Ufuk da girecek aynı şeyler ona da yapılacak mı? Diye sordum. Beril komiser başını hayır anlamında salladı ve:
-Ufuk benim oğlum olarak gelecek. Paynalılar zaten bir Erdinç tanıyorlar sadece şimdi daha büyük bir Erdinç görecekler dedi. Merakla:
-Nasıl yani dediğimde Beril komiser ayaklanarak:
-Buraya ilk geldiğim zamanlar her şey planlandı. Ben buraya kocası Haşim için çalışan kadınlardan biri olarak oğlumla girdim. Oğlum büyüdüğünde İstanbul’a gitti çünkü sizin başınızda erkek yoktu. Şimdi ise işleri toparlayıp dönecek dedi. Kendimi koltuğa atarak:
-Kendimi çok önemli bir görevin içinde hissediyorum dediğimde Beril komiser bana dönerek:
-Fazlasıyla önemli ama üstesinden gelemeyecek olsan seçilmezdin dedi. Ardından dışarının sessizleşmeli ile kapıya yaklaşarak etrafa bakıp telaşla bana döndü.
-Hazırlan ilk sınavın geliyor dedi. Heyecanla ayağa kalkarak:
-Kim geliyor diye sorduğumda Beril komiser kapının önünden çekilerek koltuğa oturup beni de yanına oturtup:
-Haşim geliyor. Unutma annen yeni vefat etti ve sen çok üzgünsün dedi. Heyecanla ellerimi başımın arasına aldığımda Beril komiser bana sarılarak:
-Ah Firuzem ağla benim güzel kızım. Ağla halacığım sen ağlamayacaksın da kim ağlayacak diye bağırmaya başladı. Çok geçmeden kapı açıldığında Beril komiser başını hafifçe kaldırarak gelenin kim olduğuna baktı ve ardından hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi ayaklanarak:
-Haşim beyim hoşgeldiniz dedi. Ardından bana dönerek:
-Firuze kalk Haşim bey geldi dedi. Aldığım uyarı ile hızla ayağa kalkarak yalandan göz yaşlarımı silerek karşımdaki adama baktım. Adam da gözlerini bana dikmiş beni baştan aşağıya süzüyordu ama bu bakışlar nasıl desem pek de iyi niyetli bakışlar değildi.
Hani bazı însanlar vardır kalbinin kötülüğü yüzüne öyle bir yerleşir ki kötülük onda şeytansı bir çehre haline bürünür işte Haşim de tam olarak böyle bir tipti.
Yavaş adımlarla bana yaklaştığında ellerimi yumruk yaparak arkama sakladım. Aramızda bir mesafe bırakarak durduğunda tiksindirici sesi ile:
-Adın ne senin diye sordu. Sesimi titreterek:
-Firuze dediğimde bana bir adım daha yaklaşarak:
-Güzel bir kızmışsın dedi ve Beril komisere bakarak:
-Güzelliğini kimden aldığı belli oluyor dedi. Eminim Beril komiserde benim gibi karşısındaki adamın buruşuk suratını dağıtmamak için kendini zor tutuyordu. Haşim bir adım geriye çekilerek:
-Payna’ya hoşgeldin Firuze. Burada olman için benim onayım var. Hem bakarsın belki ileride benim için çalışmak istersin dediğinde bakışlarımı yerden kaldırarak karşımdaki adama çevirdim. Ne çalışmasından bahsediyordu bu adam?
Haşim bakışlarımdan rahatsız olmuş olacak ki benden uzaklaşarak:
-Azize sana anlatır burada adım attığın çoğu yer bana ait. İşe ihtiyacın olursa iş buluruz demek istedim dedi. Bakışlarımı yüzünden çekmeden:
-Eksik olmayan dedim. Haşim, bakışlarını benden çekerek Beril komisere döndü ve:
-Firuze’ye, Payna’yı iyice anlat. Kimin kim olduğunu gerçek efendinin hangimiz olduğunu bilsin dedi ve bana dönerek:
-Diğerleri ile tanıştın mı? Diye sordu. Başımı olumsuz anlamda sallayarak:
-Hayır dedim. Haşim kapıdan çıkmadan önce bana bakarak:
-Yakında tanışırsın diyerek çıkıp gittiğinde nereye gittiğine baktım. Kuaförün çaprazındaki kahvehaneye girdiğinde onun girmesiyle herkes ayaklanırken ben kapıya ilerleyerek kuaförün kapısını kapattım ve Beril komisere dönerek:
-Bu kadar mıydı? Diye sordum. Beril komiser koltuğa oturarak:
-Bu yaşlı piç kurusuna bakma sen. Kansız şerefsiz seni görünce ikna oldu dedi. Bende kendimi koltuğa atarak:
-Yumruğu suratının ortasına geçirmemek için kendimi zor tuttum dedim. Beril komiser doğrularak:
-Aman diyeyim Leyla tut kendini vakti geldiğinde yumruk onun bir tarafına çok güzel bir şekilde geçecek dedi. Onu başımla onaylayarak:
-Biliyorum biliyorum dediğimde sıkıntıyla ayaklanarak:
-Burada yapabileceğim bir şeyler var mı? Sen tüm gün burada ne yapıyorsun? Diye sordum. Beril komiser arkamdaki kitaplığı göstererek:
-Arada kitap okurum arada müşteri gelir ilgilenirim dedi ve ayaklanarak kitaplıktan bir kitap alıp bana uzattı.
Kitabın ismi doğal yollarla saç bakımıydı. Merakla :
-Nedir bu diye sorduğumda Beril komiser:
-Yıllardır buradayım. Kendimi bu işlere verdim. Şimdi de yağ yapacaktım ama çam terbendi eksik. Buralar hep orman. Arka taraftan toplayıp gelmek istersen sana da öğretirim dediğinde hevesle ona bakarak:
-Toplarım dedim. Beril komiser elime bir torba tutuşturarak:
-Kuaförden çıkınca arka tarafa geçip hiç sapmadan ilerle. Ormanın içine fazla girme ve dikkatli ol dedi. Ona bakarak:
-Merak etme dikkat ederim. Kaç tane toplamam gerekiyor? Diye sordum.
-Ne kadar toplarsan, sen bilirsin ama hava kararmadan kuaförde ol aman diyeyim. Burada akşam yediden sonra açık dükkan kalmaz dedi. Merakla:
-Neden diye sorduğumda Beril komiser:
-Çünkü biz evlere geçeriz onlar sokaklara çıkar dedi. Merakla:
-Onlar kim diye sorduğumda Beril komiser:
-Burada olma sebeplerimiz dedi. Anladığımı belirtercesine başımı sallayarak kendimi kuaförden dışarı attığımda birkaç bakışın anında bana döndüğünü fark etmemle torbayı koluma asarak arka tarafa ilerlemeye başladım.
Ben mahalleden uzaklaştıkça etraf ıssızlaşırken ormana gelmemle bulduğum kozalaklardan toplamaya başladım. Kaç kozalak topladım bilmiyorum ama Beril komiserin dediği gibi yapıp fazla uzaklaşmamaya çalışmıştım.
Torbanın neredeyse yarısı dolduğunda biraz daha topalamak için ormanın iç kısmına ilerledim. Gördüğüm kozalaklar ile o tarafa ilerleyecektim ki biraz ileriden gelen sesle başımı sesin geldiği yöne çevirdiğimde büyük bir dağ tavşanı gördüm.
Sessiz bir şekilde yanına ilerleyip bir ağacın arkasına geçip onu izlemeye başladım. Belli ki birinden ya da bir şeyden kaçıyordu çünkü küçük göğüs kafesi hızla kalkıp iniyordu. Korkutmamaya çalışarak saklandığım ağacın arkasından çıkıp yanına ilerlemeye başladığımda patlayan silah sesi ile irkilerek tekrar ağacın arkasına geçtim.
Tavşana baktığımda yerde kanlar içinde yattığını görmemle ağacın arkasından çıkarak etrafta gözlerimi gezdirdim.
Karşıdan gelen 50 li yaşlardaki kır saçlı adamı ve arkasındaki adamlarını görmemle olduğum yerde durarak onlara bakmaya başladım.
Adam tavşanın başına geldiğinde adamlarına tavşanı almalarını söyleyerek bana baktı ve:
-Firuze sen misin? Diye sordu. Bakışlarımı karşımdaki adamdan çekmeden:
-Evet dedim. Adam bana yaklaşarak elini uzattı ve:
-Ben Aslan dedi. Uzattığı elini sıkarak:
-Memnun oldum dediğimde gözlerini gökyüzüne çevirerek:
-Bu saatte burada ne arıyorsun diye sordu. Elimdeki torbayı göstererek:
-Kozalak topluyorum dedim. Aslan bey dikkatli bir şekilde bana bakarak:
-Uzun yoldan geldi dediler. Dinlenmek yerine çalışıyor musun? Diye sordu. Düşünmeden:
-Alışkın olduğum şeyi yapıyorum dedim. Merakla:
-Neymiş alışkın olduğun şey diye sorduğunda:
-Boş durmayı sevmem. Halamın yardıma ihtiyaç vardı bende yardım ediyorum dedim.
-Anana yıllarca sen bakmışsın. Söyle bakalım zor oldu mu? Diye sordu.
-Olmadı dedim. Adam bana bakarak:
-İnanmam nasıl zor olmadı? Seni araştırdık. Zamanında hem okul hem işi aynı anda yürütmüşsün dedi. Adamın yüzüne dikkatli bir şekilde bakarak:
-Ne yapsaydım Aslan bey annem hasta bir şekilde yatarken ben kaderime razı gelip otursa mıydım? Diye sordum. Verdiğim cevap Aslan Bey’in hoşuna gitmiş olacak ki gülümseyerek:
-Sevdim seni Firuze. Anasına, babasına bakandan yoksunmayandan zarar gelmez. Payna sana sonuna kadar açık. Bir müşkülün olursa bana gel dedi. Başımla onu onaylayarak:
-Sağolun dediğimde tüfeğine sarılarak:
-Bu arada ormanın içine de fazla girme. Bu ormanın içi tekin değildir dediğinde engel olamadığım gülümsemem ile:
-Neden vahşi hayvanlar mı var? Diye sordum. Aslan bey arkasını dönmeden önce bana son bir bakış atarak:
-Hayır biz varız. Haşim’in adamları var dediğinde daha fazla duymam gereken bir şey olmadığına karar verdim. Onlar ormanın içine giderlerken ben biraz daha kozalak topladığımda havanın kararmasıyla dikkatli bir şekilde geldiğim yoldan mahalleye girdim.
Mahalleden sabah ki çoşkulu sesler gelmiyordu. Sanırım sokaklar yavaş yavaş boşalıyordu. Elimdeki torbayı sıkı bir şekilde tutarak kuaföre çıkan ara sokağa girdiğimde boş sokak ile adımlarımı hızlandırdım.
Kulağımı dolduran köpek havlamaları ve boş sokak kalbimin hızlı atmasına sebep olurken sokağın başına geldiğimde tam köşeyi dönecekken çarptığım sert vücutla istemsiz bir şekilde geriye doğru yalpaladım ve karanlıkta çarptığım kişiyi seçmeye çalıştım.
Koyu gözler karanlıkta bana bakarken çarptığım kişi kendine has tok bir ses tonuyla:
-Firuze sen olmalısın. Ben Ferman dedi.