24. BÖLÜM (Ö)

1812 Words
 Orçun'un odasından çıkıp hızlı adımlarla koridorda yürürken yıllardır görmeye hasret kaldığım, zaman içinde tüketmek zorunda kaldığım, en sevdiğim renk dikkatimi çekti. Bankta otururken başını önüne eğmiş bir kadın saçlarından tel tokaları çıkarıyordu becerikli elleriyle. Adımlarımı yavaşlattım. Renk o kadar güzeldi ki; Gonca'nınkine bu kadar mı benzer dedim. Benzemesine sanki ihtimal varmış gibi benzettim.   İşi bitince başını kaldırdı. Kabaran saçlarının arasında kalan yüz. Kimseye benzemeyen, benim olan küçük kadınımın yüzü. Durdum. Gidemezdim ki? Kaybedemezdim ki tekrar. Geçen yıllarla birlikte kader bizi algoritmasını bir türlü çözemediğim farklı zaman aralıklarında, saçma sapan sebeple ayrı düşürmekten ve tesadüfen bir araya getirmekten ne haz alıyordu?   Ne işi vardı burada, ne sebeple buradaydı, hasta mıydı diye düşünmekten beynim ayaklarıma komut veremiyordu bir türlü. Gözlerime hadi çevir başını, dik dik bakma görecek diyemiyordu. Koridordaki kolonun arkasında durmuş saklambaç oynayan çocuklar gibi ebe olan Gonca beni görmesin diye kıpırtısız bekliyordum.   Doktorun kapısından çıkan asistan Gonca'yı çağırdı. O içeri girip de görüş alanımdan çıkınca beynim de arkasına saklandığı bulutları dağıttı. Hemen kapının önüne gelerek görmeye geldiği doktorun adına baktım. Hızlı adımlarla Orçun'un odasına kapısını bile çalmadan daldım.   İyi ki boştu da hastayı kovmak zorunda kalmadım diye sevinirken beni tekrar görünce ve odaya girme şeklime şaşırdı asistanı ile beraber.    "Nefise Mollaoğlu, tanıyor musun?" Bir yandan da masasının üzerindeki telefonu alıp uzattım.   "Jinekolog, diğer koridorda. Tanıyorum tabii, aynı hastanede çalışıyoruz."   "Hemen ara. Odasındaki hastası Gonca Tekcan mı diye sor." Tabii Gonca da soyadı Tekcan mı hala? Lütfen öyle olsun.   "Özgür iyi misin?" Sabrım da vaktim de yoktu.   "Çaktırmasın Gonca ile ilgili soru sorduğunu ona. Acele et, hadi."   Numarayı tuşladığında biraz bekledikten sonra konuşmaya başladı.   "Nefise merhaba, bir şey sormam lazım; ama yanındaki hastaya belli etmeden kısa cevaplar verirsen sevinirim." Başhekim yardımcısıydı. Sen diye hitap edebiliyordu demek ki.   "Dinliyorum Orçun bey."   "Yanındaki hastanın adı Gonca Tekcan mı?"   "Evet."   "Sana geliş sebebi ne?"   "Tıbbi tahliye." Bir yandan da Orçun'a işaret ediyordum. Eliyle ahizeyi kapatması için. Kadının ne dediğini duyamıyordum ki masanın üstünden yaklaşsam da.   "Lütfen bir dakika bekler misin? Bir şeyler daha söyleyeceğim."   "Tabii, bekliyorum." Eliyle ses gitmesin diye telefonu kapatınca bana baktı ne var gibisinden.    "Tekcan mıymış soyadı? Niye oradaymış?" Hızıma yetişmesini istiyordum; ama ne yavaş bir doktordu bu Orçun.   "Evet Tekcanmış. Kürtaj için gelmiş." Kara bulutlar kapladı beynimi.   Hamileydi ve bebeğini aldırmak istiyordu. Evli değildi ve hamile kalmıştı. Birlikte olduğu biri mi vardı ve onunla evlenmek istemeyecek kadar aptal mıydı? Kendi kararı mıydı içindeki bebekten vazgeçmek yoksa bebeğin babası mı aldırmak zorunda bırakıyordu? Canı yanmış mıydı başkaları tarafından? Hala yanıyor muydu? Kötü mü davranmışlardı? İstemediği, zorla olan bir ilişkidendi de o yüzden mi doğurmak istemiyordu? Hamileydi ve bebek bana ait değildi. Evlenmemişti; ama başkasıyla birlikte olmuştu. Bebek. Babası kimdi? Annesi Gonca'ydı. Önemli olan da bu.   Işık hızıyla aklımdan geçen soruların cevaplarını aklımda tahayyül bile edemiyordum. Orçun bana seslendiğinde ne yapmam gerektiğini ise çok iyi biliyordum.    "Ne diyeyim söyle hadi. Bir dakika doldu."   "İnandırıcı bir bahane bulup, odadan çıksın asistanı ile birlikte. Benim Gonca'yla konuşmam lazım." Elini tekrar çektiğinde sebebini anlamasa da,  "Ha! Nefise bana bir iyilik yapar mısın? Hastana belli etmeden asistanın ile birlikte yanıma gelir misin? Doğum falan çıktı desen mesela. Bu iyiliğini unutmam." diyerek benim unutamayacağım bir iyilik yapmıştı Orçun da bana.   "Anladım. Hemen geliyorum." Telefonu kapattı.   "Sağol Orçun. Bu iyiliğini unutmayacağım."   "Konuşacağız, anlatacaklarını merakla bekliyorum. Gonca Tekcan, aklımda." Kafamı salladım.    Gonca'yı gördüğüm koridora gelince doktorun çıktığından emin olmak istedim. Kapı açılınca kendisi ve asistanı ile çıktığını görünce kendime kalbimin normal ritmine dönmesine yetecek kadar müsaade ettim. Onu gördüğümde tekrar yerinden çıkıp Gonca'nın kalbiyle birleşmek, eşine atlamak isteyecekti zaten. Normal ritmine dönmeden olursa durmasından korktum. Artık ölümün bile ayıramayacağı şekilde bulmuştum Gonca'yı. İddiam büyüktü. Benim boyumu da aşıyordu haliyle. Ağ örmek örümceklerin işi değil miydi? Kader neden örüyordu?   Kapıyı çalmadan içeri girdim. Bana baktığında elini tutup onu oradan çıkarmak istedim. Kabul etmedi. Israr ettiğimde kendini kurtardı elimden. Dizlerine kapandım. Yalvardım, ağladım biraz olsun beni dinlemesi için. Bir zamanlar benim için yanan ateşini sağanak yağmur gibi yağarak istemeden söndürmüştüm, şimdi ormana giden izciler misali çakmaksız, kibritsiz, çırasız elimde ne imkan varsa taşı taşa sürterek çıkaracaktım yeni kıvılcımları. Söz verdim yine. Bu kez beni de kesseler olacaktı.    Verdiğim söze itibar etmemesini anlayabilirdim. Sinirden gülmesini de. Bunu ona yaptıranın ben olduğumu bilmek devam etmem için yetti. Doğum gününü kutladım. Onun bana hediye gelmesi gibi beni hediye görmesini istedim, geçmişte yaptığım, bana bir altı yıla da daha mal olan hatayı telafi etmeden bunun gerçekleşmeyeceğini bilerek. İstemedi zaten. Beni bir hediye paketi gibi değil, onunla birlikte olmak için oyun oynayan, tuzak kuran aşağılık bir Özgür olarak görüyordu.   Anlatmaya çalıştım dilimin döndüğünce. Kelime hazinemi kısıtlıyordu, beni dinlemediği her saniyede. Onun için gelmiştim nikaha, kocası olmaktan daha çok istediğim hiçbir şey yoktu, çok geç kalmıştım sadece. İnanmadı. Ağlamaya başladığında bu umuttu benim için. Benim için hala akıtacak gözyaşları varsa eğer bu akan damlalarda boğulurdum; ama yine de ağlamasın istedim.   Başkaları olduğunu ima ettiğinde yıkıldım. Ben sözümü tutmuştum. Sadece birini tutamadığım an onu kaybettikten sonra bile söz geçerliydi benim için kalbimde. Gonca'dan başkası olmadı. Kalbimin en küçük yapı taşlarını Gonca kendi elleriyle inşa ederek oluşturmuştu şaheserini. Tıpkı bir ejderha gibi alev üfleyerek sağlamlaştırmıştı orayı. Kalbimin yangınıydı.   Aynı olmadığını söyledi. Nasıl yani? Gonca'ydı işte karşımdaki. Kanlı canlı tekrar görmeyi hayal etmekten öte geçemediğim, bulamadığım, kıymetlimdi. Ruhumun bedenimin sahibi Gonca'ydı. Gülmesi haşindi. Haşinliği de beni kırabileceğini düşündüğü için yüzüne takmış olduğu gülme maskesi ile birlikte düşmeye başladı yüzünden. Düşmeden yakaladım. Ben gülmeye başladım bu kez. Başka biri ile yattığı için, karnında onun bebeğine hamile olduğu için onu istemeyeceğimi düşünecek kadar güvenmiyordu bana. Yanıldın kalbimin yangını.   Ayağa kalktığında hala hamile olduğunu söylememişti. Kapıdan çıkmadan yasladım, kendime döndürüp. Benim için aynıydı. Turuncu saçlı, burnu hafif çilli, küçük kadınımdı. Ellerimi karnına koydum. Hangi beyin fakiri bu bebeği istemediyse eğer, yaptığı hata kesinlikle benim şansımdı. Alnım alnında, karnını okşarken devam ettim.   "Seni bana her seferinde getiren şeyin adını koymakta zorlanıyorum kalbimin yangını. Kaç kere kaybettim seni, kaç kere buldum? Seni ilk kez doğum günümde görüp aşık olmuş ve içimde her doğan yeni günle birlikte günden güne büyütmüştüm sevgini. İkimiz için de büyüttüğüm sevgi bedenimin bentlerini aşmış taşarken gözlerim yine sende takılı kaldı. Turuncu alev saçların yine kabarık on bir yaşındaki gibi olmasa da. Şimdi tekrar bu kez senin doğum gününde bulmama ne isim verelim Gonca, birlikte koyalım adını."   "Seninle muhabbet kuşuma bile isim koymam ben, bırak beni, çıkacağım buradan."   "Tamam, beraber çıkalım. Konuşalım."   "Senin konuşacağın zamanlar geçti. Tek bir kelime için bekledim seni. Gelip -Evet.- diyecektin sadece. Şimdi Meydan Larousse ciltlerini ezbere okusan da ilgilenmiyorum."   "Geldim Gonca, gördüm seni. İzledim. Kahroldum. Çaresizliğinde boğuldum. Geliyor muyum diye kapıya bakan gözlerin yaşla dolduğunda öldüm Gonca ben orada."   "Beni gördün ve yanıma yine de gelmedin öyle mi? Marifet gibi söylüyor musun bir de? İzledim derken, nasıl bir psikopatlıktır bu?"   "Görüntülerden izledim. O kadar güzeldin ki!" İnanmadın mı bana kalbimin yangını?   "Bir önemi yok artık. Dediğim gibi ben seni beklemedim, beklediğim o iki saatten sonra. O gün ağladım bitti. Şimdi de zaten burada halletmem gereken bir işim var. Çıksan iyi olur. Az sonra doktor gelecek ve.."   "Gonca! Doktor gelmeyecek, sana elini bile sürmeyecek." Yeterince sert konuştum umarım.   Sesimle irkildiğinde Gonca'ya ulaşmanın başka bir yolunun olmadığını, onu zorla buradan çıkarmam gerektiğini biliyordum. Kapıdan çekip kapıyı açtım ve elinden tutarak koridorda yürümeye başladım. Aynı lise sondayken okul koridorunda yürüdüğümüz gibi. Bu kez daha hırçın bir Gonca vardı. Daha yaralı. Benim yaraladığım ve bu yaraları bir an önce sarmak istediğim.    "Özgür, bırak beni. Hastanedeyiz ve ben bağırmak istemiyorum."   "Bağırma bence de. İyi düşünmüşsün." Sesimi sakin tutmaya çalıştım.   Çıkışa doğru alt kata merdivenlerden inmeye devam ederken elini kurtarmaya çalışıyordu. Daha sıkı tuttum. Alnımın çatısından vurmaları gerekirdi artık bırakmam için.   "Özgür, buraya bir işim olduğu için geldim. Bırak elimi. Sonra konuşalım tamam mı?" Taktiğini sıkar içerim senin.   "Sonra halledersin işini. Şimdi işin benim. Beni dinleyeceksin." Bakmadan konuşuyordum. Otoparka geldiğimde park ettiğim yere kadar konuşmadım. Gonca denemekten vazgeçmedi orası ayrı.   Öne oturtup kemerini kendim bağladım. Kapıyı kapatıp anahtarla kilitledim, kendi tarafıma geçene kadar. Ben oturamadan daha inerdi yoksa. Ben de oturunca tekrar çırpınmaya, bana bağırmaya, dozunu arttırıp bana vurmaya başladı. Dönüp yüzüne baktım. Çok yorgundu, büyük ihtimalle açtı da. Kürtaj için anestezi gerekirdi tahminimce. Sakince tuttum kollarından.   "Bana bir saat ver. Bir saat geçerli olacak ateşkes imzalayalım. Sonra tek taraflı savaşına devam edersin istediğin kadar. Dinlen güç topla olur mu bu sürede?" Kabul ettiğini beyan etmese de sustu.   Telefonumu çıkarıp annemi aradım. Hastaneden eve geçeceğimi sanıyordu. Bağ evine giderek kafa dinlemek istediğimi, kimsenin gelmesini istemediğimi söyledim. Ben bu uyarıyı yapmazsam eğer benden önce orada biterdi eminim ikisi de ve kim bilir daha kimler?   O ev boş bırakılmıyordu. Sürekli kullandığımız bir yer olduğu için temiz ve erzaklı olduğundan şüphem yoktu. Tek eksik pasta ve mumlardı. Durup alabileceğim bir pastane aradım yolda. Bir tane bulduğumda Gonca'ya da inmesini söyledim. Ateşkes demeyi unutmadım. Pastasını kendi seçti. Kucağında pasta ile koltukta oturdu.   Sessizlik içinde ilerlerken sağından dışarıyı izliyordu. Bir süre sonra tekrar baktığımda gözleri kapalıydı, elleri de pastayı daha gevşek tutuyordu. Saate baktım. Sekize geliyordu. Aklımdan sel gibi geçen cümleleri anlamlı bir paragraf olacak şekilde dizmeye başladım zihnimde. Anlam bozukluğu yapabilecek olanları çıkardım, kendimi anlatanları ekledim.   Bu gece çok iyi bir satranç oyuncusu olmalıydım. Yapacağım hamleler en az on hamle sonrası için bile benim kazanacağımı garantilemeliydi. Karşımdaki rakibim değildi; ama beni çoban matı yapabilecek tek kişiydi. Tek kadındı. Kalbimin tek yangınıydı. Sonuç ne olursa olsun ben bu gece buradan affedilmeden çıkmayacaktım. Her ne pahasına olursa olsun. Gerekirse odaya kilitler, beni affettiğini söyleyene kadar da çıkarmazdım. Gonca henüz bilmiyordu.   Yaklaşık kırk dakikadır yoldaydık ve ateşkesin bitmesine on üç dakika kalmıştı. Neredeyse eve gelmiştik. Toprak yola girdiğimizde araba biraz sarsılsa da Gonca uyanmamıştı. Oh! Evin bahçesi baharın gelmesiyle ve bahçıvanın ilgilenmesiyle yemyeşil olmuştu. Eve giden yolun iki tarafına da kadife çiçeği ekmeleri için ısrar etmiştim. Annem basit bulsa da açtıklarında iki taraflı uzanan turuncular gözünü almıştı. Şimdi de açmış halde karşımda bana bakıyorlardı.   Arabayı durdurduğumda Gonca'yı izlemek için dört dakikam vardı. Uyanmasa da uyandırmak zorundaydım. Dürüsttü o her zaman. Direk söylerdi ve ona da öyle söylenmesini isterdi. Uyanıp da ateşkes süresinin dolup geçtiğini anlarsa oyundan diskalifiye olurdum. Bu da benim satranç için bir hamlemdi. Sürem doldu.   Aşağı inip kapısını açtım. Kemerini çözerken o da gözlerini açtı ve üzerine eğilmiş halde beni görünce toparlandı. Beni yine yanıltmadı.   "Ateşkes bitti mi?" Kafamı salladım.   Çekildim; ama arabadan inmedi. Başımı yana yatırıp ne bekliyorsun der gibi baktım.    "Hastanede ne işim olduğunu sormadın." Başladı taciz atışlarına. Hızlı başlamıştı. Biz düşman değiliz Gonca.   "Hasta mısın? Tedavini geciktirmedim ya?" Güldü. Devamı gelecekti.    "Senden başkası ile de birlikte oldum dedim, hatırlıyor musun?" Hatırlamak mı? Başkası dedi. Başkaları demedi. Bir kişi. Çatal yapacaktı az sonra.   "Evet, hatırlıyorum." Hamileyim. Hadi Gonca söyle. İçinde senin gibi turuncu saçlı, burnunda hafif belirgin çiller olan bir kız bebek büyüttüğünü söyle.   "Onun bebeğini taşıyorum." Güçlü kadınım benim.    "Naz yapmanın çok iyi bir metodunu bulmuşsunuz Gonca hanım. Peki, istediğiniz gibi olsun. Pastayı sıkı tutun da düşmesin ben de sizi içeri kadar kucağımda taşırken." Ne oldu? Rengin soldu. Ben güldüm şimdi de. Sen turuncudan başka renk olsan da gülebiliyormuşum.   Bu maç benimdi. Merdiven matı yapmıştım. Affedecekti, evlenecektik.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD