12. BÖLÜM (L)

1660 Words
 "Gonca, emin misin? Bunu yapmak zorunda değilsin. Üzülmeni istemiyorum."   "Üzüleceğim bir durum yok. Sadece uzaktan bakıp çıkacağım. Beklemek zorunda değilsin sen."   "Tabii ki bekleyeceğim. Sorun o değil. Belki de gitmemen daha iyidir."   "Gitmeden görmeden neyin iyi olduğunu bilemeyeceğim ve içim içimi yiyecek. Anla beni lütfen."   "Tamam. Yarım saat içinde gelmezsen içeri girip seni aramaya başlarım. Bunda anlaşalım."   "Peki. Teşekkürler."   Düğün salonundan içeri girdiğinde, kötü bir şey olmasın ve Gonca ağlamadan girdiği şu kapıdan ağlayarak çıkmasın lütfen, diye dua etmeye başladım. Geçen haftalarda ne olduğuna bakmadan eve getirdiğim zarftan aptal bir davetiye çıkmıştı. Davetiyenin aptal olmasının yanında annesinden komşusuna bırakılması gerekirken benim hatam ile onu Gonca görmüştü.   Dışarıda volta atarken Gonca'nın yaptığını, aptallıkla cesaret arasında nereye koyacağımı, numaralandırmam gerekse birden ona kadar kaç puan vereceğimi düşünüyordum. Kuaför salonuna çağırmak ne demekti? Annesinin onu tanımayacağını gerçekten düşünmüş müydü? Ben bir yıldan az sürede onu beş dakika kapıdan görerek ona aşık olmuş aklım fikrim onunla dolmuştu. On bir yaşında tamam çocuktu, büyüdü şimdi; ama Allah aşkına Gonca unutulamazdı. Unutanın kendine kastı var demekti bana göre.   Tam iyi ki yakın oturmuyorlar da kuaför için Gonca'yı seçmediler diye düşünürken şimdi şu saatte düğünün yapılacağı salondaydık işte. Yalnız gelmek istemesini ise; aptallık ya da cesaret arasına değil doğrudan aptallık sınıfına koydum. Mümkünmüş gibi sanki bırakmam. Düğün başlamış olmalıydı, çünkü davetiye saatinden oldukça geç gelmiştik. Boş salonda daha çok dikkat çekeceğini düşünmüştü.   Telefondan saate bakarken yirmi beş dakikanın geçtiğini fark ettim. Duvara yaslanıp çok da dikkat çekmeden beş dakikanın geçmesini beklerken Gonca ağlayarak dışarı çıktı. Ona doğru gittim.   "Gonca?" Ağlamasın diye dua etmedim mi ben?    "Gidelim hemen buradan. Götür beni."   Bekleyen bir taksiye binip hemen adresi verdim. Yüzünü göğsüme gömmüş arka koltukta otururken sadece ağlıyordu. Şiddeti azalacağı yerde artıyordu. Yol hiç bitmeyecek gibiydi. Soru sormak istemedim. Kendisi anlatacaktı mutlaka. Evde ördüğü saçları dağılmıştı. Okşadım. Ne olduğunu bilsem nabza göre şerbet verebilirdim, ah Gonca; ama bilmiyordum. Gelmeyelim dedim. Eve geçtiğimizde bunu özellikle ona söylememeyi hatırlarım umarım. Zaten yeterince pişman olmuştu geldiğimize.   Geldik. Nihayet. Ağır çekimle merdivenlerden çıkmaya başladı. Sessizdi artık. Bu daha da canımı sıktı. Ağlarken içinde bir şey kalmayabilirdi, şimdi kuruyordu eminim kafasında. Eve girdiğimizde doğruca yatak odasına gitti, yatağa yattı. Gidip yere bağdaş kurdum. Yüzü bana dönüktü; ama beni görmüyordu.   Tek yapabildiğim usulca saçını okşamak oldu yine. Bekledim. Yattığı yerden geçen iki saat boyunca sabırla bekledim. Bacaklarım uyuştuğunda hafif kıpırdanmamla Gonca'nın sesini duymam bir oldu.   "Tanıdı beni." Bu iyi bir haber olmalı. Unutacağına ihtimal vermemiştim ki.   "Ne güzel aşkım. Anneler tanımaz mı hiç kızlarını? Kaç yıl geçerse geçsin."   "İki kızını da gördüm. On ve sekiz yaşındalar. Turuncu saçlı değiller."   "Konuştun mu onlarla? Tanıttı mı annen seni?"   Kahkaha atmaya başladı. Uzun süre bitmek bilmedi gülmesi. Bittiğinde de ağlamaya başladı. Ben mi anlam vermekte zorlanıyordum yoksa yerimde kim olsa aynı hisseder miydi? Kızdım kendime. Gonca'yı tanımak bu kadar zor muydu?   "Ben oturmadım masalardan birine. Sadece arka tarafta kapalı bir kapının önünde ayakta durup izlemeye başladım. Gelenleri karşılıyordu. Çok değişmemişti. Daha iyi görünüyordu hatta. Sarıya boyatmış saçlarını. Kahverengiydi beni yurda bırakırken. Tam bir kayınvalide topuzu yaptırmıştı. Hatırladığımdan daha güzeldi."   "Duygulandın mı onu görünce? Ne hissettin?" Doğru sorular mıydı bunlar? Of!   "Bilmem. Özlediğimi düşündüm. Gelip sarılsa beni bıraktığını unutmaya hazırdım. Beş dakika sonra arkasını döndü biriyle konuşmak için. Beni fark etti mi, etmedi mi anlamadım. Bana doğru gelmeye başladı. Yanımdan geçerken ben nefesimi tuttum, kapalı kapıyı açıp orada olduğunu bilmediğim gelin odasına girerken beni de kolumdan çekip içeri soktu. Oda boştu. Kapıyı da kilitledi."   "Hemen tanımış seni." Ben mutluydum da sen mutluluktan ağlıyor gibi değilsin aşkım. Neden?   "Evet. Hemen tanıdı."  Anlatmaya başladığı şey dinlemeyi beklediğim şey değildi.   "Ne işin var senin burada?"   "Ben sadece seni görmek istedim anne. Haber vermeden geldim, özür dilerim."   "Anne deme bana. Kurtulamayacak mıyım ben senden?"   "Neden böyle konuşuyorsun benimle? Hiç mi özlemedin?"   "Özlemedim. Kalkmış gelmiş bir de düğüne. Rezil etmek mi istiyorsun sen beni?"   "Hayır. Yıllar sonra uzaktan da olsa görmek istedim seni. Rahatsız etmeyecektim. Özledim anne." Ağlamamak elimde değildi.    "Anne deme diyorum. Kimsenin haberi yok senden ya biri görse?"   "Bir kızın daha olduğunu bilmiyor mu hiç kimse?"   "Benim sadece iki kızım var. Annen değilim ben senin. Sadece bir kere söyleyeceğim, iyi dinle."   "O kadar mı sildin beni? Niye bana böyle davranıyorsun?"   "Bir kere sus da dinle. Baban olacak adam getirdi seni eve. Annenin kim olduğunu bilmiyorum; ama ne olduğunu çok iyi biliyorum. Evli adamlarla yatacak kadar onursuz bir kadınmış. Seni doğurmuş, onun yuvası yıkılmasın diye baban da aldı geldi, bizimkini yıktı. Benim kızım, bakacaksın dedi. Ben itiraz etsem de gidecek yerim, destek olacak ailem yoktu.   "Doğru olamaz bu. Gideyim diye böyle söylüyorsan söylemesen de gideceğim zaten. Kalmayacağım daha fazla." Kapıyı açmaya yeltenirken kolumdan tuttu.   "Senin yüzünden başka çocuk doğurmadım ben on bir yıl boyunca. Anneliğe küstüm." Duyduklarımı kulaklarımın duyduğuna inanamadım."   "Yalan söylüyorsun." O an saçımdan tuttu.   "Ne yalanı ha ne yalanı? Turuncu saçların sürtük anneninkiler gibi. Baban, sen her Allah'ın günü gözümün önünde ihanetini hatırlatmıyormuşsun gibi fotoğrafını da saklamış. Annene benziyorsun sen."   "Sen beni sevmedin mi hiç? Saçlarımı örerdin her gün." Şimdi anımsıyorum da yurtta güzel anı gibi hatırlamıştım hep bunları. Öyle olmasını istemiştim. Çekerdi saçlarımı.   "Örerdim tabii, örmediğimde ne hale geldiklerini benden daha iyi bilirsin. Yirmi üç yıldır onlarlasın. Ya kesecektim ya örecektim. Baban izin vermedi kestirmeme. Sonra nasıl kadife çiçeğim derdi sana?"   "Bana da öğrettin saç örmeyi. Ben şimdi bu işi yapıyorum. Sen bana öğrettin diye hiç unutmadım."   "O kadar çok ısrar ettin ki; artık sesini duymamak için öğrettim. Anne anne diye peşimde dolanma diye öğrettim. Sen de evli erkeklerle düşüp kalkıyor musun? Baban da annen de öyleydi çünkü. Senin normal olmanı beklemek hata olur. Namusunla çalışarak mı para kazanıyorsun?"   "Anne ne diyorsun sen? Çocuktum ben. On bir yaşında bıraktın beni. Geleceğim diye söz verdin. Gelmedin. Arkandan ağladım."   "Ne deseydim. Ortalığı yıktın. Beni bırakmıyordun bir türlü."   "Halam da vardı. O buldu beni yıllar sonra."   "Aldım haberini. Kuzenlerini ayartmaya çalıştığın için sepetlemişler yine yurda."   "Nasıl böyle konuşursun benimle? Kimseyi ayartmadım ben. Abim onlar benim. Ben sana ne yaptım?    "Doğdun. Yetmez mi?"   O an beni bir damla bile içinden sevmediğini anladım. İlgisi dışarıya karşı göstermelikti hep. Ben annem bile olmayan kadını gözümde büyütüp boşa nefret beslemişim doğmayan çocuklarıma.      "En azından kanımdan canımdan birine bıraksaydın beni. Bakarlardı bana."   "Bulmuşlar da ne olmuş sanki? Kaçırmışsın onları da kendinden. Halan da babana destek çıktı. Dayan dedi. Seversin dedi. Her gün bana aldatıldığımı hatırlatan alev turuncusu saçlı kızı gördükçe bu mümkünmüş gibi."   "Dediklerin doğru bile olsa bebekken gelmişim sana. Bu kadar kin duyman normal mi?"   "Hayatımın on bir yılını heba ettim. Gençliğim gitti. Sonunda tekrar evlendim, çocuklarım oldu, mutluluğu buldum derken yine geldin karabasan gibi çöktün üstüme. Tam da bugün. Oğlumun düğün gününde."   "Başkasının çocuğunu sahiplenmişsin, el kadarkenden beri yanında olan beni kapı dışarı ediyorsun."   "Çok önce bıraktım seni. Taşındım buradan. İş için geri gelmek zorunda kalınca haber vermedim sana. Bu sana istenmediğini anlatır sandım. Niye ısrar ediyorsun anlamamakta?"   "Ben belki evlendiğin kişi beni istememiştir diye düşündüm hep. Bırakmak zorunda kalmana bir kılıf uydurmam gerekliydi. Anneler isteyerek bırakmazlar dedim."   "Kendi annen istememiş seni kocasını bırakıp. Ben iyi bile baktım sana."   "Evi neden bıraktın bana? Onu da alsaydın."   "Bırakmadım emin ol. Baban vasiyet etmiş sana. Ben sana baktığım sürece benim olacak şekilde ayarlamış ölmeden. Sana bakacağıma, kaç yıldır yaşadığım gelin geldiğim evden ayrılmayı seçtim. Sen de bir güzel evli olmadığın adamla yaşıyormuşsun. Armut dibine..."   Ağlamaktan başka çarem yoktu. Dil yarası bir insanı ne kadar yaralayabilirse eğer o kadar yaralanmıştım ben de. Hakkımda bir şey öğrenmek istememiş, etraftan duydukları ile beni acımadan yargılamak kolay gelmişti yirmi üç yıldır anne bildiğim kadına.   "İstersen veririm sana evi. Benim uğrumda çektiklerinin bir karşılığı olamaz ama, gecikmiş hakkın gibi düşün."   "Hiçbir şey istemiyorum. Bir daha karşıma çıkma, beni unut yeter. Sen zaten yaşadığın hayatla kendi anne babanın mirasını devam ettiriyorsun. Bunu bilmek bana yapılan haksızlığı biraz olsun katlanılır yapan tek şey."    "Senin de kızların var, hayat bana neler gösterdi, onlara da ne gösterir bilemezsin. Keşke bana karşı bu kadar acımasız davranmasaydın. Sözlerinle canımı bu kadar yakmasaydın."   "Benim kızlarımı ağzına almaya kalkma sakın. Sen bir fahişenin kızısın. Onlar ise aldatılmış bir kadının başkasından olma kızına on bir yıl baktığı kişinin kızları. Senin gibi değiller. Şimdi taşlar yerine oturuyor. Bir de beni ayağına salonuna mı çağıracaktın? Hatice'ye de bir çift lafım olacak."   "Son bir şey soracağım. Kendi annem nerede biliyor musun?" Bir anneye ihtiyacım yoktu artık. Sadece sevdim dese ikisinden biri bana.   "Öyle kadınlar nerede olur ben bilmiyorum. Şimdi görünmezmişsin gibi çık git buradan. Senin yüzünden bir daha yanmayacağım." Beni odada bırakıp çıktı, gitti. Temelli.   Salondan çıkarken de Zeliha gördü beni. Seslendi annesiyle.    "Gonca kızım?" Soran gözlerle bakan Hatice ablaydı.   "Söyleyebilirdin. Ondan duymak daha da acıttı. Kimsem yok artık." Hızlı adımlarla yürümeye başladım. Koşarsam fark edilebilirdim. Görünmez olmam gerekiyordu.   Sustum. Sadece susabilirdim. Gonca ne yaptın sen? Neler anlattın bana? Gidip o kadını düğün hala bitmemişken çıplak ellerimle boğabilirdim. Ellerimin izi çıksın benim yaptığımı bilsinler.   "Öz anneni bulmak istiyor musun? Beraber ararız."   "İstemiyorum. Hiçbir anneye ihtiyacım yok. Bana on bir yıl bakan Gülsüm annem daha değerli. Bu akşam söyledikleri ne kadar acı da olsa, bana bambaşka gözle öğrettiği bir şey var. Elime bir şekilde dokundu o benim. Meslek sahibi yaptı beni."    "Tamam canım. Ben yanındayım. Daha fazla düşünüp harap etme kendini."   "Ben bu evi satmaya karar verdim."    "Sen nasıl istersen." Ne demeliyim? Ne yapmalıyım?   "Yeni bir ev daha pahalıdır mutlaka. Birikmiş param var. Orta halli sıfır olmayan bir yer buluruz belki."   "Gonca paran dünyayı gezmek için. Ona dokunamazsın. Kredi çeker beraber öderiz. Elimden geldiği kadar destek olurum sana."   "İkimizin evi olur o." Canım ya neler düşünüyorsun?   "Sen mutlu ol. Ağlama artık, ben başka hiçbir şey istemiyorum."   "Ben annemi gerçek annem sanarken söz verip de gelmediği için bir yemin etmiştim. Sonra o yemini bozdum. Özgür için. O da gelmedi. Tekrar yemin ettim. Senin için bozmak istesem, beni bırakıp gitmeyeceğinden emin olabilir miyim?"   "Seni bırakıp gitmeyeceğim Gonca. Ne yemini bu?"   "Asla anne olmayacağım demiştim. Anne olmazsam bırakıp gideceğim çocuk da olmayacaktı. Şimdi sen de istersen eğer, hazır olduğunda, ne zaman istersen anne olabilir miyim?"   "Yeryüzüne gelmiş, yeryüzünden geçmiş en iyi anne sen olacaksın. Asla da çocuğundan şartlar ne getirirse getirsin vazgeçmeyeceksin. Benim çocuğuma hamile kalacağın günü sabırsızlıkla bekleyeceğim." 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD