11. BÖLÜM (Ö)

1637 Words
"Yalancısınız siz. Ne zaman istersem beni yurda götüreceğinize söz verdiniz. Üç aydır bir kere bile gitmedik. Hiçbir arkadaşımı göremedim sizin yüzünüzden." Gonca'yı göremedim.   "Özgür, artık sinirlenmeye başlıyoruz. Küçük bir çocuk gibi tutturman hiç hoş değil. Yakışmıyor sana."    "Yalancı olmak çok mu hoş?" Yeni ailem bir yalancıydı.    "Diline dikkat et Özgür. Konuşma şeklinden hoşlanmıyorum." Konuşan Ahsen'di yine. Evin sözcüsüydü.    "Benim hiçbir şeyimden hoşlanmıyorsunuz zaten. Niye aldınız ki o zaman beni? Başkasını alsaydınız." Geri verin, olsun bitsin.   "O nasıl söz oğlum? Seni seviyoruz annen de ben de. Lütfen zorluk çıkarma. O hayatını geride bıraktın artık sen. Orayı hatırlamanı ve üzülmeni istemiyoruz. Annen bunu demek istedi."    "Ben seviyordum orayı, şikayetim yoktu ki. Niye üzüleyim arkadaşlarımı gördüm diye? Gittiğimi kimseye söyleyemedim. Beni merak etmişlerdir. Belki de onları hiç sevmediğimi düşünüp çok üzülmüşlerdir." Aklımda olan sadece Gonca'ydı. Gonca üzülmüştür.   "Tekrar bu konu hakkında istekte bulunursan yatılı okula gidersin Özgür. Peşini bırak artık. Kaldığın yurda tekrar gitmeyeceğiz hiçbir şekilde. Bu son kez konuşuldu ve bitti. Nokta."   ...   "Özgür, bugün piyano dersinde biraz dalgınmışsın. Neyin var hasta mısın?" Yeni annem her zamanki gibi ne hocası olursa olsun duyduğu şikayetleri gribe bağlamayı başarmıştı.   "Hayır, hasta değilim. Ben piyano çalmak istemiyorum. Bateri çalmak istiyorum."   "Bunları konuştuk Özgür. Bak Sıla'ya senden bir parça öne geçmiş. Sordum Azra hanıma." Konuştuk mu? İlk seferinde keman dersi aldırmaya kalktığınızda -Çok istiyorsan kendin ders al.- demiştim. Suratımda patlayan tokadı hatırlıyorum. Senin konuşma şeklin ile benimki aynı dil değil ki.   "Azra hanımı da sevmiyorum. Çok sert davranıyor bana. Yanlış tuşa basar basmaz elime hızlı şekilde vuruyor."    "O şekilde yapması için sebep verme sen de. Azra hanım bu şehirdeki en iyi piyano öğretmeni. Devam edeceksin. Tekrar şikayet duymak istemiyorum ondan senin hakkında."   "Ben şikayet ediyorum, beni neden dinlemiyorsun onu dinlediğin gibi?" Sesimi yükseltmiştim biraz. Beni evlat edindiklerinden bu yana iki yıl geçmişti ve arkadaşlarının çocuklarının gittiği tek kursa karşılık ben hepsine gidiyordum.   Sıla piyanoya, ben de piyanoya. Alara tenise, ben de tenise. Enes resime, ben de resime. Diğerlerinden daha iyi olmak zorundaydım. Neye göre, kime göre?    "Atasoylar kimsenin altında kalamaz Özgür."   "Atasoylar herkesten daha fazlasını başarır Özgür."   "Atasoylar küçük düşemez, bizi küçük düşürme Özgür."   "Bu ses de ne? Bahçeden duyuluyor. Özgür neden bağırıyorsun?" Sadece biraz sesim yükseldi. Ne bağırması?   Yeni babam anneme göre daha biraz daha ılımlıydı. Sadece biraz daha. O da, biraz daha ılımlı olmaya çalışırken annemin sert bakışlarına maruz kalıp annemden aşağı kalmıyordu. Neden on iki yaşında bir çocuk aldıklarını eve geldikten bir kaç hafta sonra anladım. Yaşları vardı zaten, tamam ama asıl sebep; ahbaplarının çocuklarının da on bir ve on üç yaş aralığında olmalarıydı. Onların gözüne sokacakları başarılara imza atan birine ihtiyaçlarıı vardı. Kendilerinin deneyip deneyip yapamadıkları, para ile devlet yurdundan ithal ettikleri birine. Yurttaki en aptal çocuk olmayı bana dilettiren bir aile almıştı beni.    "Oğlumuz piyano dersi almak istemiyormuş. Azra hanımı beğenmiyormuş."    "Başkasını bulalım beğenmediyse. Sorun değil." Gözlerim parladı bu cümleyle.   "Turgut. Azra hanımı kimler istiyor, ve kimler onunla çalışıyor, hatırlatmama gerek var mı? Tabii ki değiştirmeyeceğiz. Zaten araya sıkıştırdı bizi hatır gönül. Özgür kabullenmek zorunda." Babama baktım, ama umut yoktu.   "Biraz daha devam et Özgür, gerçekten iyi bir hoca. Sıla da ondan ders almıyor mu?"    "Ben piyano sevmiyorum. Ders alacaksam en azından istediğim bir müzik aleti olsun, lütfen baba." Anneme bakıyordu. Annem kafasını olumsuz sallamıştı bile. Kimin soyadı Atasoy kafam karışıyordu artık.   ...   "Özgür, Türkçe doksan altı gelmiş. Hatanı öğrendin mi? Tekrar olmayacak değil mi?"   "Bana en yakın not seksen iki anne. Hatamı öğrenmesem ne olur ki?"    "Hayatım, söylediklerimin bir kulağından girip diğer kulağından çıkmaması için ne yapmamı önerirsin?"   "Beni biraz rahat bırakmayı deneyebilirsin. Ben sokakta futbol oynamak, kaleci olmak, başka arkadaşlarımla da vakit geçirmek istiyorum."   "Sana her türlü imkanı sağlıyoruz. Tenis oynamak yerine sokakta futbol diyorsun. Özgür, içinde olduğun şartlara uyum göstermeye alışmalısın. İki yılı geçti bizimlesin. Sen Özgür Atasoy'sun artık. Sokakta mahalle çocukları gibi oynayamazsın."   Haftalık olağan ev toplanmalarında sadece üç arkadaşımla görüşmeme izin vardı. Üçünü de biraz seviyordum. Hepsi ile ailemin zoruyla ortak bir yanım vardı. Şımarıklardı bana göre. Hangisi en son ne almış, son model neymiş ilgimi çekmeyen konulardan daha sıklıkla konuşuyorlardı. Benim evlatlık olduğumu biliyorlar, ailemin aralarında en zengin olması sebebi ile bana katlanıyorlar gibi hissediyordum. Kendimi eğreti hissediyordum çoğu zaman.    Dış görünüş ya da akıl olarak hepsinden üstündüm kesinlikle. Ailem iyi seçim yapmıştı. Ben de ailemi seçebilseydim keşke. Ailesinin yurda bıraktığı çocuklara böyle bir hak verilmeliydi kesinlikle. Hepsiyle aynı okuldaydık. Enes'le aynı sınıfta. Tek özendiğim şey, benimle yarış yapıyorlarsa bile bunu kendi istedikleri için yapıyor olmalarıydı. Benim hırsıma bile ailem karar veriyordu.   Yedinci sınıftaydım ve üniversite sınavına hazırdım neredeyse. O kadar çok üstüme geliyorlardı ki; artık sadece seslerini duymamak için ders çalışıyordum. Sadece çalışıyordum. Bazen benim için karar verdikleri kursları bile test çözüyorum dediğimde ara sıra ekmeme izin veriyorlardı. Tıpkı programlanmış bir robot gibi açılış ve kapanış saatim belliydi.   İstediğim saatte uyanamaz, uyuyamaz ya da yemek yiyemezdim. Adımı Özgür koyan biyolojik ailem bu halimi görse ne düşünürdü acaba? İsmine münhasır olan isimler vardır ya hani, benim adım kafese kapatılacağımın habercisi gibi traji komik şekilde benimle alakasızdı. Kendinden prangalı hayatıma yapılan en komik şakaydı ismim. On bir yıl boyunca yurtta Özgür'düm ben sadece.   ...   "Olmuyor Ahsen hanım. Özgür inatla konuşmuyor sanki benimle." Pis cadı. Türkçe konuşmaya çalışmıyor mu bir de o Fransız aksanıyla, ifrit oluyorum.   "Yine ne oldu madam?" Annem bezginlikten çok kızgınlıkla soruyordu. Bana bakarken daima kızgındı zaten.   "Sözlü tek kelime bile duyamıyorum ağzından. Ben sanki bir şey öğretmiyorum gibi. Almıyor, öğrenemiyor. Bu şekilde saatlerimi harcayamam. Vaktim değerli benim."   "Seni dinliyorum Özgür. Bir açıklaman var mı?" Hep böyle zamanlarda dinle beni anne sen.    "Je n'ai aucune idée de ce que mon professeur a dit." (Öğretmenimin ne söylediği hakkında bir fikrim yok.) Bu da sana kapak olsun. "Gayet güzel konuşuyor madam." Annem hayranlıkla bana bakarken madamla konuşmuştu. "Je ne peux pas croire." (İnanamıyorum.) İnan inan.   Güldüğüm nadir zamanlar bu kadın ve bu kadın gibileri sinir etmekten de geçse, artık ailemin bana zorla bir şeyleri dikte ettirmesini önlemek için bu yolu bulmuştum. Her şeyi öğreniyordum; ama sanki öğretmenin suçuymuş gibi onlardan şikayet duyana kadar belli etmiyordum. Ailem taktiğimi çözene kadar bir iki yıl güzel vakit geçirmiştim en azından. ...   Çocukluğumu yaşamayadan yıllar geçti. Yaşatmadılar. Bana çocuk olduğumu hatırlatan tek kişi Gonca'ydı. Yurda geldiği ilk anda tüm beynimi, tüm benliğimi sesi ve görüntüsü ile dolduran Gonca. Renkli olmasa onu da şimdiye kadar unutmuş olurdum eminim. Tüm renklerimi ders kitaplarına, pahalı kurslara katılma pahasına harcattılar. Gonca'nın turuncu saçlı olmasının tek bir sebebi olabilirdi. Onu hatırlamak zorunda olmam. Benden alamadıkları tek şey Gonca'ydı ve o benim gökkuşağımdı. Haberleri olsa onu da soldururlardı eminim.   -Büyüyünce ne olacaksın?- sorusuna cevap veren ben değildim, tahmin edersiniz. Elektrik Elektronik Mühendisi olacakmışım. Boğaziçi'nde hem de. İyiymiş. Sonra da staj için Almanya'ya gidecekmişim. Benim de haberim olmaya başladı yıllar içinde ne olacağımdan. Gizli tutmadılar süper haber. Üstüme binip de bir sopaya bağladıkları havucu önümde sallandırıyorlardı. Beni de onu kovalayan at gibi sadece yularımdan tutuyorlardı. İstedikleri yöne gitmekten başka çare bırakmıyorlardı, yoksa mahmuzlanmam işten bile değildi.   Mesleğimi de seçtiler. Oldum. İstedikleri her şeyi yaptım. Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği'ni kazandım ve fakülte birinciliğiyle bitirdim. Daha aşağısı Atasoylara yakışmazdı. Başka seçeneğim yoktu. Benim için tek çıkar yol adıma belirlenen hedefleri gerçekleştirmekti. Hayatımda biraz da olsa özgür hissettiğim tek zaman üniversite ve Almanya'da geçirdiğim staj dönemiydi. İki haftada bir gelmeleri her hafta gelmelerinden yeğdir diyerek bana zorla yutturulan hayatı yaşadım tam on üç yıldır.   Artık kendi hayatımı kurabilirim, özgürüm dediğim anda evleneceğim kişiye de karar vermek istemeleri bardağı taşıran son damla oldu. Bardak çoktan taşmıştı da artık oluşan göletin suyunun çekilme zamanı gelmişti. Elim güçlüydü bundan sonra.    "Necati beyin kızına ne dersin, Turgut? Yani çok güzel değil; ama üç dil biliyor ve tıp okuyor. Daha okulu var gerçi." Hah. Annemin özgüvenine hayranım. Herkes benim için sırada zaten. Kız çirkin yani, yoksa...   "Benim aklımda Hande var aslında. Hem güzel hem de üniversitede İngiliz dili ve edebiyatı için akademisyen olarak kalmış." Tabii baba haklısın. Liseden beri birlikte olduğu sevgilisinden şu an ayrılıp benimle evlenmezse ayıp eder.    "Aslında şu milletvekilinin kızı vardı, adı neydi? Dilimin ucunda." Aklımın ucundan bile geçmez o burnunu gerçekten estetikle de kaldırmış burnu havada Lara ile evlenmek.   "Ben evlenmeyi düşünmüyorum henüz. Eğer düşünürsem de kendime eş seçebilecek yaştayım çocukluğumun aksine."   "Fikir sadece Özgür. Birkaç seçenek daha var aklımızda. Karar vermen için zaman var merak etme." Bu annem kadınına laf anlatmak deveye hendek atlatmaktan zordu. Yaveri de yanındaydı her zaman; ama artık kırılmalarını umursamayacak kadar kişiliğim benim değildi.    "Yok, ben anlatamadım. Affedin. Evlenmek için zamana değil, sizin aklınıza ihtiyacım yok. Sizden daha akıllı olduğumu yıllar içinde yeterince kanıtladım sanırım, sizin de arzu ettiğiniz üzere. Ben kendi istediğim kişi ile evleneceğim." Bu kişi Gonca olacak. Turuncu saçlı bir gelininiz olacak. Hem de çilli. Umarım hala vardır çilleri.   Nerede olduğunu bilmesem de, dünyanın altını üstüne getirecektim artık onun için. Ben onunla evleneceğime söz vermiştim ve bu sözümden vazgeçirmeye siz Atasoyların da gücü yetmeyecekti.     "Ailemize ne olduğu belirsiz birini getirmene müsaade edemeyiz oğlum. Ailesi iyi olan biri, ailemize de yakışan biri olmalı mutlaka."    "Benim de ne olduğum belirsiz." Bunu söylemeyi o kadar uzun bir zaman bekledim ki; tam yerine rast gelince manzara koyulmalıydı. Beklediğime değdi gerçekten kalp krizi geçirir gibi görünen hallerini izlerken.   "Sen Özgür Atasoysun. Kendine gel." Ah! Ahsen Atasoy. Annem.     "Soyadımı verdiniz sadece. Beni kim doğurdu, babam katil mi, terörist mi bilmiyorsunuz. İmkanlarınızı serdiniz önüme. Sonuna kadar kullandırdınız; ama siz de benim üzerimden yeterince prim yaptınız. Mutual ilişkimiz son buldu. Bunu ne kadar çabuk kabullenirseniz o kadar az üzülürsünüz. Karımı size seçtirmeyeceğim. Koynuma alacağım kadına siz karar veremeyeceksiniz. Çocuklarımın annesi benim istediğim kişi olacak." Gonca olacak.   "Aklında biri mi var Özgür? Ailesi kimlerden? Tabii ki tanışmak isteriz."   Ne anladınız bilmiyorum; ama benim kayıp birini bulmam gerekiyordu. Sizin yüzünüzden en başta kaybettiğim, sonra tekrar bulduğumda birlikte olup da onu terk ettiğimi düşünen kadını aramalı ve bulmalıydım en kısa zamanda. Sizin baskınızdan bir an önce kurtulmak için izini yine kaybetmiştim. Dedektörle altın arar gibi arayacaktım onu artık. Ondan başkası bana haramdı. O benim madenimdi.   "Ben bulduğumda siz de tanışırsınız baba." 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD