Akşam olana kadar anne kız müştemilatta eşyalarını yerleştirdi. Sonra da uykuya dalan kızını seyre daldı. Patronunun tavrı hoşuna gitmemişti. Onunda baba olduğunu resimlerden anlamıştı ama bu şekilde konuşması üstelik anlattıklarına rağmen sanki bir yerde yalan söylüyormuş gibi davranışlarını soru işaretlerini arttırmıştı.
Yine de yapacak bir şeyi yoktu. Şimdilik huysuz adama tahammül etmek zorundaydı. O senelerce diri diri kendini mezara sokan Selim ile baş etmişti. Burnu büyük sert ve huysuz Sinan ile de baş ederdi.
Akşam olduğunda acıktığını hissetti. Evin çalışanı Mualla hanım tam da o an kapıyı çalınca istemsiz gerilse de derince nefes alıp kalktı ve kapıyı açtı. Başındaki tülbentini düzeltirken kadının sıcak gülümsemesi ile karşılaştı.
“Kızım akşam oldu. Sinan Bey yemeğini yedi çalışma odasına geçti bende fırsat bu fırsat dedim yemeği senle yiyeyim. Müsaitsen tabi ki. Emrivaki olmasın.”
Gül belki de uzun zaman sonra sıcacık gülümsedi karşısındaki kadına. Bir yandan da içi ezildi. “Kızım” değişi öz annesinin hakaretlerini aklına getirdi. Sahi insanı doğuran anası böyle güzel kızım diyemezken, yedi kat el yiyeceği yemeği dahi düşünmüştü. Yutkundu. Boğazına takılan yumruyu ciğerlerine gönderip geri çekildi ve içeri buyur etti.
“Olur mu abla gel lütfen. Bende yanlız yemeği sevmem Ayşe de uyuyordu. Yoldaş olursun bana.”
İki kadın küçük mutfağa girip hazır olan yemeği tabaklara koydu. İki kişilik masaya kurulduklarında koyu bir sohbet başladı. Mualla Hanım kendini tanıttı önce detaylıca. Kadın karşısındaki genç anneyi sevmişti. Yüzünden gözlerinden anlıyordu derdinin büyük oluşunu.
“İşte böyle güzel kızım. Kocam da Sinan Bey’in yanında çalışırdı. Trafik kazasında oğlumla birlikte ölünce ne büyük bey ne de Sinan bey bırakmadı beni. Odur budur da burada çalışıyorum.”
Gül hüzünle gözlerini kaçırdı. Kadının acısını tahmin dahi edemezdi. Bir an sadece küçük bir an kızını kaybettiğini düşündü ve kalbi resmen durdu. Nefes alamadığını hissettiğinde eli badisinin yakasına gitti. Mualla kadının düşüncesini anlamıştı.
“Kızım öyle düşünme. Rabbim güzel kızına uzun ömürler versin. Kendini yerime koyup da kesme nefesini.”
“Ne diyeyim abla. Mekanları cennet olsun inşallah. Acını tahmin etmek istedim ama düşününce bile canımdan can gitti. Senin halin daha başkadır.”
“Öyle kızım öyle. Ne yapalım ömürleri bu kadarmış. Vadeleri dolunca olan olay vesile oluyor işte. Ay neyse içimiz şişti. Sen anlat bakalım ela gözlü hatun.”
Mualla göz kırpıp gülünce Gül de ister istemez yanaklarının kızarmasına engel olamadı. Utanma duygusu bir çok kişiye göre şükür yerli yerindeydi.
“Benim hayatım karışık be abla. Halden anlamayan kadir kıymet bilmeyen bir koca, kocan ne yapsa doğrudur öldürse dahi susup otursun diyen ailem, üçüncü beşinci kadınlar bir de dili zor dönen yıllardır peşinde canı eğitimi için koşturduğum evladım var. Arada sıkışıp kaldım. Ne yöne gitsem uçurum. Ama yıkılmak istemiyorum. Kendim için evladımın selameti için dik durmam lazım. Sağ olsun Sinan Bey iş verdi Haldun abi sayesinde. Başımda çatım önümde yemeğim var. Belki de yıllar sonra ilk defa evladımla nefes alacağım. Öyle işte.”
İki kadın biraz daha sohbet ettiler. İkinci bardak çaylarını içerken uyanan Ayşe gözünü ova ova paytak adımlarla mutfağa girdi.
“Ayye memek. Ayye ciş.”
Dudaklarını büze büze konuşması öyle sevimliydi ki bardağını bırakan Gül kalkıp kızını kucağına aldı. Alnına saçlarına öpücükler kondururken “Anne diyen dillerine kurban olsun bu can” diye seviyordu. Onları büyük bir özlem ve sevgi ile izleyen kadına bakınca kedinden utandı. Sanki nispet yapar gibi evladını seviyordu. Mahçupça “Abla ben bir lavaboya götüreyim kızı.” Dedi ve hemen iki kapı sonraki yere girdi.
Dakikalar sonra masada yemeğini uslu uslu yiyen kızını huzurla izlerken aklına gelenleri yanındaki kadına sormak istedi.
“Abla, sabah kahvaltı kaçta hazır olmalı? Ne bileyim Sinan Bey’in bir şeye alerjisi var mı? Neyi sever ne olmasını ister?”
Mualla gülmeye başlayınca ağzında lokma olsa da Ayşe de ona katıldı. Gül kahkaha atan ikiliye şaşkınca bakarken kolunu sıvazlayan kadın “Kızım az yavaş. Ben sana yemek listelerini hazır edeceğim zaten onun haricinde sadece karabiber kullanılmayacak yemeklerde bir de tarçın. Onun haricinde sıkıntı yok. Sabah en geç yedi otuzda masa hazır olmalı.” Dediğinde soruları peş peşe sıraladığını anladı.
“Ne bileyim abla bir an sıkıntıya neden olursam diye korktum.”
“Korkma canım benim, ben sana yardımcı olacağım. Sadece bu birkaç senedir Sinan Bey aksi bir adama dönüştü. Onunla ters gitme ki kendini toparlayana kadar maaşını biriktir.”
Gül adamın tavrını hatırlayınca gerildi. Sorup sormamakta kararsız kalsa da dayanamadı.
“Abla neden böyle oldu ki? Yani insan boşu boşuna değişmez değil mi?”
Kadının yüz ifadesinin değiştiğini gördüğünde konunun derin olduğunu fark etti.
“Kızım benim anlatmam doğru değil ama üç yıl kadar önce boşanma kararı aldılar sonra da iş velayet savaşına döndü. Sinan bey kızı Almira’ya çok düşkündü. Öyle böyle değil doğduğu günden itibaren her gece o uyuttu ilk adımlarını atmasına kadar yardım etti. Eşi biraz değişikti. Anla işte süse püse mala düşkün. Almira’yı aldı yurt dışına gitti. Eğitim falan dedi güya ama odur budur baba kız birbirine hasret. Yerleri yurtları her ay değişiyor. Mahkemelerden eli boş dönüyor adamın ve zamanla çok aksi birine dönüştü. Ne olacak hali bilmiyorum ama sabrı son demlerini de aştı gitti.”
Genç kadın üzüldü. Bir anne neden evladına bunu yaşatırdı ki? Bir an kendini düşündü ama sonrasında iç sesi “O Selim gibi değil. Selim kızını hiç sevmedi.” Diye karşılık verdi. Anne olarak onun amacı evladını korumaktı. Eğer biraz olsun sevgi beslediğini hissetse asla görmesine engel olmazdı.
Mualla biraz Ayşe’yi sevdikten sonra müsaade istediğinde anne kız baş başa kalmıştı. Çizgi film izlerken kızını dizine yatıran Gül saçlarını seviyor ara ara gülüşüne karşılık veriyordu. Saat geç olmaya başlayınca kızını yeniden lavaboya götürdü ve kendi de pijamalarını giyip yatağa girdi.
Başını koyduğu yastık ilk defa batmadı. Aldığı nefes boğazında düğümlenmedi. Sadece tek bir gece de olsa evladına sarılıp yarını düşünmeden uyumayı diledi. Öyle de oldu. Sakince geçti saatleri. Kabusları bu gece Gül’e izin verdi. Onu nefes alsın diye azat edip mutluluğunu izlediler.
***
Ayşe bebeği ile mutfağın kör noktasında oynarken Gül en son çaydanlığın altını kıstı. Mualla abla elinde boş tepsi ile içeri girdiğinde yüzünde tatmin olmuş bir görüntü vardı. “Masa hazır kızım, Sinan Bey şimdi oturdu. Hemen çayını götür. Orta kararda sever demini şeker kullanmaz.” Değince hemen bardağı doldurmaya başlayan genç kadının eli titredi. Derince bir nefes alıp “Tamam abla hemen götürüyorum” derken düşen şalının ucunu omuzundan geri attı. Tepsiye hazırladığı bardağı koyup yutkunurken mutfaktan çıktı. Salona girdiğinde gazetesini okuyan adama kısıkça “Günaydın efendim” dedikten sonra çayını bıraktı.
Sinan kadının yüzüne bakma gereksinimi duymadan gazetesini okumaya devam ederken ağız ucu ile “Günaydın” dedi. Çayına uzanıp bir yudum aldığında hissettiği farklılık kaşlarının çatılmasına neden oldu. Aldığı bergamot tadı hoşuna gitse de daha ilk günden değişiklik yapan kadına kızmadan edemedi.
“Gül Hanım, çay da alışık olmadığım bir tat var ve bu hoşuma gitmedi. Değişim yapmaktan ziyada normal olanı hazır etmeniz kafi. Bir daha olmasın.”
Salon kapısından çıkmak üzere olan Gül duydukları ile olduğu yere çakılı kalsa da “Peki efendim özür dilerim” demekle yetindi. Mutfağa girerken kendi kendine “Senin neyine çaya bergamot atmak. Adam haklı sevmedi demek ki tadını. Daha ilk andan fırça yemeği başardın ya bravo sana. Aptal Gül aptal.” Diye saydırıyordu.
Mualla abla “Hayırdır kızım ne oldu?” değince “Ne olsun abla, çaya bergamot attım diye Sinan Bey’den fırça yedim. Hayır adam da haklı.” Deyip kendini sandalyeye bıraktı. Kaşları havalanan kadın “İyi de Sinan Bey bergamot sever. Hatta bazı akşamlar özellikle böyle demletir çalışırken içer. Sana neden kızdı ki şimdi.” Derken omuz silken Gül bilmiyorum dercesine başını salladı.
İş için evden ayrılan adam ile iki kadın temizliğe girişti. Liste yapıp veren Mualla ile Gül eksiklerin olup olmadığına baktı. Biten birkaç şeyi de korumalardan birine söyleyip alınmasını rica etti. Normalde emir verilmesine alışık olan adamlar bile rica eden kadın ile şaşırmıştı.
Öğlenden sonra demlediği çayla birlikte yaptığı kekten tabaklara koydu. Kızına meyve suyu ile kekini verip tepsiye diğerlerini dizdi. Korumalar büyük güvenlik kulübesinde otururken bahçeye çıkıp onlara doğru ilerledi. Kapıya geldiğinde camdan onu gören Rasim hemen açmış “Buyurun Gül hanım” demişti.
“Şey ben kek yaptım da çayla size de ikram edeyim dedim.”
İri kıyım bir koruma “Allah be kek. Valla abla Allah razı olsun çok severim ben ama el yapımı bulamadığım için pastane kekleri ile idare ediyordum. Mis gibi de koktu he” deyip tepsiyi alında Rasim göz devirip “Yavaş lan ayı.” Diye uyarsa da Gül onların bu haline istemeden de olsa gülmek istedi.
“Afiyet olsun. Beğenirseniz ben size arada yaparım. Yeniden afiyet olsun.”
Koruma “Allah razı olsun abla. Ben Çetin. Ayı Çetin derler bana. Bakma sen halime severim yemek yemeği. Kokusu bile doyurdu. Ellerine sağlık olsun.” Değince bu defa genç kadın “Memnun oldum Çetin abi ben de Gül. Ne olur bana hanım demeyin alışık değilim garip geliyor kulağıma.” Diye karşılık verdi. Rasim “O zaman ben abla diyeyim sana.” Deyip başını keke gömülmüş Çetin’e çevirdi.
Akşam için yemekleri hazır eden genç kadın hemen e devletinden gerekli evrakları çıkarmak için ne yapması gerektiğini Rasim’e sordu. Genç adam kadının evraklarını kendine belge olarak gönderip çıktı alacağını söyleyince rahatlamıştı.
Ayşe ise değişimi sessizlikle karşıladı. Etrafı izliyor sanki annesine zorluk çıkarmak istemiyormuş gibi oturuyor kendi haline oynuyordu. Etkileniyordu elbette. Ama hep babadan kötü laf işittiği için yokluğunu aramıyordu.
Sabah olduğunda kahvaltıyı hazırlayan Gül sessizce oturan kızını alıp bahçeye çıktığında kulübelerinde olan iki küçük köpek yavrusunun yanına gitti. Küçük kız “Köke köke” diye diye elini çırparken sevinci görülmeye değerdi.
“Fıstığım şimdi yavaş yavaş sevelim tamam mı? Canları acımasın.”
“Ayye köke ayye ba köke.”
“Evet kuzum köpek.”
Küçük yavruyu dikkatlice severken çalan telefonunu yeleğinin cebinden çıkardı. Arayanla elini alnına vurdu. Özel eğitim öğretmenini haberdar etmeyi unutmuştu. Hemen cevaplayıp “Efendim hocam” dedi. Karşısındaki öğretmen nasıl olduklarını Ayşe’nin durumunu sorduğunda kısaca anlatmaya başladı.
“İşte böyle hocam. Biz şu an da İstanbul’dayız ama ben size haber vermeyi unuttum. Çok çetrefilli günlerden geçiyoruz.”
“Önemli değil Gül hanım. Gerçekten zor bir durum. Ben içeriyle görüşeyim yavaş yavaş Ayşe’nin ders saatlerini ayarlayalım. Biliyorsunuz ki bu çocukların en büyük ilacı eğitim.”
“Biliyorum hocam bilmez miyim. Bana gün ve saatleri haber verirsiniz. Bir de hocam ben belki Ayşe ile kuruma gelemeyebilirim. Orada size emanet. Kurum ile görüşmeye geleceğim zaten ama sonrası için yanlız gelmesi gerekebilir.”
“Anlıyorum. Hiç dert etmeyin o konuyu. Biliyorsunuz o kadar huysuz bir çocuk değil. Kurum olarak biz dikkat ederiz.”
Teşekkür edip kapadığında hemen arkalarında olan Rasim hafifçe öksürdü. “Abla bir sıkıntı mı var?” diye sordu. Genç kadın oturduğu yerden kalkıp telefonu cebine koyarken “Yok abi. Kızımın özel eğitim kurumu ile görüştüm de. Ders saatleri ve günleri ayarlanacak. Şey, ben buranın adresini kuruma versem sorun olmaz değil mi?” deyip gözlerini kaçırdı.
Rasim kadının tavırlarına şaşırıyordu. Çok kadın görmüş tanımıştı ama böylesi ilk defa karşısına çıkıyordu.
“Neden sorun olsun abla?”
“Bilmiyorum Abi, Sinan Bey biraz sorun çıkarabilir gibi.”
“Çıkarmaz korkma.”
İçinden ‘İnşallah’ değip kızının gülüşünü izlemeye başladı.
***
LONDRA...
“Nasılsın Kardeşim?”
“Ben iyiyim sen nasılsın?”
“Aynı işte. Yine dava sonrası hüsran.”
“Gelmedi değil mi?”
“Timur bana bildiğin şeyleri sorma. Gelmedi. Adresinde de yok. Lanet olasıca yine yer değiştirdi.”
“Sinan, sana ben dedim değil mi ben bulayım diye. Bu kadar sorun yaşamana gerek yoktu. Almira oradan oraya sürükleniyor. Çocuğa yazık değil mi?”
İç çeken Sinan burnundan soluyordu. Kızına olan özlemi canını yakıyor etrafına karşı daha kırıcı oluyordu. Dişleri arasından “Damarıma basma Timur. Evladımdan ayrı kaldığım her gün sinirlerim daha da kontrolden çıkıyor ve buna tahammülüm artık kalmadı.” Dedi ve camdan dışarıya bakmak için pencereye doğru adımladı. Nefesi tıkanıyor koca bedenine ciğerleri yetersiz geliyordu.
Açtığı pencereden içeri giren hava ile derin derin solurken gördüğü manzara nefesini kursağına düğümlemeye yetiyordu. Anne kız köpek yavrusunu severken öyle değişik ve huzur dolu görünüyorlardı ki Almira aklına geldi. Kendi yaşayamadığı günler aylar yıllar iğne gibi içini deşiyordu. Eli pencere pervazını sıkarken karşı tarafta konuşan arkadaşını duymuyordu. Dişleri acımaya başladığında haddinden fazla sıktığını anlamamıştı. Rasim gelip genç kadınla konuşurken kaşları sertçe çatıldı. Elbette onun başka bir kadın olduğunu biliyordu ama gözlerinin önüne kendi karısının başka erkeklerle samimiyeti, her olaya yalan yanlış açıklamaları ve yüzüne karşı suçlarcasına haykırışları geliyordu. İçindeki yabani hayvan “Hepsi aynı. Kocasına neler çektirdi Allah bilir” derken öfkesi haddinden fazla kanına karışıyordu.
Timur’a “Ben seni sonra arayacağım” deyip cevap vermesini beklemeden telefonu kapadı ve masaya kırar gibi bırakıp ellerini pantolonunun cebine sokup acık pencereden aşağıdaki manzarayı izlemeye devam etti. Kadının utangaç gülümsemesi ve kızına attığı şefkat dolu bakışlar sinirlerini gerdikçe geriyordu. Biraz daha kaldıktan sonra kızının elini tutup bahçeden ayrılan kadına düşmanıymış gibi baktı. Bazen geçmiş geleceğe öyle etki ediyordu ki dönülmez hataların temeli işte bu etkiyle atılıyordu.