Günler geçti. Resmi evraklarla koşturan Gül Ayşe'yi ne kadar yanında götürmek istese de Mualla ablası ona bırakmasını çocuğun yollarda perişan olmamasını istiyordu. Sigortası başladığı için kızına aldığı bakım maaşı kesilmişti. Sosyal hizmetlere hem değişen ikametgah adresini hem de sigorta durumu bildirmek için gitmesi gerekiyordu. Bir de eski ev sahibi günü birlik arar olmuştu. Selim eşyaları satıp evi boşalttığında meğer üç kirayı vermemişti ve adam ona ulaşamayınca Gül'ü arıyordu.
Otobüste nihayet oturacak yer bulduğunda acıyan tabanları sevinmiş Gül kendini bıraktı ve trafiğin yavaş yavaş ilerlemesini camdan izlemeye başladı. Çalan telefonu ile gözleri çantasına çevrildiğinde evden ya da kardeşlerinden birinin olmasını diledi. Aynur ve Ahmet ara ara anne babalarından gizli arıyor halini hatsını sorup evle ilgili bilgi veriyorlardı. Ailesinin yaşadığı yerde adı kötüye çıkmıştı. Hayırsız evlattı. Anne babasını rezil eden namussuz ve iffetsiz bir kadın olmuştu. Hiç suçu günahı yokken.
Omuzundan önüne düşen şalının ucunu geri itip "Hayır olsun inşallah" diyerek telefonu küçük gözden çıkardı ve arayana baktı.
"EV SAHİBİ!"
Büyük harflerle kaydettiği isim yanıp sönen ekranda belirip kaybolurken nefesini tuttu. Açmayacaktı. Açmamalıydı. Sonuçta parası onda değildi. Normalde düzenli olarak kirayı kendi öder, o paranın arada kaybolmasına izin vermezdi ama yaşadıkları ortadaydı. O da elinde evladı sokakta kalmış üstelik tehdit ve türlü hakaretlerin hedefi olmuştu.
Telefon kapandı. Nefesini bıraktı. Adam pes etmişti galiba çünkü yeniden bir arama yoktu.
Dakikalar sonra bir mesaj geldi. Mide bulandıran, insanlığın artık ölmüş olduğunu belli eden ve gücün sadece güçsüzlere uygulandığını avaz avaz bağıran bir mesaj.
Mesajı açtığında gözleri kocaman oldu. Her bir kelime beynine kazınırken sinir tüm damarlarını büzüştürmüş de sanki kan hareket edip işlevini yapmıyormuş gibiydi. Elleri titremeye başladı. Yeter artık diye bağırmamak için zor duruyordu. Yeter artık. Bırakın beni. Salın artık de bir nefes alayım. Ben kadar başınıza taş düşsün.
"Bana bak orospu. Şerefsiz kocanla iş birliği yapıp benim evimi boşaltırken sorun yok. Dört kiranın üzerine yatarken sorun yok. Eve maddi hasar verip beni zarara uğratırken sıkıntı yok ama iş ben parayı isteyince mi sarpa sarıyor. Ben anlamam. Kızını mı satarsın, genel evde mi çalışırsın, köprü altına işe mi çıkarsın orası sana kalmış. Benim paramı üç gün içinde bana getir. Yoksa ben yapacağımı bilirim. Ha param yok dersen dört aylık kiraya karşılık dört ay bende kalırsın ödeşiriz. Selim gavatı seni bırakmadıysa maharetli karısındır. Biraz da bize gösterirsin o maharetlerini."
Aramak ve ağzına geleni saymak istedi. Sonra durdu ve düşündü. Neye yarayacaktı? Hiç. Koca bir hiç. Yanağından süzülen damlalar kucağında yumruk olmuş ellerine damlarken başını cama çevirdi. Dişlerini sıktı ve hıçkırmamak için tırnaklarını avuç içine batırmak için daha da bastırdı. Yol bitmek bilmiyor, doldukça dolan otobüs kötü olan ruh halini daha da kötü hale getiriyordu.
Sonunda biraz olsun açılan trafik ile gideceği yere yakın bir durakta inip yürümeye başladı. Gözlerinden yaşlar akıyordu sinirden ama en çok da kimsesizlikten. Kadın olduğu için işittiği, yaşadığı şeyler hak mıydı bilmiyordu. Olmamalıydı ama oluyordu işte. Nefes alsa sanki suç işlemiş gibiydi. Ruhunda kasırgalar kopuyordu. Yürek kıyıları hırçın dalgalarla dövülüyor, üşüyordu. Kalbi resmen titriyordu. Ruhunun ızdırabı keskin uçlu bıçaklar gibiydi.
Sosyal hizmetlere girip gerekli evrakları teslim ederek çıktığında yağmaya başlayan yağmur yüzünden adımları hızlıydı. Dakikalar geçerken otobüs durağına geri geldiğinde epey bir ıslanmış, şalı başına yapışmış üzerindeki uzun feracesinin eteklerinden su damlıyordu. Otobüsü on dakika kadar beklemesi gerekmişti. O arada durağın içine girip ıslanmasını engellerken Mualla ablasını aradı. Kızını merak etmişti. Onun sıcacık anne demesine muhtaçtı. Üşüyen kalbine damlayacak bir yudum sevgiye hasretti.
Birkaç kez çaldıktan sonra cevap veren kadın "Gül, işini halledebildin mi kızım?" dediğinde burukça gülümseyen kadın "Selamın aleyküm abla. Çok şükür hallettim geliyorum. Duraktayım şimdi otobüs birazdan gelir. Ayşe'm neler yapıyor? Bir sorun yok değil mi üzmüyor seni." Diyerek karşılık verdi.
"Ay ne bileyim kızım sen öyle arayınca selamı falan hep unuttum. Aleyküm selam Ayşe de sıkıntı çıkarmadı. Maşallah uslu bir çocuk. Çizgi film izliyor salonda."
Gözleri irileşen Gül "Aman abla salonda ne işi var. Sinan Bey evden çalışacaktı ya bugün görmesin öyle. Maazallah adam zaten havadan nem kapıyor sıkıntı çıkarmasın." Deyince Mualla istemsiz güldü.
"Korkma kızım korkma. Sinan Bey'im tüm gün çalışma odasında olur böyle zamanlar da. Ben yarım saat önce kahve götürdüğümde dosyalara gömülmüş çalışıyordu. Bir şeycik olmaz. Hem sen ıslandın mı? Çok yağmur yağıyor valla."
İçine sıkıntı oturan Gül kuru bir sesle "Islandım abla ama önemli değil. Sen Ayşe'yi yine de mutfağa al. Ne olur ne olmaz. Bugün de azar işitmeyi bünyem kaldırmaz." Dedi ama pişman oldu.
Sesinden bir şeylerin ters gittiğini hisseden kadın "Tamam kızın sen gel de konuşuruz." Deyip kapadı telefonu.
Ayşe en sevdiği çizgi filmi izlerken önünde olan keklerden bir lokma daha yedi. Annesinin en sevdiği kekiydi çikolata parçacıklı olanı. Yanına Mualla teyzesi meyve suyu da koymuştu ve az az içiyordu. Komik bir sahnede kıkırdayıp bir lokma daha kek yemiş meyve suyunu içerken sert bir sesin "Sen ne yapıyorsun burada?" demesi ile bardak dudaklarından kopup yeri boyladı. Genzine kaçan lokma ileyse öksürmeye başladı ama çare etmiyordu. Korku ve nefes alamama duygusu küçük bedenini sararken üzerine gelen adam ile çığlık atmak istiyor ama tek yaptığı öksürmek oluyordu.
Sinan çalışma odasından çıkıp salona indiğinde amacı masada unuttuğu son dosyayı almaktı ama gördüğü küçük kız ile duraksamıştı. Onun kıkırdayışı, televizyona bu denli kapılıp gitmesi, yediği kekle keyif yaşaması anlık dudaklarını kıvırmaya çalışsa da kaşlarını çatmayı tercih etmişti. Onun kızı çok uzaklardaydı ama evinde başka bir çocuk böylesine keyifle vakit geçiriyordu.
Sesinin tonunu ayarlama gereği durmadan "Sen en yapıyorsun burada?" değince korkan çocukla pişman olsa da iş içten geçmişti. Korktuğu için içtiği meyve suyu bardağını düşüren ve genzine kaçan lokma ile öksürmeye başlayan çocukla panikledi. Kaşları hala çatık olsa da hızla ona doğru adımlayıp rahat hareket etmesine engel olan cam sehpayı geri itti. Yardım etmek için uğraşırken ondan kaçmaya çalışan çocuk ile diz çöktüğü yerde kaldı. Mualla abla ise hemen seslere gelmiş Ayşe'nin hali ile yapması gerekeni yapmıştı.
Küçük çocuk birkaç dakika içinde normal şekilde nefes alıp vermeye başlamış, gözleri kızarmış, ağlamaktan burnunun ucu renk değiştirmişti. Ayşe, adamın yere düşün dökülen meyve suyu için kızmasından korkuyordu. Ya da televizyon izlediği için. Tıpkı babası gibi bağırmıştı ona. Onun da kaşları hep çatıktı ve o da annesini üzerdi. Tıpkı karşısındaki adam gibi.
"Annesi nerede bu çocuğun? Ayrıca salonda ne işi var? Demedim mi ayak altında istemiyorum diye?"
Kendi suçu olduğunu biliyordu. Biliyordu bilmesine de kabul etmek zordu. Bu nedenle huysuzluk etmek daha kolaydı.
"Annesinin birkaç işi vardı dışarıda Sinan Bey, aradı zaten geliyormuş. Benim hatam, ben oturttum çocuğu oraya. Gül sıkı sıkı tembihlemişti mutfaktan çıkmasın diye. Lütfen ona yükselmeyin hatalı olan benim özür dilerim."
Karşısındaki kadının sözleri ile dosyasına uzanıp kalkan adam "Bir daha olmasın Mualla Hanım. Sizi severim, babamın zamanından bu yana yanımızdasın ama onun sorumsuz annesi yüzünden özür dilemek zorunda kalıyorsun. Bir daha böyle bir düzensizlik istemiyorum. İzin kullanma kotasını da doldurdu Gül Hanım. Gelince bildirin bir dahaki dışarı çıkışında maaşından kesinti yapacağım." Diyerek salondan çıktı ve merdivenleri çıkmaya başladı. Sertti sözleri ama pişman değildi. Bahçede gördüğü manzara onun da karısı gibi sadakatsiz bir kadın olduğuna kanaat getirmişti.
Gül, sonunda eve vardığında ıslanmış kedi yavrusu gibiydi. Kapıyı açan güvenlik görevlisi ona şaşkınlıkla bakarken başı ile kısa bir selam veren genç kadın hemen eve doğru yürümeye başladı. Mutfak kapısından içeri girerken Rasim onu görmüş neden ona söylemediğini götürüp getirebileceğini söyleyerek bir güzel fırça çekmişti.
"Abi çok teşekkür ederim de seni de işinden etmek istemem. Zaten kısa bir şeydi gittim geldim."
Mualla genç kadına hemen bir bardak çay koyarken Ayşe "Ayye" diye kadına sarılıp yanağını öptü.
"Fıstığım, çok özledim seni."
"Ayye, kökü kökü. Gigme."
Gül kaşlarını çatarken artık konuşma şekline alıştığı kızının demek istediğini kavrayabiliyordu.
"Ayşe'm kim kötü? Ne oldu kızım?"
Yanındaki sandalyeye oturan kadına dönüp "Abla bir şey mi oldu?" diye sordu. Kızı ona sadece babası ona sert bir şekilde davranınca böyle söylerdi. Yüreği sıkıştı. O adamın buraya kadar gelme olasılığı beyninde bomba etkisi yaratıyordu. Mualla ise nefesini sıkıntılı bir şekilde bırakıp olanları anlatmaya başladı. Her duyduğu şeyde kaşları çatılan Gül ona kedi gibi bakan kızını kollarına alıp sararken saçlarına öpücükler konduruyordu.
"Özür dilerim bebeğim. Çok özür dilerim fıstığım. Tüm bunlara maruz kaldığın için, hayatını bir düzene oturtamadığım için özür dilerim. Bir daha seni hiç bırakmayacağım tamam mı? Yanımdan ayırmam seni, o soğuk nevale de alsın evini iznini başına çalsın. Abla sende kusura bakma sana da yük olduk böyle."
Akşam yemeği için üzerini değiştiren Gül tencere başında soğan kavururken kafasındaki düşüncelerden kurtulamıyor artık bakım maaşı olmadığı için çalışıp kazanacağı paraya ihtiyaç duyuyordu. Hesaplar yapıyor ne kadar kazanırsa kendi evine çıkabileceğini kestirmeye çalışıyordu.
Mualla ise hemen yanında sebze doğrarken kadının dalgınlığı dikkatinden kaçmadı. Ayşe müştemilatta uyuduğu için yanlızlardı ve rahatça konuşabilirlerdi.
"Gül, telefonda sesin bir garipti. Geldin şu saat oldu hala bir haller var sende. Söyle bana bakayım bu durumunun sebebi ne?"
Tencereye gerekli malzemeleri atan kadın tek kelime etmek istemese de o kadar dolmuş ve taşmaya meyilliydi ki dayanamadı. Telefonunu tuniğinin cebinden çıkarıp mesajı açtı ve ona bakan kadının eline bıraktı. Mualla önce telefona sonra Gül'e baktı.
"Eski ev sahibim abla. Kaçtır arıyor durumu izah ediyorum ama laftan anlayan biri değil. Bugün de aradı açmadım ben açmayınca bu mesajı atmış."
Sırtını tezgaha dayayan Mualla sesli bir şekilde mesajı okumaya başladı ama her bir cümle de şaşkınlığı arttıkça arttı. En sonunda da "Vay şerefsiz vay. Adi herife bak sen. Teklif ettiği iğrençlik, sözleri saf kötülük dolu. Ne demek dört ay benimle kalırsın. Körü altına işe git de neyin nesi. Bu, bu adam var ya safi dayağı hak etmiş kızım. Şöyle ağzını burnunu kırmak şart olmuş." Diyerek hiddetle mesajlardan çıkıp telefonu tezgaha bıraktı. İnsan olarak kendi insanlığından utandı.
Kapı ağzından olanları duyan üç kişi vardı. Biri Çetin ve Rasim'di. Diğeri Sinan. Sinan'nın kaşları çatılmış bir erkeğin nasıl böylesine kötü durumda neden olduğunu düşünüyordu. Çetin ise Rasim'in kolundan tutup mutfağın bahçe kapısından uzaklaştırmış "Allah aşkına bana o ibnenin bilgilerini bul Rasim. Ben o şerefsizin tozunu almaz malını kökünden kırmazsam yerimde duramam. Dişlerini dökmem lazım." Demişti.
Rasim ise "Sakin ol. Durduk yere kadının başını belaya sokmayalım. Timur abi bir haftaya geliyor. O bilir bu tür durumlarda neler yapılacağını. Biz elimizden geldiğinde Gül ablaya dikkat edelim. Yine rahatsız ediyor mu onu takip edelim." Diyerek dişlerini sıktı.
"Lan oğlum nasıl böyle sakin kalıyorsun anlamıyorum. Neredeyse üç haftadır kadın burada yaşıyor. Çocuğundan işinden başka bir şeyle alakası olmadı. Kocası ile olan sorunları zaten Mualla abla çıktlattı ki kapıya gelirse almayalım içeri diye. Bir de ev sahibi çıktı kadının başına. Allah onu öyle bir sınava tabii tutmuş ki dilerim mükafatı da büyük olur da ben bu sinirle nasıl duracağım yerimde."
"Ben bilmiyor muyum o kanı bozuğu kan kusana kadar benzetmeyi. Ama iyi düşünmek lazım. Ne olursa olsun ucu bu kadına dokunmamalı. Kapı camından gördüm yüzü kireç gibi olmuş. Oğlum kadın bana ablamı hatırlatıyor. Yeminle rahmetlinin yüzü canlanıyor gibi. Kıyamıyorum oğlum gözü dolunca. O yüzden de attığımız adımı hesaplı atacağız ki sinirimize hakim olamayıp başına bir de biz iş açmayalım. Dediğim gibi Timur abi gelsin anlatırız her şeyi. Sinan Bey artık çok değişti vereceği tepkiyi kestiremiyorum ona bir şey diyemeyiz."
"Ben böyle işin cinsini cibiliyetini tövbe tövbe ya."
Konuşmaları arkadan gelen naif sesle kesildi. İkili geri döndüğünde elinde tepki üzerinde kek tabakları ile Gül onlara doğru geliyordu.
"Çetin abi, ben kek yaptım sabah ama ikram etmeyi unuttum. Yemek hazır size de kek getireyim dedim."
Az önce sinirden köpüren adam arkasına götürdüğü elini sıkıp sakin kalmaya çalıştı. Renk vermemek adına "Allah be yine kek. Bu defa neli bacım?" diye sorarken tepsiye uzandı. Rasim renk vermeyen arkadaşına aferin der gibi kafa salladı.
"Damla çikolatalı. Afiyet olsun. Çayınız var mı? Getireyim mi?"
Güvenlik kulübesine girdiğinde orada çaycıyı görmüştü ev emin olmak için sormak istemişti. Rasim "Çayımız var abla. Ellerine sağlık çok teşekkür ederiz." Deyince "Yeniden afiyet olsun. Hayırlı akşamlar" diyen kadın geri mutfağa döndü.
Akşam yemeği sonrası işlerini halleden Gül müştemilata geçip hala uyuyan kızının üzerini örttü. Kendi yatağına oturup başındaki örtüsünü çıkardı ve saçlarını açtı. Üzerini çıkarmadan yatağa uzanıp gözlerini tavana dikti. Hayattan çok da bir şey istemiyordu. Az biraz geliri olsun, evladı ile olması gerektiği gibi ilgilensin, kimse ona kem gözle bakıp kötü söz etmesin öylece nefes alarak yaşayıp gitmekti amacı. Ama kimse ona izin vermiyordu. Her koldan bir sorun uzanıyordu ve hayatının göbeğine yerleşiyordu.
Gözlerini kapayıp nefesini dışarı bıraktı. Dakikalar sonra çalan telefon ile gözlerini açıp komodinin üzerindeki cihaza uzandı. Arayana bakınca hemen oturur pozisyona geçip telefonu cevapladı.
"Kardeşim."
"Harun abi."
"Nasılsın bakalım? Bir sıkıntı var mı?"
İyi demek istedi. Her şey yolunda ve sorun yok demeyi deli gibi istedi ama artık susmayacaktı. İyi değilse değilim demeyi öğrenmeliydi. Gelen mesajı, geldiğinden beri olanları kısaca özet geçti. Harun'un sinirli soluklar alıp vermesi ile pişmanlık hissetse de sözler ağızdan çıkmıştı bir kere ve dönüşü yoktu. Acele ile ekledi.
"Aman abi Sinan Bey'i arayıp bir şey deme. Onu da anlamaya çalışıyorum. Ben çocuğumdan o kadar ayrı kalsam bende aksi olurdum herhalde. Hem ben alıştım idare ediyorum yani. Şey, babamların davasında bir gelişme var mı?"
Konuyu değiştirmek en iyisiydi.
"Olmaz mı? Baban olacak karaktersiz avukatlık ofisime kadar gelip beni tehdit ediyor. Neymiş davayı geri çekecekmişiz. Sana ulaşıp ikna etmeliymişim."
"O kadar ileri gitti mi?"
"Neyse ki hemen dışarı attım da daha fazla dinleyip kulaklarıma eziyet etmedim. Sen de takma kafanı. Bu arada dava günün belli. Ben sana tarihi atarım ona göre sabahtan uçakla gelir akşama dönersin. Tabi duruma göre. Boşanma davası içinde seni buraya sürüklemeden işi oradaki mahkeme ile halletmeye çalışacağım. Tabi it oğlu it kocanı bulabilirsek."
Ne hayat be. Baba da koca da beş para etmez ama sorsan kadın suçludur.
1 HAFTA SONRA...
"Akşama yurt dışından misafirim olacak. Yöresel yemekler yapmanızı istiyorum. Daha çok etki ve bol sarımsaklı şeyleri tercih eder."
"Tamam efendim."
"Ha unutmadan, şu hep yaptığınız keklerden de olsun. Tatlı konusunda sadece kek tüketiyor beyefendi."
Başını sallayan Gül yine "Tamam efendim" dedi. Bir haftadır diyalogları sadece bundan ibaret oluyordu. Sinan bir şey istiyor ya da söylüyor Gül tamam efendim diyerek mutfağa geri gidiyordu. Rasim ve Çetin ise içlerinde kuruldukça kuruluyor abi dedikleri adamın dönüşünü dört gözle bekliyordu.
Timur hava alanından çıkarken arayan kız kardeşlerine tek tek cevap veriyor görüntülü konuşmak isteyen yeğenlerine kocaman gülümsüyordu. Onu almak için gelen Rasim dikiz aynasından adama bakarken hayret etmeden duramıyordu. Onun için bir yanı güneşi bir yanı geceyi temsil ediyor diyorlardı. Aile dendi mi akan sular duruyordu. Hele ondan büyük ve küçük kız kardeşleri ablaları yeğenleri canı ciğeriydi. Ama acımasızdı. Hata ya da şerefsizlik kabul edebildiği bir durum değildi.
"Abi özlettin kendini."
"Bende özledim Rasim. İnsanın kendi memleketi gibisi var mı?"
"Yoktur elbette."
"Eee anlat bakalım. Ben yokken neler oldu?"
Rasim önce sessiz kalsa da anlatmayı tercih etti. Özellikle Gül ve başına bela olan olaylardan bolca bahsetti.
"Durum bundan ibaret abi. Çetin ile bir haftadır olduğumuz yerde kurtlandık bir şey yapamadıkça. Seni bekledik. Görsen kadının başı hep yerde. Birimizle göz göze gelmemek için nasıl çaba harcıyor. Kendinden küçüğe bile abi diye hitap ediyor. Kızının durumu zaten ortada. Sinan Bey'i sever sayarım ama öyle aksi ki yeminle tek kelime edemiyoruz."
Kaşları çatık bir halde olan biteni dinleyen adam sadece "Adres ve kimlik bilgisi elinizde mi?" diye sordu. Torpidodan şeffaf bir dosya çıkaran Rasim geriye doğru uzattı. Timur aldığı dosyada adamın genç kadına attığı mesajları, ev ve iş adresini, gittiği mekanların isimlerini ve daha birçok şeyi okudu ve telefonunu çıkarıp birkaç tuşla kısa mesaj yazdı.
Ne olursa olsun yardıma ihtiyacı olan yanlız kalmış bir anne vardı ortada. Ona uzanan zehirli dili kesmek boynunun borcuydu. Tanımaması sorun değildi. Karşısına bir şekilde çıkmış hikayesini öyle ay da böyle duymuşsa artık mesele onun da meselesiydi.