25. BÖLÜM (G)

1848 Words
Özgür'e söylediklerimden sonra beni anlamadığı ya da bana inanmadığı sonucuna vardım. Beni anlamış olmasına imkan yoktu çünkü. Özgür olmayan başka bir adamın bebeğine hamile olduğumu söylemiştim, o ise altı yıl önceki birlikteliğimizden sonra hala onun bebeğini, onun keyfi gelip de benimle olmak isteyene kadar aynı boyutta rahmimde tuttuğumu sanmıştı sanırım. Hiç zorlanmadan beni kucağında taşırken hala gülüyordu. Pastayı tuttum dikkatlice. Acayip acıkmıştım. Hava ben daha evden çıkarken kararmaya başlamıştı. Saat kaçtı acaba? Etrafıma baktığımda yol kenarındaki kadife çiçekleri dikkatimi çekti. Özgür'e baktım. Baktığımı anlayıp bana baktı o da bir an. -Unutmadım seni.- mi demekti bu? Kendimi onun kucağındayken savunmasız hissettim. Başımı omzuna yaslamamı salık veren kokusu hiç mi değişmezdi? Beni üzenlere karşı kullandığım kalkanlarım devre dışıydı. Özgür de beni üzenler arasında belki de en çok üzen değil miydi? Kapıya gelince indirdi yere. Kapıyı açıp girmem için bekledi. Niye onu dinliyordum ki? Çatık kaşlarla içeri girdim. Arkamdan girip hemen evi bilmenin rahatlığıyla tüm ışıkları açtı. Karanlığın kalkmasıyla kısık gözlerle ışığa alıştırdım bir süre onları. Çok güzel bir evdi. Ahşap ve taş döşeme ile beyaz renk mobilyaları olan girişteki salon genişti ve arka kapısının olduğu yerde mutfakla bir aradaydı. İçim titredi istemsizce salonu mutfaktan ayıran duvar olması gereken yerdeki şömineyi gördüğümde. Salona bahşedilmişti şömine. Özgür alışkın olduğu başka seri hareketini şömineyi yakarken de gösterdi. Montum vardı aslında ama burası bir süredir ısıtılmadığı için sanırım üşümekten alamadım kendimi. Özgür elimdeki pastayı mutfak bölümüne götürüp dolaplardan bir şeyler çıkarmaya başladı. Ben ayakta kendimi nereye koyacağımı bilemedim. O sırada duvardaki saatin sekizi geçtiğini fark ettim. Sadece dört saat mi olmuştu Levent gideli? Sadece iki saat mi olmuştu Özgür geleli? Ve ben burada Özgür'ü mü dinleyecektim yani? Beni, bana göre düğün günüm olan günde terk etmişti. O gün aklıma çok sık gelmezdi. Şimdi hikayenin ana karakteri ile aynı odada olmak o anı aklıma gelmesi için davet ediyordu adeta. Sonrasında yaşadıklarım mı daha kötüydü yoksa? Yurda o gece dönmeyişim, hiç uyumadan sokaklarda nikahta giydiğim elbisemle amaçsızca yürüyüşüm, telefonumu kapatıp bir çöp tenekesine atışım, sabah yeni gün doğarken bir bankta oturup sınırlı manzaramla güneşe bakışım... Ağlamaktan helak olmuştum zaten de o eskimiş haberdi. "Gonca neden ayakta bekliyorsun, otursana. Acıkmış olmalısın. Bolonez soslu spagettide çok iddialıyım. Onu yapıyorum. Canın başka bir şey istiyorsa onu da yapabilirim." Yapabilirim. Bana yemek yapıyorsun demek? Allah kahretsin ki çok açtım. Daha fazla yüzüne bakmamak için mutfağa arkası dönük beyaz kanepeye oturdum. Evin soğuğu biraz kırılmıştı; ama ben yine de üşüyordum. Kanepenin kolundaki çok sıcak ve yumuşak görünen battaniyeyi üzerime çektim. Şu an bir dağ mı bağ mı evinde Özgür'le olmak yerine evde karın ağrısıyla ve vicdan azabıyla kıvrım kıvrım yatıyor olmam gerekirdi. Ama o zaman bana yemek yapan biri olmazdı. Dediğim senaryo yarına kadar bekleyebilirdi. Şu an ağzımdan, Ivan Pavlov'un koşullama köpeği gibi salya akmasına neden olan koku yerimde oturmamı sağlıyordu. Ne kadar süre geçtiğini hatırlamıyordum. Isınmıştım. Ben tam montumu da çıkarırken elinde tepsiyle Özgür geldi. Her şeyi düşünmüştü. İçecek hariç. Susadığımı fark ettim, ya da onu da düşünmüştü. "Ne içersin?" "Kola." "Kola olmaz, hamilesin. Portakal sıktım ya da ayran?" Ne kadar doğal söylemişti? Benden daha çok düşünüyordu yarın olmayacak bebeği. "Portakal suyu." dedim. Bu gecelik oyun oynayabilirdim. "Afiyet olsun." dedi meyve suyumu uzatırken. Konuşmadan yemeğe başladım. Dilimin tüm tat bölgelerindeki papillaların şu an mest olduğu bir gerçekti. Yediğim yemeği, dişlerimle çiğneyerek ona haksızlık, hakaret edemezdim. Dilim ve üst damağım arasında ezerek resmen fagositoz yaparak yedim tabaktaki tüm makarnayı. Özgür karşımda az sesli kıkırdayınca başımı kaldırıp ona baktım. "Biraz daha ister misin? İddialıyım demiştim." "Hayır, sadece karnım açtı. Dün akşamdan beri bir şey yemeye fırsatım olmadı. Ortalama bir makarna yoksa." Doğaüstü diyecek halim yoktu sana. "Peki, öyle olsun kalbimin yangını." "Bana bu şekilde hitap etmeni istemiyorum." "İmkansız. Başka bir şey iste." "Eve gitmek istiyorum." "Yanlış. Bu gece buradayız. Duruma göre belki birkaç gün daha buradayız." "Ben bir salon işletiyorum. Sorumluluklarım var. Verdiğim sözler var yarın için. Söz verdiğimde tutmayı seçerim genelde." Senin aksine. "Bir an önce başlayalım o zaman konuşmaya. Sen de bir an önce affet beni." "Çok düşündüm bunu biliyor musun? Olur da bir gün karşılaşırsak ne hissederim, beni on sekiz yaşımda bıraktığın için sana ne şekilde teşekkür ederim diye. Sen daha güçlü olmamı sağladın sadece. Hayatıma giren söz verip de gelmeyen diğerleri gibi. Ama affetmek... İşte o kadar güçlü değilim." "Ben senin gücüne her zaman hayran kaldım. Bu kez de bir anlaşma yapalım mı? Bir saat ben sorayım sen anlat. Diğer bir saat de sen sor ben anlatayım." "Benim sana sormak istediğim hiçbir şey yok. Şu an sakince karşında oturmam bile kendime şaşırmam için tek geçerli neden. Anlayabiliyorum, ama soğumuşum. Soğutmuşsunuz beni. Buz dağıyım artık." "Küresel ısınma diye bir şey var bebeğim. Bir de ne var biliyor musun?" Yanıma gelip tepsiyi aldı kucağımdan. Onu sehpaya koyup yanıma oturdu. Yağlı dudaklarıma o kadar yakındı ki, elimdeki peçete ile silme ihtiyacı hissettim. Sanki öpüşüne hazırlanıyordum, aptal Gonca. "Kalbimin yangını var. Buzlarını çözeceğim. Seni soğuduğun yerden ısıtacağım. Sen sormasan da ben anlatacağım ve tekrar evleneceğiz." "Tekrar derken? Birincide yok yazıldın. Unuttun galiba?" "Asla unutmadım. Şimdi ilk ben. Geliyorum." Getirdiği her şeyi mutfağa koyup geri geldi elinde dolu su bardağıyla. Bana uzattı. "Ağzın kuruyacak, lazım olur." Yutkundum. "Sana cevap vermek zorunda değilim. Yemek için teşekkürler, eline sağlık iyi geldi. Şimdi eve gitmek istiyorum." "Buradayız dedim Gonca. İlk sorum. Kaç haftalık hamilesin?" Daha bu öğlen bunu öğrenmiş olmak, aynı akşam ondan vazgeçmek için doktorun odasında beklemek şu an o kadar uzun zaman önce olmuş gibi geliyordu ki bana. Nefise hanım iki ayı bitirmek üzere olduğumu söylemişti beta-Hcg değerime bakarak ve ultrasonda ölçüm yaparak. Bursa'ya gitmeden önce birlikte olmuştuk. Ece ile aramızda bir hafta bile yoktu eminim. Rahme düşme zamanı olarak benimki abla ya da abi olacaktı. Erkeklerin de demek ki, spermlerinin her girdiği yumurtayı döllediği altın çağları vardı. Gülmeye başladım. "Gitmek isteyen sensin Gonca. Ne kadar çabuk olacağı sana bağlı." Özgür'e söylesem ne çıkardı ki? Beni istediğini sanıyordu, hamile bile olsam. Ne kadar çabuk konuşursam bu durumu da aynı ivedilikle tersine çevirebilirdim. "Dokuz haftalık." Kalp atışlarını duymuştum. Dinlerken aynı hıza erişmişti benimkiler de. "İki ay bitmiş." Gözünü karnıma dikti. "Bu bir soru değil." "Haklısın değil. Neden vazgeçmek istiyorsun ondan?" "Çünkü öyle istiyorum." Beni kucağına çekti. Sarıldı. "Peki, değiştiriyorum. Canını mı yaktı senin? Zorla mı sahip oldu sana, o her kimse?" "Hayır tabii ki. Ben de istedim. Ona istediği kadar çocuk doğurmak istedim." Beni biraz daha sıktı kollarıyla. Nefesini boynumda bırakması rahatlama hissinden miydi? Canımı yakan biri olmadığı için benim için mutlu mu oluyordu? "O neden istemedi peki Gonca? Sen anne olmak istemiyordun ki! Bu adam sana anneliği sevdirmiş. Niye yanında değil?" Söylemedim ki. Bu Özgür'e söyleyebileceğim bir şey değildi. "Şartlar öyle gerektirdi." "Evli mi? Evli biriyle mi birlikte oldun?" Buna evet desem, beni bırakırdı belki de. İstediğim bu olduğu halde neden biraz daha kalmak istiyordum ellerim saçlarında? Ne? Farkında olmadan saçlarını okşuyordum. Hemen çektim ellerimi. Gülmeye başladı fark ettiği şeyle. Tam -evet- diyecekken o konuştu yine. "Hayır evli değildi. Her ne kadar aksini savunsan da sen hala benim Gonca'msın. Her kimse tam bir aptaldı, çünkü seni aldattı. Bebeği söylemedin bile değil mi?" Telepatik miydi Özgür? Elleri şevkatle, sakince, sanki bebeğimin babası gibi karnımı okşamaya başladı yine. Babası gibi... Ağlamamak o anda benim yapabileceğim bir şey değildi. "Beni çok iyi tanıdığını mı zannediyorsun? Tanısaydın bırakmazdın. Sevseydin gelirdin. Hiçbir şey engelleyemezdi seni. Durduramazdı. Ben geldim. Bekledim. Memur adımızı söylediğinde de, sen olmadığın için arkamızdaki çiftleri sırayla almaya başladığında da bekledim. Şimdi vicdan azabı yapıp beni ortada bırakan bir adam varmış gibi, sırf hamileyim diye benimle gerçekten de evlenmek istediğine inanmamı mı bekliyorsun? Evet evli değildi, evet aldattı beni. Affetmiştim. Farklı bir sebeple gitmek zorunda kaldı. Kendimi ona isteyerek verdiğim ve yine kendi isteğimle bu bebekten vazgeçtiğim gerçeğini hiçbir zaman değiştirmeyecek bu durum." "Vicdan azabım var tabii Gonca. Bu vicdan azabının yalnız seni, hala deliler gibi istememle ve karnındaki bebeğinin babası olmayı arzulamamla bir alakası yok. Önce bu konuda anlaşalım. Ağlama dayanamam kalbimin yangını." "Böyle bir şey nasıl arzulanır ki? Beni istemeni anlarım. Başkasının bebeği diyorum. Aldırma ben babası olurum diyorsun. Neden yapmak istiyorsun ki böyle bir şeyi? Üstelik bana kendince sadık kalmışsın, benden başkası ile olmadığını söyledin. Benden nefret etmen gerekirdi." Son cümlemle birlikte kucağından inmek istedim. Belki de nefret etmeye başlamıştı bile. Yine izin vermedi. Bana baktı. Yüzünde gülümseme ile çillerimi saydığına yemin edebilirdim. Böyle adamlar var mıydı? Hadi vardı da biri de beni mi seviyordu yani? Sonra ciddileşti yüzü. Elleri yine karnımda. "Bunu mu bekledin? Senden nefret etmemi? Yanılıyorsun Gonca. Kaçırdığın bir nokta var. Başkasının bebeği değil. Bak burada. Biraz daha büyüdüğünde hareketlerini de hissedeceğiz. Senin içinde. Giden adam götüremedi onu. Neden? Haberi olmadığı için değil. Senin içinde, senin bebeğin olduğu için. Anladın mı şimdi? Senden hiçbir zaman hiçbir şekilde nefret etmem mümkün değil. Ben seni seviyorum kalbimin yangını. Şimdi senin olan bir şeyi nasıl sevmem, nasıl istemem? Bizim bebeğimiz olacak. Atasoy olacak tıpkı senin gibi. Ona da hitap edeceğim daha küçük ateşli bir isim bulacağım. Çok seveceğim. Çok iyi bir baba olacağım. İnan bana. Ben yıllar önce seninle evlenmeye yemin ederken, daha öncesinde de sevdiğim kadının doğuracağı çocuklara çok iyi bir baba olacağıma da yemin ettim. Senin doğuracağın çocuklara Gonca. Sensin sevdiğim kadın. Çocuk aklımdan geçenler şimdi çok daha anlamlı benim için." Ah! Özgür. Sen benim sebebim olacaksın. Seni o kadar çok seviyorum ki, işte bu yüzden terk edilmeyi hazmedemiyorum. Hayatımdan çıkıp giden hiç kimseyi seni sevdiğim gibi sevmedim ben. İşte bu yüzden hiçbir küresel ısınma eritemez buzlarımı. Kendimi ilk kez ve son kez sana ait kılmak isterken, senden ayrılmak kalbimi kor gibi yaktı, işte bu yüzden bir şeyler hissetiğimi sandığım ilk erkeğin bebeğine anne olmak istedim. Karnımdaki senin bebeğin olsaydı eğer, ondan vazgeçmeyi aklımın bir hücresinden bile geçiremezdim, işte bu yüzden seni affedemem. "İnanıyorum. Sırf inandığım için seninle evlenemem. Güvenmiyorum sana. Bir kere bıraktın. Gelmedin." "Geldim. Bir saat bitmek üzere. Soru sorma sırası sana geliyor. Bir sorum kaldı." Beni kucağından indirip tam karşımda oturdu. "Benimle evlenir misin?" Çüş. "Bu kez de hamile halimle mi nikahta bırakacaksın beni?" Yüzündeki tebessüm silindi. Beni bir anda kanepeye yatırdı üstüme eğilirken. "Senin soruların sonra. Artık bırakmak zorunda kalmak yok. Kabul et beni babalığa." Bırakmak yok demedi. Bırakmak zorunda kalmak yok dedi. Nasıl nikahta bırakmak zorunda kalınırdı gelin? Kendi bir saatimi çok iyi değerlendirmeye karar verdim. Sağlı sollu dalacağım sana Özgür. Ölmemişsin işte. Gelmemek için tek sebebindi bu. Nefes aldığın sürece gelmeliydin. "Bebeğimin bir babası var zaten." "Evet. Mucizesini haber bile vermek istemediğin babası. Ara hadi, söyle saat geç değil; ama ondan önce gömleğimin düğmelerini aç." Pardon! Sıcak da, o kadar da hararet basmadı beni yani üstümdesin diye. Seni çıplak görmeyi istemiyorum ki niye açayım düğmelerini? Kaslı vücudunla beni etkilemeyi aklından geçirmiş olamazsın herhalde saman beyinli erkekler gibi. Ellerimi yönlendirdi ilk düğmeye doğru. Aşağı indikçe göğsü açığa çıktı. Yakındık zaten. Göğsü açığa çıktıkça ilk seferimiz geldi aklıma. Hızlı nefes almaya başladım. Sonra birden, kalbinin üstüne denk gelen yerde ters şekilde yazan GONCA yazısını gördüm. Benim adımı gördüm. Kalbinin tam üstünde. Devam etti düğmeler bitene kadar. Omuzlarından sıyırdı. Ne görmem gerektiğini hemen anladım. Geniş omuzları değildi, genç bir erkek olduğu zamanların aksine şimdi genç bir adamdı. Sol omzunun üzerinde dirseğine kadar gelen turuncu saçlı, çilli burunlu, yüzü gülmeyen bir kadın resmi vardı. Tanıdıktı. Nikah salonunda duvar kağıdının önünde durup fotoğrafçının çektiği fotoğrafı kazıtmıştı bedenine. Gelmişti. Sadece geç kalmıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD