23. BÖLÜM (G)

1865 Words
  Her yıl düzenli olarak gittiğim hastaneye bu yıl da check-up için doğum günümde gitmek zorunda kaldım. Geçen hafta gitmeliydim normalde; ama Levent gelince bugüne kaldı. Bana bu kontrolleri yapmam için ısrar eden Serhan'dı. Geçen üç yılda benimle gelmişti, ben savsaklama taraftarı olduğum için. Babamın kanserden öldüğünü söylediğimin ertesi günü ilk genel kontrol için hastanede almıştık soluğu. -Seni kaybedemem. Savaşmadan olmaz.- demişti. Erken teşhisin hayat kurtarıcılığına her zaman sonuna kadar inanırdı. Geçen haftadan beri, gelemese de bana her dakika hatırlatmıştı. Gidene kadar kurtulamamıştım.   Sabahtan öğlene kadar her türlü doktora girdim. Öğleden sonra da sonuçlar için bekledim. Bir yandan da akşamki aile buluşması için endişelenmekle meşguldüm. Hastanede bugün için tüm doktorları bulabildiğimden evde hazırlık, yemek falan yapamayacaktım. Levent de sabah sorun olmadığını, dışarıda balık yiyebileceğimizi söyledi.   Öğleden sonra dört gibi işim bittiğinde tüm kanları vermiş, tüm ultrasonlara girmiş, tüm filmeri çektirmiş ve tüm sonuçları almış halde eve dönmek için taksiye bindim. Bir sorun yoktu. Her şey tertemizdi. Levent de sevinecekti mutlaka. Yarım saat kadar sonra evdeydim.   Eve geldiğimde Levent'i salonda bir yere gitmeye hazırlanmış halde görünce şaşırdım. Her şey yolunda bile diyememiştim. Sormamıştı da. Gideceğini haber veriyordu. Ailesinden birine bir şey olsa beni bekleyeceğini düşünmesem de bir umut sordum. Doğru tahmin etmiştim. Bana geldiği için pişman mıydı? Değilmiş. Tek bir şey kalıyordu bana aklımda dönüp duran. Ece.   Tekli koltuğa geçtiğimde neden gittiğini sordum. Ece'yi soruma eklemedim; ama gizli özneydi Ece. Neden Ece'ye gidiyorsun demiştim aslında kendimce. Hamile olduğunu söyledi.   Kalbim yerinden çıkmasın diye sağ elimle tutmak zorunda kaldım. Sol elimi karnıma bastırdım mide bulantımı bastırmak için. Kusmamak için zorladım kendimi. Sabahtan beri hastanede bir şey yemeye fırsatım olmamıştı halbuki. Son söylediğim cümlem ile beraber Levent de çıktı gitti yerden çantasını alarak. Bir süre kaldım öylece. Sadece bir süre. Göz yaşım yoktu ona akıtacak. Nikahta terk edilmekle yarışamazdı gidişi.   Yere koyduğum çantadan kadın doğum doktorunun ultrason sonucu elime verdiği fotoğrafa bir süre baktım. Hasta değildim. Hamileydim. Levent'in bebeğine. İyi ki affettim demiştim. Yoksa ben burada o kim bilir nerede, şimdi nasıl söylerdim muhtaç gibi diye geçirmiştim aklımdan. Çok mutlu olmuştum. Anne olmak istemediğim halde bu bebek için sevinmiştim hastane odasında.   İlk gece aklımdan geçenler tebessüm ettirmişti beni. Ben dişi kuş gibi yuva yapmış ve Levent için yumurtamı çatlatmıştım. Adet düzensizliğim yoktu aslında; ama Levent-Ece olayı, günlükler ile fotoğrafları görmem ve taşınma stres yapmıştı büyük ihtimalle. Fark edemedim periyodumun geç kaldığını. Nefise hanım da gülüyordu.   "İstediğiniz bir bebek miydi? Evli değilsiniz sanırım; ama üzgün de değilsiniz. Yanlış anlamayın. Bekar bir anne olmanızda bir sorun yok tabii."   "Yanlış anlamadım. Söylediğimde benimle hemen evlenmeyi isteyecek biri, bebeğin babası. O yüzden üzgün değilim. Biliyor musunuz, ben anne olmayı asla istemeyen biriydim. Şimdi bana ait olan bir bebek var içimde, anne olmayı her şeyden çok istiyorum. Mutluyum kendimden hiç beklemediğim şekilde."   "Tebrikler. Ben çok iyi bir anne olacağınıza inanıyorum."    Levent'e Ece daha önce haber vermişti. Zaten gitmeyi seçmişti. Benimle kalıp bebeğin sadece soyadını almasını sağlayabilirdi. Öyle bir karar verseydi ben ne derdim, ne hissederdim, kabul eder miydim? Bunlar düşünmemi artık gerektirmeyecek sorulardı. Cevap beklemedikleri için sevindim. Levent benim yerime de karar vermişti. Belki istemiyordu Ece'yi; ama gitmek, onun yanında olmak zorunda olduğunu hissetmişti.    Beni aldattığını zaten biliyordum ve bunun için affetmiştim onu. İlişkilerden sonra bebekler olabilirdi. Benim de olmuştu işte. Aldattığı için onu affettiğime göre o aldatmadan olan bebek için de affedebilirdim eğer, talep etseydi. Etmemişti. Seçim yapmıştı ve seçtiği ben olmamıştım. Cevap beklemeyen soruları cevaplamaya başladı beynim. Bugün yeterince yorulmuştum zaten. Bir de beynime yüklenmem haksızlık olurdu.   Tekrar soktum çantama. Saate baktım, beşti. Levent'in Ece'yi hamile bırakması, öğrenmesi, bana haber vermesi ve gitmesi sadece yirmi dakika sürmüştü demek ki. Hayatımın en acımasız kararını vermem için yirmi dakika yeterli olmuştu. Doktorun verdiği kartı cüzdanımdan çıkarıp üzerine yazdığı cep numarasını aradım hemen.   "Efendim."   "Nefise hanım, ben Gonca Tekcan. Bugün öğlen saatlerinde hastanızdım. Hamile olduğumu söylemiştiniz."   "Evet, hatırlıyorum. Buyrun Gonca hanım."   "Hastanede misiniz? Planlarda değişiklik oldu. Ben bebeği istemiyorum."   "Emin misiniz? Hastanedeyim; ama biraz daha düşünebilirsiniz. Haber sizi şok etmiş olabilir."   "Şok oldum, evet. Kararım kesin. Lütfen bugün halledelim. Ben yarım saat içinde gelebilirim."   "Henüz poliklinik yapıyorum. Hastalarım ve bir sezaryenim var hala."   "Nefise hanım gece derseniz gece gelirim. Ekstraya girerse de önemli değil. Çok rica ediyorum." Sesim sert çıkmıştı istemeden.   "Peki. Saat 18:30 için not alıyorum o halde."   "O saatte oradayım. Çok teşekkür ederim."    ...   Saat altıda hastanedeydim. Doktor genel aneztezi sonrası kötü olma ihtimalime karşı yanımda birinin gelmesinin iyi olacağını söylediyse de -Ben kürtaja gidiyorum hadi benimle gel.- diyerek yanımda götürebileceğim birine sahip değildim ben. Kimsem yoktu benim. Yanıma aldığım tek ve bana en büyük yardımı olabilecek şey beş damlalı, pamuklu, hijyenik özel gün pedimdi. Adet görmeye başlayacaktım neticede.   Girişimi yaptırdıktan sonra doktorun kapısının önündeki bankta beklemeye başladım. Saçımı açtım beklerken. Sabahtan beri tel tokalar örgü yaptığım saçımda başımı ağrıtmaya başlamıştı. Belki de başımı ağrıtan sebep çok farklıydı; ama ben yine de çıkardım ne kadar kabaracağını da umursamadan.   Aç olmam da gerekiyormuş en az altı saattir. Ben bunu da halletmiştim. Yirmi dört saattir açtım neredeyse. Beni engelleyecek hiçbir durum yoktu.   Yarım saat önce gelmiştim. Bu kadar süre evde kalıp durmam bile mucizeydi. Ben bir an bile geç kalmadan temizlenip eski Gonca olmak istiyordum. Tek başına, polar pijamalarıyla evde oturan, çay içip televizyonda film izleyen Gonca mutluydu o akşam. Yeni evimde yepyeni anılar biriktirmeye söz vermiştim; ama yepyeni anılara mutlu sıfatını eklemeyi unutmuştum ne yazık.   Evime kati olarak hüzün girmeyeceğine de söz vermiştim ve artık ben de kendime verdiğim sözleri tutmamaya başlamıştım. Hayatıma giren insanlardan mı öğrenmiştim bunu? Onlar söz verip de gelmeyenlerdi ya da söz verince gelip de gidenlerdi. Ben de kendime iyi davranmazsam halim ne olurdu?   Mutluluğun ilk kelime anlamı Tdk'nun sayfasında,   -Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu.-   olarak tanımlanıyor. Neydi benim özlemlerim?    Önce annemdi. Beni bırakıp gittiğinden, artık beni almaya gelmeyeceğinden emin olana kadar özlemiştim onu. Sürekli ve eksiksiz olmasını geçtim, bari yıllar sonra gördüğümde azıcık da olsa sevseydi beni. Onun olmadığımı söylemeseydi.   Sonraki özlemim Özgür'dü. Bir girip sonra çıkmıştı hayatımdan daha çocukken. Yıllar geçip de biraz daha büyüdüğümüzde tekrar hayatıma girip mutlu olduğuma ikna etmişti beni. Bir zaman gerçekten de eksiksiz ve sürekliydi. Onunla beraberken kendimi sorgu sualsiz ona teslim edecek kadar kıvanç duymuştum. Piç gibi kendi nikahımda acımasızca terk edilene kadar.   Serhan vardı sonra. Bu tanımı bana tam anlamıyla yaşatan Serhan. Mutlu olmamak imkansızdı onun yanında. Tek eksiklik ona özlemimin çok farklı olması ve fikir ayrılığı yaşamamızdı. Şimdi karnımda Levent'in bebeği, hastanede doktor kapısında kürtaj için beklediğimi görse delirirdi sanırım. Benim canım yanacak diye kahrolurdu.   Ve Levent tabi. O ne özlemim olmuştu ne eksiksiz ve sürekli mutlu etmişti beni. Onun bebeğine hamile olduğumu duyduğumda ben kendi kendime kıvanç duymuştum sadece. Seçtiği hayatta hiçbir zaman önüne çıkmayacak, ona engel olmayacaktım. Mutluluk başkalarının, özlemlerine eksiksiz ve sürekli olarak ulaştıkları için duydukları kıvanç durumuydu.   Benim içinse mutluluk, mutsuzluğun tersiydi sadece.   Mutsuzluğun tanımı ise basitti. -Mutsuz olma durumu.- Beni ne de güzel tanımlıyordu. Şimdi zıt anlamlı mutsuzluğa bile sahip değildim. Mutlu olmak için çabaladıkça hata yapan, hata yaptıkça kendime verdiğim sözleri bile tutamayan biriydim uzun süredir. Yarım saatten daha az bir zaman kalmıştı bu dönemin bitmesine. Son verecektim beni mutsuz eden her şeye. Kangren olan yeri bıçakla kesip atacak ve eksik de kalsam mutlu olmaya başlayacaktım bir an önce.    İç sesim sustuğu anda, doktorun asistanı adımı söyledi ve hemen içeri girdim.    "Hoşgeldiniz Gonca hanım; ama keşke sebebi bu olmasaydı."   "Hayaller, hayatlar işte Nefise hanım." Ofis telefonu çalmaya başladığında asistanına benim doldurmam için form uzatıyordu.   "Çok affedersiniz, bakmam gerekli hastane içinden." Başımı salladım.   "Dinliyorum Orçun bey."   "..."   "Evet."    "..."    "Tıbbi tahliye."   "..."   "Tabii, bekliyorum."   "..."   "Anladım. Hemen geliyorum."   Ben formu doldururken Nefise hanım özür dileyerek acil bir sezaryen işinin çıktığını, yarım saat içinde geri geleceğini söyledi. Asistanını da benim için ameliyathaneyi hazırlaması için gönderdi. Ben beklerken daha iki dakika olmadan kapı açıldı. Kapıdan içeri giren, kadın doğum doktorum Nefise Mollaoğlu değildi kesinlikle. Ben konuşamazken o elimi tuttu.   "Yürü Gonca, gidiyoruz."   "Bırak elimi, sen kimsin de bana gidiyoruz diyorsun?"    "Konuşmamız lazım. Lütfen yürü."   "Ne konuşacağım ben seninle? Bırak." Bağırdım bu kez.   "Tamam, bıraktım. Benimle gel Gonca. Yalvarırım." dedi bir elini yine bana uzatarak.    "Neden bahsediyorsun sen? Seninle bir yere gelmem mümkünmüş gibi, gel diyor bir de."   Önümde diz çöktü. Başını dizlerime koydu. Dondum. Kımıldayamıyordum. Bir yandan gözüm kapıda doktor her an gelebilir diye düşünürken bir yandan da gelirse ve bizi bu halde görse neler olur diye kafamda kuruyordum.   "Doğum günün kutlu olsun kalbimin yangını." Son sözü ile hislerim geri geldi. Dizlerimi çektim kalkması için.   "Bas git buradan. Sana ne benim doğum günümden? Hangi yangından bahsediyorsun ki hem? Yangın falan kalmadı. Kül oldu her yer. Onları da çıkan fırtınada savurdum ben."   "Biliyorum, Gonca. Tekrar yakacağım o ateşi. Söz veriyorum." Gülmek, kahkaha atmak zorunda kaldım.   "Söz mü? Söz mü veriyorsun? Nikahta gözlerim seni aradı damat bey." Karnıma gülmekten ağrı girdi. Az sonra içimden alınacak bebek sanki düşecekmiş gibi ellerimi karnıma sardım.   "Biliyorum. Hepsini anlatacağım. Sadece beş dakika dinle beni. Yalvarıyorum sana kalbimin yangını."   "Kes zırvalamayı. Lisede karşıma çıktın. Çocuktum, küçüktüm, bırakmak istemedim de bilmem ne? Haber vermeden gidişini örtmeye çalıştın. İnandım sana. On sekizimi doldurduğumda beni istedin. Yetinmedin kız arkadaşın olmamdan. Beni bir güzel sikmek için nikah günü bile aldın, kandırdın beni. Kendimi verdim sana. Evleneceğiz dedin. Biliyor musun? Benimle evlenmeyecek olsan da zaten senin olmak istemiştim."   "Yapmadım Gonca. Seni kandırmadım. Dinle beni. Dizilerde bu ne sikik senaryo diyebileceğin bir olay geldi başıma. Yetişemedim zamanında. Ben geldiğimde gitmiştin. Yemin ederim."   "Yalan yere yemin etme. Çarpılacaksın. İki saat bekledim ben seni." Allah kahretsin. Gözümden yaş gelmeye başlamış. Oturduğum yerde kucağımdaki ellerim ıslandı.   "Ağlama, dayanamam. Gel gidelim. Konuşmama izin ver."   "Odaya girdiğinden beri konuşuyorsun zaten. Dinlemek istemiyorum."   "Gonca, dinlemek zorundasın." Yüzüme bakıp sesini yükseltti.   "Bir bok yapmak zorunda değilim. Hele seni dinlemek zorunda hiç değilim. Bunca yıl kiminle düşüp kalktıysan, kimin sıcak koynundan ne diye çıkıp karşıma dikildiysen hakkın bile olmadığı halde, oraya geri dön."   "Ben sadece seninle birlikte oldum Gonca. Dört temmuzda sadece sen sahip oldun bana. Ben senindim unuttun mu? Sen bana -Benimsin.- demişken ben başkasına nasıl bakarım? Kör olmaz mıydı gözlerim kalbimin yangını?"    Ne diyordu bu adam? Bir ay sonra yirmi beş yaşında olacaktı ve sadece benimle olmuştu öyle mi? İnanmam için aptal olmam gerekirdi tabii. Tekrar dizlerime başını koyup ağlamasaydı eğer inanmamaya devam da ederdim; ama ağlıyordu işte. Hıçkıra hıçkıra dinlemem için yalvarıyordu. Bu doktor da nerede kalmıştı? O an ne için orada olduğum aklıma düştü. Gülmeye başladım.   İşte şimdi bana nefretle bakma zamanı gelmişti. Başını dizimden kaldırıp ıslak mavi gözleriyle bana neden güldüğümü sorar gibi baktı. Kendimi durdurabilsem konuşacaktım; ama komikti gerçekten. Nihayet konuşacak kadar sakinleştiğimde;    "Ben dört temmuzda sadece seninle yatan, sadece senin olan, sekiz temmuzda nikaha ya da altı yıldır da bana geleceksin diye seni bekleyen on sekiz yaşındaki aptal Gonca değilim artık." dedim.   Yüzüme bakıyordu. Bekledim. Bana nefretle bakması için gözlerimi bir saniye bile kırpmadan bekledim. Yüzümdeki gülümseme soldu beklemekten.   Şimdi de o gülüyordu. Kahkaha atmaya başladı. Benden daha şiddetliydi kahkahası. Korkmaya başladım. Ben ayağa kalkıp kapıya doğru yöneldiğimde o da çöktüğü yerden kalkıp beni kendine çevirdi ve kapıya yasladı. Direk gözlerime dikmişti ıslak mavilerini.   "Ben seni o günkü halinle kazıdım aklıma. Ben senin kokunu, sesini, rengini, tenini, tadını hiç unutmadım. Bitti elimdekiler. Sen yokken harcadım hepsini seni yeniden bulana kadar. Yenisini vermezsen ölürüm. Öldürme beni. Öldürme bizi. Seni çok seviyorum kalbimin yangını."   Hala ağlarken ve bunları söylerken alnını alnıma yaslamıştı tamam; ama elleri neden karnımı okşuyordu?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD