Cihanbeyli konağı her zamanki gibi telaş içindeydi. İçerisi ayrı, dışarısı ayrı kaos. Üç erkek kardeş, iki kız. Hepside ayrı havaydı. Aynı anne, babadan olupda bu kadar zıt karakter olmayı nasıl başarmışlardı bilinmez.
Seyit en büyükleri evli olmasına rağmen gözü hep dışarıda. Karısıyla bir gün iyiyse üç gün kötü. İşin garibi Seyit şu hayatta en çok karısı Şevval'den korkuyordu. Ama bok yemektende bir gün geri kalmıyor.
Ayaz.. ismi gibi buz gibiydi. Ailenin en sert, en manyağıydı. Herkesin çekinip korktuğu iş kolik ve Cihanbeyli konağının tek ağasıydı. Yıllar önce babasının yaptığı yanlışı görüp sessiz kalmamış ve babasından ağalığı devralmıştı. Babası da olsa haksızlığa gelemiyordu. Yada öyle olduğunu sanıyordu.
Zümrüt evin en aklı başında insanı olabilirdi. Ama akıllı olmak bazen yetmiyordu işte. Daha onsekisin de evlenmiş, yirmi dört yaşında dul kalmıştı. İki çocuğuyla baba evine geri dönmüştü. Tabi bu dönüş öyle kolay olmadı. Ağa kızı olarak çıktığı bu konağa, besleme gibi dönmüştü. Kocasının kaçakçılık yaptığını öğrenen konak halkı kızlarına konağı dar ediyordu. Sanki onun suçuymuş gibi. Zümrüt'ün fikri dahi sorulmadan yapılan evliliğin suçlusunu yine Zümrüt ilan etmişlerdi.
Dilan, konağın güzeli, daha onsekisin de son beşik olduğu için biraz şımartılmış olsada. Özünde iyi biri, tabi o özü bulmak bazen biraz zor olabiliyor.
Berdan, konağın en şerefsizi kim deseler, herkes onu gösterir. Hiç bir halta yaramayan sadece para yiyen, ağalık ünvanını sonuna kadar kullanıp, her haltı rahatça yiyen.
Derviş Cihanbeyli yıllarca bu konağa ağalık etsede şimdi sadece dışarıdan bir izleyici gibiydi. İsmi Derviş olsa da namaz da, niyaz da gözü olmayan, zamanında milletin çok canını yakan bir ağa.
Havin, konağın tek hanımağası. Her şeyi gören, bilen ama işine geldiği gibi kararlar alan hanımağa. Kocasından tek farkı en müslüman benim derdinde. Oysa ki ibadet yaptığın kötülüğe engel değilse, orada bir yanlışlık vardır. Tabi bu Havin hanımağaya göre bir söz değil. İbadeti bile gösteriş için yapan, dini bile kendi çıkarlarına göre uygulamaya çalışan biriydi.
Ee böyle bir konağada kendi gibi çalışanlar bulmuşlardı. Hepsi de ne gördüyse onu yapıyordu. En sadık denilen de bile, vardı bir çakallık.
* * * * *
Jandarmalar gelip hem beni, hemde Ali'yi almışlardı. Ablasını kurtarmak isterken az kalsın insanlar tarafından linç ediliyordu. Jandarma yetişmese öldüreceklerdi.
Şerefsiz Berdan'ı alıp ambulansla götürmüşlerdi, umarım gebermiştir.
Karanlık bir odaya attılar beni, ne gelen vardı nede giden. Kardeşim neredeydi ona ne yapmışlardı hiç bilmiyordum. Ağlamaktan göz yaşlarım kurumuştu, soğuktu ve titriyordum. Üzerimde yırtılmış bir elbise ayaklarımda ayakkabı bile yoktu. Evden öyle bir çıkmıştım ki ne olduğunu bile anlamadan. Silah sesini duyan evin içine dalmış ve beni o vaziyette görmüşlerdi. Salak olsa anlardı Berdan'ın bana tecavüz etmeye çalıştığını. Ama onlar ne anladı bilmiyor ama Ali'ye saldırmaya başlamışlardı. "Yapmayın, etmeyin onun bir suçu yok. Beni kurtarmaya çalıştı, o şerefsiz bana tecavüz etmeye çalıştı" dememle yüzüme inen bir tokatla kendimi yerde buldum.
"Seni orospu, hem ağa oğlunu eve al. Hemde tecavüz ediyor de, bizde inandık" gerçekten böylemi düşünmüşlerdi. O şerefsizi ben mi almıştım eve, benim mi suçumdu yani?
Kapı açılıp bir asker girdi içeri
"Kalk komutanım seni bekliyor ifadeni alacak" dediğin de zorlanarak ayağa kalktım. Ama bu iyi bir şeydi değil mi komutan bana inanırdı, ve suçsuz olduğumu anlardı. Hem Ali'nin de suçu yoktu ki, ne yapsaydı yani, bana tecavüz etmesine izin mi verseydi?
"Geç otur bakalım, anlat neler olduğunu? Sakın yalan konuşayım deme, bir sürü şahit dışarıda bekliyor" demişti. Oysaki onların hiç biri şahit değil, sadece iftiracıydı.
"Ben temizlik yapıyordum, bir anda bana saldırdı, geldiğini bile görmedim" hem ağlıyor, hemde anlatıyordum. O anları tekrar yaşıyormuş gibiydim.
"Madem sen içeri almadın, nereden girdi eve?"
"Bilmiyorum, ama pencereler açıktı. Ev havalansın diye açmıştım" ilk kez komutanla göz göze gelmiştim, ve o an anladım. Söylediğim hiç bir şeye inanmıyordu.
"Koskoca ağanın işi gücü yok, seni sikmek için pencereden mi girdi?" Bu cümleyi söylerken ki tavrını görmüş olsaydınız o an benim gibi ölmeyi dileyebilirdiniz. Senelerce tüm tacizlerine, bu cümleyi duymamak için katlanmışken. Şimdi yine aynı şeyi duymuştum. Belki dedim, belki bir umut bana inanır gibi gelmişti. Ama artık başka hiç bir şey söylemeye gerek yoktu ki.
"Ben vurdum, ben öldürmek istedim. Suçum neyse razıyım" diyerek konuşmaya devam ettim. En azından kardeşim Alim yanmazdı. Madem suçlu olarak beni görüyorlardı, suçun cezasını da ben çekmeliydim değil mi?
"Atın şu orospuyu nezarete, suçunu kabul etti"
Evet ya haklıydı suçumu kabul ettim. Suçum kadın olmaktı, suçum kendimi korumaya çalışmaktı. Suçum namusuma sahip çıkmak istemekti. En büyük suçum ise ağa kızı değildim, zengin değildim ki beni savunacak biri olsun.
Kolumdan tutup götüren asker sessizce
"Ah bacım ya bunların hepsi aynı şerefsiz. Sen kimi, kime şikayet etmeye çalışıyon ki? Allah yardımcın olsun işin çok zor, telefonlar hiç susmuyor. Sanırım ölmüş o şerefsiz" dediğin de diğer söylediklerini es geçip
"Gebermiş yani" dedim. Allah belasını vermiş kurtuldum, derken içine düştüğüm şeye bakınca pekte kurtulmuş gibi durmuyordum.
Bu kez götürdükleri yer farklıydı sanırım merdivenlerden aşağı inmiştik.
"Üzerine kıyafet getirebilecek birinin numarasını verde ben arayıp isteyim bacım, böyle durma" diyen askere baktım önce, sonra üzerime. Kıyafetim yırtılmış ve iç çamaşırım gözüküyordu. Hemen üzerimi düzeltmeye çalıştım.
"Babam, babamın numarasını versem" derken öfkeli bir ses duydum.
"Orospuyu mezara koymuşlar, yalnızmı yatacam demiş? Nezarethane de yalnız kalmak istemedin herhalde sende?" diyerek benim yavaşca indiğim merdivenleri üçer, beşer adımla gelerek kolumdan tuttu.
"Senin cezan burada yatmak olmayacak kadar büyük. Gel benimle" diyerek çekmeye başlayan kişiyi daha önce hiç görmemiştim. Üzerinde asker kıyafeti de yoktu. Yanında duran asker "Yavaş olun beyefendi, nereye?" dese de merdivenlerin başında bekleyen komutanın sesiyle sustu
"Bırak asker karışma sen"
Merdivenleri nasıl çıktım bilmiyorum, tutup çektiği kolum kırılacak gibiydi. Hiç kimse bir şey demiyordu, kaç tane askerin yanından geçtik bir tanesi bile dönüp bakmadı.
Resmen beni sürükleyerek bir arabanın içine attı. Bindirdi demiyorum, bildiğiniz fırlatıp attı. Kapıyı sertçe kapatıp kendisi de bindi. Korkudan hiç bir şey diyemiyordum. Beni nereye götürüyor, bana ne yapacak, kimdi hiç bir şey bilmiyorum. Tek bildiğim korkuyordum.
"Kardeşim öldü, sense ölmekten beter olacaksın. Eğer kardeşinin yaşamasını istiyorsan ne söylersem onu yapacaksın" korkudan cevap bile veremiyorum.
"Tamam mı lan" diye bağırınca yerimden sıçradım, sadece "Tamam" diyebildim. Sesim içime kaçmış gibiydi umarım duymuştur. Başka hiç bir şey söylemedi, ben de zaten korkudan hiç bir şey soramadım. Araba durunca, yine bileğimden tutup çekiştirerek beni kocaman kapılardan geçerek yine bir yere bok gibi fırlatıp bıraktı. Düştüğüm yerden kafamı doğrultup baktığım da çevremde beni öldürecekmiş gibi duran bir sürü kişi vardı. Sanırım yolun sonuna gelmiştim. Umarım sonum ölüm olurdu.